3.

2.5K 785 2.2K
                                    

Yola çıktıklarından beri bir türlü susmayan Ahmet Efe'yi, önce dürtükleyip susturdu; sonra da, yanlarında kazık gibi yürüyen, ne konuşup ne gülen Barış'ı işaret etti.
"Duman'ın nesi var?"

Ahmet, umursuzca omuz silkerken, kalabalık öğrenci grubunun içinden çığlık çığlığa gelen kıza döndüler yönlerini. Koşarak Ahmet Efe'ye gelen kız, çocuğun iri cüssesine sığınıp, onun koca göbeğini okşadı.
"Sana olan sevgimi kelimelerle anlatamam hocam."

Ahmet Efe; Bilal ve Barış'a nispet yaparcasına sırıtsa da, nispet yaptığını zannettiği çocukların bu yılışık ortamdan midesi bulanmıştı. Kedicik sever Adnan Oktar gibi, "Maşallah maşallah maşallah!" Diye mırıldanan Ahmet, Ece'yi kanatları altına aldı.

Bilal ile Barış bir süre Ece'nin kankalarını serbest bırakmalarını bekledi. Ama diğer kızlar da gelip, Ahmet'in etrafını sarmaya başlayınca, bunun pek mümkün olmayacağını farkına varıp, birbirlerine işaret çakarak okula girdiler.

Barış; yine okul sınırlarına adımını atar atmaz o kızı gördü. Köşedeki bankta tek başına oturan kıza ufacık baktıktan sonra, Bilal'in elindeki defteri hızla çekip aldı ve onu kendi yüzüne siper etti.

Bilal, onun bu tavrına boş boş bakarken, Barış; kızın onca sınıf varken, neden kendisinin bulunduğu sınıfa düştüğünü düşünüyordu.

Okullar açıldı açılalı, yani beş gündür sinirleri çok bozuktu. Ne yediğinden içtiğinden tat alabiliyordu; ne uyuyabiliyordu; ne de derslere konsantre olabiliyordu. Nedenini bilmiyordu ama bir şeyi çok iyi biliyordu: Resmen hayatına kabus gibi çökmüştü bu bastı bacak!

Okulun kapısına yakın bir ağacın gövdesine yaslandı. Suratına kapattığı defteri usulca çekti yüzünden ve beş gündür yaptığı gibi yine kızı dikizlemeye başladı.

Bilal, dün çamaşır suyu ve porçözü karıştırıp banyosunu temizlerken nasıl zehirlendiğini anlatırken, onu dinliyormuş gibi görünse de, aklı; kıvrana kıvrana ağladığını fark ettiği kızdaydı.

İçine birdenbire değişik bir duygu daha yerleşti.
Acımak, endişelenmek üzülmek...
Ne olduğunu anlayamadığı bir duyguydu bu. Ve bu duygu istemsizce onu, durmaksızın konuşan Bilal'in yanından alıp, Asya'ya doğru sürükledi. Ama kendinden önce davranan Şüheda'yı fark edince duraksadı. Asya'ya yardımcı olmaya çalışan kıza içinden teşekkürlerini gönderdikten sonra, lafı ağzında yarım kalmış olan Bilal'in yanına geri döndü.

Yalı kazığı gibi dikilmiş, kendisine bakan terbiyesiz çocuğu fark etmişti Asya da, ama şu an onu düşünecek durumda değildi. Karnına yerleşen o korkunç ağrı yüzünden bayılmak üzereydi.

Bir Allah'ın kulu yanına gelip, "neyin var, geberiyor musun?" Diye sormadıkça daha çok duygulanıp, daha çok ağlıyordu ki, nihayet birisi yaklaştı.

"İyi misin?"

Asya olumsuzca başını sallarken, ağlamasına engel olamıyordu. "Karnım çok ağrıyor."

Başını yerden kaldırıp Şüheda'nın yemyeşil gözlerine baktığında, kızın yüzündeki endişeye burukça gülümsedi. "Ama acısa da öldürmez değil mi?"

Şüheda, kızı kaldırıp kantine götürdü. Asya kıvrana kıvrana çayını içtikten sonra çok daha iyi hissetti. Sınıfa döndüklerinde, Şüheda pılısını pırtısını toplayıp Asya'nın yanına yerleşti.

Onları, duvar kenarının en son sırasında, gözünü bile kırpmadan izleyen Barış, kızın solgun yüzünün bir nebze renklendiğini görünce, şükredercesine gözlerini yumup geri açtı.

Teneffüs arasında, Bilal; Ahmet'i zorlukla tavşancıklarının yanından ayırmış ve onlarla oturması için baskı yapmıştı. Çünkü, Barış'la oturmak bu aralar sıkıcı olmaya başlamıştı. Zaten odunun teki olan çocuk, nedense bu aralar hep içine kapanmıştı.

Ahmet Bilal'in ısrarlarına dayanamayıp, sadece bu teneffüslük kendisine izin vermesi dahilinde, diğer bütün teneffüslerde onlarla birlikte olacağına dair söz vermişti.

Dediğini de yapmıştı. Üç teneffüstür onlarla beraberdi. Aslında bedenen yanlarındaydı, ama aklı ve gözü sürekli sağda soldaydı. Çünkü ortamları aşırı sıkıcıydı Barış yüzünden. Ne muhabbet ediyordu, ne muhabbetlerine dahil oluyordu, sadece kabız eşek gibi kıvrana kıvrana etrafı tarayıp duruyordu.

“Bir şeye mi kızdın Duman ne bu tripler?” diye sordu Bilal en son dayanamayıp, “yok bir şey.” Demekle yetindi gözü fıldır fıldır aramaya devam ederken.

Nedensizce Asya’yı arıyordu Barış, bahçede onu görebilmek umuduyla bakınıp duruyordu. Derslere lafı yoktu, çünkü rahatça bakabiliyordu ona, ama teneffüslere uyuz oluyordu. Çünkü her teneffüs çıkıyordu bir yerlere. Ama Barış gitmesini istemiyordu. Gözünün önünde durmalıydı o, başka bir şey yapmasına gerek yoktu.

Kızın kendisinden nefret ettiğini de farkındaydı. Ne zaman göz göze gelseler kız cin görmüş gibi anında gözlerini kaçırıyordu. Barış da onunla göz göze gelince cin çarpmışa dönüyordu. O kısacık bakışma anında bütün iç organlarının şiddetle sallandığına yemin edebilirdi.

Aralarında süren gergin sessizliği yanlarına gelen kısa boylu sevimli bir kız bozdu. “Ahmet, seninle konuşmam lazım.”

Ahmet oturduğu yerden usulca kalkıp, en az kendileri kadar gergin olan kızın kara gözlerine baktı, “evet Melisa, ne vardı?”

Kendilerini izleyen iki çocuğa bakıp, tekrar bakışlarını Ahmet’e çevirdi, “özel!”

“Kardeşlerimden gizlim olmaz benim, ne söyleyeceksen söyle güzelim?” gözünün önünü kapatan kıvırcık yünlü saçlarını arkaya doğru savurdu.

“Şey!” diye geveledi gömleğinin kollarını çekiştirerek, başka da bir şey söylemeyedi. Ama Ahmet durumu çoktan anlamıştı.

“Bak güzelim,” dedi elini kızın omzuna atarak, işaret parmağını uzatıp usulca bütün bahçeyi işaret etti. “Burada görüp görebileceğin bütün kızlara aşığım ben, senin sevgilin olursam onları aldatmış olmaz mıyım sence? Ben bu kadar adi bir adam mıyım?”

“Peki!” dedi kız hayal kırıklığını gizlemeye çalışarak. Kenarda kendisine acıyan gözlerle bakan Barış ve Bilal'den utanıp, başını önüne eğdi. Aylardır bakmaya doyamadığı Ahmet’in yusyuvarlak ablak yüzüne, bu kez bakmadı ve bundan sonra da hiç bakmamak için kendisine söz vererek, oradan hızla uzaklaştı.

Ahmet yerine otururken kendisine sinirle bakan iki erkeği fark etmişti, “ne var?” dedi umursuzca, “aşkla meşkle vakit kaybedemem. Kiz tribi mi çekeyim bu yaşta?”

“Bunu başka şekilde de söyleyebilirdin!” dedi Bilal, Melisa’nın ağaç dibine çökmüş gözlerini kurulamasını acıyla seyrederek,  altın sarısı saçlarını eliyle geriye doğru savurdu, “kızı fena üzdün, ayıp ettin!”

Bilal’e hak verdi Barış, ama içinden konuştu. Ağzını açmaya takati yoktu çünkü.

“Öyle mi diyorsun?” dedi Ahmet sıkıntıyla olmayan sakallarını sıvazlayarak, “la Duman, gerçekten ayıp mı ettim?”

Barış, çocuğun sorusuna cevap vermek yerine, kaşıyla gözüyle kızı işaret etti. Ahmet yere çökmüş ağlayan kızı görünce dişleriyle dudaklarını kemirdi.
Ardından birden ayaklandı ve “şimdi hallederim.” Diyerek yerlere bakındı.

Bulduğu küçük bir çiçeği yerden kopararak koşar adım kızın yanına gitti.

Ahmet’in kıza yaklaşıp çiçeği ona uzatmasını, elini kolunu sallayarak bir şeyler anlatmasını ve en son kızı güldürmeyi başarıp, kızın önüne doğru eğilerek kıza veda edişini hayretler içinde seyrettiler.

“Helal olsun çocuğa!” dedi Bilal alt dudağını yukarı doğru kıvırarak, “kalp tamir etmesini de ne güzel beceriyor.”

O sıra yanlarından Şüheda ile süzülerek geçen Asya’ya içi giderek baktı Barış, “ah bir de şu işi ben becerebilsem!” diye mırıldandı...

HER AN SENİNLEYİM Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin