26

2.7K 83 1
                                    

İftara Ceyda'lara gelmiştik. Hep birlikte yemeği yapıp masayı kurmuştuk.

"Yaz da geliyor. Bayrama kadar havalar iyice ısınır. Bayramdan sonra güzel bir günde pikniğe gidelim. Hatta Melek, Melisa falan. Topluca."

"Annemlere de sorarız. Gelirlerse güzel olur be."

" Kaç araba oluyor?"

"Üç araba falan."

"Kızların ehliyeti yok. Kim sürecek üçüncü arabayı?"

"Benim karımın var oğlum. Senin karının yok."

"Aa neden Ceyda?"

"Ceyda korkuyor. Yenge sen ne zaman ehliyet aldın?"

"18 yaşına girince."

"Maşallah. Bilmiyordum bak şaşırdım. Baban buna izin verir gibi durmuyordu."

"İzin alan kim? Evde yokken gittim kayda. Sonra da bir kere parasını verdim boşa mı gitsin diye anneme ikna ettirdim."

"Kız sen az fena değilsin."

"Yoksa yollamazdı. Napayım? Başka yolu yoktu. Annem de arka çıktı."

"İyi olmuş iyi."

Yemekten sonra bulaşıkları halletmiş ve kahve yapmıştık.

"Kahveyi görünce aklıma düştü. Yenge."

"Efendim abi."

"Sen istemede buna tuzlu kahve vermedin mi? Baya normal normal içiyordu."

"Yo bol şekerliydi kahvesi."

"Neden?"

"Eskiden öyleymiş. Osmanlı dönemindeydi yanlış değilsem. Kız ile erkek o zamanlar görücü usulü olduğu için birbirini ilk istemede görürmüş. Eğer kız kahveye şeker atıyorsa bu 'ben ve ailem seni beğendik' demekmiş ve erkek kalmaya devam edermiş. Ama eğer kız tuz atarsa 'Biz seni beğenmedik' demekmiş ve erkek ailesini toplayıp kalkarmıș. Bizim toplulumuz canı nasıl isterse öyle çevirdiği için tuz meselesini de komik bir şeye çevirmiş. Bu yüzden ben şeker attım. Karın da suyuna tuz attı. Böyle eksik de kalmamış oldu. "

"Oo ben bunu bilmiyordum."

"Unutulmuş bir gerçek evet. Osmanlı'da kokular da kullanılırmıș. Çiçekler de. Bir anlam vermișler bir sürü şeye. Şu an hangi çiçekti hatırlamıyorum ama eğer bir evin camında o çiçek varsa' Bizde gelinlik kız var' demekti mesela. Ya da yine talip olduğunuz kızı görmeye gittiğinizde şerbette karanfil varsa olur, karanfil yoksa reddi. Şerbeti içtin karanfil var 'ne zaman müsait olursunuz', karanfil yok 'bize müsaade' gibi. "

"Eski dönemlerde çok güzel kullanılmıș kokular."

"Evet. Mesela sümbül ihtardı. Yüksek birinden daha düşük birine gönderilen uyarı. 'Davranışların hoşuma gitmiyor, kendine çeki düzen ver' böylece yüz göz olmadan ya da araları bozulmadan ihtar verilmiş olurdu. O zamanlarda sadece kokudan hangi çiçek olduğunu anlayacak kadar önemliydi koku. Biz şimdi görsel kaydettiğimiz için bir çok şeyi sadece koklayarak bilemeyiz."

"Evlilik hakkında var mı?"

"Aslında var. Yine bir sürü şey var."

"Anlatsana biraz."

"Gülün diğer çiçeklere nazaran daha fazla değeri var. Bu günümüzde de öyle aslında. Gül hem maliyet olarak hemde anlam olarak değerli bir çiçek. Evlilikten üç gün önce ya da daha önce kadın kendini zeytin yağıyla, gül özleriyle kutsarmış. Erkek de düğüne kadar yani üç gün kadar ormanda, doğada kadın için 9 özel taş toplamış. Şimdiki kuşak bağlama aslında buradan gelir. Adam topladığı taşları düğün günü ipe takıp gelinin beline bağlarmıș. Bu sürede de tabi ormanda, doğada hayatta kalıyor. Kendini, gücünü ortaya çıkarıyor. Gösteriyor. "

" Çocuklar için var mı? "

" Koku aslında çocuklar için hepimizden önemliymiș. Şöyle ki anne karnında çocuk her şeyi hisseder derler ya. Hissettiğimiz duyguya göre bir hormon salgılarız ve çocuk bunu duyar. Gelişen ikinci duyusu kokudur anne karnında. Doğumda bu güven ortamından çıkarlar. Anne konuları gider. Güvenli ortamlarını kaybettikleri için aldıkları ilk koku akıllarına kazınır. İlk bir haftada odasını, kırk günde evin kokusunu algılarmıș tamamen. Bu yüzden o ilk bir haftada mümkünse anne babadan başka kimse ile yakın temasta bulunmaması anne babayı tanıması için daha iyiymiș. Hatta bir yerde kadın doğum yaptıktan sonra anne, baba, bebek üçlüsünü görmeye kimse girmez onlar da dışarı çıkmazmıș. Kaldıkları yeri ve kendilerini çocukları tanısın diye. Yani mümkünse kırk gün çocuk anne baba ile kalmalıymıș."

"Vay canına."

"Evet. Kokular son iki yüz yıldır kozmetikte kullanılmış. Ondan önce kokuların anlamları varmış. Hatta bu binlerce yıldır olan bir şeymiș. Biz kokuların değerini unuttuğumuz için günümüzde sadece kozmetik olarak görülüyor. Gece, gündüz. İyi, kötü. Güzel, çirkin. Birbirini tamamlayan anlamlardan yapılırmıș önce parfümler, esanslar, özler."

"Sen bunları nerden öğrendin?"

"Bihter Türkan Ergül. Bir koku uzmanı. Koku gününü getiren insanlar arasında. Kişiye özel koku yapan, kokular ile uğraşırken ya da ilgilenirken zevk alan. Altı yaşından beri kokulara duyarlı bir kadın. 3200 yıllık yazıttaki parfüm içeriğini çözen profesörlerin arasında olan ve şu an dünyada kimsede olmayan parfümü yapanların arasındaki bir kadın. "

"Kadını da mı araştırdın?"

"Hayır izlediğim programda kendini tanıtıyordu."

"Onu da mı öğrendin?"

"İlgimi çekmiş kadın demek ki?"

"Kaç kere izledin bu programı?"

"Bir kere izledim."

"Ve bunları tek izleme ile öğrendin?"

"Evet. Merak edip araştırmıştım. Karşıma bu kadın çıktı. İki video falan izledim."

"Vay canına. Belleğe kaydetmiş resmen."

"Çünkü kokular benim de ilgi alanıma giriyor. Neredeyse her şeyin kokusunu alabilirsin dikkat edersen. Serin bir havada dışarı çıktığında. Rüzgarın bile kokusu olur. Yada taşıdığı kokuyu alırsın. Hastalığın bile kokusu varmış."

"Nasıl?"

"Vücut grip olurken kulağın arkasındaki çukur bölgeden koku salarmıș. Burnunun hizasından. Bak hastalık geliyor önlemini al diye. O yüzden ara sıra kulağın arkasını kontrol etmek gerekirmiș. Ama insanlar bu kokuyu sevmedikleri için oraya parfüm sürme yada sıkma olayını başlatmış. Böylece bu bilgi de unutulmuş. Yani kokular farkında olamasak da bize bilgi verebiliyor. Yada aslında çok lazım olan bir şey ama biz farkında değiliz insanlık olarak. Unutmuşuz. Özellikle Osmanlıda bu kadar güzel koku kökenleri varken unutmak. Yazık yani. "

" Aydınlanmıș gibi hissediyorum kendimi. "

"Ne mutlu bana Cenk abi."











Berdel Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin