Ölü Beden Yaşayan Gözler

111 29 0
                                    


Umay iş çıkışı uğradığı markette dolaşırken her zamanki gibi almayı planladığının en azından beş katını kucağına doldurduğu için paketleri zapt etmekte zorlanıyordu. Elini nereden uzatsa öteki taraftan bir şey yuvarlanmaya meylediyordu. Bir iki şey alıp çıkmayı planladığı zamanlarda bile sepet almayı ihmal etmemeye karar verdi yüz yirminci kez.

Kasa sırasının uzun olmadığını görünce sevindi. Önünde gülen yüzleri ve birleşik elleriyle sevimli bir çift bekliyordu. Kendilerinden geçmişti artık bunlar, gençlik yıllarında Baydemir'le el ele yürüdüğünü görüp şu an hissettiklerini hisseden bir sürü insan olmuştur elbet ama işten güçten vakit mi vardı artık.

Kafasında hiçbir isyankar düşünce olmasa da içinde kabaran ve bir süredir bastırmak için daha fazla çaba göstermek zorunda kaldığı kırgınlık duygusunun içini tırmaladığını hissedince derin bir nefes aldı. Elleri öylesine doluyken yavaştan yaşarmaya başlayan gözlerini silemiyordu. İlk damla sağ gözünden süzülmeye başladığında gözlerini kocaman açarak içerdekileri kurutmaya çalıştı, bir iki kez de kırpıştırdı. O sırada yanından geçen yaşlıca bir adam yönünü tam ayarlayamadığı için Umay'a hafiften omuz atınca kucağındakilerin dengeli duruşunu koruyamayan Umay debelenerek dizlerinin üzerine düştü. Sadece kucağındakiler yere yuvarlansa iyiydi; pirinç patlayıp kasiyerlerin olduğu bölümü kaplayacak kadar dağıldı, yumurtalar kırıldı, kutunun kenarından akıyordu. Umay elini, toplayabilirmiş gibi önündekilere doğru kararsızca uzatıp geri çekti. Zaten barajın kapaklarının açılmasını sabırsızlıkla bekleyen erimiş karlarla birikmiş tüm gözyaşı rezervi bir anda Umay'ın yanaklarından süzülmeye başladı. Etrafında olan biten hiçbir şeyi görmüyordu. Az önce gıpta ile baktığı genç çift de dahil insanlar yanına geliyor, kimisi bir şişe su uzatıyor, kimisi uzattığı mendil alınmayınca yanaklarını kendisi kurulamaya çalışıyor, kimisi oturduğu yerden kaldırmaya çalışıyor, kimisi ise kim bu deli kadın düşüncesiyle yanından geçip gidiyordu.

Kendine geldiğinde yaklaşık on beş dakikadır ağlıyordu. Marketin güvenlik görevlisi başında dikilmiş ne yapması gerektiğini kestirmeye çalışırken bu olayın aldığı sertifikayla hiçbir ilgisi olmadığı halde nasıl olup da onun çözmesi gereken işler kapsamına girdiğini sorguluyordu. Umay utanç içinde yerinden kalktı ve hiçbir şey almadan, yalnızca düşürüp kırdıkları için bir miktar parayı kasiyerin önüne bırakıp hızla çıktı marketten.

Eve vardığında kendisine pirinci soran İnci'ye bulgur pilavı yapmasını söyledi. Bir kadeh ve bir şarap alıp yatak odasının kapısını kapattı. Kocası her zamanki gibi evde değildi. Çalışıyordu, çalışmasında bir sıkıntı yoktu ama çalışmadığı zamanlarda da evde yoktu. Evdeyken bile bir şekilde yoktu. Umay bu durumun normal olduğuna kendisini uzun zaman önce ikna ettiğini sanıyordu ama sanki durum "ben normal değilim" diye bağırarak Umay'ı konfor alanından uzaklaştırıyordu. Başlarda hayatlarının bu yönde gelişmemesini sağlamak için elinden geleni yapmıştı ancak çabaları boşa çıkan insanın elinde sonsuz istekle dolu bir kaynak yoktur. Umutlar da bir yerde yerini kabullenmelere bırakır. Öyle hemen kabullenmemişti tabii, bir zamanlar ayrılığı düşünmüştü. Ayrılırlarsa kocasının kahrolacağını sanıp her seferinde kendisini bu düşünceden uzaklaştırmıştı. Zamanla kocası sevgisini daha az göstermeye, hatta daha az sevmeye başlamıştı ancak o zaman da Umay ayrılık fikrini çoktan seçenek olmaktan çıkarmıştı. Çantasını alıp gittiğini her tasavvur edişinde evin bir köşesi, alıştığı düzeni, geliyordu aklına. Evi varlığının bir uzantısı gibi hissediyordu. Sanki gitmeliydi ama olması gereken yer burasıydı. Kapsı olmayan bir kafesin içinde yaşasa ancak böyle hissederdi. Duygusal anlamda çok zayıflamıştı. Ve her geçen gün daha fazla zayıflıyordu. Şişeyi bitirip de artık oturduğu yerde odanın dönmeye başladığını gördüğünde uyuması gerektiğini anladı. Zil sesine uyandığında sabah olmasına az kalmıştı. Midesi bulanıyor, başı ağrıyor ve hala hafiften dönüyordu. Baydemir uykunun derinliklerinde kim bilir hangi rüyaları görüyordu. Zil bir kez daha çalınca Umay hareketlerini hızlandırdı. Sabahlığının önünü kapatırken kendini koridora attı ama kapıya bir türlü yaklaşamıyordu. Kapının arkasından birinin bağırdığını duydu. Bir erkek sesiydi.

"Sen yaptın!"

Koşmaya başladı, hiçbir değişiklik olmadığını anlayınca ayaklarına baktı, hareketsiz duruyorlardı. Koşmayı bırakıp ayağını yerden kaldırmayı denedi, bir kaya parçasını yerinden oynatmaya çalışıyormuş gibi hissetti, gücü ayaklarını kaldırmaya yetmedi. Onları hissedebiliyordu felç olmamıştı ama çok ağırlardı. Sürüklemeyi denedi. Duvardan destek alarak bir milim oynatabildi ayağını. Daha kuvvetli denemesi gerekiyordu. Kendini tüm gücüyle zorladı, alnında biriken terler vücudundan süzülüp ayaklarının altına akıyordı. Umay yererince ter birikirse ayaklarının zeminde kaymasını kolaylaştıracağını düşündü. Gözlerini yumdu ve tüm gücüyle tekrar denedi. Denedi... Denedi... Biraz soluklanmak için durdu ve gözlerini açtı. Bir çukurun başında diz çökmüş, içindeki bir bedenin belli belirsiz siluetine bakıyordu. Bedenin çok daha gerisinde, çukurun derinliklerinden parlayan bir çift göz ile göz göze geldi. Bir an irkildikten sonra onların güvenebileceği üzgün birine ait olduklarını fark etti. Gözler bedene ait aynı zamanda ayrı bir varlıktı. Beden cansızdı ancak gözler hayattaydı.

Gözleri oradan kurtarması gerektiğini hisseti. Bedeni çukurdan çıkarmak istemiyordu daha şimdiden çürümeye başlamış olmalı diye geçirdi içinden. Ne var ki gözleri bedenden ayırırsa fazla yaşamayacağını hissediyordu. Burada bırakırsa zamanla yağan yağmurların da etkisiyle gözlerin bedenin içine doğru kök salacağını böylece beden cansız da olsa gözlerin kökler aracılığıyla bedeni hareket ettirebileceğini düşündü. Kendisi de hastaneden getirdiği serum fizyolojikleri torağa dökebilirdi. Transfüzyon için uygun görülmeyen bir torba eritrosit süspansiyonunu tıbbi atığa atmak üzere çantasına koyduğunu ve çöpe atmayı unuttuğunu hatırladı. Çantası çukurun yanında duruyordu. Hızlıca fermuarını açıp kanın hala içinde olduğunu görünce sevinçle eline aldı torbayı. Belki beden bunun sayesinde canlanabilir bile diye düşündü.

"Sen öldürdün."

Yağmur yağacak diye düşündü Umay. Yerinde doğrulup çukurun diğer tarafına geçti eline küreği alıp göze toprak kaçmasın diye dikkat ederek bedenin üzerini örtmeye başladı. Canlandığında rahat hareket edebilmesi için daha fazla toprak atmaması gerektiğini fark etti. Bedenin canlandıktan sonra yeniden ölmesini istemiyordu. Daha sonra torbasını bir kenarından yırttığı kanı toprağın üzerine bedene doğru sızması için dikkatlice döktü. Arkasında Baydemir'in sesini işitti.

"Umay!"

Yatak odasının kapısını aralamış kafasını dışarı uzatmıştı. Umay elindeki küreği koridorun ortasında nereye saklayacağını bilemedi. Baydemir'in küreği görüp ne yaptığını anlamasını istemiyordu.

"Onu sen öldürdün"

Gözlerini ne kadar hızlı açtıysa kendisine gelmesi o denli yavaş oldu. Nerede olduğunu anladığında koltukta doğrulup oturdu. Evet nerede olduğunu anlamıştı ancak hafızası acelesi yokmuş gibi ağır adımlarla çok geriden geliyordu. Odadan çıktığında uzaktan gelen telsiz seslerine doğru yöneldi. Sesler ön bahçeden geliyordu. 

ENTELEKTHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin