4- SİYAH

18.3K 2.1K 955
                                    

Günün ilk ışıklarıyla tüm işlerimi iptal etmiş, bütün odağımı sarıya vermiştim. Gün içinde yaptığı her şeyi biliyordum ki bugün onu takip etme amacım özlemimden değil, korumak içindi.

Sarıyı takip edeni bulup yakalamazsam rahatlıkla göreve gidemezdim, aklım burada kalırdı. Zaten hiçbir zaman kafa rahatlığı ile gidemiyordum görevlere, sürekli acaba nasıldır diye düşünüp delirecek gibi oluyordum. Peşine birini takmam da mümkün değildi, komutanlar eski hayatımdan biriyle bilmese de iletişime geçtiğimi duyarlarsa kötü olurdu.

Akşam vakti olmuştu, Erdal bugün iki kez gitmişti mezara. Bir sabah erkenden, bir de akşama doğru. Uzun süredir ilk defa ağladığını görmüştüm bugün.

Sıkıntılı bir nefes aldım, onun ağlaması artık kafamdan kurşun yemişcesine canımı yakıyordu. Bu acının hiç bitmeyeceğini, onu hep böyle göreceğimi bilmekte daha çok yaralıyordu.

Yine de her sağlıklı insan gibi benden uzakta mutlu olsun isteyemiyordum, mutlu olsun ama beni unutmasın istiyordum.

Sarı mezarlıktan çıktıktan sonra minibüse bindiği için minibüsü arabayla takip ediyordum. Onun oturduğunu görebiliyordum. Siyah filmli camlar sayesinde beni göremiyordu, gözleri uzaklara dalmış, dudakları hafiften öne çıkmış, sert bakışlarla dışarıyı izliyordu.

Sigaramı yaktım, bir önüme bir de onun olduğu cama bakıyordum sürekli.  Yüzüne bakarak sigaramdan derin bir nefes çektim.

O sırada ruhsuz gözleri yerinden kıpırdadı, bakışları benim arabamın üzerinde durdu. Beni görmeyeceğinden kesinlikle emin olsam da endişeyle yerimden kıpırdandım.

Gözleri gözlerimdeydi, o sadece siyah aracın filmli camından bakıyordu ama aslında az önce ağladığı insanın gözünün içine bakıyordu. 

Hissetmiş gibi gözlerini camdan ayırmadı, uzun uzun baktı. Daha sonra derin bir nefes aldı, olduğu yerde hafifçe dikleşti.

O sırada minibüs yavaşlamıştı, ayağa kalktı. Evinin yakınlarında durmuştu, o minibüsten inerken ben yoluma devam ettim. Öteki sokağa gelince sinyal verip dönüş yaptım, bor bir yer arayıp arabayı park ettim ve içinden çıktım. Kapıyı kapatmadan siyah bir şapka ve silahımı aldım. Şapkayı takıp boş sayılacak sokağa kısaca bakıp silahımı belime iliştirdim. Silahımı bana sorun teşkil etse bile bugün kullanmak zorunda kalabilirdim.

Adımlarımı hızlı tutarak ara sokağa yöneldim, planladığım gibi sarı önden gidiyordu ve hemen arkasında uzun boylu simsiyah giyinmiş bir adam vardı. Bu, o gece onu takip eden kişiydi çünkü aralarına mesafe bırakmış, sarının hareketlerine göre adım atıyordu. 

Elim belimdeki silahımda, gözüm adamda yavaş yavaş ilerledim. Sarının evinin olduğu sokağa geldiğimizde hiç arkasına bakmadan apartmanın önünde durup kapıyı açtı ve içeri girdi. O sırada diğer adam pusmuş bir şekilde onu izliyordu, içeri girdiği an telefonunu çıkardı. Beyaz ışığı görüyordum, bir şeyler yazdı ve ardından telefonu cebine koydu. Ne yapacağını izlerken öylece durduğunu fark edince kaşlarım çatıldı.

Sağıma soluma bakıp temkinli adımlarla yanına ilerledim, tam yanına vardığım sırada beni fark etmiş olacak ki arkasına döneceği anda kolumu boynuna sardım. Bir küfür mırıldandığında kolundan tutup hemen yandaki taş duvarın önüne götürüp vücudunu hızlıca çarptım. 

Bir yandan kimselere görünmek istemiyordum, diğer yandan bu adamı öldürmek istiyordum.

O kurtulmak için direnip, profesyonelce boynunu sardığım kolumdan kurtulmak istedikçe daha çok sıktım ve hareketlerini kısıtladım.

"Kimsin lan sen?" dedim dişlerimin arasından, onun duyacağı şekilde.

Sesini çıkarmadı, hâlâ kurtulmak için direniyordu. Boğazını daha çok sıktım, nefesi öyle kesilmişti ki boğacak seviyede sıktığımı fark edip boğazını bırakıp yakasından tutup kendime çevirdim. Adam öksürmeye başlamıştı. 

Sadece beş saniye kendine gelmek için süre vermiş gibiydi, daha tam nefesini kazanmadan kafasını kaldırıp elimden kurtulmak için hareket yapacağı sırada yüzünü gördüm. Esmer, ela gözlü kirli sakallı benim yaşlarımda biriydi. Gözlerinde tehlikeli bir bakış vardı. 

Onun yüzünü incelerken bunu fırsat bilip elimden kurtulup karnımın bulunduğu bölgeye tekme attığında yüzümü buruşturup bir iki adım geriye gittim. O ben uzaklaşınca nefes almak ve saldırmak için yeniden süre kazanmıştı.

Ona yaklaşmaya çalıştığım sırada yeniden bir tekme savurdu ama buna engel oldum. Sinirle kafamdaki şapkayı çıkarıp kenara fırlattım.

Adama büyük bir sinirle saldıracağım sırada, hedefine kitlenmiş ela gözlerinde saniye saniye şaşkınlık, dehşet ve korkuyu gördüm. Dudakları aralık, saldırıya geçeceği pozisyonda kalakalmış öylece yüzüme bakıyordu. Bu tavrı beni de durdurmuştu. Yüzüne öfkeyle bakıyordum.

Saniyeler sonra ilk defa sesini duydum.

"Ömer komutan?" dedi dehşetle. 

Beni nereden tanıdığını sorgulamayacaktım, sarının peşine düşmüşse benden başka derdi yoktu zaten. Korkusunu da sorgulamayacaktım, öldüğüme inananlardan biriydi. 

Dişlerimi sıkıp iki adımda yanına gittim yakasından tutup yeniden duvara çarptım bedenini, bu sefer hiçbir şey yapmıyordu sadece korkuyla bakıyordu suratıma.

"Kimsin lan sen?" diye sordum yeniden öfkeyle.

"Halil..." diyebildi sadece, ne adını duymuştum ne de onu görmüştüm bugüne kadar.

"Neden Erdal'ı takip ediyorsun?" diye sordum bu sefer biraz daha sıkı tutup. Yutkundu.

"Akif abi," dedi gözlerimin içine bakıp, ardından devam etti. "O emretti takip etmemi."

Akif'in adını duyduğum an kaşlarım havalandı. 

Akif mi?

VEDA Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin