İşten geldiğimde Ömer'de benden on dakika sonra içeri girmişti. Ben işe başladığımdan beri evde durmuyor, sürekli ya poligona ya da eski komutan arkadaşlarını ziyarete gidiyordu. Bir nevi hazırlık yapıyordu geri dönmek için. Hatta öyle yoğundu ki çalışmaya başlayalı üç gün olmuştu ama sadece bir kere yanıma uğramış, onda da mekanı teftişe çıkan patron gibi etrafa bakınıp masaya oturmadan mutfakta yanımda durarak çayını içmiş, kenarda sıkıştırıp öpüp öyle gitmişti.
Aslında gelmemesi daha iyiydi, sürekli birilerine sataşıp kavga çıkarır diye ödüm kopuyordu. Zaten aşırı sinirli geziyordu bu aralar, birini öldürüp yeniden hapise girebilecek tipi vardı.
Bu yüzden ona Miraç'dan bahsetmiyordum. Söylemem lazımdı ama daha büyük bir problem çıkacağını biliyordum. Normal biri değildi, eniştesinin kardeşiydi. Eğer bir problem çıkarırsa bu sefer ailesiyle tamamen karşı karşıya gelirdi.
Ailesinin Miraç'ı çok sevmesinden dolayı değil, Ömer'in benim için çıldırması sebebiyle karşı karşıya gelirlerdi.
Miraç'ın bana yavşadığını anlamıştım o günden itibaren, öncesinde acaba yanlış mı düşünüyorum ikileminde kalsam da o günkü tavırları hiçbir bahaneyi kabul etmiyordu.
İki derken ne demek istediğini akşam eve gelince uzun uzun düşünmüş, ne olduğunu bir türlü bulamamıştım.
Belki de solcuyum diye iki demişti, sürekli iki parmağımı kaldırdığım için.
E o zaman ülkücü olsaydım ne diyecekti? Kırk mı?
Saçma sapan düşüncelerden ayrılıp yemeğimi yemeye devam ettim stresle. Bugün Ömer'in ablası bize gelmeyi reddedip değişiklik olsun diye bizi kendilerine çağırmıştı. Ömer reddetse de ablası büyük ısrarlar yalvarmalar sonucunda getirmişti onu. Tabi Ömer nereye giderse ben de oraya gittiğim için mecburen ben de gelmiştim.
Ömer kafasını çevirip beni yanında görmediği her an deliriyor gibiydi. O yüzden işten çıkmam için dil döküyordu ama bu evden gidene kadar işten çıkmamaya kararlıydım. Tüm gün Ömer ile gezip silah sıkamazdım.
"Kızım, sarmanın içine bir daha bu kadar yağ koyma." dedi annesi içindeki pilav gibi olan şeyden bahsedip.
"Öyle de çok kuru oluyor anne." dedi Umay abla.
Onlar aralarında sohbet ederken büyük ülkücü bey yemeğini bitirip ağır abi bir tavırla kalktı "Eline sağlık kızım." dedikten sonra eve gideceğini söyledi. Keşke şimdi ben de onunla beraber eve gidip kafa dinleseydim ama Umay abla tatlı yapmıştı, hem de sütlü olanlardan. Onun tatlısı çok güzel oluyordu, sırf onun için kalıyordum.
Babası çıktığında herkes biraz rahatladı, onun yanında çok cıvıtamıyorlardı. Ömer'in yeğeni bile. Dedesi kalktığı an o da fırladı televizyonun önüne.
"Ay Ömer'im bugün camiden çıkarken Sultan teyzeni gördüm," dedi annesi gülümseyerek, Ömer yemeğini yerken göz ucuyla ona baktı dinlediğini belirtirmiş gibi. "Bizim kız Ömer'in yolunu gözledi kaç sene, öldüğünde içine kapanmıştı diyor. Bizim kızı sizin oğlana yapmasak mı dedi."
Yemek yemeyi bırakıp annesine kitlendim, bilerek mi yapıyordu bilmiyordum ama tüm vücudum kasılmıştı.
"Anneee..." diye uyardı Umay abla. Artık o da bıkmıştı.
"Sevgilim," dedi Ömer kaşığını bırakıp, bakışlarını bana çevirip sandalyede geriye yaslandı. "Salatadan da ye," dedi ve ardından sıkıntılı bir nefes alıp annesine baktı bomboş bir suratla. "Anne ne dedin en son ben pek anlamadım?"