Kendimi toparladığım an mezarlıktan koşar adım çıktım, arkamdan gelen ikiliyi umursamadan arabaya bindim ve mezarlığın çıkışına ilerlerken camdan gergince etrafa bakıyordum sarıyı bulmak için.
Mezarlığın çıkışındaki boş araziye bakındım, hangi yoldan gittiğini bilmiyordum. Hiçbir arabanın olmadığı yolda son sürat ilerlerken, büyük ağaçların olduğu kısıma geldiğimde yolun sol tarafında yürüyen uzun bedeni gördüm.
Mezarlıktaki ifadesiz, ruhsuz duruşunun aksine omuzları düşük telaşlı bir halde yürüyordu. Sanki nefes almakta güçlük çekiyor gibiydi. Kaskatı olmuş vücudumla, uyuşan ellerimle arabayı onun yanına gelene kadar hızla sürdüm. Tam dibine geldiğimde ani bir frenle durdum. Tekerlekler asfalta çığlık attırırken anında kapıyı açıp dışarı çıktım.
Sarı ilk başta önüne kırılan arabanın sesiyle irkildi, beni gördüğünde ise az önce vermesi gereken tepkileri verip ilk başta afalladı, daha sonra ise kaşları çatılıp kafasını iki yana sallayarak adımlarını hızlandırdı.
"Erdal!" dedim peşinden giderken, büyükçe adımlar atıyordum.
Cevap vermedi, kafasını iki yana sallayıp daha da hızlandı.
"Erdal..." diye seslendim yine çaresizce, nefesim kesiliyordu. Yine durmadı.
"Solcu!" kalan son gücümle bağırdım, ellerim titriyordu. "Nolur dur."
Sanki beni duymuyordu, delirmiş gibi yürürken en sonunda koşar adım ona yetiştim. Kolundan tuttuğum anda elim ateş gibi yandı. Kolunu elimden kurtmaya çalıştı ama gücü şu an bana yetmiyordu.
"Sarı bebeğim, nolur beni dinle." dedim hâlâ benden kurtulamaya çalışan adama. Hitabım ile bir kuş gibi çırpınmayı bıraktı, güzel gözlerini bana çevirdi.
Kahverengi gözleri kıpkırmızı olmuş, dudakları aralık hızlı nefesler alıp veriyordu. Öyle hızlı nefesler alıyordu ki sanki bir kriz geçiriyordu.
Nefes nefese yüzümü süzdü, aralık dudakları iyice aralandı. Ağlar gibi, imkansız bir şeye bakarmış gibi baktı suratıma. Gözleri yüzümün her köşesinde aceleyle gezindi, bir telaşı var gibiydi. En sonunda gözlerime geldiğinde yüzü buruştu acıyla.
Dudağından acı dolu bir inilti çıktı, bacaklarındaki güç çekilmiş gibi dengesini kaybetti. Gözlerini yüzümden çekip sağa sola bakındı, ağlayarak.
"Erdal..." dedim ama sesimin çıktığından bile emin değildim. Ama o duymuştu, duyar duymaz kolunu bir çırpıda benden kurtardı. Bu sefer kaçmadı, gitmedi.
"Sus..." dedi sadece birkaç adım geri çekilirken, gözümün içine bakmıyordu. Koluyla yüzüne baskı yaptı, gözlerini kapatıyordu.
"Sarı," dedim bir adım atarak, önümde çırpınan çocuk kalbimi çok fazla acıtmıştı. "Özür dilerim."
Ağlarken, hıçkırırken bir anda güler gibi ses çıkardı.
Kafasını iki yana sallayıp kolunu gözlerinden çekti, elini kolunu nereye koyacağını bilmiyordu sanki. Kafasını kaldırıp yaşlarla dolmuş kahveleriyle gözlerimin içine baktı bu sefer. Büyük bir sinirle.
"Ne için özür diliyorsun Öm-" ismimi söyleyecekken duraksadı, gözlerini sıkı sıkı yumup kafasını yana çevirdi. Birkaç saniye öyle durup, sıkılı dişleriyle yeniden bana döndü.
"Ne için özür diliyorsun?" diye sordu öfkeyle. Sustum.
"Sana deli gibi aşıkken kimsesizliğimden defalarca vurduğun için mi özür diliyorsun?" diye sordu titreyerek. "Kafama silah dayayıp, arkamdan sıktığın için mi özür diliyorsun?"
Bana doğru bir adım attı, hiçbir şey demeden yüzüne bakıyordum.
"Kendine muhtaç bıraktırıp, elimdeki tek şeyi... sevgini ve merhametini başkasına verdiğin için mi özür diliyorsun? Ben seni sevdiğim için bu kadar şeyi affetmişken, başka biri yüzünden kapıyı çekip çıktığın için mi özür diliyorsun?"
Kafasını salladı, az önce gözlerime bakamayan çocuk şimdi büyük bir öfkeyle gözlerini ayırmıyordu. Aynı zamanda gözyaşları akmaya devam ediyordu.
Ona yaşattığım şeyleri bir kez daha kendi ağzından duyuyordum. Onun hayatını karartmamak için verdiğim karar şimdi şu saniye ikimizin arasında durmuş bana küçümseyen bakışlar atıyordu.
"Ne için özür diliyorsun?" diye yineledi sorusunu. "Aylar, yıllar boyu bana kin ve nefretle baktığın için mi özür diliyorsun? Senden başka hiç kimsem kalmamışken, korktuğum sana sığındığım için mi özür diliyorsun?"
Bir adım daha attı üzerime, gözlerine bakamadığım için kafamı yere eğdim.
"Kendimi öldürmem için silah verdiğin için mi özür diliyorsun? Beni terk edip gittiğin için mi özür diliyorsun lan sen?"
Tam dibime geldi, kokusu burnuma doldu.
"Öldüğün için mi beni öldürdüğün için mi özür diliyorsun Bozkurt?" diye sordu sakin bir ses tonuyla.
Cevap veremedim, dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Söyle!" diye bağırdı.
Yanıma gelip titreyen elleriyle omzuma vurdu, o sırada bir araba yanımızda durdu.
"Ömer..." dedi Akif telaşla, daha sonra ise sesi kesildi.
"Söyle ulan söyle!" dedi omzuma vurmaya devam ederken, bedenim geriye savruldu.
"Hiç mi demedin bu çocuk benden sonra yaşayabilir mi diye? Sen kendin diyordun nefes aldığını bildiğim için yaşadım diye, ben sırf sen ölme diye yaşadım ulan. Orada huzurlu ol diye nefes almaya çalıştım lan ben."
Kafamı kaldırıp yüzüne baktım, gözlerimden yaşlar akarken dudaklarım aralandı ama bir şey diyemeden geri kapatıp dişlerimi sıktım. Nefesimi tuttum.
"Keşke seni seveceğime ölseydim," dedi bağırarak.
Boğazındaki damar ortaya çıkmışken arkasını döndü, deli gibi titriyordu.
Akif ve Meryem üzgün gözlerle sarıyı izliyordu.
Burnumu çektim, sayıklamaya devam eden sarıya yaklaştım. Kolundan tutup kendime çektiğimde sinir krizi geçirdiğini anlamıştım, bağırıyor ağlıyordu.
Kollarımın arasında bir kuş gibi çırpınırken gücü bir zaman sonra bitti, kendini tamamen kollarıma bıraktı.
O yine bana sığınmıştı ama benim sığınacağım bir yer kalmamıştı.