Büyük bardağa sürahideki suyu doldururken kaşlarım çatıktı, içkiye alıştığım için onu içmek yerine su içiyordum. Aslında bu olay sigarayı bırakıp sakız çiğnemek gibi bir şey değildi.
Bağımlı elbette değildim, zaten iğrenerek içerdim. Alkol aslında benim sihirli karışımımdı, onu içince Ömer'i gördüğüm için içki değilde iksir gibiydi. Şimdi iksiri içmeye gerek duymuyordum ama sinirlendiğim ve üzüldüğüm anlarda bir şeyler içip kafa dağıtmak istiyordum.
Aslında şu an Ömer'in de kafasını dağıtabilirdim.
Büyük bardağı alıp kafama diktim, kana kana içerken mutfağa birinin geldiğini hissettim. İçerideki kalabalığın sesi azalmıştı, mutfağın kapısı kapanmıştı. Suyu bitirip bardağı tezgaha koydum, ses biraz fazla çıkmıştı.
"Lazım olur aşkım, kırma." alay dolu sesini duyduğumda öfkeyle ona döndüm, ona baktığım anda gülüşünü dudaklarını bastırarak gizlemeye çalıştı.
"Ömer senin ağzına bi sıçarım,"
"Terbiyesiz." dedi yanıma gelirken. Elini bana uzatıp belimden tutmaya çalıştı ama engelledim, iki adım geriledim.
"Ömer, bu evden çıkıp gidene kadar bana yaklaşma." dediğimde birkaç saniye yüzüme bakıp ardından sıkıntılı bir nefes alıp iki elini beline koyup kafasını sağa sola oynatıp, gözlerini kapattı. Gözlerini açtığında kafasını yana yatırmış vaziyette yüzüme baktı.
"Erdal, keyfimden durmuyorum."
"Yoo, içeride solculara küfür edilirken baya keyifliydin." diye öfkeyle söylendim.
"Tamam sarı bebeğim özür dilerim."
"Siktir lan çocuk mu kandırıyorsun?" üzerine doğru bir adım attım.
"Çocuk kandırmak daha kolay," diye mırıldandı, ardından elini belinden çekip cebindeki paketten bir tane sigara çıkarıp dudaklarının arasına koydu. Çakmağı olmadığı için yanımdaki ocağa eğilip açtı, kafasını eğip sigarayı yaktı ve derin bir nefes alarak geri çekildi.
Gözlerimin içine bakarak sigarasından bir duman daha çekti, kısılmış gözleri tepkilerimi ölçüyordu.
"Koskoca adamsın, bütün bir kışla senden korkuyor askerlerin korkulu rüyasısın ama tam bir ana kuzusu oldun." aslında dediklerim gerçeği yansıtmıyordu, ana kuzusu olması kısmı yani. Ömer burada emanet gibi duruyordu, bu aile evine yakışmıyordu.
Sırf Ömer burada olduğu için misafirler eksik olmuyordu, ne vardı bu siktiğimin bozkurtunda?
"Bebeğim, tamam." dedi söylediklerime aldırmadan. "En kısa sürede çıkacağız başka eve, sadece biraz dişini sıkman gerekiyor."
"Ömer annenin sürekli laf sokmasından bıktım, sen dışarı çıktığında gelmen icin saliseleri sayıp odadan çıkmıyorum laf yemeyeyim diye."
Bu doğruydu, Ömer ya ben uyurken ya da duştayken dışarı çıktığında onunla çıkamadığım için evde kalıyordum. Kendi başıma çıksam, biliyordum ki geldiğimde Ömer'e karşı doldurmaya çalışacaklardı. Geçen gün Ömer yokken biraz dışarı çıkıp kafa dinleyeyim dediğimde, geldiğimde annesini mutfakta Ömer'i doldururken görmüştüm. Çıktı gitti birden, ne işler karıştırıyor belli değil, seni yeterince kandırmış daha fazla kandırmasın oğlum diyerek.
Tabi Ömer lafını eksik etmeyip söylüyordu, bu tür şeylere inanmayacağını da biliyordum. Kadın beni gelini olarak gördüğü için kendi kaynanasından gördüğü şeyleri bana uyguluyordu. Oysa onun gelini değil damadıydım. Bu farkı anlaması gerekiyordu ama kafasının basmayacağına emindim.
Onlar böyle yaptıkça psikolojik olarak ben de etkileniyordum, acaba Ömer inanır mı kuşkusuna kapılıyordum. Beni de kendilerine benzetmişlerdi.
"Bundan sonra vakitlerimizi daha çok dışarıda geçiririz o zaman bebeğim, olmaz mı?"
"Olmaz!" dedim dişlerimi sıkıp fısıldayarak, yanına varıp karnına elimin tersiyle vurdum. Gömleğinin düğmesi elime battı. "Olmaz orospu çocuğu, ben artık ayağımı uzatıp rahatça oturmak istiyorum."
"Odaya televizyon alayım?"
Gözlerimi kapatıp öfkeli bir soluk çektim içime.
"İçeride misafir olmasını dinlemem seni burda döverim." dedim sakince, gözlerimi açtığımda bana bakıyordu.
"Erdal, babamı ikna etmem için burada durmaktan başka şansım yok. Bunu kafana sok, gitmiyoruz. Gittiğim anda evden çıktığım için yine eski haline bağlayacak."
Fısıldayarak, sinirle konuştu. Öyle bir ses tonuyla söylemişti ki iki sevgili bu aileye düşman olarak gelmiş onları kandırıyormuş hissine kapıldım.
Tam o sırada kapı açıldığında o gözlerini benden çekip kapıya dikti, yüz ifadesini değiştirmişti. Bazen Ömer'in zeki ve acımasız biri olduğu gerçeği yüzüme tokat gibi çarpıyordu. Herkesi kaldırabilecek potansiyele sahipti.
"Ablam..." dedi ablası kapıyı kapatıp, gizli bir şey yaparmış gibi yanımıza gelirken. Ömer'den gözlerimi alıp ona çevirdim, ablası arkasına kısa bir bakış atarken yanımıza geldi. Gergin duruyordu biraz.
"Efendim abla." dedi Ömer normal çıkan sesiyle, sanki az önce sinirlenen o değilmiş gibi.
"Şimdi bir şey söyleyeceğim ama lütfen bana kızmayın." ikimize birden bakarken. Kaşlarım çatıldı.
"Estağfurullah." ablasını diğerlerine göre daha çok seviyordum, diğerlerini hiç sevmiyordum.
"Vedat'ın kardeşi Miraç," dedi biz mutfağa gelmeden önce gelen adamı söylüyordu, Vedat abi de kocasıydı. Sürekli buradaydılar. "Sizin sevgili olduğunuzu öğrendi."
Yerimden rahatsızca kıpırdandım, annesi, babası, ablası, eniştesi dışında bilen kimse yoktu. İki kere gördüğüm kardeşinin öğrenmiş olması germişti, sonuçta bu aileden biri değildi.
"Nasıl?" diye sordu Ömer ifadesiz bir sesle, kim bilir hangi bastırdığı duyguyu barındırıyordu bu sesi. Ben bilmiyordum mesela, kendisinden başka da kimse bilmezdi.
"Benim yüzümden." dedi kadın üzgün bir şekilde. Tam o sırada kapı açıldı.
Miraç yüzünde hafif bir gülümseme ile içeri girdi, elinde boş bir tabak vardı. Ülkücü olması ondan nefret etmemi sağlıyordu zaten, bir de aşırı şerefsiz gülümsemesi vardı.
Benimle aynı boylardaydı, esmerdi ve yakışıklı suratı vardı. Avukat olması bir tık iyiydi, ülkücü avukat olması çok kötüydü.
Bakışları ikimizi buldu, gözlerini başka yöne çevirip bir iki adım tabağı tezgaha bıraktı. Kaçamak bakışlar atıyordu ikimize, hiç zaman kaybetmeden dışarı çıktığında sıkıntılı bir nefes verdim.
Huzursuz olmuştum, yanımdaki bedenin gerginliğini de hissediyordum.