Geldiğimiz mekana göz gezdirirken deri koltukta yayvanca oturdum, hemen yan tarafında oturan Halil denilen adamın bakışlarına aldırmadan beton kaplı, içinde tek tük eşyanın bulunduğu depo gibi yeri inceledim.
Akif eğitim hocası olduğu için böyle bir mekanının olması garibime gitmemişti, sadece böyle bir yerinin olduğunu bilmiyordum.
Muhtemelen ben öldükten sonra buraya gelmişti.
Erdal'ı her saniye izlerken, ailemi iki günde bir kontrol ediyordum. Akif ise ayda bir, sadece belirli yerlerde gözleyip iyi olup olmadığını anlayınca gönül ferahlığıyla peşini bırakıyordum. Bu yüzden gittiği mekanların hepsini, kimlerle takıldığını ne yaptığını pek bilmiyordum.
Gizlilikten anbean çıkmış bulunuyordum aslında, iki kişinin bildiği sır, sır değildi aslına bakarsan. Kendimi deşifre ettiğim için çokça huzursuz ve gergindim. Tek avunduğum nokta, Akif kardeşim gibi gördüğüm insandı ve bu sırrı olabildiğince saklayacağını biliyordum.
Tabi bu Halil denen adamın saklayacağından şüpheliydim. Tehlikeli birine benzemiyordu, hatta saftı. Beni gördüğünden beri ağzı beş karış açık şokla bakıyordu. Aynı şu an inanamayarak baktığı gibi.
Ölü görmüş gibi.
Dışarıdan bir arabanın sesini duydum, tekerlikler çığlık atmıştı sanki. Akif'in geldiğini anladım, nasıl bir ruh halinde olduğunu bilmediğimden ilk defa onu göreceğim için tedirgin ve heyecanlıydım.
Halil arayıp durumu şaşkınca ve heyecanla anlattığında ilk başta inanmayıp onunla alay ettiğini düşünmüş, daha sonra gerçek olduğunu kavrayınca aceleyle bir şeyler söyleyip telefonu kapatmıştı.
Ayağa yavaşça kalktığım sırada mekanın kapısından koşar adım, nefes nefese biri girdi. Akif'den başkası değildi...
Gözleri iri iri, dudakları aralık, kaşları ise havadaydı. Siyah gömlek, siyah pantolon giymiş, saçları ise kısaydı. Onun saçlarını ilk defa bu kadar kısa görüyordum.
Beni gördüğü an koşmayı bıraktı, adımları yavaşladı. Hatta bir an durdu gibi oldu, dengesini kaybetmiş gibi bir adım arkaya gidecek gibi oldu. Yüz ifademi hiç bozmadan yüzüne bakmaya devam ettim.
"Lan..." diye mırıldandı yavaş, sarsak adımlarla yanıma gelirken.
Tam önümde durdu, hâlâ inanamayarak bakıyordu.
"Ömer?" diye sordu, bu soruyu kendine sormuştu sanki. Gözlerinin saniyeler içinde dolduğuna şahit olduğumda gerginliğim gitmiş, özlemle dudaklarımı birbirine bastırmıştım.
Yıllardır her zaman yanımda olan, beni bırakmayan kardeşimi görmeye ihtiyacım olduğunu şu an fark etmiştim.
Akif kabullendiği an, üzerime atıldı ve kollarını sıkıca vücuduma doladı. Hiç bekletmeden sarılışına karşılık verdim, öyle sıkı sarılmıştı ki kendimden utanmıştım.
"Lan..." dedi yine, sesi titriyordu. "Gerçeksin değil mi?"
"Kardeşim." dedim sadece, sesimi duyduğu an kafasını omzuma gömüp daha fazla sarıldı.
O sırada kapıdan girdiğini yeni gördüğüm bir kadın adımlarını durdurmuş bizi izliyordu. Siyah cepli pantolon, siyah askılısı ve sarı saçlarıyla sporcu gibi görünüyordu. Bizim yaşlarımızda görünüyordu.
Saatler içinde üç kişiye kendimi gösterip devletin kurallarını çiğnemiştim.
***
Akif biraz kendine geldikten sonra hiçbir şey konuşmadan oturmuştuk. Tabi ilk sorduğu şey neden böyle bir işe girdiğimdi, anlattığımda biraz komutanlığıma sövmüştü bir yıldır çektiği acıları öne sürerken. Haklıydı, sesimi çıkarmadım.
Yanımızda adının Meryem olduğunu öğrendiğim kadın ve Halil olduğu için pek fazla açıklama yapmadan anlatmıştım. O da durumu anlamıştı zaten.
"Annenler perişan haldeler." dedi Akif, sigaramdan bir duman çekerken dumana odaklandım.
"Biliyorum, ama asker olduğumdan beri kendilerini yavaş yavaş hazırlamışlardı bu duruma. Belki şimdi değil yarın şehit olacağım, bir farkı yok."
"Belki annen bir gün daha fazladan oğlunun kokusunu içine çekmek isteyecekti?" diye sordu hafif, acılı bir gülümsemeyle.
Sıkıntılı bir nefes aldım, ne zaman konuları dönse kalbim sıkışıyordu.
"Neyse," dedim konu kapansın diye. "Konuşmanın faydası yok."
"Onlarında karşısına çık." dediğinde güldüm.
"Bence direkt en yakın TV kanalına gidip ben komutan Ömer Özçelik, şehit olmadım gizli görevdeyim diyeyim..." dalga geçer gibi söylendiğimde ağzını açamadı. Kafamı sinirle iki yana salladım. "Zaten gereğinden fazla kişi öğrendi."
"Onlardan yana sıkıntı yok." dedi kendinden emin konuşarak. Karşımızda sigara içen, ağır başlı kadın gülümsedi.
"Merak etme."
Ona cevap vermeden sadece kafamı salladım. Güvenmiyordum.
Daha sonra yeniden Akif'e döndüm.
"Neden Sarının peşine adam taktın?" diye sordum direkt. Akif derin bir nefes alıp geriye yaslandı.
"Senin haberin geldikten sonra herkesin kabullenmesi biraz zor oldu, o süre zarfında ailenin hep yanında oldum. Erdal'ın da yanında olmak istedim ama içine kapanmıştı, kimseyi görmek istemiyordu..."
O zamanları ilk defa dinliyordum, sarının adını duyduğum her saniye kalbim sancıyordu.
"Evinden taşındı başka yere geçti, benimle bile görüşmek istemedi. Bende artık onu rahatsız etmek istemedim, sen yoktun ve bir daha onun da isteğiyle Erdalla görüşeceğimi düşünmüyordum. Herkes kendi yoluna hesabına dönmüştü, serbest bırakmıştım..."
Bir sigara yaktı.
"Daha sonra içim rahat etmedi, senin tek emanetin diye düşündüm en azından iyi olduğunu bileyim, yardıma ihtiyacı olduğunda yardımına koşayım diye peşine adamlarımdan birini taktım bende."
"Akif abi ilk defa adam diye bahsetti benden abla." Halil'in sevinç dolu sesini duyduğumuzda kafamı yavaşça ona çevirdim.
Meryem'in dudağının kenarı kıvrıldı, zarif eliyle Halil'in saçını okşadı.
"Normalde senden adam olmaz der." dedi Halil sırıtarak.
"Senden harbiden adam olmaz Halil." dedi Akif sinirle.
Akif'in tanımadığım ve bu kadar yakın arkadaşlarını görmek garip hissettirmişti.
Benden sonra çok şey değişmişti.