Dakikalardır aynı yazıyı okuyup duruyordum.
Toplasan üç beş kelime vardı ama o kadar garip geliyordu ki, hüzün çökmüştü aynı zamanda da şaşırıyordum. Yeniden okudum kartta yazan yazıyı.
Bu mutlu günümüzde sizleri de aramızda görmekten mutluluk duyarız.
Başak&Akif.
Akif bugün nihayet yanımıza gelebilmişti, eve geldiği ilk an herkes tarafından çocukları, kardeşleri gibi karşılanıp sarılıp sarmalanmış ve Ömer'in annesi tarafından direkt yemeğe oturtulmuştu. Akif yemeğe başlamadan önce ceketinin cebinden dört tane zarf çıkarıp hiçbir şey söylemeden birini Ömer'in annesine, diğerini Ömer'e, diğer ikisini de ablasına vermişti.
İlk başta Ömer'in arkadaşı olduğu için acaba ölüm ve oyun zarfları mı diye düşünmüştüm çünkü Akif hiç mutlu bir şekilde sunmamıştı bu zarfları. Hangisinin içinde "kafasına sık" yazıyorsa, onu öldürmeye hazırlanır gibiydi. Tabi daha sonra düğün davetiyesi olduğunu anladık.
Bu daha şok ediciydi.
Zamanında Sivaslı ile imkansız ve ahlaksız bir aşkın köpeği olmuş Akif'in aniden evlenmesi afallamama sebep olmuştu. Belki de bu yüzden kartı defalarca okuyordum. Diğer yandan da bu haberi Sivaslıya nasıl vereceğimi bilmiyordum.
Zamanında onların tamamen ayrıldığını düşünürken aslında gizliden gizliye ilişkilerini sürdürdüklerini öğrenmiştik. İlişkileri, Akif'in onu terk etmesiyle son bulmuştu. O günden beri birbirleriyle ne konuşur ne de denk gelirlerdi. Bu sefer harbiden bitmişti.
İkisinin de hâlâ birbirini sevdiklerini biliyordum, bunu inkar etmiyorlardı zaten. Ve şimdi onun düğün davetiyesini elimde tutuyordum.
Daha fazla okumamak için kartı zarfın içine soktum, geri kapattım. Arkasını çevirip baktığımda 'Ömer ve Erdal Özçelik' yazısını gördüm. İkimize ayrı davetiye hazırlamamıştı. Her aileye bir davetiye vermişti.
Ben neden Özçelik olmuştum ki? Ömer'in 'Korkmaz' olması gerekiyordu.
"Gelinimiz ne zaman gelecek?" diye sordu Ömer'in annesi hevesle. Sonunda kendine bir gelin bulabilmişti.
"Getiririm elini öptürmeye teyzem." dedi Akif koltukta otururken. Hiç istekli durmuyordu.
Ömer'e çevirdim bakışlarımı, davetiyeyi görünce hiçbir şey dememişti. Haberi olduğunu da düşünmüyorum ama şaşırmamıştı. Zaten onun kafası doluydu şu an, Akif'in evlenmesine değil de Miraç'a özel ayrı bir davetiye getirmesine kitlendiğini biliyordum.
Onun derdi başkaydı.
"Hâlâ salonda sigara içilmiyor değil mi?" diye sordu Akif, Ömer'in annesine.
"Maalesef." dedi annesi, oysa ondan gizli içeride bazen içiyordum. Ömer benim suçumu üstleniyordu.
Akif ayağa kalktığında, sigara tayfanın hepsi birden ayaklandı. Yani ben, Ömer uzaklara dalmış ciddi ifadesiyle duruyordu. Yanından geçerken ayağına hafifçe vurunca kafasını kaldırıp bana baktı, olayı anlayıp koltuktan destek alarak uzunca boyuyla ayağa kalktı.
Üçümüz mutfağın balkonuna ilerledik, balkona geçince Ömer en son gelip kapıyı hafifçe kapattı. Herkes kendi paketinden sigara çıkarırken ben iki arkadaşa bakıyordum, sigarayı dudaklarımın arasına koydum. Ömer sigarasını yakıp, ardından sinirle Akif'e döndü.
"Siktiğimin dölüne neden davetiye getiriyorsun?" dedi sigarası her konuştuğunda dudaklarının arasında sallanırken, Akif kim olduğunu böle sorgulamadan anlayarak cevap verdi.
"Ne yapayım oğlum, ayıp olur diye ona da getirdim."
"Senin ayıbını sikeyim." dedi Ömer ters ters bakınıp.
"Nereden çıktı bu evlilik?" diye sordum, şu an Miraç'ın düğüne davet edilmesi ikinci konuydu. En azından benim için. Akif bakışlarını bana çevirdi.
"Zorunluluktan solcu." dedi sadece, hiç lafı uzatmadan. Kaşlarım çatıldı.
"Neden? Neyin zorunluluğu bu?" kızı hamile mi bırakmıştı acaba?
"Annem..." dediğinde aslında olayı anladım, birkaç kere görmüştüm ama onun annesi de Ömer'in annesi gibiydi. "Bu kızı bulmuş, kaç aydır başımın etini yiyor. Sende farklı bir şeyler var deyip duruyordu. Ben de en sonunda düşündüm, bundan sonra aşk evliliği yapamazdım bana kalsa evlilik bile yapmazdım. En azından şu dünyaya bir çocuk bırakayım dedim."
Kaşlarım çatıldı. "Çocuk yapmak için mi evleniyorsun yani?"
Kafasını yani gibisinden iki yana salladı ve geçip balkondaki koltuğa oturdu.
"Sayılır Solcu, kurcalama." dedi sadece, başka bir şey daha vardı.
"Çok saçma." diye mırıldandım. Ömer hiç sesini çıkarmadı, bizimle ilgilenmiyordu bile.
"Ömer." dedim dikkatini bize versin diye, sesimi duyunca anında bakışlarını bana çevirdi. "Sen de deli gibi dolanma etrafta."
"Gibi derken?" dedi Ömer ve Akif ikisi aynı anda, offladım.
Ömer ters ters bakındı ama birden beni kendine çekip saçlarıma sıkıca öpücük kondurup beni kolunun altına aldı. Kolunu boynuma sarmışken bir kez de yanağımdan ve boynumdan öpüp geri çekildi. Ayak uydurup kolumu beline sardım sıkıca.
Ülkücülerin taktığı, tuğralı yüzük şimdi hemen kafamın altında duruyordu. Damarlı esmer elleri de.
"Sen nasılsın Solcu?" dedi Akif, boşta kalan elimle sigaramı içerken gözlerimi kıstım.
"Eh." dedim sadece.
"Karışıyor mu teyzem sana?" dedi gülerek. Tip tip yüzüne baktım.
"Ne gülüyorsun pezevenk?" çok mutlu oluyordu herhalde bana ters gitmesine.
"Bir Solcu olarak ülkücü aileye iç güveyi geldin komik geliyor. Kurtlar, kuşu sikiyor."
Ömer benden hiç ayrılmadan ayağının ucuyla onun bacağına tekme attı, o vurunca ben de vurdum. İyice gülmeye başladı.
"Düzgün konuş orospu çocuğu." dediğimde Ömer bir daha vurdu.
"Piç kurusu." dedi o da.
Akif gülmeye devam ederken hepimiz sigaraları bitirdik, içeri geçmeden önce Ömer elinin tersiyle çeneme baskı yapıp kafamı kendisine çevirdi ve dudaklarıma sıkı bir öpücük kondurdu. Benden ayrıldı, en önde ben giderken kapıyı açtığım an kalçama bir şaplak attı. Sorgulamadım bile, normal bir eylemdi bizim için.
Salona geçip oturduk, bugün Miraç gelmemişti.
Üç gündür ortalıklarda görünmüyordu.
Her çalan zilde o geliyor sanıyordum ama başkası çıkıyordu.
***
Etsene meraaak, kayboldum.
Ben sana inat, iyi değilim.
Şimdi değilse, peki ne zaman?
Aklına bir an, geldim mii?