Bir yılın sonunda benden başka bu eve ilk defa biri girmişti, zaten benden sonra girecek ikinci kişi ancak o olurdu.
Erdal'ı devletin bana tahsis ettiği eve getirmiştim, başka gidecek yer elbette ki vardı bulunurdu ama burada daha güvende olacağımız kesindi. İlk önce bir apartman dairesi değildi, askeriyeden çıktığımızda ilk tuttuğumuz, tapusunu Erdal'ın adına yaptırdığım eve benziyordu.
Eve gelirken şaşırdığını hissediyordum, yolda gelirken devletin tahsis ettiği eve geçeceğiz dediğimde bir apartman dairesi ya da askeri lojman olduğunu düşünüyordu. Zaten devlet bu derece lüks bir evi normal bir askere vermezdi. O an bir daha farkına varmıştı, komutan olduğumun, devletin özel bir görevinde olduğumun.
Kaç gündür evime gelmediğim için ilk başta camları açıp içeriyi havalandırdım, tabi koltukta oturmuş sigara içen çocuğun üşüdüğünü fark edince önceden bir saat açtığım camlar on dakika içinde kapanmıştı.
Gidip içerideki ısıyı yükselttiğimde evin havası değişmişti bile. Aslında evin sıcak olmasının sebebi ısıyı yükselttiğim için değildi, solcunun bu eve girmiş olmasıydı.
İlişkimizin başlarında, bir asker olarak evime girdiğinde de aynı böyle olmuştu. Normalinde evimi otel gibi kullanır, bir iş yeri titizliğiyle temiz bırakır sadece yatıp kalkardım. Ama o geldiğinde evin içi şenleniyor, bahar kokusu geliyordu.
Erdal'ın attığı her adım güzellikleri, alıp verdiği her nefes baharları, bakışları sıcaklığı, varlığı mutluluğu getiriyordu bana.
Kokusu ise cenneti yaşatıyordu.
Mutfakta işimi halledip, koltukta üçüncü sigarasını içen sevgilimin yanına ilerledim. Hemen dibine oturmadan önce önündeki sigara paketimi kaşlarımı çatarak alıp kenara koydum. Çok fazla içiyordu.
"Duş almak ister misin?" diye sordum, biraz suyun altına girse kasılmış vücudu rahatlayacaktı.
Cevap vermedi, yine başa dönmüştük.
"Erdal, bak seninle böyle normal bir şekilde konuşmaya başladığımda seninle dalga geçtiğimi düşünüyorsun," dediğimde kafasını çevirmeden gözlerini bana çevirdi, göz ucuyla baktı ama yeniden önüne döndü. "Sadece özür dilemenin, yalvarmanın artık bir şey ifade etmediğini biliyorum. Ne kadar özür dilersem dileyeyim bir şey değişmeyecek, eğer değişecekse saatlerce hiç durmadan özür dilerim."
Bu öyle kolay geçecek bir şey değildi, kalbini kırmamıştım. Doğum gününü unutmamıştım ya da sevgili atışması yaşamamıştık. Özür ile geçecek bir şey değildi.
"Beni terk edemeyeceğini biliyorum, ben de seni asla bırakmam zaten. İyisiyle kötüsüyle burdayım, artık yanındayım."
Ona biraz daha yaklaştım.
"Biliyorum bebeğim, hâlâ bana öfkelisin. Ama bu öfke yalnızca sana zarar veriyor, sana zarar veren şey ise benim canımı yakıyor. Kendine zarar verme artık."
Yalvarır gibi konuştuğumda titrek bir nefes aldı, elindeki sigarayı küllüğe bastırıp omuzlarını gerdi. Ayağa kalktığında kafamı kaldırıp sarıya baktım. Boydan boya cam olan bahçe kapısına doğru gitti. Camın yansımasından onu görüyordum.
Üzgün değil, sinirli görünüyordu.
O sırada zil çaldı, tabi ki gelen Akif'den başkası değildi. Ona da buranın adresini vermiştim, beni önceden bıraktığı adresten farklı olduğunu görünce onu bir şekil kandırmaya çalıştım ama kendisine bile güvenmediğimi anlamıştı.
Gözlerimi solcudan ayırmadan ayağa kalktım, kapıya gidip açtım. Akif sakince karşımda duruyordu, demek ki bir problem yoktu.
"Gel." dedim kapıyı açıp bırakıp içeri yürürken, saniyeler sonra kapının kapanma sesini işittim.
"Zor bela hallettim bu sefer, işin içine polis girmesi kötü oldu." o konuşurken yeniden koltuğa geçip oturdum, az önce sarının önünden aldığım sigara paketinden bir dal çıkarıp dudaklarımın arasına aldım.
"Hallettiysen sorun yok." dedim sadece.
"Meryem halletti." dediğinde dudağımın kenarı kıvrıldı.
"Hatun iyi, becerikli bu işlerde." dediğimde Akif afallayarak bana baktı, ardından arkası dönük olan Erdal'a.
Göz ucuyla ben de baktığımda Erdal camın yansımasından bana öldürücü bakışlarını yolluyordu. Çaktırmadan geri Akif'e döndüm. "Sevgili olsanız yakışırsınız."
"Kardeşim gibidir."
Kafamı salladım, zaten Akif'in o kangaldan başkasına baktığını görmemiştim yıllardır.
Akif bana göz ucuyla sarıyı gösterip kafasını iki yana salladı, onu soruyordu. Elimi iki yana açtım, 'durum aynı' gibisinden.
Erdal bedenini bize çevirdi, bakışları bir benim bir de Akif'in üzerinde gezindi. Elini cebine koyup gözlerini bir saniye kadar kapatıp ardından yürümeye başladı. Dışarı çıkıyor sanıp hareketlenmiştim ki mutfağa gittiğini görünce geri yerime yaslandım.
İyi bari, biraz daha normale dönmüştü şimdi.
"Çocuğu burda hapis mi edeceksin?" diye sordu Akif, bakışlarımı mutfaktan çekip ona diktim.
"Sevdiğinin yanında durmasını hapisteymiş gibi mi yorumluyorsun?" dediğimde güldü.
"Aynı şeyi ona söyle, ne cevap verecek acaba."
"Pis pis gülme Akif." dedim sinirle ayağa kalkıp. Mutfağa yürüdüm, içeri girdiğimde sarı bebeğin büyük bir bardaktan kana kana su içtiğini gördüm.
Suyu bitirip bardağı kenara koydu, elini tezgahın mermerine koyup sırtını yasladı. Kahvelerini yeşillerime dikti.
"Telefonum o evde kaldı." kaç gündür ilk defa düzgünce konuşuyordu benimle, heyecanlandım.
"Tamam, Akif getirir yarına."
Kafasını salladı, konuşma bitse de hâlâ burada duruyordu. Sanki ilk defa flört ediyorduk, ne yapacağımı bilemeyerek durdum.
"Aç mısın?"
"Değilim." dediğinde emin olamasam da sıkmamak için kafamı salladım.
"İstersen uyuyalım." dedim bu sefer, beraber uyuyacaksak içeride az önce gelen Akif'i siktir etmem on saniyemi almazdı.
"Uykun varsa git uyu."
Beraber uyumayacağımızı belirtmişti sanki.
"Yok," dedim birkaç adımda yanına gidip. "Uykum yok."
Yanına vardığımda geri kaçmadı, elimi uzattım. Birkaç saniye elime baktı ve ardından elimi tuttu. Parmaklarımızı birleştirdim, sıkıca tuttum.
İçeri doğru yürüdüğümde beni takip etti, koltuğa geçip otururken telefonla uğraşan Akif kafasını kaldırdı, şokla ikimize baktı.
"Tövbe tövbe." dedi sadece.
Ona aldırmadan yan yana oturduk, Erdal kafasını omzuma yasladı gözlerini kapattı. Sırf o rahatsız olmasın diye yerimden bile kıpırdamadım.
Saatlerce.
Uykuya dalana kadar.