Aylardır, günlerdir ölmüş olduğum gerçeğiyle yüz yüze yaşayan Erdal'ın, bir saniyede olsa nefesinin kesilme ihtimalinin olduğu zaman diliminde canımdan can gidiyordu.
Bu öyle bir acıydı ki endişeden, korkudan ve acıdan ne yapacağımı bilemez haldeydim.
Arabaya atlar atlamaz Akif'i bile beklemeden motoru çalıştırmıştım, o kendi arabası yerine benimkine binmiş daha kapısını kapatmasına bile izin vermeden gaza basmıştım. Yanımda sakin olmamı söyleyen onlarca söz söylüyordu, arabanın kenarında tutunmuştu. Endişeli duruyordu.
Meryem'in söylediğine göre benim mezarıma doğru gidiyordu solcu. Belki yarım saatlik yolu ışıkları es geçip on dakikada gitmiştim. Kalabalık olmayan yollardan geçtiğimiz için polislerin radarına takılmadığımıza dua ediyordum.
Şehitliğin önüne geldiğimizde aniden frene bastım, kapıdan kendimi zor attım. Aynı saniye sağ taraftaki yoldan gelen başka bir araba daha durdu, Meryem telaşla içinden çıktı. Kötü bir haldeydi, onu öyle gördüğümde içimi daha büyük bir korku kapladı.
"Nerede?" diye sordum sesimi yükseltirken, diğer yandan şehitliğin içine doğru büyük adımlarla yürüdüm. Hemen peşimden geliyorlardı.
"Mezarlığa giden yola döndü, trafiğe takıldım yetişemedim yanına." dedi nefes nefese. Dişlerimi sıktım, benim sarı bebeğimin canı söz konusuyken siktiğimin trafiğini neden umursuyordu.
"Sikeyim ya." diye öfkeyle söylendi Akif.
Koşar adım görevlilerin olduğu yerden geçip kendi mezarımın bulunduğu köşeye gittim, nefes nefese mezara yaklaşırken kimsenin olmadığını gördüm. Etrafıma bakındım ağzım aralık şekilde.
"Burda değil." dedim korkuyla, başka yere mi gitmişti?
"Meryem, emin misin buraya geldiğine?" diye sordu Akif, anında telefonunu eline aldı.
"Bu yola döndü, burda başka nereye gidebilir?" Meryem yanındaki Akif'e baktı.
"Hemen ilerisinde deniz var Meryem." Akif solcunun intihar edebileceğini kabul etmiş gibi duruyordu. Akif telefonu kaldırıp kulağına götürdü.
"Alo, Akın."
Tam geri adım atıp onun söylediği yere koşmaya meyillenirken, Akif ve Meryem gözlerini bir yere kitleyip afallayarak, hatta dehşet bir şokla baktılar. Akif'in telefonundaki ses bana kadar geliyordu ama o cevap vermiyordu bile. Donup kalmış benim arkama bakıyorlardı.
Postalın çıkardığı sesi duyunca kafamı yana çevirip baktım.
Erdal.
Gözlerini mezara dikmiş, ifadesiz yüzüyle öylece bakıyordu.
Şok olmuş vaziyette sadece yüzüne bakabildim, elim titremeye başlamıştı.
"Solcu..." dedi Akif şok olmuş bir tonda. Erdal ona bakmadı.
İki elini kaldırıp karnının hizasında tuttu, ardından dudaklarını oynatmaya başladı. Gözü sadece mezar taşındaydı.
Dua okuyordu.
Ona bir adım atmak istedim ama atamadım, nefesim kesiliyordu.
"Erdal..." diye mırıldandım.
Erdal göz ucuyla bana baktı ama dua okumaya devam etti, sanki duasını böldüğüm için bana kızıyordu. Ters ters baktı, ardından yeniden mezara çevirdi gözlerini.
Bizim aksimize aşırı sakin duruyordu.
Saniyeler sonra iki elini hafifçe yüzüne sürüp, gözlerini birkaç saniye kapalı tuttu. Gözlerini açtığında bir daha bizim olduğumuz tarafa bakmadan arkasını döndü.
Aylardır gördüğüm o sarhoş, yıkılmış Erdal gibi değildi. Vücudunda yayılan öfkeyi hissedebiliyordum.
Arkası dönük yürümeye başladı, omuzları dikti. Elini cebine koymuş, umursamaz bir tavırla yürüyordu çıkışa doğru.
Dudağımın kenarı kıvrıldı. Şoktan ne yaptığımı bilemeden gülmeye başladım.
Akif ve Meryem yanıma gelip güldüğümü görünce korkudan daha fena şok geçirerek birbirlerine baktılar.
Ne için güldüğümü bilmiyordum. Erdal'ın yaşadığı içindi sanırım bu gülüşüm.