Bir insan hiç tepki vermeden saatlerce oturabilir miydi?
Konu inatçı sarı bebek olunca, oluyormuş.
Tam tamına üç saate yakın kapının önünde öylece oturmuş, dümdüz önüne bakıyordu. Çenesini dikleştirmiş, çipil çipil gözleriyle dümdüz duvara bakıyordu. Kaşlar çatık, huysuz ve güzel.
Çok güzel.
Arada bir içeri gidip geliyordum, ilk başta sesimi çıkarmayarak küçük çocuklara uygulanan taktikten uygulayacaktım.' Senin küskünlüğün umrumda değil, küskünlüğün bitince içeri gel' gibisinden ama tabi o benim gözümde bir bebek olsa da aslında kocaman bir adamdı. Bu taktik işe yaramamıştı.
Bir paket sigara ve küllüğü yanıma alıp kapının önünde oturan çocuğun yanına ilerledim. İfadesi bile değişmemişti, ne düşünüyordu acaba?
Sıkıntıyla nefesimi dışarı verdim, karşısındaki duvara geçip oturdum. Bacaklarımı onun gibi kendime çekmeyip, birini boyluca uzatıp diğerini kendime hafifçe çekmiştim. Tam göz hizzasına gelmiştim, bu sefer bana bakıyordu.
"Sıkılmadın mı?" diye sorduğumda tip tip bakıp cevap vermedi, dudağımın kenarı kıvrıldı.
"Biraz tembel alıştın, oturmaya alışmışsın. Ben bu kadar uzun süre oturamazdım." dedim paketten bir dal sigara çıkarıp dudaklarımın arasına koyarken, sigarayı yakmadan göz ucuyla ona baktım. Dişlerini sıkıyordu, korkutucu olmak yerine aşırı tatlı duruyordu.
Güler gibi oldum ama daha sonra kendimi toparladım. Sigarayı yaktım, dumanı içime çekip geriye yaslandım. Dumanı dışarı üflerken gözlerimi onun güzel gözlerine diktim.
"Daha ne kadar burada oturacaksın solcu?" dedim göz kırpıp. "Oturma eylemi yapmayı mı özledin yoksa?"
Ters ters baktı, biraz daha zorlarsam kalkıp beni dövecekti.
"Bakma öyle çipil çipil."
Öyle bakmaya devam etti, özlemle kasıldı vücudum.
"Açsın, kalk bir şeyler ye sonra devam ederiz bakışmaya."
Yine ses yoktu.
"Hadi çipil gözlüm, kalk." sigaranın külünü küllüğe döktüm. Erdal hiçbir tepki vermeden bana sinirli sinirli baktıkça onun vücuduna olan özlemimde kasılmama sebep oluyordu.
Her şeyini özlemiştim, vücudumuzun birleşmesini, onu öpmeyi, vücudunu hissetmeyi, içinde olmayı. Ama en çok sevgisini özlemiştim. Şimdi de sevdiğini biliyordum ama onun ağzından duymaya ihtiyacım vardı. Şu güzel nazlı sesiyle bir Ömer dese bile yeterdi.
Ben de aynı onun gibi olup düşüncelere dalmışken, dudakları aralandı.
"İçki getir bana." dediğinde kaşlarım çatıldı.
"İçki mi?"
Kafasını salladı sert sert bakarken, alayla gülümsedim.
"İçemezsin."
"Onu görmeye ihtiyacım var." sesi yalvarır gibiydi titriyordu, duraksadım.
"Kimi?"
"Şehit olan sevgilimi."
Afalladım, nefes alamadım bir an. Gözleri dolu dolu olmuş, bana özleminden yine bana yalvarıyordu.
"Ben," dedim ama sesimin titremesine engel olamadım, yutkundum ve kendime geldim. "Burdayım zaten sarı."
"Seni istemiyorum," dedi çocuk gibi, kafasını dizlerine gömdü. Ağlıyordu. "Ben onu istiyorum."
Saatler sonra ilk defa tepki veriyordu, ağlayarak. Onun hızına yetişemezken ne yapacağımı bilemeyerek elimdeki sigarayı küllüğe bıraktım. Karşımda savunmasız, aklını yitirmek üzere olan bir adam vardı. Bunu şu an daha iyi anlıyordum.
Titreyen elimle yerden destek alarak doğruldum, hemen onun dizinin dibine gelip yüzünü dizine gömüp sakladığı için bana kalan sarı saçlarına baktım.
"Erdal..."
"Onu istiyorum." dedi hıçkırırken.
Benim Ömer olduğumu biliyordu ama hâlâ içtiğinde gördüğü hayalimi istiyordu.
"Sakin ol." dedim elimi ikilemde kalarak saçlarına koyduğumda, anında kafasını geriye çekip kafasını kaldırdı. Yanakları yaş içinde kalmış, gözleri ve dudakları kızarmıştı.
"Aç şu kapıyı gideyim Bozkurt, nolur." dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Şu an hiçbir yere gidemezsin Sarı." dedim kesin bir tavırla, bunu duyunca dudaklarını büktü.
"Seninle burda durmak istemiyorum, benimle dalga geçiyorsun."
Şok olarak yüzüne baktım.
"Ne dalgası sarı bebeğim?"
"Gülüyorsun karşıma geçip, hiçbir şey yapmamış gibi karşıma geçip gülüyorsun. Niye dalga geçiyorsun? Ben ne yaptım sana?"
Ona gülümsemelerimi böyle mi anlıyordu?
"Bebeğim ben seninle dalga geçmem ki."
Kafasını iki yana salladı, burnunu çekti.
"Mezarına gidip ağladığım zamanlarda da böyle gülüyordun değil mi?"
Gözlerim irileşti.
"Erdal, saçmalama."
Yüzüme baktı, biraz inanmazsını bekledim ama inanmış mıydı emin bile değildim.
"Bozkurt, bırak beni gideyim." dediğinde kafamı iki yana salladım.
"Seni bu halde hiçbir yere bırakmam."
Birkaç saniye suratıma baktı, ardından yerden destek alarak hızlıca kalktı. İrkilerek ayağa kalkan uzun boylu adama baktım, içeriye doğru hızlı adımlarla ilerlediğinde hızla ayağa kalktım ve peşinden gittim.
"Sarı..." diye korkuyla seslendim, salonda yoktu. Mutfaktan ses geldiğinde kafamı çevirip mutfağa girdim. Girdiğim gibi olduğum yerde ayaklarım çivilendi sanki.
Erdal masaya geçmişti, eline kaşığı aldı. Gözlerinden yaşlar akarak hemen önündeki tabaktaki yemeği kaşıkladı. Ağlayarak ağzına götürdü, onu çiğnemeden bir kaşık daha attı ağzına. Hafifçe çiğnerken bir kaşık daha.
Yemeği çiğnerken, gözlerinden yaşlar gelirken kafasını kaldırıp suratıma baktı. Ağzındaki tüm lokmaları tüketti, yalvarır gibi gözlerini gözlerime dikti.
"Aç değilim, bak yedim."
Gitmek için, benim onu bırakmayacağımı bildiğinden yemekten yiyip gitmek için yalvarıyordu. Ağlıyordu.
Tüm vücudum kasıldı, yüzümü acıyla buruşturdum. "Siktir..." diye inledim boğazıma yumru oturmuşken. Kafamı başka yöne çevirdim, nefes alamıyordum.
Balkona doğru sarsak adımlarla giderken, arkamdan bağırış çağırış ve tabakların kırılma sesini duydum.
Balkona çıktığım an nefes almaya çalıştım, iri gövdem inip kalkıyordu. Balkon direğine tutundum, arkadan onun bağırışını duyuyordum. Ağlıyordu.
Kafamı gökyüzüne diktim.
Allah'ım, onun acısını bana ver, diye yalvardım.
***
Gençler işim çıkınca anca bu saatte geldi, bugün birkaç bölüm daha gelebilir sanırım.