Eğer ki zaman sizin için durduysa aslında bu yeni bir başlangıca işarettir. Benim için zaman durmuştu. Şimdi ise zaman, kelimeleri kifayetsiz, kalpleri taştan yapmıştı. Kalbimiz taştansa, kaybedecek hiçbir şeyimizin kalmadığına dair bir işarettir.
Ve ben, kalbi en çok kırılan insanlardan birisiyim. Hayat, insanlara acımaz. Hayat sizi, öyle bir beklemediğiniz anda vurur ki donar kalırsınız, işte o anda, zaman sizin için durur. Şimdi ise donup kaldığım bir ânâ daha şahit oluyoruz.
"Ben, senin babanım." zaman, benim için bir kez daha durdu ve ben zamanın içinde kayboldum. Geriye doğru adım atmaya başladığımda gülmeye başladı.
"Gerçeklerden hiçbir zaman kaçamazsın, kızım." dediğinde, beynimden vurulmuşa döndüm. Başta inanmadığım için sorgulama gereksinimi duydum.
"Adın ne!?" diye sordum kaşlarımı çatarak. "Eğer bu bir şakaysa hiç hoş bir şaka değil!" dediğimde güldü.
"Hasan Yıldız." dediğinde ise zaman gerçekten durmuştu. Babamı az çok hatırlıyordum; mavi ve yeşil karışımı gözleri, düzgün bir burnu ve kaşları vardı. Bu adam, benim öz babamdan başkası değildi. Bu gerçek, bende tokat etkisi yaratmıştı.
Bu adamın, babam olduğu gerçeğiyle yüzleştikten sonra silkelenip kendime gelmeye çalıştım ama gelemedim.
Yıllar önce gitmişti, peki ya neden yıllar sonra karşımda durup babam olduğunu söylüyordu ki? Benim bir babam yoktu, olamazdı. Ben, babamı kendi içimde yıllar önce öldürmüştüm, bizi terk ettiği o gün benim için ölmüştü o aslında ama kadere bak! Bizi yıllar sonra bir araya getirdi. Doktorum olarak bildiğim adam, benim öz babamdı...
"Ben, senin kızın değilim!" diye bütün gücümle bağırdığımda gülüşü yüzünden silindi. "Sen, benim ruhumun katilisin be adam!" diye bağırmaya devam ettim.
"Yaptıklarımdan pişman değilim." dediğinde, banada acı içinde gülmek kaldı.
"Biliyor musun? Pişman olmanı çok isterdim." dediğimde, bir kahkaha patlattı.
"Biliyor musun?" dedi, benim cümleye başladığım gibi. "Bir daha olsa, bir daha yapardım." dediğinde, bir - iki adım öne ilerledim.
"Senin gibilerin ölmesi lazımdı." dedim çaresizce.
"Ben ölmeyeceğim, ama sen öleceksin elbet." dediğinde, ona anlamaz bakışlar attım.
"Neden öyle dedin ki? Her insan, günün birinde ölmeye mâhkumdur." dediğimde güldü.
"Yani şunu demek istiyorum, beni iyi dinle iblis; ben, senden sonra öleceğim buna emin olabilirsin." dediğinde kaşlarımı çattım.
"Buna sen karar veremezsin!" diye bağırdım yüzüne. O da, aynı benim gibi kaşlarını çattı.
"Bana, bir daha bağırmayacaksın!" dediğinde, alay edercesine güldüm.
"Sana istediğim kadar bağırırım, iyi bir baba olsaydın da seni çok sevseydim, beni çok sevseydin lanet adam! Beni neden hiç sevmedin?" dediğimde, üzerime yürümeye başladı ve sağ elini kaldırıp tüm gücüyle bana tokat attı. Tokatın etkisiyle yere yapıştım, yere düştüğümde zeminin çıkardığı ses kulaklarımı çınlatarak odayı doldurdu, canım yanmıştı ama bu fiziksel acım , ruhsal acımdan fazla değildi.
Gözlerimi sımsıkıca kapattım, artık sadece karanlık vardı. Karanlık, benim yolumu aydınlatan tek renkti. Ben, o rengi seçmiştim, bundan sonra da o renkten vazgeçmezdim.
Sessizce ağlamaya başladığımda, artık sonumun geldiğini hissedebiliyordum. Belki de o haklıydı, ben öldüğümde bile o yaşamaya devam edecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lavanta
Ficção AdolescenteOkulun zorba kızlarından biri olarak tanınan ve aynı zamanda da kendi grubun lideri olan Nisa'yı arkadaşları zaman içerisinde satarlar. Arkadaşları, her ne kadar Nisa 'yı sevmeselerde Ece ve Nisa arasındaki savaşta Nisa'yı desteklerler. Nisa, gün g...