"Hey, Orası benim yerim!"
Bir denizin tam ortasındaydım sanki, dalgalar beni kıyıya getirmek için çabalıyordu fakat unuttukları bir şey vardı: umudunu kaybetmiş bir insanı kimse kurtaramazdı... Bende umudunu kaybeden insanlardan yalnızca birisiydim işte, hayata öylesine gelmiş fakat hayata ölesiye tutunmuş o kızım...
Onu gördüğümde korkmadım. Beklemiyor değildim, bekliyordum. Yalnız her mekânın bir sahibi yoktur, orayı satın alan değil oranın sahibi olmaz, orada daha çok yaşanmışlığı olan kişi oranın gerçek sahibi olur...
"Olabilir," dedim umursamazca. Bu hareketim onu daha da sinirlendirmiş olacak ki kolumdan sertçe tuttu. Ne zaman ayağa kalktığımı bile bilmezken beni öyle bir itekledi ki orada yok olmayı diledim. Bedenim sert zeminle buluşmadan önce kafam sıraya çarptı daha sonrada sert zemine sertçe çarptı. Dünyadan silinmek istedim, komple yok olmayı diledim...
"O zaman, bu da olabilir." dedi benim gibi umursamazca davranarak.
Canım acıyordu. Gözlerimi sımsıkı kapattım. Bundan yıllar önce, ben daha çok küçükken rüyalarımda kâbus gördüğümde gözlerimi sımsıkı kapatıp geçmesini beklerdim, ama bu kâbusum hiçbir zaman geçmeyecekti. Bu yaşadığım kâbusların beteriydi.
"Miraç'ın yeri benim yanım, bunu asla ama asla unutma! Yoksa yeniden hatırlatmak zorunda kalacağım, senin yüzünden katil olmak istemiyorum." dediğinde gözlerimi mümkünmüş gibi daha çok sıktım, gözlerim açılırsa göreceklerimden ölesiye korkuyordum. Korkmamam lazımdı ama işte korkuyordum.
"Açılın!" diye bir ses duyduğumda gözlerimi yavaşça açtım. Diz çökmüş vaziyette, bana endişeli gözlerle bakan Berk 'i gördüm, kahramanımı gördüm. O, beni hep kurtarırdı öyle değil mi? Ben yine kurtulacaktım. Gözlerimin içine baktı ve sanki içimdekileri okuyormuş gibi konuştu.
"Seni kurtaracağım..." dediğinde zoraki bir şekilde gülümsemeye çalıştım. Hayır hayır, bu mutluluğun verdiği gülümseme değildi, acının yanında getirdiği işe yaramazlık hissiydi... "Kendimi öldürürüm ama seni yaşatırım Lavantam. Çünkü neden biliyor musun? Sen ölürsen, bende ölürüm fakat ben ölürsem arkamda beni hatırladıkça gülümseyen bir kız bırakmış olacağım... Belki bu gülümseme mutluluktan olmayacak ama hüznün içinde getirdiği özgürlük olacak. Yani kısacası: seni ne pahasına olursa olsun yaşatmanın bir yolunu bulacağım Lavantam, n'olursun dayan." dediğinde yaşlar gözlerimden hızlı bir şekilde firar etmeye başladı.
"Hayır, sen ölmeyeceksin. Çünkü senin bu hayattan beklentilerin var." dediğimde sağ gözünden iki damla yaş aktığını gördüğümde gülümsedim. "Ama benim bu hayattan bir beklentim yok, kalmadı... Bu yüzden yaşaması gereken kişi ben değil, sensin!" dediğimde hıçkırarak ağlamaya başladım.
"Şu an ambulansı aradık Lavantam. Bak, lütfen dayan." dediğinde bir şeylerin ters gittiğini anladım. Dedikleri öylesine değildi, dedikleri gerçekti.
"Ters giden bir şey var değil mi?" dedim.
"Maalesef..." dedi.
"Peki ya ölecek miyim?" dedim.
"Hayır." dedi.
Yerden destek alarak ayağa kalkmaya çalıştığımda yerdeki kan gölünü gördüm.
"Kan kaybediyorum." dediğimde ağlamam durmuştu. "Öleceğim." dedim.
Artık kelimeler bedenimi terk etmiş, beni zorluyorlardı. Bir boşluktaydım, rüzgar nereye eserse oraya gidecektim, her taraf karanlıktı, ne bir rüzgar ne de bir ışık vardı...
"Bana söz ver." dediğimde ela gözlerine bakıyordum. Herkes etrafımıza toplanmış, meraklı ve endişeli gözlerle bana bakıyorlardı. Hâlime acıyorlardı değil mi? Ah, hayır. Acınacak olan kişilerin kendileri olduklarını bilmiyorlar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lavanta
Novela JuvenilOkulun zorba kızlarından biri olarak tanınan ve aynı zamanda da kendi grubun lideri olan Nisa'yı arkadaşları zaman içerisinde satarlar. Arkadaşları, her ne kadar Nisa 'yı sevmeselerde Ece ve Nisa arasındaki savaşta Nisa'yı desteklerler. Nisa, gün g...