Lise dönemi bir insan için hayatının en özel dönemi oluyormuş, büyükler hep böyle söylüyor. Artık ben de liseli oluyorum, umarım söyledikleri gibi benim için de en özel dönemlerden biri olur. Köyde iki tane lise var, biri sadece erkeklerin olduğu endüstri meslek lisesi diğer ise ticaret meslek lisesi. Ben merkezdeki kız meslek lisesinde moda tasarım bölümünü okumak istiyorum. Küçükken bebeklerime elbiseler yapardım, annem, iğne iplikle oynamama hiç kızmazdı, diktiğim elbiseleri çok beğendiğini söylerdi. Bu tam bana göre bir meslek, diğer kızlarda merkezdeki liseyi seçeceklermiş. Dedeme, arkadaşlarımla birlikte merkezdeki liseye gideceğimi söyledim. Seçme şansım varmış gibi...
Yine hayallerimin ortasına çığ gibi düştü sözleri.
Dedem,
-Merkezdeki okula gönderip bir de harçlık mı vereceğim sana, evin önündeki lise neyine yetmiyor dedi.
-ama o okulda iki tane kız var
-Müdür yardımcısı akrabamız, benim selamımı söyle, kaydını yapsın
'Endüstri Meslek' okulda iki tane kız var, bende onlarla okuyacakmışım. Bölümü de söyledi bilgisayarmış. Sekreter olurmuşum mezun olunca. Tamam demekten başka seçeneğim yok.
Okulun ilk ayı;
Alışmaya çalışıyorum, okulun en ücra köşesinde kendime bir bank seçtim. Her teneffüs kulaklığımı takıp burada müzik dinliyorum. Diğer kızlar okul değiştirdi, hiç arkadaşım yok. O kadar yalnızım ki bazen kuşlar geliyor yanıma. Daha acınası hissettiriyorlar, sohbet etmeyi, arkadaşlarımla gülmeyi özlüyorum. Beni bu okula mecbur bırakan dedem değilmiş gibi erkeklerle arkadaş olmayacaksın diyerek sürekli bana kızıyor. Bugün onu okulun bahçesinde bir ağacın arkasında saklanırken gördüm. Nasıl bir günah arıyor bilmiyorum, sanki okulun bahçesinde benim için hazırlanmış bir darağacı var. Arkadaşlarım yanıma bir şey sormak için gelseler, dedem umduğunu bulduğunu düşünerek beni suçlayabilirdi. Gittiğim her yerde diken üstündeydim, dedem benimle değil kafasında kurduğu o kızla savaşıyor. Okuldaki tek kız öğrenciyim, öğretmenler sınıfımızla ilgili sorumluluğu bana veriyorlar. Hiç kimseye dedem paranoyak diyemiyorum. Arkadaşlarımı gerçekten seviyorum ama onlara yakın olamıyorum. Yanıma gelmesinler diye okulda başka biri gibi davranmak zorunda kalıyorum. Benim ukala ve kendini beğenmiş biri olduğumu düşünüyorlar. İki kişiliğim var, biri olduğum halim diğeri insanlara göstermek zorunda kaldığım daha doğrusu mecbur bırakıldığım halim. Bunu yapmak istemiyorum, kimseye kötü davranmak istemiyorum. Bunun kalıcı hale gelmesinden çoğu zaman korkuyorum. Benliğimi yitirecekmiş gibi hissediyorum.
Daha en başında hiç unutmayacağım bu anılara sahip oldum. Çok zorlanıyorum ve her seferinde elim ilaçlara gidiyor. Sanırım artık onlara bağımlıyım. Ben her şeyin bedelini bu şekilde ödüyorum. Her zorlandığımda daha da fazla içiyorum. Kendimi uyuşturuyorum, yaşadığım günü atlatmaya çalışıyorum, unutmaya çalışıyorum. Bunu yapmadığımda hayat katlanılması zor bir hale geliyor. İlaçlarımı böyle kullanarak erken bitiriyorum ve gününden önce verilmediği için çoğu zaman kaygı bozukluğu (anksiyete) ile mücadele ediyorum. Berbat bir döngünün içindeyim ve kurtulamıyorum.
Bir akşam üstü okuldan döndüğümde tüm eşyalarım kapının önünde duruyordu,
-neden eşyalarımı kapıya koydunuz?
- yukardaki odaya götür eşyalarını burayı dağıtıyorsun gelen giden oluyor, senin arkanı mı toplayacağız
-ama orası soğuk olmaz mı?
- yatmaya aşağıya gelirsin,
Üst katta dışarıdan merdivenle çıkılan bir kat vardı, öylesine yapılmış küçük bir depo artık benim odamdı. Aslında dağınık değildim, dedem yine bir bahane bulup beni daha az göreceği bir düzen bulmuştu. Dedem bana acımıyor merhamet etmiyordu bende içimdeki iyiliği yavaşça kaybediyordum.
O soğuk oda bana aitlik hissi veriyordu, kendime ait bir evim varmış gibi. Kötülük yapmak isterken bana en büyük iyiliği yapmıştı. istediğim gibi düzenlemiştim, koltuğun, masanın yerini seçmek hoşuma gitmişti. Hafta sonları odamı temizliyordum. Canım her sıkıldığında eşyaları yeniden düzenliyordum. Odam bana sıcacık hissettiriyordu hiç üşümüyordum. Bu dört duvar insanlardan intikam alırcasına benden başka herkese soğuk geliyordu. Bir beni bağrına basmış gibiydi...
Bir akşam üstü dayımın çalıştığı markete gittim, marketin önüne bir minibüs yaklaştı. Dayım minibüsün bagajını açmamı söyledi. Bagajın kapısını açtığımda çok güzel bir bisiklet vardı. Dayım; -'senin bisikletin' dediğinde bunun bir rüya olduğunu düşündüm. Kalbimin sesini duyuyorum neredeyse yerinden çıkacak. Dayım, dedemin tavırlarından hoşlanmıyor, ne zaman suratımı asık görse marketten içecek bir şeyler ve atıştırmalıklar alıp geliyor. Uykumuz gelene kadar sohbet ediyoruz. Sanırım dayım iyi olmadığımı anladığı için bana sürpriz yaptı. Bugün dayımın bana yaşattığı bu mutluluğu hiçbir zaman unutmayacağım. Belki de bu, köyde yaşadığım tek güzel anım olacak.
Okul hayatımda sarpa sarmaya başladı. Artık hiç huzurlu değilim, gün geçtikçe okuldakilerin de bana karşı tavırları değişti. Adımla dalga geçmeye başladılar, baharat, ilkbahar uydurabildikleri her şeyi söylüyorlar. Sürekli uyarıyorum kavga etmek istemiyorum. Hiç kimse dinlemiyor.
Evde dedem, okulda arkadaşlarım artık sakin kalmakta zorlanıyorum. Okulda sevdiğim arkadaşlarım da benimle dalga geçmeye başladı. Bugün kendimi kaybettim, okulun bahçesinde bir arkadaşımın boğazına yapıştım.
Öğretmenlerin sesleriyle kendime geldim.
-Bahar dur artık! sürekli bu cümleyi tekrar ediyorlardı
Etrafıma baktığımda tüm öğretmenler okulun bahçesindeydi, hepsinin gözünde aynı bakış vardı. Onlar için umutsuz bir vaka gibiydim.
-Kaç defa uyarmam gerekiyordu durmanız için, bir daha tekrar ederseniz elimden sizi kimse kurtaramaz. Yeter artık!
Bahçede derin bir sessizlik oluştu. Daha önce kimse kavga ettiğimi görmemişti. Onlardan daha güçlüydüm. Bu yüzden kimseye vurmuyordum. Adalet terazimi kırdılar, bundan sonra ne olacak bende bilmiyorum. Çünkü bu belki de son kavgam olmayacaktı. Evde gördüğüm psikolojik şiddet arkadaşlarıma yansıyordu. Kendime engel olamıyordum. Öğretmenler sürekli benimle uzun konuşmalar yapıyordu. Öfke kontrolün için yardım almalısın diyorlardı. Ben okuldan çıkarken, arkamdan konuşmaya devam ediyorlardı. Keskin sirke küpüne zarar dediklerini duydum. Mutsuz olmayı ben seçmişim gibi konuşuyorlar.
Tüm bu kaosun içinde sadece iki kişi beni anlıyordu. Öğretmenlerimden Şerife Uryan ve Mine Demircioğlu. Onlar sayesinde biraz olsun iyi hissediyordum, diğerlerinin aksine bana yumuşak yaklaşıp hareketlerimin gerçek sebebini öğrenmeye çalışıyorlardı.
Müdür yardımcısı, Dedemin akrabası olduğunu kanıtlarcasına sürekli beni dedeme şikayet ediyormuş. Abimle motor sürmemi, bisikletle köyde tur atmamı, ona göre benim güldüğüm tüm anlar yanlış. Hafta sonu okulun bahçesinde bisiklet sürmüştüm, hiç kimse yoktu. Müdür yardımcısı kameraları incelediğinde beni görmüş ve hemen dedemi aramış. Dedem eve gelir gelmez beni azarlamaya başladı.
-Okulda bisiklet sürmüşsün öğretmenlerin beni aradı, bir daha bisiklet sürmeyeceksin.
Dedemin azarlaması bittiğinde odama gidip uzun uzun düşündüm. Bisiklet sürmenin neresi yanlıştı? Hiçbir cevap bulamıyordum. Yalnızdım ve bisikleti güvenli bir yerde sürüyordum ama neden hatalıydım?
Müdür yardımcısına beni durduramayacağını göstermek için geceyi bekledim. Herkes uyuduğunda sessizce evden çıkıp arka bahçeden bisikletimi aldım. Okulun bahçesine girdim, tüm kameraların önünden geçtim. Okulun içinde defalarca tur attım. Okulun giriş kapısının önünde durdum bisikletten indim ve kameraya uzun uzun baktım. Pes etmeyeceğim, git bunu da söyle ahmak herif.
Tüm kavgalarımın içinde tek bir an için çok pişmanım, hiç suçu olmadığı halde vurduğum arkadaşım Ramazan Bilir için hala çok üzgünüm. Öfkemi kontrol edemediğim için beni affet. O okuldaki tek masum çocuktun sen...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Derine Gel
Non-FictionBana evimi kaybettiren dünyanın içinde aradım evimi, Dokunduğum gülleri kuruttum...