Bölüm 16

133 12 7
                                    

GÖRKEM VURDEM

İçeriye giren adamın elindekini görünce gülüşüm dudaklarımda asılı kaldı. Asıl aradığımız adam girmişti. Umarım tim acele ederdi. Yoksa sıkıntı çıkabilirdi.

Benim gülüşüm yavaş yavaş düşerken o güldü. Elindeki kelebekle salak saçma hareketler yaptı. Öylece baktım. Birkaç kere salladı elinde.

Poyraz komutan yalnızca bakıyordu adamlara. Ne gülüyor, ne konuşuyor ne de başka bir şey. Tek yaptığı şey bakmak.

"Ah siz Türk askerleri," diye salakça bir imayla ve iğrenç sesiyle giriş yaptı konuşmasına. 'Evet biziz' demek vardı ama tuttum kendimi.

"Hiçbir zaman vazgeçmiyorsunuz. Bu sizi her zaman yanlış yola sürüklüyor.”

'Yav he he' bakışı ile bakan bir adet Poyraz komutan vardı yanımda. Adam yaklaştı birkaç adım.

Kelebek salladı yine. "Hadi bana bir isim verin. Zorluk çıkmasın," dedi direkt konuya giriş yaparak.

"Ali, Veli, Ahmet, Mehmet... Hangisini istersin?" dedim dalgaya vurarak. Güldü. İğrenç dişleri gözüktü.

"Güzel şaka asker. Ama bunlar değil. Kim gönderdi sizi buraya? Kimsiniz? Rütbeleriniz ne? Gibi gibi birçok soru. Cevap alalım."

"Çok sıkıcı muhabbetiniz var. Yok mu bir çay kahve falan?" dedim söylediklerini umursamadan.

"Sen söyle ben seni çaya boğarım asker. Hadi dökül bakalım şimdi."

"Hadi uzatma da ne yapacaksan yap. Sanki bilmiyorsun bir şey söylemeyeceğimizi," diye en son söze girdi Poyraz komutan.

"Peki. Siz nasıl isterseniz," dedi ve elindeki kelebeği bir kez daha salladı. Yavaş adımlarla yaklaştı. Poyraz komutanın dibine girdi.

Kelebeği diğer eline alıp sol tarafına bir yumruk geçirdi. Poyraz komutan küçük bir sarsıldı, ama hissetmemiş gibiydi.

"Ahh," dedi yalandan bir acıyla. "Canım çok acıdı. Şimdi seni anneme şikayet edeceğim." Güldü. Ben de tabi güldüm.

En sevmedikleri şeydi bunlar. Onların karşısında gülmek. Konuşmak. Hırsa bir yumruk daha indirdi. Hızını alamadı ve karnına, kafasına, erkekliğine de tekmeler ve yumruklar salladı.

Erkekliğe inene kadar sorun yoktu Poyraz komutan için. Erkekliğine yediği tekme ile bağlı olduğu sandalyede hafif öne eğildi.

"Dua et buradan çıkamayalım, yoksa seni çok kötü günler bekliyor olacak bilesin," dedi dişlerini sıkarak.

O tekmeyi yiyen ne kadar Poyraz komutan olsa da benimki bile acımıştı.

"Buradan ancak cesetleriniz çıkar asker. Kendine bu kadar güvenme," dedi sırıtarak.

Göz devirmekle yetindi Poyraz komutan. Ona vurmasını beklerken bir anda bana yumruk attı.

Tabi eli kuş kadar hafiftir. O kadar da hissetmedim ama boşluğuma denk geldi.

"Lan bir haber versene göt. Ne güzel sinema izliyorum şuracıkta," diye bağırdım hemen. "Bir keyif yaptırmadın amına koyayım ya."

Dinlemedi. Birkaç yumruk daha vurdu yüzüme. Karnıma vurmaya başladı. Bir süre sonra yoruldu.

Ama son olarak Poyraz komutana yaklaştı. Kelebeği tekrar salladı. Önce üzerindeki üniformasını kesti. Sonra yavaş yavaş bıçağı derisine geçirdi.

Yüzünü ekşitti Poyraz komutan. Acısını onlara belli etmeyeceğini biliyordum. Ama ne kadar belli etmek istemese de dişlerini sıktığı çıkan kemiklerinden gayet net belli oluyordu. Kelebek yavaş yavaş vücudunda aşağıya kaydı.

DOLUNAY ZİRVESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin