Bölüm 38

63 5 0
                                    

Öncelikle beklettiğim ve birkaç haftadır bölüm aradığım için özür dileyerek başlıyorum ancak stok olarak elimde kalan son bölümü atıyorum. Yazmak oldukça zor ve finali kafamda yazdım bile kfnskdns...

Kötü sonla final olacağını söylemiştim lakin finalde belki bir sürpriz olabilir... Uzun bir süre bölüm gelmeye bilir. Elimden geldiğince hızlı bir şekilde yazmaya çalışıyorum

Umarım hoşunuza giden bir bölüm olur... Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin. Sizleri seviyorum 🤍

ELMAS YILDIRAY

Gülümsemeyi her zaman vermiştim. Gülümsemek, hayata gülerek bakmak, her şeyi iyi olacak diye düşünmek beni rahatlatıyordu. Sanki gülümsediğim zaman her şey harika olacak, kimse asla ama asla berbat edemeyecekmiş gibi geliyordu.

Her zaman konuşurdum. Kimi zaman gerekli konular olsa da, genel olarak boş konuşurdum. Ne olursa olsun sessiz durmazdım. Sessizlikten nefret ederdim. Tek başımayken bile konuşuyor olmam bunun en büyük kanıtı olabilirdi.

Bu günüm de harika geçmişti. Dün akşam harikaydı. Sevdiğim adamın ailesiyle tanışmıştım. Onunla beraberdim. Gülmüştüm. Onun gülüşünü izlemiştim. Yeğenine olan yaklaşımını görmüştüm. Gaye'ye bakarken parlayan gözlerini canlı canlı izlemiştim.

Şimdi...

Şimdi gün boyu gülüşünü izlediğim, gözlerindeki ışığı seyrettiğim adamın acısı karşımdaydı.

Karanlık bir odadaydı. Çok az bir güneş ışığı ile görüntüde onu görebiliyordum. Net değildi. Karanlık bir gölge gibiydi.

Dimdik duran bedeni, sanki kendinde değil gibiydi. Hareket etmiyordu. Gelen minicik güneş ışığı yerdeki kana yansıyordu, parlaklığı ile belli ediyordu.

Sessizlik... Sadece sessizlik vardı. Onun kendisini bulduğu o sessizlik, şuan kendinden alıyor gibiydi. Sanki bu sessizlik... Ölüm sessizliğiydi...

Bir duvar görünüyordu. Yerde yatan bir beden. Önünde kanlar parlıyordu. Ufacık camdan gün ışığı giriyordu. Bomboş bir odaydı.

Bulanık görüşüm, gözlerimin dolduğunu bana kanıtlar gibiydi. Birkaç saniye daha o sessizlik devam etti. Ben o sessizlikte boğuldum, o ise o sessizlikte ölümü bekledi.

Sessizliği, açılan kapının gıcırtılı sesi bozdu. İçeriye yoğun bir gün ışığı dolarken o, hala gölge gibiydi.

"Tik... Tak... Tik... Tak..." İçeriye giren adamın sırtı kameraya dönüktü. Yüzü görünmüyordu ama sesi pek iç açıcı değildi. ""Tik... Tak..." Odada adamın çıkarttığı ses yankılanıyordu. Sağ eli havada, işaret parmağı kelimeleriyle eş orantıda sağa sola gidiyordu. "Tik... Tak... Zamanın doluyor gibi, asker."

Gölgeliğin orada bir kıpırdama oldu. "Işığı açın," dedi adam sert bir sesle. Odanın içi sarı bir ışıkla dolarken, yüzü netleşti.

Her yeri kandı. Heybetli duruşu, geniş omuzları, kalkık çenesi... Hiçbirinden eser yoktu. Karşımda yıkık bir adam duruyordu.

Dik duramıyordu.. Omuzları düşüktü. Başını sabit tutamıyordu. Yırtık olan kıyafetinden karnı gözüküyordu. İlk geldiğinde gördüğüm kasların ve muntazam vücudundan o kadar uzak bir haldeydi ki. İncecikti. Dudaklarının çatlaklığını net olmasa bile görebiliyordum.

Her şey berbatken, bakışları aynıydı. Tıpkı timin içinde olduğu gibiydi. Keskindi. Ne düşündüğünü, ne hissettiğini asla anlayamazdım. Zaten net olmayan görüntü, dolan gözlerim ile iyice bulanıklaştı.

DOLUNAY ZİRVESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin