Sabah olduğunda, düşündüğüm gibi hava aydınlanmıştı. Tekrar duşa girip üzerimi giyindikten sonra ben de limana doğru yola çıktım.
Sabahın erken saatleri olmasına rağmen neredeyse herkes buradaydı. Onlar da benim kadar heyecanlı olmalılardı.
Bizi eğiten kaptan, yolculuğa gelmeyecekti. Bu normalde olan bir şey değildi. Sadece acemilerin bulunduğu bir geminin büyük bir mal taşımına gidecek olması. Kaptan, hepimizi tek tek eğittiğinden bize kendinden çok güveniyordu.
Hafif bir esinti vardı havada, deniz ise bir çarşaf gibiydi. Tek bir dalga yoktu, yolculuk için mükemmeldi. Dünkü yağmurdan eser yoktu. Aynı günler önceki tahminde denildiği gibiydi.
Yukarı çıkacakları kura ile belirledik. Ben aşağıda, gemi içinde kalacaklardandım. Yolun başını göremeyecektim.
Ama ikinci grupla olmam çok daha avantajlıydı, en azından yukarıya çıktığım esnada herkesin deli gibi korktuğu o yolları görebilecektim.
Bunun heyecanıyla gemiye bindim ve hızla aşağı kata indim. Benimle beraber aşağıda 5 kişi daha kalacaktı. Sunoo, Jay, Sunghoon, Jungwon ve Niki. Pek tanıdığım insanlar değillerdi, birkaç kez konuşmuş olsak da. İyi insanlara benziyorlardı.
İki ana oda vardı kalacaklar için, üçlenmiş şekilde ayrılmıştı. Seçime katılmak istemediğimden sağ tarafta olana doğru yürüdüm. Oda arkadaşlarımı seçmeyi onlara bırakmıştım, beni pek alakadar etmiyordu.
Odaya girdiğimde, kendimi yatağıma atıp oda arkadaşlarımı beklemeye başladım. Yaklaşık 5 dakika sonrasında kapı çalındı. Benim boylarımda biri içeriye girdi, onun arkasından ise uzun biri.
İsimlerinin Jungwon ve Jay olduğunu belirterek içeriye geçtiler. Selam vermekle yetinip arkamı döndüm.
Yarım saat sonrasında ikisi konuşmaya başladığından dolayı ben de kalktım. Ufak ufak onları dinledikten sonra sohbetlerine katıldım. Uyumamız gereken saatleri konuşarak geçirdik. İkisi de göründüğünden daha cana yakındı. Jungwon ile çok iyi anlaştığımı söyleyebilirim.
Bazen ben susuyordum ama o ikisi fark etmiyordu bile. Sohbet ilerledikçe üçüncü tekerleğe dönüşmüştüm. Benim burada olduğumu unutup flörtleşmeye başlamışlardı çoktan.
İstemsizce suları izleyerek mayıştığımı fark edip yatağıma döndüm. Kafamı yastığa koyar koymaz o ikisinin seslerini bile duymadan uyuyakaldım.
Birkaç saat kadar uyumuşum sanırsam, ben uyku sersemi bir halde uyandığımda Jay ve Jungwon da uyuyordu. Saate bakma gereği duyduğumda neredeyse akşam olduğunu fark ettim. 3-4 saat sonrasında bizim sıramız gelecekti.
Diğer üçlü de uyuyordur diye düşündüm, ışıkları çoktan kapatmışlardı. Ayılmak için buraya taşıdığımız içeceklerden bir tanesini açtım ve içtim.
Daha fazla uyuyamayacağım belliydi, bu yüzden telefona bakınmaya başladım. Pek uzun sürmedi, ilgi çekici hiçbir şey yoktu.
Dışarı bakmak için odadan çıktım. Su halen sakindi, tek garip olan bizim olmamız gereken yoldan çok daha ileride oluşumuzdu.
Uyuduğum sürece bu kadar ilerlemeleri imkansızdı, yol çok uzundu. Bu işte bir terslik vardı. Yanılamazdım.
Yukarıya çıkmak için koridora doğru ilerlemeye başladım. Ardından kapılardan biri açıldı ve biri çıktı.
İsminin Sunghoon olduğunu hatırladığım çocuktu bu. Beni gördüğüne şaşırmıştı, yüz ifadesinden belliydi.
"Sen de mi uyuyamadın?"
Başımı olumlu anlamda salladım.
"Sen neden uyanıksın?"
"Uykum hafiftir. Bir anda uyanıverdim işte, sonra geri uyuyamadım. Dışarıya bakınırken de olduğumuz yer garip geldiği için yukarı çıkacaktım."
Benimle aynı şekilde düşünmüştü.
"Ben de yukarı gidiyorum Sunghoon. Gel gidelim."
Başını salladı ve bana yetişti. Yavaş yavaş yukarı çıktık. Çıktığımızda, aşağıda gördüğümüz sakin havadan eser yoktu.
"Sunghoon. Bir terslik var."
"Farkındayım Jaeyun. Bir bakalım şuna."
İlk grubun olduğu yere geldiğimizde hiçbir tepki vermeden ilerlemeye devam ettiklerini gördük. Oldukları yer, lanetli sayılan Siren adalarından başka bir yer değildi.
Hava giderek kasvetli bir hal almaya başlamıştı. Ama onlar bunu asla dert etmeden ilerlemeye devam ediyorlardı. Sunghoon ilerleyerek içlerinden birini dürttü.
"Hava giderek kötüleşiyor. İlerlemek tehlikeli."
"O bize ilerlememizi söylüyor."
"Kim?"
"Sesin sahibi."
"Ne sesinden bahsediyorsun sen? Ortada konuşan biri yok." kendime hakim olamayıp konuşmuştum.
"Bu güzel sesi duymuyor musunuz?" diye sordu bize, ellerini iki yana genişçe açarak.
Sorun şuydu ki, hiçbir şey duymuyorduk. İkimiz de.
Yağmur başlamıştı bir yandan, hava tahminleri yanılmıştı. Hafif hafif de yağmıyordu. Şiddetli bir yağmur vardı ama su halen dalgasızdı. Büyük bir terslik vardı.
_________________________________________
of