Arabayı park edeceği bir yer bulunca durdu. Bir süre sessizlik bana iyi gelmişti. Sonra sahile doğru yürüdük. Ayaz da bir süre susmayı düşünmüş olmalı ki ağzını açıp tek kelime söylemedi.
"Ayaz bu iş yürümez. Daha kaç gündür tanışıyoruz ama yaşadıklarımızı insanlar aylarca süren ilişkilerinde yaşamıyor. Sağlıklı değil. Sadece arkadaş kalamaz mıyız?"
Ayaz son sözümün üstüne dünyalar başına yıkılmış gibi bir surat ifadesine büründü. Aniden yürümeyi bırakıp tek adımda önüme geçti. Yüz yüze gelince birden elini saçlarımın arasına geçirip, beni dudağımdan öpmeye başladı.
Dünya durdu o anda. Etrafımızdaki insanların umurunda değildik. Onlarda bizim umurumuzda değillerdi. Bense onu ne itebildim ne de kendimi çekebildim. Aciz bedenimin yapabildiği tek şey, bu içinde şehvet ve arzudan çok sevgi ve masumiyet olan öpücüğü kucaklamaktı. Kaçamadım. Yaptığım tek şey ona yakalanmaktı hem de savunmasız bir şekilde.
Hislerim dalgaları yüksek bir okyanus gibi. Ama o da dalgalara ihtiyacı olan sörfçü... Bu yaşadığım hislere kucak açmak, en ihtiyacım olan durumken, benliğim sen yüzme bilmiyorsun kaç diyor. Pes etmek kaçınılmaz olan. Ona olan duygularım, onu itebilecek olan duygularımın çok üstünde. Kaçınılmazı uzatmayıp ona kocaman sarıldım. Öpüşüne karşılık vermek hiç de zor olmadı.
Sahilinde ortasında, insanların önünde, birbirini arzuyla değil de aşkla öpen iki gençtik. Ne o çekilebildi ne de ben. Sonunda nefesimiz bittiğinde birbirimize aşka bakıyor, gülümsüyorduk. Ayaz'ın telefonu durmadan çalıyor, bu ortama gürültü kirliliği yayıyordu. Af dileyen bakışlarını, gözlerime düşürdüğünde bir adım geriye çekilip anlayışla gülümsedim. Ekrandaki aynı isimdi. Babam. Sessize alıp cebine attı telefonu. Sonra gözlerime baktı.
"Hazır mısın?" derken anlamayan gözlerle ona bakıyordum. Düşünmeme fırsat kalmadan bana hızla yöneldi ve belimden yakalayıp havalara kaldırdı. Önce ne yaptığını anlamadığım için çığlığımı engel olamadım ama sonrasında etrafında dönmeye başladığı anda çığlıklarımın yerini kıkırtılar aldı. Ben bu sefer hafif yukardaydım. Çenem onun alnına değiyordu. Gülerek etrafımızda dönüyorduk.
"Sen beni affettin." sesindeki cıvıldama bir öküze göre çok daha kibar ve sevinçli çıkıyordu.
"Evet Ayaz Yıldırım. Seni affettim. Daha kaç kere daha bunu yapacağım bilmiyorum ama sonsuz olan bu döngüde sıkışmışa benziyoruz." derken yavaşça kucağından indim. Alınlarımız birbirine değiyordu. Ellerimiz birbirine kenetlenmişti.
"Ne yiyoruz" diye sorduğunda "yemek yapmakta becerikliyimdir." deyiverdim. Son yakınlaşmamızdan sonra tekrar aynı evin içinde olmak beni huzursuz etse de bunu aşmam benim için iyi olurdu. Affettiysem geçmişe takılamam. En azından bunu ona hissettirmek istemiyorum. Bu düşünceler zihnimden geçerken aklıma başka bir şey geldi. Yarın sabahtan dersim olmadığı için savcılığa gitmem gerekiyordu. Bu karmaşanın içinde bir de bu sorun vardı. Karanlık geçmişim sırtımdan inmiyor, ondan kurtulmama izin vermiyor bir türlü.
Eve vardığımızda bu sefer benimkindeydik. Yemek hazırlamak için üstümü değişmiş, tezgâhın önündeki yerimi almıştım. Tavuk ve pilav her zaman bana kolay gelen bir yemekti. Bende bildiğim yollardan ilerlemeye çalıştım. Bu sırada Ayaz evde üstünü değişmiş, ben yemek yaparken dizüstü bilgisayarından işle alakalı olduğunu anladığım birkaç mail yazıp, birkaç telefon konuşması halletmişti. Ne kadar sert. Aklımdan geçen ilk şey konu iş olunca Ayaz'ın çok katı oluşu oldu. Telefonda konuştuğu kişilerle de aşırı resmi ve aynı soğuklukla konuşmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ATEŞİ GÖRDÜM +18
RomanceYa yanağımdaki yaşı silmesine izin verecektim ya da arkamı dönüp çekip gidecektim. Her bir hücrem onu özlüyordu. Onu arzuluyordu. Bilmediğim bir çok hissi bana yaşatan o esmer adam. Güzel ellerini vücudumun her yerinde düşünürken bile yanaklar...