Yoğunluk. Bardaki atmosfer çok yoğundu. Alkışlar fazla geliyordu. İnsanlar fazla geliyordu. Doruk yoğundu. Ona hissettirdiklerim, ilk öpücüğümün hissettikleri çok... Çok fazla yoğundu. Duygularımın yoğunluğu altında eziliyordum.
Daha önce hiç tatmadığım onlarca duyguyu bana yaşatmıştı. İnsanların ne düşündüğü umursamazdım ya da umursamadığımı sanardım.
Ama o beni öptüğünde her şey ayağımın altından kayıp gitmişti sanki. Kimseyi düşünemiyordum. Tek düşündüğüm dudaklarının lezzeti ve o muhteşem kokusuydu.
Ona karşı çekiliyordum. Bunun farkındaydım. Oysaki ben ona karşı koymak istiyordum. O beni yakıyordu. Tadıyla ısıtıyordu beni. Nefesiyle kavuruyordu. Kokusuyla üstüme su döküp küllerimle beni baştan yaratmaya çalışıyordu.
Onu tanımıyordum. Ama onun gözlerine bakınca acı görüyordum. O acı tanıdıktı. O acı bendim.
O kendini rüzgarın şiddetine kaptırmış savruluyordu. Nereye ve nasıl gideceğini düşünmüyordu. Boş vermişti. Umursamamayı öğrenmişti. Gözleri onu ele vermiyordu. Çünkü bunu öğrenmişti. Doruk ne olursa olsun kocaman bir soru işaretiydi. Ve benimde o soruların cevaplarına ulaşmam için hangisinden başlayacağımı bulmam gerekiyordu.
Bardaki insanlar hala alkışlarken Doruk beni belimden tuttu. Sahiplenircesine. Onun olduğumu hissettirirmişçesine.
Ah! Cidden ne ara böyle düşünmeye başlamıştım ben?
Önceden olsa bu tarz düşünen insanların ne kadar zavallı olduklarını düşünürdüm. Aklımı kaybediyor olmalıydım. Bu tür saçma bir hareketten etkilenmemeliydim.
O nasıl gözlerinden duygularını fire vermiyorsa bende bunu öğrenmeliydim. Doruk beni öyle sıkı tutuyordu ki bıraksa arkama bakmadan kaçacağımı düşünüyormuş gibiydi. Oysa ben ne kadar inkar edersem edeyim ona koşuyordum. Ona ulaşmaya çalışıyordum.
Belimi hala çok sıkı bir şekilde sıkarak hareket etmemi sağladı. Çıkışa doğru yürürken utançtan kafamı yere eğmiş bir şekilde yürüyordum. Utanmamalıydım. Utanılacak ne vardı Allah aşkına? Sadece henüz tanıdığım bir adamla çölde susuz kalmış ve sonunda aradığını bulmuş biri gibi öpüşmüştüm. Tabii bide hiçte hafife alınmayacak duyguları tatmıştım.
Doruk'un belimdeki hassas noktaya parmağını bastırmasıyla kafamı kaldırmıştım.
Bir çift kahverengi göz... Ne kadar olmuştu o gözleri görmeyeli? Sanırsam balodan önceydi.
Bana mı kilitlenmişti o kahverengiler? Ben yine o kahvelerde biraz sinir biraz şaşkınlık ve biraz da kırgınlık görmüyordum değil mi?
Doruk muhtemelen kafamı kaldırmam için bana dokunmuştu. Ama ben kafamı kaldırmamla o kahverengileri görmüştüm.
Yine mi olacaktı aynı şey? Her kendimi huzurlu hissettiğim zaman da çıkmak zorunda mıydı bu adam karşıma? Onsuz yaşamayı öğrenmek yeterince zamanımı almıştı.
Ben hep bir daha kimseyi sevemeyeceğim diye düşünmüştüm. Ama şimdi hayat bana bir çift mavi göz vermişti. Belki o bana karşı hiçbir şey hissetmiyordu, hatta beni sıradan, kolay bir kız olarak da görebilirdi. Belki de gösteri yapmak için beni öpmüştü. Belki her şey sahteydi. Ve ben belki yine hayal kırıklığına sarılacaktım. Ama deniyordum.
Karşımda daha önce kimseye karşı bu duyguları barındırmadığım adam ve kimseyi ondan daha çok sevemem ben dediğim kendimi onun için kapattığım adam vardı. Ne yapmam gerekiyordu? Konuşmalı mıydım?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAVİNİN DERİNLİĞİ
Teen FictionKalbi paramparça olan bir kız. Aşkın en kötü halini yaşamış, yıllarca kendini duvarlara hapseden suçsuz olan bir mahkum. Adının hakkını sonuna kadar veren masum, ürkek ve bir o kadar da cesur olan Derin Özgün... Dünyaya maviliklerini açtığından beri...