PLAN

44 12 0
                                    

Düşmezse düşmesin yakamızdan ölüm. Bizim üstümüze güneş doğacak gülüm. Gülüşüne bir kurşun sıksa da ölüm; unutma ki umuda kurşun işlemez gülüm...


Doruk Kalkan'dan

"Bugün beni Yalçın Kalkan aradı."

Kulaklarım duymayı reddediyor, beynim algılamamakta ısrar ediyordu. Aşık olduğum kadının çilek kokulu dudaklarından dökülen sözcükleri inkar etmek istiyordum.

Olamazdı. Böyle bir şey gerçekleşemezdi, gerçekleşmemeliydi. Bana aldığım nefesten soğutan, babam demeye utandığım, diyemediğim adam benim sevdiğim kadını aramıştı. Nasıl bunu yapabilirdi?

"Sana ne söyledi?" diye sordum taptığım saçlarını okşamaya devam ederken. Kendini geri çekecekti ki elimle başına hafifçe bastırdım. Parmaklarım ait olduğu yerde mutluydu ve şu an olmaması gereken bir sakinlikle okşuyordu her bir teline aşık olduğum saçlarını.

"Belki de söylememem gerekirdi ama söylemeseydim yüzüne bakamazdım."

Derin böyleydi işte. Benim minik, yürekli kızım. Her zaman vicdanına kulak veriyordu. Bu her zaman içini rahatlatsa da, evet ben yapmam gerekeni yaptım dedirtse de insanoğlu bencildi, yapması gerekeni yaptığı halde benim miniğimin canını yakarlardı. Çünkü insanlar kendi duymak istediklerini söylemelerini isterlerdi. Yalanın yalan olduğunu anlayana kadar aslında o yalandan memnundurlar. Çünkü gerçeklerden kaçarlar ve duymak istediklerini seçerler....

Derin benim minik, cennet kokulu sevdiğim; sevmekle yetinmediğim sol yanım. Sevmeyi de sevilmeyi de onda öğrendiğim. Küçük parmaklarıyla nasıl da kalbimi onarıyordu. Ne olursa olsun onun gözlerine baktığımda, dudaklarında yaşam bulduğumda, parmaklarım saçlarıyla buluştuğunda her şeyi unutuyordum. Hele gözleri, ah o gözleri... Orada bir yaşam vardı, bir ülke gizliydi o kahvelerde. Yalnızca iki kişiyi yaşatan gözleri... Kahve ülkesinin iklimi güven, her bir sokağı devrimdi. Yine bana unutturmuştu işte o kahveler. Dizime uzanan, saçlarında dolaşan parmaklarımla huzur bulan benim güçlü minik kızım benim yine sinirlenmeme engel olmuştu.

"Senin şu kahvelerin var ya ikimizi yaşattığın ülken var ya orası bana ait. Kendimi bulduğum, ait olduğum yer orası. Her sokağı bize ait, her yeri sen kokan cennet o kahveler."

Kahveler şaşkınlıktan olsa gerek büyüdü, öyle tatlı bir görüntüydü ki her saatimi bu görüntüyü izleyerek geçirebilirdim. Kızmamı, delirmemi bekliyordu, biliyordum. Eski ben olsam o adamın ağzına sıçardım, benim minik kızımı rahatsız etmek ne demek ona gösterirdim ama şu baş belası beni değiştiriyordu. Onu uzaktan sevmek benim en büyük cezam olduğunu düşünürken şu an beni sevdiğini bilmek içimde hiç tatmadığım duygularımı alevlendiriyordu.

"Tehdit etti Doruk. Seninle ve babamla beni tehdit etti. Ben ne yapacağımı bilemedim."

Kasılan çenemle birlikte saçlarımda olan parmaklarım yumruk halini almıştı ve bununla beraber Derinin 'Ah' demesi de bir olmuştu. Ne yaptığımı fark edince elimi hemen geri çektim. İşte gerçek Doruk buydu, sinirlenince en sevdiğine bile zarar veren Doruk'tu bu.

"Sana ne dedi?"

Yüzüm ne haldeyse benim minik kızım korkmuş gözlerle bana bakıyordu.

"Sanırım şu an doğru bir zaman de..."

"Derin!"

Sesimi yükselterek konuşmam onu ürküttü. Alışık olmadığı bir Dorukla karşı karşıyaydı farkındaydım ama şu an kendimi dizginlemek için yeterince çaba sarf ediyordum. Eski Doruk olsa yerinden fırladığı gibi o mekanı basar, bütün şirkettekileri öldürene kadar işkence çektirirdi. Ama şu an bunu yapamazdım. Minik kızım korkmuştu, onun daha fazla korkmasına müsaade edemezdim.

MAVİNİN DERİNLİĞİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin