Kuş ölür, sen uçuşu hatırla...
Korku.
Beş harf iki kelime... Kaygı durumu... Her insanda mevcut olan ana duygu parçası. İnsanın bedenini baştan ayağa saran, düşüncelerini kuşatan kaygılanma hali.
Endişe.
Kuşku duyma, paniğe kapılma durumu. Nabzın hızlanmasıyla depar atan duygu yoğunluğu. Korku hali, fazla merak ve gerilim.
Acı.
İçinde üç harf barındıran ama üç milyon düşüncelere kapı açan o kötü ruh hali. Hislerin somut bir nesneymiş gibi eline düşmesi.
Çaresizlik.
Elden hiçbir şey gelmeme hali, umarsızlık. Ne yapman gerektiğini bilmediğin kötü durumlarda beynindeki seslerin çoğalması ve seninle savaşmaları... Beklemekten başka çarenin kalmadığı en çaresiz durum.
Nasıl hissettiğimi en güzel bu dört kelime ifade eder. Öyle boktan bir durumdayım ki boğazıma sarılan soyut elleri yenemiyorum. Öyle sıkıca yapıştı ki boğazıma bir katilin parmaklarından daha güçlü bir el sanki. Kızını sekiz yerinden bıçaklayan bir babadan daha acımasız bu soyut parmaklar. Göremiyorum, dokunamıyorum ama öyle bir hırsla yapıştı ki boğazıma tenime kirli parmaklarını geçirmek istercesine. Onu unutmamam için dövme misali tenime işliyor gölgelerini. Halbuki onu unutmak ne mümkün. Ben o kirli parmakların sahibini öylesine iyi biliyorum ki zihnimin içinde asla unutamayacağım bir alanda.
Bir katilden daha soğuk, kirli ve acımasız parmaklara tek bir kişi sahip olabilirdi: YALÇIN KALKAN.
Bu ismi beynime öyle kazımıştım ki zihnimin tozlu sayfalarında bile görebilirdiniz. Kanın tek adresiydi benim için. Güçlü olmak için, para için kendi oğlunu harcayabilen, masum insanlara zarar veren ve en kötüsü de sevdiği kadının ölümüne sebep olan tek kişiydi. Bu ülkeyi bırakın bu dünyada onun gibi zehirlisi yoktu, olmamalıydı.
Kötülüklerin kol gezdiği dünyevi sokaklarda iyilik için çırpınan kuş sürülerini gözünü kırpmadan öldürebilen insan gibi görünen bir canavardı o. Sevmelere kıyamadığım ilk aşkımı benden alan pislik herifin tekiydi.
Babamla yeni yeni yakınlaşmışken, onu tekrar bulmuşken kaybetmek istemiyordum. Kötüyü düşünmek istemiyordum ama zihnimin bir köşesinden sürekli kötü fikirler sızıyordu. Ya onu tekrar göremezsem?
İşte bu korkunun ta kendisiydi. Normal bir duygu olarak içinizde tutarken en ufak bir zaafınızda başını uzatır ve bir yılan misali zehirli olan diliyle sizi sokar. İlk önce o sürüngenden kaçmayı başarırsınız ancak soluklanmak için durduğunuz an yanınızda biter ve zehrini salmaya devam eder. Ve evet başarmıştır, korku tüm bedeninizi ele geçirir.
Ona bir şey olur mu?
Bu soru zihninizde aniden belirir ve kan pıhtılaşmanız artar, nabzınız kafesten kurtulmak istercesine saldırır size. Bu sorunun cevabını bulamazsınız. İnsan ölümlü bir kuştur. Kafesten kurtulduğu an uçmayı ilk defa öğrenirmiş gibi çuvallar. Tutunacak tek dalı gökyüzünün mavisi, bulutların beyaz yastığıdır. Her an dengesini kaybedip kendini beton yığınlarının içinde bulabilir. Ve biz hep bir şey olur mu korkusuyla yaşarız. Bu endişenin filizlenmiş hali, korkunun bir üst modelidir.
Burada böylece oturup bekliyorum. Neden elimden bir şey gelmiyor?
Vicdan azabının en büyük düşmanıdır, çaresizlik. İnsanı yer bitirir bu lanet his. Fevri kararlar verdirir, mantıksızlığın dibine vurdurur. Beklemek sonsuzluk gibi gelir, hiç bitmeyecek bir yolun hala başındaymış gibi hissedersin. Oysa sen yolu asla yarılayamazsın, yolun sonu yoktur.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAVİNİN DERİNLİĞİ
Dla nastolatkówKalbi paramparça olan bir kız. Aşkın en kötü halini yaşamış, yıllarca kendini duvarlara hapseden suçsuz olan bir mahkum. Adının hakkını sonuna kadar veren masum, ürkek ve bir o kadar da cesur olan Derin Özgün... Dünyaya maviliklerini açtığından beri...