Sen; aklım ve kalbim arasında kalan, en güzel çaresizliğimsin...
Hayatımızın özeti yaptığımız tercihlerdir. Önümüze her zaman seçenekler çıkar ve biz hayatımıza sadece bir seçenek ile devam edebiliriz. İkisi üçü yoktur. Hayata sadece bir kere geliriz ve yolumuza koyulan taşlardan yani engellerden yavaş yavaş sıyrılmaya çalışırız. Ve bunu da seçimlerimizle yaparız.
Önce küçük engelden başlarız ve bunun için bizi çok büyük ikileme götürmeyen seçeneği seçeriz. Daha sonra gökten bir taş daha düşer. Bu sefer zorlanırız ama yine de engeli aşmak zorundayızdır. Ve bu hayat oyununda hile geçmemektedir. Önümüze çıkan iki seçenekten yine birini seçeriz ama aklımız diğer seçenekte de kalmıştır. Doğru mu yaptım diye düşünürüz. Pişman olursak iş işten geçti artık deriz ve daha büyük taşları atmakla oyuna devam ederiz. Ama eğer doğru bir tercih yaptıysak acımasız olan hayat oyunu bizim için daha da kolaylaşır. Tercihlerimiz gideceğimiz yönleri belirler.
Hayat bir sınavdır. Doğduğumuz andan itibaren öğrenmekte ve gelişmekteyiz. Kendi kararlarımızı kendimiz vermekte ve birey olma yolunda düşe kalka ilerlemekteyiz. İnsan hatalarla dolu bir varlıktır. Hatalarımız sonucunda kendimize ders çıkarır, rotamızı düzeltiriz.
Belki de bende şu an dönüşü olmayan bir hatanın kıyısındaydım. Önüme çıkan seçenekleri doğru değerlendirmiyor olabilirim. Yapacağım tercih beni uçurumun kenarına sürükleyebilir ya da hayatımdaki bir engeli ortadan kaldırabilir.
Zihnimde binlerce düşünce dolaşıyor, karar vermemi engelliyordu. Melek ve şeytan çoğalmıştı, hepsi aynı anda konuşuyor aklımı bulanıklaştırıyordu. Her bir ağızdan ses çıkıyor, her ses bambaşka şeyler söylüyordu. Değil karar vermek onları dinlemek bile benim için çok güçtü.
Yalçın Kalkan beni aramıştı. Kötü kalpli, ruhu çürümüş adam beni tehdit etmişti. Sesi zihnimden bir türlü gitmiyordu.
"Oğlumla beni barıştır, baban İstanbula dönsün. Ama eğer bunu yapmazsan ömrün boyu babanla görüşemezsin."
Ürkütücüydü.
Sıradan bir insan olsa bu söylendiklerini kale bile almazdım. Ama tanrı aşkına, Yalçın Kalkan'dan bahsediyorduk. Yılların mafya babası. Kadın pazarlığı yapan, yer altının pis işlerindeki isim babası olan Yalçın Kalkan. Ve en kötüsü sevdiği kadının ölümüne sebep olan adam.
Kendi ailesine bunları yapan, masum insanların hayatını karartan bu adam için beni babamla görüştürmemesi ne kadar zor olabilirdi ki?
Çıkmaz bir sokaktaydım. Sokağın duvarlarında Yalçın Kalkan'ın resimleri asılıydı. Hangi yöne gidersem gideyim karşıma o çıkıyordu. Şu an öyle bir tercih yapmalıyım ki sevdiklerimi kaybetmeyeyim.
Beni vurması gereken en kötü yerden vurmuştu. İlk aşkım, güvendiğim adam olan babam ve bana uçsuz bucaksız sevgisini bahşeden Doruğum. O kadar zordu ki.
Yapamazdım. Ben böyle bir seçim yapacak kadar güçlü değildim. Kararlarımın arkasında duracak kadar güçlü değildim. Doruk'a hayatı zindan eden bir adamla barışmasını isteyecek kadar gözü kör, bencil biri değildim. Çocukluğumdan beri kaybetme korkusuyla yaşadığım babamı bile isteye gönderecek kadar güçlü değildim.
Yapamazdım. Yeniden nefes aldığımı hissederken ne kendime ne onlara bunu yapamazdım. Doruk'tan uzaklaşamazdım. Onun elini her zaman tutacağıma dair sözüm vardı. Elini bırakmak istemiyordum, onu bırakamazdım. Babamla bir daha görüşemeyecek olmam düşüncesi beynime binlerce oku aynı anda fırlatıyordu. Düşüncesi bile beni bu denli korkuturken kendimi bile bile uçurumdan atamazdım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAVİNİN DERİNLİĞİ
Teen FictionKalbi paramparça olan bir kız. Aşkın en kötü halini yaşamış, yıllarca kendini duvarlara hapseden suçsuz olan bir mahkum. Adının hakkını sonuna kadar veren masum, ürkek ve bir o kadar da cesur olan Derin Özgün... Dünyaya maviliklerini açtığından beri...