BİR KUŞ MİSALİ

23 3 2
                                    

Sonra gülüşün geldi aklıma ve içimden dedim ki; yine gelsen yine severim seni.

"Aşk bazen gitmekle kalmak arasında verdiğin en büyük savaştır. Sevmeyenin aklı, gerçekten sevenin kalbi kazanır bu savaşı."

Ellerimde Nazım Hikmetin şiir kitabı vardı. Nazım en sevdiğim şairdi. Hissettikleri fazlaydı, şu an ellerimde onun kitabı varken ona dokunuyor gibi hissetmem normal miydi? Bu hissi seviyordum.

Aklım da kalbim de bu sözde kalmıştı. Sanki hayatımda ters giden hiçbir şey yoktu ve ben sadece bir şiir dizesini düşünüyordum. Bencilce miydi bilmiyordum. Sadece uzaklaşmak istiyordum. Hayatın bizi bir yerlere sürüklemesinden, sürekli canımı yakmasından, içimde hep endişe yaratmasından uzaklaşmak istiyordum. Ben kendi dünyamda mutluydum ve özgürdüm. Ölene kadar her günü şiir okuyarak geçirebilirdim.

Hep merak etmiştim Nazım gibi seven olur mu beni diye... Karşıma Doruk çıktığında dünyada hala aşkın var olduğuna inanmıştım. Çünkü biz insanlar her şeyi tükettiğimiz gibi en değerli hazinemiz olan sevgiyi de tüketmiştik. İnsanlar o kadar yıpratmıştı ki bu duyguyu ben duvarlarımın ardından çıkmamayı düşünüyordum. Ama biri geldi ve o duvarları yıkmaya başladı. Bir tuğla yere indiğinde sanki ben daha fazla nefes alıyor gibi hissediyordum. Buna alışamıyordum. Ben karanlıklar arkasında yaşayan sıradan biriydim. Ama o gelip beni ışığa götürüyordu üstelik kendisi karanlığın dibine batmışken...

Sevmeyenin aklı, gerçekten sevenin kalbi kazanır bu savaşı.

Mantık mı hisler mi diye soracak olursanız ben her zaman duygularımı seçerim. Nazımında dediği gibi sevmeyenin aklı kazanır. Çünkü zaten sevmiyordur. Dünyanın en güzel duygusudur aşk ve herkesin sol göğsündeki kente konmaz. Eğer çarpıyorsa kalbiniz siz dünyanın en özgür kuşusunuzdur. Kanatlarınıza ihtiyacınız hiçbir zaman olmaz.

Doruk hemen yanımda uyuyorken ve ben kendimi dizelere bırakmışken hayat şu an durabilirdi. O yanımda solurken, alnı hafif terliyken ve bu kadar güzel görünürken ben ölebilirdim. Bir adam uyurken bu kadar tehlikeli ve masum nasıl görünebilirdi? Bu nasıl bir zıtlıktı? Elimi hafifçe kaldırdım yüzüne yaklaştırırken dokunmak ve dokunmamak arasında ikilemdeydim. Gevşemiş yüz hatları, düz bir çizgi şeklindeki dudağı, çıkık elmacık kemikleri beni kışkırtıyor gibiydi.

Hafifçe yüzüne dokundum ve gözlerimi kapattım. Onu hissetmeye çalışıyordum. Parmaklarım yavaşça yüzünde gezinirken gergin bedenim gevşemişti. Elmacık kemikleri o kadar belirgindi ki bu onu sert gösteriyordu. Ama gözleri ve kaşlarına dokunduğunuzda aslında onun yaramazlık yaparken yakalanan masum bir oğlandan farkı olmadığını anlardınız.

"Yüzüme dokunurken ne hissediyorsun?"

Sesiyle irkildim. Sanırım kendimi biraz fazla kaptırmıştım. Ve ayrıca yakalanmıştım. Buna daha sonra utanabilirdim. Şu an onun kollarında olmak istiyordum. Kolunu kaldırdığımda yanına gelmek istediğimi anladı ve bana yer açtı. Hiç vakit kaybetmeden göğsüne uzandım ve boynunda solumaya başladım. Şu an parfüm olmamasına rağmen o kadar güzel kokuyordu ki sanki şu an çilekli pasta kokluyor gibiydim.

"Seni hissetmeye çalıştım."

Saçlarımı öptü. Allahım her gün böyle uyandığım için teşekkür ederim.

"Rahatladın mı biraz daha?"

"Ne demiş şair "Hissedince sana vurulduğumu, anladım ne kadar yorulduğumu. Sakinleştiğimi,durulduğumu... Denize dökülen bir pınar gibi...""

Beni birden altına alıp üste çıkmıştı. Bu kadar yakından gözlerine bakmaya kıyamıyordum. Maviler beni hayata bağlıyordu, bana uçsuz bucaksız bir özgürlük veriyordu.

"Ben sana hep üşüyordum, çünkü kıştım. Nakıştım, bakıştım. İnkar etmiyorum da bunu, seni sevmek gibi büyük işlere kalkıştım."

Yüzünde parmaklarını gezdirirken gözlerini kapattı. O kadar huzurlu görünüyordu ki...

"Sen nereden çıktın da geldin benim karşıma?"

Mavilerini benden gizlerken gülüşünü sundu kahvelerimin önüne. Gülüşü bir çiçeğin yeşermesi gibiydi.

"Seni ilk gördüğüm günden beri bekliyorum Derin."

Bir şey dememe fırsat vermeden beni öpmeye başladı. Öpüşü narin ama telaşlıydı.

Öpüşü kaybetmekten korkar gibiydi.

Öpüşü beni her seferinden yeniden doğuruyordu.

Öpüşü uçmam için bana kanatlar verir gibiydi.

Öpüşü söyleyemediği kelimelerdi.

Öpüşü duvarlarımı yıkıyordu.

Üstümdeki kazağı çıkardı. Yalnızca sütyenimle kaldığımda ondan utanmamaya çalışıyordum.

Çenemden boynuma doğru öpücüklerini sıralarken fısıldıyordu.

"Bir biz varız güzel, öbürleri hep çirkin."

Doruk o kadar telaşlıydı ki biraz sonra onu durduracağımdan emin gibiydi. Ve aynı zamanda o kadar narindi ki canımı yakmaktan korkar gibiydi. Ellerimi tutup arkada sabitledi. Durmak için neyi bekliyordum? Aslında durmak istemiyordum, ona güveniyordum ama henüz zamanı değildi. Doruk boynumdan aşağı inmeye başladı.

Tamam buraya kadardı.

"Doruk, durmalıyız."

"Bak bence artık durmamalıyız. Seni ne kadar istediğimi görmüyor musun?"

İşimi zorlaştırıyordu. Gözlerimi kapattım o ise beni izliyordu.

"Bak böyle bir şeye hazır değilim, tamam mı? Lütfen beni zorlama."

Kalkıp gidebilirdi, neden diye sorabilirdi, bana kızabilirdi ama bunların hiç birini yapmadı. Ellerimi serbest bıraktı. Ve bana sarıldı, öylece göğsümde yattı. Tek bir kelime etmeden...

"Bana yaşadığın şehrin kapılarını aç, başka şehirleri özleyelim orada seninle. Bu evler, bu sokaklar, bu meydanlar ikimize yetmez."

"Ben sana tüm kalbimin kapılarını açtım."

"Biliyorum, sadece... Her neyse özür dilerim."

Tanrım, sahiden bu kadar kibar olmak zorunda mıydı?

"Başka havalar getir bana. İçinde biraz bahar olsun, biraz sen."

Hızlıca kalkıp dolabın başına geçti.

"Hadi kalk sana başka havalar getirmeye gidiyoruz."

Buna şu an o kadar ihtiyacım vardı ki...

"Başımızdaki işi unutuyorsun sanırım."

"Hayır onunla ilgileniyorum ama şu an sevgilime farklı dünyalar göstermek istiyorum. Kaldır o güzel kıçını."

Gözlerimi devirerek yataktan kalktım ve hazırlandım. Doruk ise çoktan hazırlanmış salonda beni bekliyordu.

Kapıdan çıkarken elini tuttum ve bir kuş göğsümden havalandı. Ve ben mavilerin elinden tutup özgürlüğe doğru yürümeye başladım...

MAVİNİN DERİNLİĞİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin