ÖLÜM

55 11 0
                                    

Hiçbir aci baki degildir. Üflersin geçer. Bazilarina biraz daha çok üflemen gerekir, hepsi bu.



Ölüm. Dört harf, iki hece. İnsanın hayatını sonlandıran, ebediyen karanlığa götüren kelime. Önce morg da buz gibi olan sonra toprakta çürüyen bedenin. Üstüne atılan toprak parçaları. Mezarının başına konulan ismin. Ayda yılda bir gelen sevdiklerin. İşte bu kadar basitti yaşam. Küçükken bize anlattıkları gibiydi. İnsanlar doğar, büyür ve ölür.

Her ölüm erken ölümdür. Bu söze inancım sonsuzdur. İnsan ne yaşarsa yaşasın hayatın çilesinden ne kadar şikayet ederse etsin yaşamak ister. Bir gülümseme yeter nefes almaya devam etmek için.

İnsanları en çok yaralayan olay sevdiklerini kaybetmesidir. Sanki o gidince sizden binlerce parça gitmiş gibi hissedersiniz. Üzülürsünüz. Çaresiz hissedersiniz. Yalnız hissedersiniz. Her zaman onu ararsınız. Ama bulamazsınız. Yapabileceğiniz tek şey onun için dualar etmek ve kabrini ziyaret etmektir. Ölümün gerçekliğini tattığınız an hayatın darbesini yemişsiniz demektir.

Elimdeki suyun kalanını mezara döktüğümde boş gözlerle toprağı izleyen Doruk'a döndüm. Üzgündü. Bomboş hissediyor olmalıydı. Nil Hanım için dua ettim. Ve Doruk'u izliyor, görüyor olmasını diledim. Doruk'un omzuna dokunduğumda gözlerini bana çevirdi.

Onu böyle görmek istemiyordum. Çaresiz hissetmesini istemiyordum. Beni annesinin mezarına neden getirdiğini bilmiyordum. Ama bunu yapması benim için büyük anlam taşıyordu.

"Annemle babamın nasıl tanıştığına dair bir fikrin var mı?"

Beklenmedik soruyla afalladığımı hissettim. Bir çok şekilde tanışmış olabileceklerini düşündüm. "Sokakta yürürken birbirine çarpan iki insan."

Böyle bir tanışma olmadığını biliyordum. Ama iyiyi düşünmek istiyordum. Belli belirsiz gülümsedi. Ama bu gülümseme samimiyetten çok uzaktı. Burukça bir gülümseyişti.

"Kadın elindeki kitapları düşürmüştür ve centilmen erkek ona yardım etmiştir. Ve daha sonra bir kahve içmeyi teklif etmiştir."

Böyle tanışan insanlar da olduğuna emindim. Böyle saf romantik hikayelere bayılırdım.

"Hayal dünyasında yaşıyorsun."

Tabii ki hayal dünyasında yaşayacaktım. Bu kadar olumsuz bir dünyada hayalleri kim suçlayabilirdi? Söylediklerine karşılık vermedim. Zaten çok geçmeden tekrar konuştu.

"Babam kadın pazarlığı yapıyordu. Annem ise babası yüzünden şiddete maruz kalmış biriydi ve daha fazla buna göz yummak istemediği için evden kaçtı. Ve yolu babamın genelevinden geçti. Babam onu işe aldı. Pazarladı. Farklı farklı yerlere ücretler karşılığında gönderip çalıştırdı. Bedenen ve ruhen çöktüğünü gördüğünde onu kendi evine aldı. Bu sefer babam için çalıştı. Daha sonra babam ona aşık oldu ve anneme ilişkiye girerken korunduğunu söyleyip korunmadı. Eğer birinden çocuk yapacaksa bu annemden olmalıydı. Ve öyle de oldu. Yıllar sonra bu işi bıraktı. Annemi seviyordu ve ben büyüyordum. Karanlık taraftan çıktı ama her zaman bir eli oradaydı. Annem onu bir gün bir kadınla bastı. Ve ihanet hissiyle babamdan boşanmak istedi. Babam buna izin vermedi ve onu bir eve kapattı. Annemde yıllardır yaşadıklarını hazmedemedi ve orada kendi astı."

Hipnoz olmuş gibi tek bir sözcüğü tekrarlıyordu. "Kendini astı."

Gözlerinden gelen yaşları sildim. Onu ilk kez bu kadar bitik hissediyordum. O kadar kötü olaylar yaşanmıştı ki, hayal gücüm bu kadarını bile tahmin edemezdi. Ben böyle şeyler hep filmlerde olur diye düşünürdüm. Ama şu an gerçek capcanlı karşımda durmuş, ağlıyordu. Elimden bir şey gelmiyordu. Onu teselli edecek hiçbir sözcük gelmiyordu.

MAVİNİN DERİNLİĞİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin