Herkesin bir gideni vardır, içinden bir türlü uğurlayamadığı...
Zaman her şeye iyi gelirdi. Dakikalar geçtikçe, günler ilerledikçe daha da iyileşirdi yaralar. Acı ya da mutluluk ilk günkü tazeliğinde olmazdı. Etkisini kaybederdi. Zaman bizim savaşımızdı.
İnsanlar unutmazdı. Yaşadıkları anlar beyninde her zaman yer edinirdi. Kalp kırıklıkları, mutlulukları, yalnızlıkları, çaresizlikleri unutulmazdı. Zamanla duygular eskisi kadar sağlam kalmazdı sadece.
Babamı zaman sayesinde affetmiştim. Ona karşı kinim ve öfkem o kadar büyüktü ki... Çocukluğumu elimden almıştı. Baba sevgisini bana tattırmamıştı. Okul çıkışında gelip elimden tutarak evimize götürmemişti beni hiç.
Hiçbir zaman başkalarına bakarak kendimdeki eksiklikleri görmezdim. Benden daha mutlu insanlar tabi ki vardı. Ama unutmamalıyız ki benden bin kat daha kötü durumda olan insanlarda vardı.
Ben babama aşıktım. Onu gözümde öyle ilahlaştırmıştım ki kimse ona laf söyleyemezdi. O ulaşılmaz olan, örnek olandı. En azından gitmeden önce böyle düşünürdüm.
Aldatmak... Sevdiğin biri varken başkasına gitmek. Neden giderlerdi? Neden hiçbir zaman tek bir insanla, bir sevgiyle yetinemezdi insanoğlu? Cevap açıktı, bencil varlıklardık. Oysaki bana gelseydi ben ona milyonlarca insanın verebileceği sevgiyi verebilirdim.
Ama o kendine yenik düştü. Zaaflarına yenik düştü. Sevdiği insanları üzdü. Tamam o üzdü evet ama neden annem tüm bunları kabullendi? Bu kadar mı gözü kör kalbi sağırdı? Bu kadar mı bağımlıydı ona?
Evet annem yıllarca psikolojik destek alan bir kadındı. Babama aşıktı. Daha doğrusu ona bağımlıydı. Bu öylesine aciz bir duyguydu ki...
Bir erkeğe bağımlı olmak. Bir erkeğin varlığına ihtiyaç duymak. O olmadan yapamam demek. Resmen uyuşturucu almak gibi bir şeydi. Yanlıştı, fazlasıyla yanlış ve korkutucuydu.
Babama yıllarca küs kalabilir, annemi ruh sağlığının bozukluğundan ötürü yalnız bırakabilirdim. Düşünüyordum da, ben en iyisini yapmıştım.
Bir anne baba, bir çocuğun en ihtiyaç duyduğu varlıklardı. Allah korusun onları kaybedebilir, bir daha nefes almadıklarını görebilirdim. Ve eğer böyle olsaydı kendimi hiç affedemezdim.
Benim yaralarım açıktı sadece saklayabilmiştim. Babamı her gördüğümde, annemle her eski günlerden konuştuğumuzda yaralarım kanıyordu. Ama zamanla kinimi, öfkemi yenmeyi başarmıştım. Onların hataları affedilmeyecek kadar ağır değildi.
Doruk'un yaşadıklarını ben yaşasaydım belki de şu an tek odalı bir evde ölümü bekler olurdum. Yalnızlığın en büyük ölüm olduğunu bilmeyerek...
Ben onun yaşadıklarını yaşasaydım asla kaldıramazdım. O güçlüydü. Gerçek anlamda güçlüydü. Yarasını örtmeyi bilmişti. O adamla asla karşılaşmamayı diledim. Çünkü biliyordum eğer onunla karşılaşsaydım ağzımdan çıkan sözlere dikkat etmezdim.
Şu an yanımda uyuyan güzel yüzlü çocuğa baktıkça aklıma tüm bu yaşadıkları geliyordu. Tanrım, nasıl kaldırabilmişti? Ona acımıyordum. Acımak aciz bir duyguydu. Acıyan insan acınacak hale düşerdi.
Ben Doruk'a sadece hayran kalabilirdim. Sadece ona körkütük aşık olabilirdim. Sadece onun yanında olabilirdim.
Parmaklarımı elmacık kemiklerimin üzerinde gezdirdim. O kadar güzeldi ki. Çıkmaya başlayan sakalları elime batıyordu. Ama bu rahatsız etmiyordu. Yanağını okşarken elimi alıp indirdiğinde ofladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAVİNİN DERİNLİĞİ
Fiksi RemajaKalbi paramparça olan bir kız. Aşkın en kötü halini yaşamış, yıllarca kendini duvarlara hapseden suçsuz olan bir mahkum. Adının hakkını sonuna kadar veren masum, ürkek ve bir o kadar da cesur olan Derin Özgün... Dünyaya maviliklerini açtığından beri...