Tatsız tuzsuz, dışardaki hava gibi soğuk geçen akşam yemeğinden sonra eve dönüyorlardı. Ayrı evleri olduğuna sevinmişti. Her ne kadar sorunları olsa bile biraz daha özgür hissediyordu.
Kocasının sessizce arabayı süren görüntüsüne birkaç kere kaçamak bakış attıktan sonra kendini gecenin karanlığına bıraktı. Gerçi İstanbul yirmi dört saat ışıl ışıl olduğu için karanlıklar, aydınlık oluyordu.
Yarım saat süren sessiz geçen araba yolculuğundan sonra evlerine varmışlardı. Kendilerine ait müstakil üç katlı, garajı ve küçük bir bahçesi olan, terası boğaza bakan güzel bir evdi. Mimarisinde Osmanlı'dan esinti olsa da birkaç yıllıktı. Öğrendiği kadarıyla kayınpederine babasından kalmış olan bu arsa boş araziydi. Mülk değerlenmeye başlayınca müteahhide verip beş katlı apartman dikme isteği kocası tarafından engellenmişti. Babasından satın aldığı araziye bu evi inşa ettirmişti. Şehir merkezine çok uzak değillerdi. Hatta turistik olarak rağbet gören İstanbul'un en güzel korularına bir km mesafedeydiler.
Evin birinci katı boştu. Nedenini bilmiyordu. Merak etse bile bakmamıştı. İkinci katına çıkarken yine sessizlerdi. Kocasının ketumluğu onu ürkütüyordu. Güzel evin mutluluk getirmeyeceğini kocasının bakışlarında görmüştü. Huzur kendini güvende hissedeceğin sevileceğin derme çatma evde olsa bile, oradaydı.
Kapının kilidini açıp karanlık eve adımlarını attılar. Holün ışığını yakan kocası sesli bir şekilde anahtarları aynalığın üzerine bıraktı. Sonra karsına dönerek; "Seninle konuşmam gerekiyor," dedi.
"Sabah konuşsak olmaz mı?"
Bugün yeterince yorgun hissediyordu. Üstelik onun yakınlarında olmak istemiyordu. Gerçi bunun söz konusu bile olamazdı: Aynı evi paylaştıkları için ondan ne kadar kaçabilecekti ki.
"Beklemenin bir faydası yok. Bir an önce sana gerçekleri anlatıp beklentini sonlandırmak istiyorum."
"Senden bir beklentim yok."
"Gözlerin aynı şeyi söylemiyor. Benim ilgimi, alakamı hatta kocalık görevimi bekliyorlar. Biliyor musun? Bunları yapmayı en az senin kadar bende istiyorum ama bunu yapamam anlıyor musun?"
"Seni anlamıyorum."
"Salona geçelim ayak üstü konuşulacak bir mesele değil."
"Peki, sen nasıl istersen," diyerek kocasını, arkasına bırakarak salona geçti. Işıkları açtı. Elinde tutuğu çantasını koltuğa koydu. Kabanını, seri bir şekilde çıkarıp çantasının yanına fırlatarak kocasının zevkiyle alınmış geometrik desenli koyu renkli koltuğa oturdu. Zaten bütün ev, yatak odası da dahil kocasının zevkine göre döşenmişti. Evlenmeden evvel çeyizini getirdiği zaman kocası, formaliteden değişiklik yapmak istersen seve seve kabul edeceğini söylemişti. Oda evin her halini beğendiği için gerek duymamıştı. Şimdi ise bu ev, ellerine kelepçe vurulduğu karanlık zindandan farksız görünüyordu gözünde.
Peşinden kocasının gelip karşındaki tekli koltuğa oturmasını izledi. Yüzündeki sıkıntıdan anlatacağının öneminin büyük olduğu okunuyordu. Anlatacaklarının ağırlığı altında ezilmiş gibi koltuğun içine gömülmüş başını iki eli arasına sıkıştırmıştı. Yüzüne bakmaktan utanıyor gibi hali vardı. Çok acınası görüntüsüne merhamet etmişti. Büyük bir derdinin olduğu belliydi ve bu dert onu da ilgilendiriyor olmalıydı.
"Seni dinliyorum," dedi. Daha fazla onun bu zayıf görüntüsüne katlanmak istemiyordu. Bir an önce derdini anlatıp odasına çekilmek istiyordu.
"Benim için kolay değil."
"O vakit anlatmak için uğraşma. İkimizde yorulmamış oluruz."
Kocasının acı acı gülümseyerek; "Bunu senden çok ben isterdim ama susarak hiçbir yere varılmayacağını gördüm. Tehir etmekle ikimizde daha çok yorulacağız."
"Peki seni dinliyorum," diye aynı sözü tekrar etmek gereksinimiyle kocasını yönlendirdi. Ondan biraz çekinmesine rağmen cesur görünmeye çalışıyor, kolay yem olmayacağını gösteriyordu.
"Ben küçükken çok kötü bir hastalık geçirdim."
"Üzüldüm ama bunun bizimle ne alakası var."
"Beni bölmesen, öğreneceksin," diye söylenen kocasının aksi sesiyle koltuğa yaslandı ve onu dinlemeye koyuldu.
"Menenjit... Her çocukta kalıcı bir hasar bıraktığını biliyorsundur. Gördüğün gibi fiziki olarak hiçbir hasarım yok. Akıl sağlığımda yerinde gözüküyor."
Asuman son söylediğine gözlerini kısmıştı. Çünkü bundan çok emin değildi. Garip halleri aksini işaret ediyor gibiydi.
"Annem ve babam dışında kimsenin bilemediği bir hasar bıraktı geriye ve ben onunla yaşamak zorunda kaldım. Kimsenin hatta kardeşimin dahi bilmemesi işime yarıyordu. Ta ki bir gece sarhoş olup kuzenime gerçeği itiraf edene kadar. Sonradan kendime gelince bütün söylediklerimi inkar etmiştim. Ama o bana inanmadı hatta benden para koparmak için sırrımı bütün aileye ifşa edeceğini söyledi. Susması için ona para verebilirdim ama bu ne kadar sürecekti. Ona güvenmiyordum çünkü. Birden bana karşı cephe almasına şaşırmıştım. Oysa ki beraber, birbirimizi severek büyümüştük. Meğerse hepsi yalanmış."
Anlattıklarından yorulmuş olacak ki dinlenmek için uzun nefesler aldı. Ağzının kurduğunu hissetti ve eşinden su rica etti. Asuman sonunu merak ettiği için ona suyunu getirdi. Bir bardak suyu, bir yudumda içen kocasını izledi. Şimdi onu daha iyi anlıyordu. İçine düştüğü kıskaç her neyse kötü olmalıydı.
Öğrenmemesi gereken sırrı biraz sonra öğrenecek olması onu tedirgin ediyordu. Sırların ağırlığını taşımak şimdiden ezmeye başlamıştı onu. Oturduğu yerin bile kendine battığını düşünerek birkaç kere oturuşunu düzeltti.
"Sırrını açıklayınca kötü hissedeceksen eğer burada konuşmanı bırakabilirsin?
"Fark etmez, her türlü kötü olacağım,"
Şevket sırrını söyleyeceği kadını iyice tarttı. Kaldıracak kadar güçlü, katlanmak için sabırlı mıydı? Bunu birazdan görecekti.
"Bak, eğer beni ifşa edersen bedelini ödetirim. Gitmek istersen kapı açık ama kalırsan sana özgürlüğünü veririm. Sadece yapman gereken yanımda olmak. Başka bir istediğim yoktur."
"Sana yemin ediyorum sırrın benimle mezara kadar gidecektir. Ve öğrendikten sonra değişen bir şey olmayacak her ihtimalle burada, seninle kalacağım."
Asuman'ın açıklamasını samimi bularak ağzındaki baklayı çıkardı. Onun yüzüne bakmadan erkek olmadığını açıkladı. Karısının hıçkırık sesiyle ağzını hayretten kapatmasını acıyla izledi. Bakışında ki merhametin altında ezildiğini hissetti. Daha fazla katlanmak istemedi buna ve ayağa kalktı. Ama giderken aklına gelen son şeyi söylemek istedi.
"Benimle kalırsan kadınlığından ve anneliğinden mahrum kalacaksın. Ama ailene gidersen hayatın güzelliklerinden kısıtlanmış hayata katlanmak zorunda kalacaksın. Ben senden iki şeyi mahrum etmiş olacağım ama karşılığında ayaklarının altında dünyayı sereceğim."
***
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAHRUM
General FictionAilesinin şiddetli geçimsizliginden yorulan genç kız, çıkış kapısı aradığı zamanda önüne çıkan ilk taliplisiyle evlenmenin hatasını bir ömür boyu yaşayacaktır. Artık her sey cok geçti. Tekrardan baba evine dönecek gücü yoktu. Bu yüzden kaderine raz...