O karanlık ormanı aydınlatan tek şey masmavi olan gökyüzüydü.
''Bu iyi değil,'' diye geçirdim içimden.Gökyüzü, etrafımdaki varlıkları silüetler şekline sokuyordu. Basit bir kurt sürüsü bile gözüme siyah olarak çarpıyordu.
Arkamı döndüğümde bir labirentin tam ortasında olduğumu anladım. Ne kadar gitsem de hala aynı yerde dolanıyorum.
Tekrardan arkamı döndüğümde karanlığa doğru uzanan kan izleri gördüm. Takip ettikçe kan daha da belirginleşiyordu. Labirentin sonunda, bir dakika labirentin bir sonu mı var?
''Yardım et!'' Yerde eteğimi tutmaya çalışan biri vardı. Ona doğru eğildiğimde omzundan yaralandığını fark ettim. Üstümdeki hırkayı hızla çıkartıp bastırmaya başladım. Birden kafasını salladı. Eliyle labirentin diğer tarafını gösteriyordu. Oraya doğru yöneldim. Labirentin yolu arasında boşluk vardı. Karanlıkta görebildiğim tek şey parlayan bir kılıçtı. Onu almak için uzandım fakat o çok aşağıdaydı. Sanki kılıçla aramda dünyalar vardı. Yaralalan kişiye tekrar bakmak için kafamı kaldırdığımda onu tam yanımda gördüm. Birine bakıyordu, kime baktığını karanlıktan göremedim sadece sesini duydum.
''Oslac!'' diye bağırdı, koşmaya başladığını ayak seslerinden anladığımda muhtemel adı Oslac olan kişi beni aşağıya doğru itti.
''Burası bu kadar açık değildi,'' diye düşünmeye kalkışmamdan Oslac'ın arkasından gelen kişi de peşimden atladı. O an hareket edebildiğimi anladım. Hala düşüyor oluşum garip değil mi?
''Bulutlar mı?'' Bulutları geçtiğimde bir kilise gözüme çarptı. Bir anda ağaca takılı olan o kılıca uzanmaya çalıştım. Onu elimde tutmuyordum ama onu yönlendirebiliyordum. Onu hala düşmekte olan o kişiye doğru fırlattım. Peki ya neden?
Düşüş, seni gerçek hayata uyandıran tek şey. Büyük ihtimalle rüyalarda asla ölemeyeceğinizden dolayı.
Yatağımdan kalktım. ''Filmlerin etkisinde kalıyorsun Edith,'' dedim karşımdaki aynaya doğru yürürken.
Güç sahibi olmak hep aklımın bir yerinde yatan bir fikirdi. Küçükken az süpürge uçurmayı denememiştim sonuçta.
En azından rüyalarımda güçlerim vardı. Bu olay bazen de olsa, sonuçta vardı. Beni gerçek hayattan koparan tek şey...
Telefonuma gelen mesajla bakıştığımda gerçek hayatta bunların var olmadığının farkına vardım.
Kampüse gitmem ve sınavlardan geçmem gerekiyordu. Sınavlar, vizeler... geçmem gereken bir ton şey.
Gerçekten ne zaman bitecek bunlar, yetmez mi? Kafamı sıraya koyduğum gibi aniden bir uyku bastırdı. Onca vizeden sonra bunu hak ettiğimi düşünerek uyumama kaldığım yerden devam ettim. Sanki dünyadan kopmak hiç istemiyormuşum gibi.
Fakat profesörün kağıdımı almaya gelişi beni uyandırdı. O an yarı gözüm kapalı bir şekilde kadına kağıdımı uzattım. Kadın bana yaklaştı, kağıdımı geri verdi.
Kağıt boştu. Kağıdın arkasını çevirdim.
''Ben o savaşı yazdım, hemde tüm ayrıntılarıyla.'' Savaş soruları benden sorulurdu. Bundan emin bir tonla tekrarladım.
Kağıdın arkasında kan kırmızısıyla yazılmış bir not vardı. ''Nerede?"
Profesöre tekrardan baktığımda kadını görememedim. Arkamı döndüğümde artık sıralar yoktu. Bir silüet hızla bana doğru yaklaşıyordu. Yapabildiğim tek şey tekrardan koşmaktı, arkama bile bakmadan koşmaya başladım. Sağımda tekrardan Oslac'ı gördüğümde ayaklarım çoktan durmuştu. Ona doğru baktığımdan önümdeki boşluğu görmedim. Kalp atışımı dengelemeye çalışırken gözlerimi açmaya çalıştım, rüzgardan dolayı bunu başaramasam da neler olduğunu hissedebiliyordum. Tek başımayım. O, bu sefer benim düşmemi izliyor.
"Bu sefer mi?''''Nerede o?''
''Edith Ulric. Gelmedi mi bugün?''
Kolumun sarsılmasıyla uyandım. ''Bilmiyorum.''
Gözümü açtığımda bütün sınıfın bana güldüğünü fark ettim. Profesör bana bakarak söyledi. ''İmza atmamışsın. Dersliğe gelip, gelmediğini bilmiyor musun?''
Derslikte uyumak gerçekten de iyi bir fikir değildi anlaşılan.
...Rüyaların en sıkıcı kısmıda oydu. Rüyada olduğumu anladığım an uyanıyordum. Bunun olmaması için tüm inanç kitaplarını okumaya başladım.
Yatağımda yatmam ve kabus için dilenmem garip geliyordu. Her ne olursa olsun kabuslar bir zamandan sonra bitiyordu. Nefes alabiliyordum fakat bu hayat...
''1-2-3-4-5'' tekrar tekrar ve tekrar. Son bir kez gözümü iyice kapattım.
''1-2-3-4-5'' gözlerimi tekrardan yatağımda açtığımda bunu yapmaktan vazgeçtim. Masamdaki su termosuna uzandım. Hala suyu bile enerjisine olan inancım yüzünden içiyordu-Suyun yarısından fazlası üstüme dökülünce kıyafetlerime doğru baktım. ''Bu su değil.'' Üstümde sadece kan vardı ve durmuyordu. Birden açılan pencerem beni ürküttü. Yavaşça havaya bakmaya karar verdim ve aniden pencereden geri çekildim. ''Bir şey görmedim ki?''
Ne yaparsam yapayım pencerenin önüne geçemiyorum, sanki biri beni tutuyor gibi hissettiğimde yanıma baktım. Karanlık bir silüet.
''Nerede o?''
Ona bakmamı, pencereden son hızla gelip aynamı kıran kılıç engelledi. Kılıç aynayı tam ortasından binlerce parçaya ayırmıştı. Aynaya doğru gittim. Kendi yansımamı her bir parçada farklı olarak görüyordum.
Kılıcı ortadan çekip elime aldım. Kırmızı iplerle sarılı küçük bir kılıç. Silüete doğru yanaştım. ''Bu mu?''
Silüet bana son hızda yaklaşarak beni yere düşürdü. Bıçağı elimden düşürmeme sebep oldu.
''Gerçeği!'' diye bağırdı.
Nerede olursa olsun hala silüetti. Ona doğru sakince baktım. Elimi ona doğru uzatırken. ''Sen gerçek değilsin.''
Silüet birden ortadan kayboldu. Hemen kafamı aynama doğru çevirdim. Hala parçacıklar halindeydi. Hala tek kişi olarak görmüyordum kendimi.
Ayağa kalktım ve pencerenin önüne geldim. Kılıç ağaca takılmıştı. Ne olduğunu düşünmeme gerek yoktu. ''Bu bir rüya.''
Onu güçlerime olan inancımla kaldırmaya çalıştım. Bu durumum odaya giren Sue tarafından bozulmuştu.
''Elmaları mı almaya çalışıyorsun?'' diye bana güldü. Tekrardan elime baktım. Ağaçta elmadan başka hiçbir şey yoktu.
Hemen Sue'ye döndüm. ''Ben rüyalarım kontrol edebiliyorum.''
Sue kitaplığıma bir bakış attı. ''Bu kadar denemeye zaten başarırdın.''
Onu yatağa oturturdum. Bağdaş kurup her şeyi tüm heyecanımla anlattım.
''Sürekli aynı rüya türü ama bu rüyada güçlerim var. Bir şeyleri hareket ettirebiliyorum, akıl gücümle.''
Sue son anda heyecanlandı o sesiyle konuşmaya başladı.
''Bende buna benzer bir rüya gördüm.'' Gözerim fal taşı gibi açıldığında, onu can kulağıyla onu dinlemeye başladım.
''Boncuk prensesi vardı ya her gün rüyamda onu görüyordum. Bana o pembe boncuklardan veriyordu.''
Birden durgunlaştım. ''Ne zaman?''
''5 yaşında falandım herhalde.'' Elimdeki yastığı ona doğru fırlattım. ''Ben ne diyorum sen ne diyorsun ya.''
Sue yastıkla beraber kendini geriye attığında gözüm arkadaki aynaya takıldı. Ayna hala parçacıklar içindeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BORSIA: LANETLİ KRALLIK
FantasyRüyaların kontrol edilebilir bir şey olduğunu biliyordum sadece şu an bunu yapan tek kişinin ben olmadığımı fark ettim. Her anımı yaşamımın bir rüyadan ibaret olup olmadığını anlamaya harcıyorum, hoş bunu yapabiliyor muyum? Onu bile bilmiyorum. Esk...