O gün, evet o gün geldi de çattı. Sonunda elektrikler kesildi ve devreye giren herhangi bir mekanizma bulunmuyor. Bunun benim için sorun olmaması gerekirken kendimi durdurdum. Odamın en karanlık köşelerinden şarjlı büyük feneri çıkarttım. Haberlere ulaşabileceğiniz, cızırtılı müzikleri dinleyebileceğiniz en güzel cihaz budur.
Maveth bana o bakışları atarken mumları hazırlayıp güzel bir atmosfer oluşturdum.
"Çakmağın var mı?"Maveth güldü. Tezgahta çakmak ayardan benim yanıma kadar gelip belimden kendine yaklaştırdı. "Sen varsın ya."
Ona doğru döndüm. "İltifatların artık çok sıradanlaştı."
Maveth durduğunda bende durdum, çekmeceyi hızla kapatıp dudaklarımı birbirine bastırdım.
"İltifat değildi, değil mi?"
...
Smith birden kolumdan tuttu. "Kılıç izi."
Kolumu geri çekemedim sadece kafa sallayabildim. "Ne zaman oldu."
"Bilmiyorum." Kolumu daha da sertçe çekti.
"Hayatının sonuna yaklaştığın günü hatırlamadığını mı söylüyorsun bana?"
"Beni kanatmadı bile."
"Kanamadı demek ha?"
"Çünkü panzehir biliyorsun."
"Panzehir mi?" diye gülmeye başlasam da o gülmüyordu. Oldukça ciddiydi.
"Panzehir değil mi? O kız yaptı."
"Hangi kız."
Yüzüne doğru yaklaştım. "Hadi ama tanımadığını mı söylüyorsun?"
"Edith!"
"Edith..."
(Giselle ve Smtih balo gecesi.)
Bu büyülü anı bölen Smith oldu. Maveth içeriye birinin girdiğini çoktan anlamıştı fakat elinden bir şey gelmediğinde elini Edith'ın yanağına koydu. İltifatlarla onu öyle tutmayı başardı. Elini şıklattığında Edith'ın başını yavaşça masaya koydu. Ayağa kalktığında Smith oradaydı.
"Biraz önce mi gelmeliydim?"
Maveth Edith'ın sandalyesinin önüne geçti. Bir eliyle onu tutarken Smith'i dinledi.
"Harbi sen bu kızı nasıl buldun?"
"Bilmiyormuşsun gibi davranma."
"Aha, enerjiler değil mi? Şu kızılın başına gelenler geldi."
"Kızıl mı?"
"Hayır, o ona kızıyordu değil mi? Şu kırmızılı kız."
"Ne geveliyorsun?"
"Sadece biraz arkadaş canlısı olmak istiyorum. Mesele iyi misin? Son gördüğümde kanlar içindeydin de."
Maveth kafa salladı. Smith hale sırıtırken. "Hadi ama şu panzehir işi çok uzamadı mı?"
"Panzehir yok," Maveth sert ses tonuyla söyledi.
Smith ofladı. "Hadi ama-"
Maveth onu böldü. Ona doğru yaklaştı. "Kılıç bende değil. Eğer ki olsaydı burada iki parça duruyor olurdun. Sevdiğin biri mi bıçaklandı," Maveth daha da yaklaştı.
"Evet, evet. Öyle oldu, ve senin soyadın onu kurtaramadı."
Smith ilk defa gülmüyordu. Maveth'in dediklerini onaylayacak bir suratla, pür dikkat onu izliyordu.
"Neden gidip onu bulmuyorsun?"
Smith elini kaldırdı. "Buldum zaten," hızla Maveth'in kolundan tuttu. Maveth gram hareket etmedi. Aynı şekilde onu kolundan tutup onu geri çekti. "Her şey o kadar açık değil mi?"
Smith geri çekildi, Maveth ona daha da yaklaşırken. "Ne demiştin sen?"
Elini dudağına götürdü, hatırlamaya çalışır bir ifade takındı.
"Rüya olduğunu anlayamayacak kadar nasıl aptal olabilirsin?"
"Ne yaptın ona?" Smith endişe dolu bakışlarıyla sordu. Maveth uzaklaşırken arkasını döndü.
"İnsanları korkutmak için sevdiklerini kullanmayı bırakalı oluyor. Sanırım bu seni sadece daha da acınası bir adam yapıyor."
Smith sadece durdu. "Hala kullanıyorsun, farkında olmasan da."
"Nasıl?" Maveth sordu.
"Vicdanlı biri olduğunu mu söylüyorsun. Onca yaptıklarına rağmen mi?"
Maveth'in gözleri kırmızıya dönmüştü. Yüksek bir ses tonuyla yanına kadar gitti.
"Sen yapmadın mı?"
Smith tekrardan gülmeye başladı. "Bana benziyorsun. Kendine Elgort de. Sen tam bir Martinsin."
Maveth tam da Smith'in istediği şeyi yaptı, onu orada uyandırdı.
...
Smith, karısı Isobel'in yanına doğru adımlarını attı. Odanın içindeki karanlık, çaresizliği daha da vurguluyordu. Isobel, yatağında kanlar içinde yatarken, Smith'in yüzü acı ve endişeyle dolmuştu.
"Isobel," diye fısıldadı, yavaşça onun yanına eğilerek. Elleri titrerken Isobel'in soğuk elini tuttu. "Seni kaybetmek istemem. Seninle geçirdiğim her an, bir ömre bedel."
Isobel, zorlukla gözlerini açtı ve Smith'e bakarak soluk bir tebessüm kondurdu yüzüne. Anlam dolu bir bakışla, Smith'in sözleri kalbinde yankılandı. Birbirlerine duydukları sevgi, yaşadıkları zorlukların üstesinden gelmeye yetiyordu.
Smith, dudakları Isobel'in alnına değecek şekilde eğildi. "Seni seviyorum," dedi, kelimelerin ağırlığı odayı doldurdu. Isobel, hissettiği sevgiyle karşılık verdi, dudakları kısık bir öpücükle birbirlerine kenetlendi. Isobel onu gömleğinden tuttu.
"Üstün kan oldu," dedi gülen bir sesle.
Smith üstüne baktı. Karısının bu sözleri ona daha da sıkı sarılmasına sebebiyet vermişti.
Ancak, bir süre sonra Smith yavaşça Isobel'den ayrıldı. Odadan çıkıp dışarı adım attığında, boğazın sokaklarında gezinmeye başladı. Karanlık, içsel çatışmalarının bir yansıması gibiydi. Her adımında geçmişin hayaletleri onu takip eder gibi hissetti.
Gecenin sessizliği, Smith'in düşüncelerine tercüman oluyordu. İçsel bir savaşın ortasında, kararlarının ağırlığını hissederek ilerliyordu. Boğaz'ın sisli sokaklarında kaybolmuş bir adam, geçmişiyle yüzleşmek üzere ilerliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BORSIA: LANETLİ KRALLIK
Viễn tưởngRüyaların kontrol edilebilir bir şey olduğunu biliyordum sadece şu an bunu yapan tek kişinin ben olmadığımı fark ettim. Her anımı yaşamımın bir rüyadan ibaret olup olmadığını anlamaya harcıyorum, hoş bunu yapabiliyor muyum? Onu bile bilmiyorum. Esk...