Kiliseler, göze hiç bu kadar korkutucu gelmemişlerdi. Elimdeki yarım yanan fenerle ne aradığımı bile bilmiyorum. Bir anda taş duvarların arasındaki açıklık dikkatimi çekti. Oraya doğru giderken arkandaki taşlardan birisi düştü. Onun taş olduğunu kendime kanıtlamak için döndüğümde yerde oluşan bir gölge gördüm. Gölge hızla bana yaklaştığında kendimi yerde buldum. Tamamen bozulan fenerimi elime alıp ayağa kalktım. Fenere gerek yoktu çünkü...
"Burası neresi?"
Yeşilliklerle kaplı bir alan. Başımdaki ağrıya odaklandığımda aklıma kitabı almak için buraya geldiğim gün geldi. Aniden önümden koşarak bir çocuk geçti ve Çan çalmaya başladı. Kilisenin arka bahçesinde kalabalık vardı. Üstüme baktığımda onlarınkine benzeyen beyaz bir elbise olduğunu fark ettim. Kilisenin başına gittim fakat ne Bella ve de Maveth vardı.
Sorun şu ki... buranın bir çıkışı yok.
Yüksekliğini bike hesaplayamayacağım kadar yüksekte olan duvarlara baktım. Alan oldukça büyüktü fakat bu duvarlar tüm alan boyunca devam ediyorlardı. Bazı yerlerde küçük küçük alanlar vardı. Duvarlara dokunup oradan geçmeye çalıştığımda kalabalıktan birisi yanıma koşarak geldi.
"Ne yapıyorsun?"
"Ben, ben sadece burdan çıkmaya çalışıyordum."
Sarışın çocuk önümden çekildi. "Ben engelleneyeyim o zaman."
Geri çekildiğinde tekrar denemek için adım attığımda yine beni durdurdu.
"Şaka yapıyorum. Oradan geçemezsin. Yani çok istiyorsan akşamki denemeye gelebilirsin."
"Akşamki mi? Zaten yeterince karanlık neden akşam deniyorsunuz?"
Çocuk şaşkın bakışlarla bana baktı. "Akşam neden karanlık olsun ki?"
Bir adım geri attım. Aniden gözüm karardığında ne olduğunu çoktan anlamıştım.
Bu sefer az çok duvarları görebiliyordum. Onların yanına gittim. Yarıklardan ayağıma doğru kan geliyordu. İçeriye girdim. İçerisi labirentten farksızdı. Birden sağ tarafımda siyah bir kurt gördüm. Bana bakıyordu. "Bu bir rüya," diye kendimi orada tuttum fakat kurt babana doğru koşmaya başladığında kendimi yere attım. Gözlerimi sıkıca kapattım. Herhangi bir yerimde acı hissetmeyince ayağa kalktım. Kurt hala orada duruyordu. Demin koşmasına rağmen. Yavaşça diğer tarafa doğru gittiğimde koşma sesleri duyunca bende kolmaya başladım.
"Sağı takip edersen çıkarsın. Sağı takip ederden çıkarsın."
Bir anda karşımda herhangi bir yol olmadığını fark ettim. Yolun arası tamamen boşluktu. Diğer bölümleri denedim ta ki sarışın çocuğu görene kadar.
Onu duvara yaslanmış bir biçimde gördüm. Eliyle karnını tutuyordu. Arkama baktım. Kurt onun başında duruyordu. Birden elim gömleğime gitti.
Çocuğa döndüm. "Oslac!"
Konuşmaya çalıştı. "Efendim?" Nelerin olduğunu bilerekten arkamı döndüm.
Siyah bir silüet. Sadece bir silüet
"Nerede o?" Yanımdaki kılıca doğru uzandım. Ona uzattım. Fakat kırmızı bir ipe sarılı değildi. Ama o kılıcı anında elimden alıp attı.
"Gerçeğini bilmiyorum!" diye aniden bağırdım. Fakat o bana doğru yaklaştı. Omuzlarımdan tuttu ve bana tekrardan Oslac'ı gösterdi.
...
Karanlık bitene kadar devam ettiğimde elimdeki fener sayesinde hala kilisede olduğumu fark ettim. Yavaşça dışarı çıktım.
"Maveth onu tanımayacağımı mı düşünüyordu?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BORSIA: LANETLİ KRALLIK
FantasyRüyaların kontrol edilebilir bir şey olduğunu biliyordum sadece şu an bunu yapan tek kişinin ben olmadığımı fark ettim. Her anımı yaşamımın bir rüyadan ibaret olup olmadığını anlamaya harcıyorum, hoş bunu yapabiliyor muyum? Onu bile bilmiyorum. Esk...