27

13 0 0
                                    

Onu uzaktan gördüğümde koşarak atladım boynuna. Kollarını belime sıkıca sardığında başımı boynuna gömdüm. Çok özlemiştim. "Hoş geldin." Dediğimde benden ayrıldı. "Hoş buldum."

Elinden tutup ilerletmeye başladım. Parçalı bulutlu havada onunla gezmeye başladık. "Yolculuğun nasıl geçti?"

"Yorucu ama güzeldi." Dedi. Başımı salladım. Zaten feribotla geldikleri için eğlenceli olmuştur diye düşünüyordum. "Önce sahile gideriz, sonra yemek yeriz, istersen seni müzelere götürürüm ya da hayvan barınaklarına ya da senin sevdiğin gibi terk edilmiş yerlere falan, sonra-"

"Taehyung dur." Beni uyarmasıyla susup ona baktım. Gülüyordu. "Bir güne bu kadar şey sığdırabileceğimizi sanmıyorum. Ki burası zaten kocaman bir yer, trafiği de hesaba kat." Göz devirdim. Haklıydı. Bu koca şehir beni bazen yoruyordu.

"Hem zaten sahildeyiz." Dedi arkamdaki denizi göstererek. Göz devirip ona baktım. Burası sadece yürüyüş yoluydu. "Jungkook burası yürüyüş yolu, sahil değil."

"Ne farkı var? Deniz işte." Odun herif tüm planları mahvedecekti. "Of hadi ama. Dediğimi yap bir kere de." Elinden tutup çekiştirdiğim de oflayarak ilerlemeye başladı. Kocaman da cüssesi vardı zor çekiyordum. "Bana biraz yardımcı olur musun yürümek konusunda? Çok büyüksün."

"Büyük müyüm?" Dedi sırıtarak. Bir anda elini bırakmamla sendeledi. "Git kendin kez Seul'u. Ben gidiyorum." Arkamı dönüp ilerlediğimde, "keyfin bilir. Oysa seni görmek için ayarlamıştım bu geziyi. Bırak beni şimdi böyle." Dedi. Durdum bir anda. Bana vicdan yaptırmaya bayılıyordu ve ona kıyamayacağımı adındaki hece sayısından bile iyi biliyordu.

Oflayarak arkamı döndüm ve elinden tutup kendime çekerek ilerlettim. Yüzü gülüyordu. "Gülme."

"Sustuk."

"Ne yapmak istiyorsun onu söyle."  Bir anda elimden çekerek beni durdurup kendine döndürdü. "Bak Taehyung seninle olduğum sürece nerede olduğumuzun önemi yok, tamam mı? Sana güveniyorum, istediğin yeri gezdirebilirsin." Başımı salladım. Madem öyleydi ne diye kızdırıyordu beni?

"Aç mısın?"

"Daha değil." Düşündüm bir süre. Köşe başındaki karpuzcuyu gördüğümde ona baktım. Beni izliyordu yukarıdan. "Karpuz yiyelim." Kaşlarını çattı. "Ne?"

"Ne, ne? Karpuz yiyelim. Sizin orada yol kenarlarında satmıyorlar mı buz gibi dilimlenmiş karpuz?"

"Niye satsınlar? Karpuzu alırsın evde sofraya koyarsın."

"Bir şeye de itirazın olmasın."

"Ama öyle amına koyayım."

"Üf tamam. Yürü." Karpuzcunun yanına ilerlediğimde mecburen peşimden geldi. Bir tabak aldığımda plastik çatalı uzattım. Alıp ağzına attığında sıcak havada iyi gelmiş olacaktı ki yüz ifadesi değişmişti.

Biraz yedikten sonra tekrar yürümeye başladık. "Bak şu soldaki duvarda devlet büyüklerimizin resimleri var, zaten burada da saray var. Orada ölmüştü bir tanesi. Müze haline getirdiler, istersen dönüşte bakabiliriz." Başını salladı. Tur rehberi gibi onu gezdirmeye devam ettim.

"Şurada da çok eski dönemlerden kalma bi kilise var, önünde insanlar balık tutuyor oturulacak yerler var. Asıl sahil orası işte. Sırf yanında deniz var diye burası sahil olmuyor beyefendi."

"İyi ki bir sahil dedik. Demeyiz daha." Güldüm. Onu sinir etmeyi seviyordum. "Tamam be. İstersen vapurla da gezebiliriz." Başını salladı beni dinlerken. Biraz ilerlerken yolda yavru kedi görmemle Jungkook'u bırakıp yanlarına koştum. Bir tanesini kucağıma aldığımda Jungkook yanımda bitti.

Kucağıma yatırdığım kedi benimle oynamaya başladığında güldüm. "Jungkook şunun tatlılığına bak." Ona baktığımda beni izlediğini gördüm. "Tatlısınız."

"Teşekkür ederiz." Dediğimde gülerek oynamaya devam ettim. Kedilere mama verdikten sonra ilerlemeye devam ettik. O kadar huzurlu hissediyordum ki, şu yolda müzik dinleyip bir yıl boyunca bunun hayalini kurmuştum ve şimdi Jungkook yanımdaydı. Biz burada beraberdik.

Ilık havada gezdiğimiz bu sokaklar tek beni huzurlu hissettiriyor gibi değildi. Jungkook da iyi hissediyordu. "İleride barınak var. Girelim mi?" Başını salladı. Oradaki köpekler çok oyuncuydu belki eğlenebilirdi.

"Susadım lan ben. Nerede bulacağız?" Etrafıma bakındım. Yol kenarındaki simitçilet satardı genelde. "Bak şurada simitçi var, al oradan." Beni onaylayıp oraya doğru ilerlediğinde durduğum yerde arkasından onu izlemeye başladım. Yaklaşık bir yarım saattir elimi tutuyordu.

Hayatımda hiç bu kadar iyi hissettiğimi hatırlamıyordum. Hayattan nefret edip, her saniye ölmeyi uman ben, eğer şu an ölmediysem ölmek istemiyordum. Onunlayken hayata bağlanıyordum.

Sevgi olmadan ben hiçtim ve bunun çok iyi farkındaydım. Her şeye heveslenmemi sağlayan o duyguydu.

Jungkook yanıma geldiğinde ilerledik tekrardan. Yanımızdan geçen çiftleri gördüğümde onlara baktım. Çocuk elini kızın beline atmış, kız da çocuğa sarılmıştı. Hoş görünüyorlardı.

Jungkook onlara baktığımı fark etmiş olacak ki elini belime sardı bir anda. Şaşkınlıkla ona döndüm. O kadar iyi hissediyordum ki bünyeme fazla olduğundan mı ne gözlerim dolmuştu.

"Bence barınağa değil de, antikacılara gidelim. Sen seversin eski şeyleri. Dolaşalım işte çarşılarda, ne ilgini çekerse bakarsın."

"Sen nasıl istersen güzelim." Ağzım kulaklarımdaydı yalan söyleyemezdim. "Kiliseler de var." Dediğimde güldü. "Anlıyorum beni gezdirmek istiyorsun ama o kadar ayakta kalabileceğimi sanmıyorum." Başımı salladım. Haklıydı onu bu kadar gezdiremezdim.

"Sence sevginin mevsimi var mıdır Jungkook?" Sorduğum soruya kaşlarını çattı. "O nasıl soru?"

"Ya işte sevgi şu mevsimde daha güzel, daha taze dediğin bir mevsim." Anlamış gibi başını sallayıp düşündü. "Bilmem ki. Ben senin gibi duygular besleyemiyorum biliyorsun. Hem bana felsefe yapmaktan ne zaman vazgeçersin tahminen?" Gülümsedim.

Bayılıyordum onunla uğraşmaya. İçim içime sığmıyordu ki. Çok enerjiktim. "Tamam, tamam. Hadi dondurma yiyelim sonra en yakındaki kiliseye gideriz. Olur mu?" Başını salladığında dondurmacıya ilerledik.

İstediğimizi söyledikten sonra dondurmacıdan da ayrılıp biraz oturduk denize doğru. Dondurmamı yerken ona baktım. Denize bakıyordu. Yandaki kafeden gelen şarkıya mırıldanarak eşlik ediyordum ben de.

"Sevginin mevsimi yazdır." Dediğimde bana döndü. "Sabah erkenden kuş cıvıltısına kalkarsın ve kahvaltı edersin. Sonra beraber denize gelirsiniz denizde eğlenirsiniz akşam altı veya yediye kadar. Sonra eve dönüp duş alıp akşam yemeği yersiniz ve akşam hazırlanıp sahile çıkarsın. Belki bir bara girip içersiniz ya da köşedeki midyecilerden midye yersiniz. Diskoya gidersiniz ya da kumlara oturur denizi izlersiniz."

Susup ona döndüm. "Tabii bu benim için geçerli. Sen kışı seversin. Evde oturmak olsun sana tüm gün." Güldü ve başını salladı. "Evet. Sıcağı sevmem biliyorsun." Ben de başımı salladım. Kendimden iyi tanıyordum belki de. En azından yapmak istediği şeyleri biliyordum.

...

Kiliseye girdiğimizde klimadan dolayı içerideki serinlik beni ferahlatmıştı. Dışarısı çok sıcaktı.

Köşede mumlar gördüğümde oraya ilerledim. Jungkook da peşimden geldi. "Ne bunlar?"

"Dilek dileyip mumu arka tarafa dikiyorsun, eridiğinde dileğin gerçek oluyormuş. Tabii sadece batıl inanç ama yapmaktan zarar gelmez." Mumlardan bir tanesini alıp dilek dilerken köşedeki çakmakla yaktım ve arka tarafa koydum. Büyük İsa heykeline ilerlerken, "ne diledin?" diye sordu. Omuz silktim.

"Dilekler söylenmez. Söylenirse işe yaramaz-" Durdum ve söyleyip söylememe konusunda kararsız kaldım.

Anlık gelen cesaretle cümlemi, "sevgilim." diyerek tamamladığımda başını sallayıp İsa'ya döndü. Söylemeden söylemiş olmuştum işte. Ne dileğime ihanet ettim, ne de ondan sakladım.

aynaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin