Bir gün sonra...
Hayat, oldukça garipti. Aynı nefret ve sevginin olduğu gibi. Birbirine oldukça yakın olan bu hisler kısa sürede yer değiştirebilirdi. Birini çok severken sonrasında ondan ölesiye nefret edilebilirdi. Peki o nefreti de besleyen sevgi değil miydi? Öyle olmasa o kadar nefret ettiğini sandığı kardeşi için şu an ölesiye üzülebilir miydi?
Saye eski evlerinin bodrumunda, sandalyesinde otururken bunları düşünüyordu. Gittiği yere, kurtulmak istediği cehenneme geri dönmüştü. Hem de daha feci bir şekilde. Aklında tonlarca düşünce vardı. Yaşadıklarının kâbus olmasını diliyordu ama olamayacak kadar gerçek olduğunun da farkındaydı. Dün geceden beri ilk defa bu kadar sakindi. Hiçbir şey hissedemiyor, düşünemiyordu.
Aren dün Saye'nin yanına geldikten sonra Saye bir şeylerin kötü gittiğini anlamıştı. Aren ona güvenmesini söyleyip durmuş Saye de onu dinleyerek bir şey sormamıştı. Ama içini kemiren o kurt asla susmamıştı. İstanbul'a geldiklerinde ise bir hastanenin önünde durmuşlardı. Saye önce öğretmenine bir şey olduğunu düşünmüştü ancak Aren öğretmenini tanımıyordu. Hastane kapısının önünde beklerlerken Aren onun elini tutmuştu. Yalnızca gözlerinden Saye kendi hayatının artık eskisi gibi olmayacağını anlamıştı. Saye ona bakarak:
"Kardeşim." Diye fısıldamıştı. Aren ise cevap vermeyerek kafasını yere eğmişti. Bu cevap oldukça yeterli olmuştu. "Kardeşin..." demişti yutkunarak Aren. "Kaza geçirmiş. Sungur'un kullandığı araç defalarca takla atmış." O kelimeler hâlâ Saye'nin kulaklarındaydı. Adeta bir yankı gibi kafasının içinde yankılanıp duruyordu. Ama bundan daha da acısı vardı.
Hastaneye girdiklerinde resepsiyona kardeşinin adını soyadını söylediğinde bir türlü adının çıkmaması, Saye'yi çileden çıkartmıştı. Sungur'un adı ise çıkıyordu. Önce başka bir hastane de olduğunu düşünmüştüler. Ancak gerçek çok geçmeden yüzüne vurmuştu.
Hastane kapısından üstünü başını yırtarak giren annesi, bembeyaz yüzüyle yanındaki babası ve onları teselli etmeye çalışan Seçkin Özen'i görmüş ilk başta buna anlam vermese de sonra onların Morg'a gittiğini duymuştu. İşte dünya o an başına yıkılmıştı. Hastane koridoru etrafında dans edercesine dönmeye başlamış, tüm evren bir anda yok olmuş gibi hissetmişti. Aren onu ne ara dışarı çıkarmış ne ara arabaya götürmüş bilmiyordu ama Aren ona saatlerce şok içinde kaldığını söylemişti. Haykırmamıştı, bağırmamış ya da ağlamamıştı. Yalnızca şok içinde donup kalmıştı.
Kendisini bırakıp mutlu olduğu için nefret ettiği kardeşi artık yoktu çünkü. Onsuz mutlu olduğu için kin beslediği kardeşi artık mutlu olamazdı. Saye dayanılmaz olan suçluluk duygusuyla baş başa kalmıştı. Ona mutluluğu bile çok görmüş ve kin beslemişti. Keşke hayatta olsaydı da hiç görüşmeseydiler ve kardeşi hep onsuz mutlu olsaydı. Ama artık çok geçti. Kapının ardından gelen sesle irkildi.
"Saye hazır mısın?" diye sordu Aren. Saye sıçrayarak kendine geldi. Kıpkırmızı, uykusuz gözleriyle yalnızca düşünceleri, kendisi ve bodrumun küf kokusuyla bu sandalye de geceden beri oturuyordu. "Hazırım işte." Dedi omuz silkerek. Sesi öylesine cılız çıkıyordu ki kendi bile zar zor duymuştu.
Şimdi ise kardeşi için son görevini (daha önce ona karşı sanki tüm görevlerini yerine getirmiş gibi) yapmaya gidiyordu. "Cenazesi..." diye konuşacakken Aren cümlesini yarıda bıraktı.
"Neyse hadi çıkalım." Dedi ve Saye'ye yardımcı olarak onu kaldırdı.
"Cenaze" dedi içinden Saye. Ne kadar da uzak gelen ama bir o kadar da herkese yakın bir kelimeydi. Yaşarken oldukça uzak görünen ancak her an size sahip olabilecek bir kelime.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖLGE(Yakında basılacak)
Actionİntikam neydi? Soğuk yenen bir yemek mi? Unutmak mı? Peki ya affetmek? Saye'ye göre sadece bir oyundu. Ama sonu ölümden bile daha tehlikeli bir oyun, belki de bir kumar. İkiz kardeşine yapılan zorbalıkların intikamını almak için and içen Saye, kard...