12.Bölüm

86 4 0
                                    

Sonrasını hatırlamıyorum. Gözlerimi açtığımda hastane odasındaydım. Elimi Miraç abim tutuyordu. Gözleri kıpkırmızıydı. Belli ki ağlamıştı. İdrak etmeye çalıştığım ve bana bayılmadan önce söylenenler kulağımda çınlıyordu. Ailemin öldüğü gerçeği... İki üç ağızdan çıkan kelime yetmişti. Baran abimin benim yüreğime yüzlerce kurşun saplanmasına neden olan iki üç kelimesi... Bayıldığım andan sonrası itibari ile ne kadar zaman geçtiğini inan ki kestiremiyordum. Kalkmaya çalışmam ile beraber Miraç abim omzuma dokundu.

"Dinlen sen bende bir hemşire çağırayım."

Nedendir bilinmez ağlamak istiyordum ama ağlayamıyordum. Hemşire geldi. Dinledim dediklerini ama asla algılayamadım. Hemşire serumu çıkartıp odadan çıktı. Miraç abim çok narin bir şeymişim gibi dokunmaya korkar bir şekilde koluma girdi ve odadan çıktık. Odadan çıkmamız ile beraber kapıda bekleyen Nil yengem koşarak koluma girdi ve hastanenin çıkışına doğru sessizce ilerledik. Arabaya sakince oturttu beni Miraç abim. Ondan sonra yola koyulduk. Gözyaşlarım sessizce aktı yol boyunca. Kafamın içi bomboştu. Boş gözlerle dışarıyı izliyordum. Eve geldiğimizde bbir kargaşanın içinden geçtik ve odama çıktım. Yengem ile abim yatağa girmeme yardım etti. Abim yengemin kulağına bir şeyler fısıldadı ve çıktı. Yengem abim çıktıktan sonra kıpkırmızı gözlerle yanıma yaklaştı yatağın bir kenarına oturdu. Başımı okşamaya başladı yavaşça.

"Hem yetim hem öksüz olmak ne demek bilirim Hira. Seni en iyi ben anlarım. Ama sen hep şükret. Abilerine şükret. Yalnız değilsin. İnan bana."

Yengemin ninni tınısındaki sesiyle beraber göz kapaklarım iyice kapanmış ve bedenimi derin bir bir uyku sarmıştı. Uykumda garip rüyalar gördüm. Hepsi gölgeli, karanlık rüyalardı. Kısa kısa anlamsız rüyalar. Çoğunu hemen unuttum. Bir kısmı ise zaman geçtikçe beynimde silikleşti. Lakin hepsi bana huzursuzluk verdi. Renkler kaybolmuştu sanki.

Cenaze evine Fatma hanım, Meltem, Leyla, daye... Hepsi gelmişti. Salonda başlarında tülbentleri ile oturuyorlardı. Kur'an okunuyordu. Ama ben ne onları görüyor ne de okunan Kur'an'ın sesini duyuyordum. Sadece Nil yengemin ninnisi vardı kulaklarımda. Gözlerimde ise kara bir perde. En son daye yanına yaklaşıp elimi avuçlarının içine aldı.

"Atlatacaksın kızım. Sıkma canını geçecek her şey."
"..."

Cevap veremedim. Bir anda büyüğüm dediğim herkesi kaybetmiştim. Benim dayem şimdi toprağın altında yatıyordu. Oysa düne kadar kavgalar ediyorduk. Daye geçince Fatma hanım geldi yanıma. Kuru bir geçmiş olsun ile geçiştirdi. Meltem denilen kadın da aynısını yaptı. Leyla abla ise içtenlikle sarıldı.

"Geçmedi, geçmeyecek ama yine de geçmiş olsun Hira. İnan bana hafifleyecek."
"Sağol Leyla abla."
"Ne demek canım..."

O da kapının eşiğine geçtiğinde onları uğurlamak için ilerledim. Kapıda Azad'ı gördüm. Günlerdir ilk defa gelmişti gözümün önüne yüzü. Bir haftadır hiç denk gelmemiştik. Şimdi ise gözlerimiz kitlenmiş bir şekilde birbirimize bakıyorduk. Fatma hanım "gel oğlum gidelim" dediğinde Azad sertçe annesine döndü.

"Siz geçin ana ben birazdan geleceğim."
"E iyi o zaman oğul biz seni arabada bekliyoruz."

Onların gitmesi ile bende Azad'a döndüm. İlk konuşmayı onun yapmasını bekliyordum. Ellerimi tuttu.

"Başın sağolsun. Annesizlik babasızlık ne demek iyi bilirim. Daha iyi misin?"
"Nasıl daha iyi olunur Azad? Bu acı nasıl hafifler?"
"İnan bana hafifler. Zaman hafifletir. Sevdiklerini düşün. Onlar için hayatına devam et."
"Bilmiyorum. Dünya paramparça. Benim dünyam paramparça."
"Evimize gidelim. Yeni bir dünya kurayım sana. Bir haftadır perişan ettin kendini."
"Ne diyorsun sen Azad? Daha yeni toprağa verdim sevdiklerimi."
"Onu diyorum sana işte. Biraz nefes al. Burada kaldıkça boğulacaksın."

Ben Azad'a cevap veremeden arkamızdan bir ses duyuldu.

ACILAR KONAĞI Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin