Annen öldü mü senin, onu özlemiyor musun?" demiştim bir keresinde Pera'ya. O zamanlar sadece ikimiz vardık. Benim yanımda anne ve baba dediklerim vardı. Ama aynı zamanda yoklardı da. Yine kaçıp yetimhaneye gitmiştim. Burada kimsenin annesi yoktu. Sorduğum zaman hep aynı cevabı alıyordum. "Öldü, ya da gitti."
Ölüm nasıl bir şeydi ki? Çok güzel olmalı diye düşünmüştüm. Bir annenin çocuğunu bırakıp gitmeyi seçebileceği kadar güzel. Ama en acı şekilde öğrenmiştim. Çöp kovasına bırakılmış, büyütüldüğü kadın tarafından öldürülmeye çalışılmış bir kız olarak söyleyebilirdim ki, bazı annelerin çocuklarını bırakması için daha güzel bir şeye ihtiyaçları yoktu.
Pera omuz silkmişti. "O ölmedi ki."
"Nasıl ölmedi, herkes öldüğünü söylüyor." demiştim. O ise gülümsemişti. "Anneler ölmezmiş Lavi. Çocuklarını daha iyi koruyabilmek için görünmez olurlarmış sadece."
"Süper kahramanlar gibi mi?"
"Süper kahramanlar gibi."
Küçüktük. Büyümüştük. Zaman büyütmezdi insanı. Acıları büyütürdü. Ve bir tek acılarımız terk etmezdi bizi. İnsanlar giderdi. Dost bildiklerimiz, sevdiklerimiz giderdi. Hatta anneler bile giderdi. Günün sonunda yine acılarımızla baş başa kalırdık. Şimdi ikimiz de biliyorduk ki, anneler süper kahraman değildi.
Annesiz bir çocuk önce sararırdı. Yavaş yavaş, acı çektikçe. Sonra kopardı dalından. Savrulurdu. Annesizlik ağır gelipte küçük çocuklar gibi ağladığımda Korel sıkı sıkı sarmıştı beni. Sararmış bir yaprağı tekrar ağacına kavuşturamazdı belki ama avuçlarına almıştı, yeniden yeşertmişti sanki. O benim yaralarımı görmüştü. Elleriyle sarmıştı. Ben görememiştim.
Korel'in de bir annesi vardı. Umay Eceloğlu. Öldüğünü söylemişlerdi. Ne zaman ölmüştü? O da Korel'i terk etmiş miydi? Yaşasaydı Korel iyileşir miydi? Onu sıkı sıkı sarsam, yeniden yeşerir miydi?
Karşımda bir adamın cesedi vardı. Öleli üç dakika, yirmi üç saniye oluyordu ve ben öylece onu izliyordum. Ne yapmam gerekiyordu? Biraz daha erken fark etseydim bu adamın ölmesini engelleyebilir, Korel'i annesine kavuşturabilir miydim? Arkamda birinin ayak sesleri duyuldu. Korel yanımda diz çöktü. Derin bir nefes verdi. "Hadi, gidelim buradan."
"Gidelim."
Ayağa kalktığımızda hızla çıkış kapısına ilerledik. Yer, kan gölüne dönmüştü. Cesetlere basmamaya çalışıyordum. Az bir mesafe kala Ethan önümüzde belirdi. Önümde zarifçe reverans yaparak elimin üzerine öpücük kondurdu. "Güzel bayan."
Korel beni kolumdan tutarak kenara çektiğinde Ethan'ı öldürecekmiş gibi bakıyordu. "Artık bizimle çalışıyorsun Ethan. Koltuk senin."
Sesi korkutucu, elimdeki eli sahipleniciydi. Bu el ele tutuşma işini fazla abartmaya başlamıştık. Ethan en az benimkiler kadar ürkütücü bir bakışla Korel'e baktı. Orada durmalıydı işte. Kimse benim kocama bu şekilde bakamazdı. "Ben bir tek Ölüm Çiçeği'ne çalışırım, avcı lideri."
"Ölüm Çiçeği'nin eceli olacağım Ethan. Sen ve senin gibiler de sadece izleyeceksiniz."
Ethan sinirle silahının ucunu Korel'in karnına dayadı. Korel çıkardığı bıçağı Ethan'ın boğazına bastırdı. Aynı anda beni de arkasına iteklemişti. Hâlâ elimi tutuyordu. Gerildim. Beynim isyan ediyordu. Bu mantığıma aykırıydı. Bu, aslında her şeye aykırıydı. Karşımda iki adam vardı. Birisi Ölüm Çiçeği için canını verebilirdi. Diğeri onu öldürmek için nefes alan avcı lideriydi. Elim Korel'in elinin içindeydi. Karnına bir silah dayanmıştı ama o beni korumaya çalışıyordu. Öldürmek istediği kadını koruyordu. Bense onun elini tutuyordum. İstesem bıçağımı sırtına saplayıp buradaki herkesi yakarak öldürebilirdim. Ethan sadece benim için çalışırdı. Ölüm Çiçeği'yle, Korel Eceloğlu'yu öldürmek için iş birliği yaptığını söyleyip sıyrılırdı. Her şey bu kadar basitken neden onun elini tutuyor, ona silah çekti diye Ethan'ı boğmak istiyordum?
Düşüncelerimi Ethan böldü. "İnsanlığın mücizesini tek kurşununla silebileceğini mi sanıyorsun avcı lideri? Onun arkasında koca bir ordu ver ve emin ol bunun farkında. Tek sözüyle dünyayı yakarız. Sadece, o günü bekle."
Kaskatı kesilmiştim. Arkamda birilerinin olduğunu biliyordum ama kesinlikle böylesini beklemiyordum. Bu, Korel'in hayatı tehlikede demek oluyordu. Ölüm Çiçeği'ni destekleyenler avcı liderini sağ bırakmazdı. Ethan'ın blöf yaptığını hiç sanmıyordum. "Ethan, Korel! Yeter bu kadar. Yakında aynı masaya oturacaksınız." Birbirine silah doğrultmuş adamlara döndüm. "İndirin silahlarınızı."
Otoriter sesim mekanda yankılandı. Korel de, Ethan da sözümü dinlediler. Korel kapıdan çıkarken peşinden sürükleniyordum. "Lavinya."
Ethan'ın sesini duymamla Korel olduğu yerde kalıp gözlerini sıkıca kapattı. "Geleceğim." dedim fısıldayarak. Sesini çıkartmadı ama elini bırakmak için bir hamle yaptığımda daha sıkı kavradı. "Aklından bile geçirme. İşimiz bitti. Gidiyoruz buradan."
"Korel, uzun sürmeyecek."
Onu dinlemeden Ethan'ın yanına gittim. Gözlerini kısarak geldiğimizden beri belki ilk defa ciddileşti. Konuştuğunda kısık sesle türkçe konuşuyordu. "Ölüm Çiçeği'yle ne alakan var bilmiyorum ama anladığım kadarıyla seni destekliyor. Aksi bir söze kadar benimlesin. Hayatın, hayatım."
"Eyvallah Ethan."
"Siz Türk'ler, buna nasıl cevap veriyordunuz? Eyvallah."
Gülümsediğimde hızlı adımlarla Korel'in yanına gittim. Çıldırıyor olmalıydı. Arabalardan birinin sürücü koltuğunda beni bekliyordu. Yan tarafına yerleştim. "Neden suratın beş karış? Bak koltuğa oturmak için önümüzdeki en büyük engeli kaldırdık. Hem beraber o adamları da taramamız çok iyiydi bence."
"O herife gülümsedin mi?"
Şaşkınlıkla ona döndüm. "Ben herkese gülümsüyorum Korel."
Mavilerinde daha önce hiç görmediğim bir ifadeye şahit oldum. "Herkese, her şeye gülümsüyorsun Gece. Düşmanlarına gülümsüyorsun, aynaya baktığında gülümsüyorsun." Duraksadı. "Bana gülümsüyorsun. Bazen. Kast ettiğim o değil."
"Ne peki?"
Tekrar önüne dönerek arabayı çalıştırdı. Konuyu kapattığını o an anladım. "Ölüm Çiçeği ortaya çıktığından beri sessiz. Büyük bir şeyler planlıyor olma ihtimali var."
Demek benimle bir şeyleri paylaşmaya başlamıştı. Üzgünüm Korel, yanlış kişi. "Belki o da kocasıyla balayına gitmiştir."
Bariz bir şekilde afalladı. "Ateşi yönetebilen bir suikastçıdan bahsediyoruz."
Kahkaha attım. "Ne yani Korel, hiç mi eğlenmesin bu kız? Bak biz de suç kral ve kraliçeleriyiz ama balayındayız değil mi?"
"Biz az önce koca bir mekan dolusu adam öldürdük Gece."
"Ama şimdi de karı koca Paris'i gezeceğiz. Bana kalırsa otele hiç uğrama. Şuradan günlük bir şeyler alalım. Müsait bir yerde üstümüzü değiştirip Eyfel'e gideriz. Biliyor musun ben daha önce çok kez geldim buraya ama hiç Eyfel'e çıkmadım. Vakit olmadı yani. Aşk Köprüsü'ne de gidelim. Kilit de takalım! Takarız dimi Korel? Kesinlikle takmalıyız. Normalde inanmam böyle şeylere neden istediğimi de bilmiyorum. Ama istiyorum işte. Ve sen de benimle gelmek zorundasın. Kendim gitmek istemiyorum. Her yere kendim gidiyorum zaten. Önder demişti ki-"
Arabanın durduğunu, arkamızda o kadar adamın da bizimle beraber durup bizi beklediğini, Korel'in pür dikkat beni dinlediğini yeni fark ediyordum. Bu çok tuhaftı. Bambaşka birine dönüşüyordum. Bu korkuyucuydu, sakıncalıydı. Bakışlarımı kaçırdım. Ellerimi koyacak yer bulamıyordum. "Yani, şey... Off yine çok konuştum galiba. En iyisi otele gidelim biz."
"Önder ne dedi Yeni Ay?"
Bir süre doğru kelimeleri aradım. Bulamayınca o sözleri aynen tekrar ettim. "Kim o köprüye kilit takarsa gerçek aşkı bulur. Aşk kişiye öyle bir güç verir ki kimse onun karşısında duramaz. Ama aşk zayıflıktır da. O yüzden asla o köprüye kilit takma Lavinya, demişti."
"Bil bakalım kurallar kim için geçerli değil?"
"Bizim için mi?"
"O köprüye o uyduruktan zımpırtıyı asacağız. Ve sonucu beraber öğreneceğiz."
"O zaman dondurma da yemeliyiz. Ben çikolatalı severim. Sen neyli seversin?"
Gözlerini kaçırdı, elini ensesine attı. Utanmış mıydı? Kısık sesle cevap verdi. "Ben çilekli severim."
Koskoca Korel Eceloğlu'nun çilekli dondurma sevmesine şaşırmam gerekebilirdi ama katillerin de insan olduğunu kendimden biliyordum. "O zaman dondurmaları sen ısmarlıyorsun."
"Magma'nın kızısın ve dondurmaları bana mı kitlemeye çalışıyorsun Yeni Ay?"
"Ne olmuş yani kocam değil misin? Ismarla bir zahmet."
"İyi, sanki bir dondurma almakla beş parasız kalacağım."
Son cümlesini öyle bir imayla söylemişti ki kıkırdadım. O hâlâ bana tip tip bakıyordu. Araba tekrar hareket ettiğinde düşünmemeye çalışıyordum ama Umay Eceloğlu beynimin merkezine oturmuştu.
Sadece beş dakika sonra Eyfel'in tepesinden Paris'i izliyorduk. Aslında fazlasıyla doluydu ama Korel ve Gece Eceloğlu'nun yer altı dünyasının lideri olmaya olan yakınlığı şimdi bile kendini belli ediyordu. Bütün dünya bunun farkındaydı ama yöneticilerin bile elinden bir şey gelmiyordu. Her birini ayrı ayrı tehdit etmiştim. Daha doğrusu Sadık ve Önder etmişti. Ve hepsi de sadece kendilerinin tehdit edildiğini sanıyordu. Bu da demekti ki, Korel ve ben gerçek anlamda dünyanın yöneticileriydik. "Korel."
"Hıı?"
"Hı denmez efendim denir."
"Efendim başımın belası söyle."
"Başının belası mı?"
"Öyle değil misin?"
Kollarımı göğsümde bağladım. "Tamam, öyle olsun Korel."
Kolumu dürttü. "Gece."
"Hıı?"
"Hı denmez efendim denir."
"Konuşmuyorum senle Korel."
"Küstün mü?"
"Küstüm. Konuşma benle."
"Peki çikolata alırsam?"
Birden ona döndüm. "Neden olmasın kocacığım."
Burnuma fiske vurdu. "Sen ne diyecektin?"
"Çok güzel değil mi diyecektim."
"Ney çok güzel?"
Kollarımı kaldırarak kendi etrafımda döndüm. "Eyfel, Paris."
Omuz silkerek sigarasını yaktı. "Sadece bir kule. Bizim ev bile daha gösterişli."
"Odun." diye mırıldandığımda umurunda olmadı. Yavuz yanımıza geldi. "Sadık Bey'in olanlardan haberi olmuş abi. Sizi tebrik ediyor."
"Şu an bununla ilgilenmiyorum Yavuz."
Yavuz baş selamı verip gideceği sırada arkasından seslendim. "Yavuz."
"Buyur yenge."
"Senin gözlerin mavi değil miydi?"
Yavuz dudaklarını birbirine bastırarak Korel'e kısa bir bakış attı. Korel daha da ciddileşti. Ama yüzündeki onaylayan ifadeyi görmüştüm. Yavuz'a fırsat vermedi. "Sen yanlış görmüşsündür."
Bir adım atarak Yavuz'a uyaran bakışlar atan Korel'in görüş açısını kapattım. Sadece Yavuz'a bakıyordum. "Ben yanlış görmem Eceloğlu. Evet Yavuz? Seni dinliyorum."
"Bütün mavi gözlülerin lens takacağına dair emir aldık."
"Ne?!"
"Gamzesi olanlar da işten atıldı."
Kocaman olmuş gözlerimle Korel'e döndüm. Sigarasından bir nefes daha çekip dumanı yüzüme doğru üflerken sırıttı. "Kafayı yemişsin sen."
Beni kolunun altına çekti, yanağımdan makas aldı. "Haklısın güzelim. Sana da öneririm."
Arkamızdan bizi şaşkınlıkla izleyen Yavuz'a baktım. "Atılanları geri alın. Ve şu saçma lensleri de derhal çıkarın!" Bir şey söyleyecek gibi olduğunda devam ettim. "Yengenin emri!"
Korel verdiğim emre sinirlenmiş gibiydi. Bu şey her neyse sağlıklı değildi. O işten attığı insanların ne yapacakları, lens takmak zorunda olan çalışanların nasıl zor durumda kalacağı umurunda değildi. Hastalıklı, tehlikeli bir şekilde bağımlı ediciydi. Ölümcüldü. Daha da kötüsü onunkine benzer şeyler hissediyordum. Her şeyi yapabilecek potansiyele sahiptim. Tıpkı bir uyuşturucu gibi onu arzuluyordum. Kanıma yavaş yavaş karışırken beni öldüreceğini bile bile sebepsizce yine ona çekiliyordum.
Uzaklaşınca yaşadığım boşluk hissiyle düşüncelerimden sıyrıldım. Dondurmacının önüne hangi ara geldiğimiz hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Elime çikolatalı dondurmayı tutuşturduğunda kendisi de çilekli olanı yalamaya başlamıştı. "Yesene Yeni Ay."
"Kilit almayacak mıyız?"
Elini cebine atarak bir tane kilit çıkardı. Hevesle kilidi kaptığımda az önce olanlar aklımdan uçup gitmişti. Kilit kalp şeklindeydi. Kıpkırmızı rengi dikkat çekiyordu. "İnanmıyorum Korel bu çok güzel!"
"Çok önce almıştım. Ama asmaya vakit olmadı."
Gözle görülebilecek mesafede olan köprüye koşmaya başladığımda peşimden öne atıldı. Kahkahalarım Paris sokaklarında yankılanıyordu. Belimde ellerini hissetmemle havalanmam bir oldu. Daha fazla güldüm. "Korel indirsene ya! Kilit asacağım!"
Bizi tanıyanlar şaşkınlıkla bakıyor, fotoğraf çekiyordu. "Uslu dur Yeni Ay, gidiyoruz işte."
Beni tek koluyla omuzuna atmıştı. Kafam sırtından aşağı sallanıyordu. Bir elimle dondurmamı yemeye devam ederken diğer elimi yumruk yapıp sırtına vurmaya başladım. "İndirsene beni öküz herif!"
"O öküz herif eğer rahat durmazsan seni köprüden aşağı atacak."
Dehşetle yutkundum. Sesimi kendimden emin çıkarmaya çalışmıştım ama tereddütlü geliyordu. "Atmazsın ki."
Yürümeye devam ederken birkaç saniye bekledi. Devam ettiğinde sesi stemli geliyordu. "Atmazmışım."
Kıkırdadığımda köprünün ortasında beni yere indirdi. Dondurmamı tutması için ona uzatıp kilidin üzerine kendi ismimi kazıdım. Korel'le uzattığımda kendi ismini kazımadı ama kilidi alıp en üste astı. Bozuntuya vermedim. Yine de kendi ismini yazmasını istemiştim. Nedenini sorgulamayacaktım. Anahtarı alıp kocaman gülümsedim. Korel'in gözlerinin içine bakarak fısıldadım. "Sonsuzluğa."
Kafasını aşağı yukarı salladı. "Sonsuzluğa."
Ve anahtarı aşağı attım. Bir süre öylece kilitleri izledim. İnanışa göre iki aşık isimlerinin yazılı olduğu bir kilidi bu köprüye asıp, anahtarını da Seine nehrinin sularına attığında aşkları sonsuza dek sürerdi.
Benim astığım kilit bile hayatta sevgiye imkansız olduğumu haykırıyordu. O kilit içimde kapanması imkansız bir yara açmıştı. Ama ben Korel'le beraber orada gülümseyerek kilitleri izliyordum. Her birinin üzerinde aşıkların isimleri yazıyordu. Çok güzeldi.
Akşama kadar Paris'te dolaştık. Hava kararmaya, ay gökyüzünde yükselmeye başlamıştı. Birazdan dolunay etkisini gösterecekti. Yanımda Korel varken bu dolunayın etkisine girersem kafama bir kurşun yerdim. Daha bugün el ele yürüdüğüm adamın kafama sıkabileceği düşüncesi fazlasıyla ürkütücüydü ama gerçekçi olmalıydım. Dizlerimi kendime çekmiş manzarayı izliyordum. Korel hemen yanımdaydı. Ve bir sürü de adam. Nasıl sıyrılacaktım buradan?
"Korel."
"Hıı?"
Gözlerimi devirdim. "Hı denmez efendim denir."
"Efendim Gece, efendim güzelim."
"Tuvalete gitmem gerek."
"Tamam buluruz bir tane."
"Olmaz Kotel. İğrenirim ben, otele gitmemiz gerek."
"Olur kalkalım. Geç oldu uyuman gerek."
Evet bu gece kısmen uyuyabilecektim. Aslında pek de uyumak denemezdi. Yorgun düşüp bayılacaktım ve beni dinlendirmiyor, aksine yoruyordu. Kalktığımızda bu sefer arabayı Aras kullanıyordu. Otele vardığımızda Korel banyoya girdi. Üzerime siyah eşofman takımımı giyerek dışarı çıktım. Aras söylediğimi yaparak adamları uzaklaştırmıştı. Kahverengi lenslerimi taktım, eldivenlerimi de giyerek arabalardan birine atladım. "Hava almak için çıkmıştım ama biraz dolaşmaya karar verdim. Beni bekleme."
Deliye döneceğini bile bile bu mesajı Korel'e gönderdim. Bir çeşit sinyal kesici cihazı izlenmemek için telefonun arkasına taktım. Boş bir sokak bulup sırtımı duvara dayayarak yere oturdum. Saatimi kontrol ettim. Saniyelerim kalmış olmalıydı. Bakışlarım dolunaya kaydığında simsiyah geceye rağmen orada bembeyaz duruyordu. Kalbime saplanan derin ağrıyla ellerimi yumruk yaparak dişlerimi sıktım. Gözlerimi dolunaydan ayırmıyordum. Korel dolunayı seviyor muydu acaba? Sevdiğini düşünmüyordum çünkü bana yeni ay diyordu. Yoksa asıl sevmediği şey yeni aydı ve bana da bu yüzden mi öyle hitap ediyordu?
Başka şeylere kafa yormak işe yaramıyordu. Sanki içimde bir yangın vardı. Onu dizginlemek imkansızdı. Biraz daha kasıldım. Dudaklarımın arasından boğuk bir inilti döküldü. Korel beni arıyor muydu? Çok mu endişelenmişti yoksa ölmem için dua mı ediyordu? Ben olsam onu arardım.
Bir saat boyunca sadece dolunayı izledim. Artık bitmesi gerekiyordu. Daha fazla dayanamayacaktım. İçimdeki yangın ağır ağır söndüğünde bedenim yana düştü. Gözlerimi açık tutacak enerjim bile kalmamıştı. Gördüğüm son şey bana doğru büyük adımlarla yaklaşan ayakkabılarken içten içe onun Korel olmadığını biliyordum.
***
Önce sesler gelmeye başladı. Sonra son olanları anımsadım. Gözlerimi açmadan önce nefes alışveriş ve ayak seslerini dinledim bir süre. İki kişilerdi ama birisi az önce çıkmıştı. Yerini iyice tespit ederek ani bir atakla üzerine atladım. Boynunu kavradığım sırada başım dönmeye başladı. Sendelememe rağmen bırakmadım. "Otur oturduğun yere, güvendesin."
Ethan'ın sesini duymamla birlikte ellerimi gevşettim. Omuzlarımı tutarak beni tekrar arkamdaki yatağa oturttu. Kendisi de karşımdaki sandalyeye yerleşerek öne eğildi. "Bir kere soracağım ve net cevaplar vereceksin. İnsan gibi cevap vermezsen hayvan gibi muamele görürsün."
"Kaç saattir baygınım?"
"Soruları ben soruyorum Eceloğlu."
Bana Eceloğlu demesiyle bir an afallasamda çabuk toparladım. Onun gibi öne eğildim. Başım müthiş ağrıyordu. Şu an yapacağım şey beni ya ifşa ederdi, ya da arkama koca bir ordu verirdi. Her zamanki gibi risk almayı tercih ettim. "Ölüm Çiçeği'ne ne kadar bağlısın Ethan?"
Sorumla bir anlık şaşkınlığın ardından eski ifadesine büründü. "Onun müttefiklerinden biri misin? Eğer öyleyse cevap vereyim." Biraz daha eğildi. "Uğruna her şeyimi veririm. Canım da dahil." İfadesini süzdüm bir süre. Yalan belirtisi göstermiyordu. İçgüdülerim de benimle aynı fikirdeydi. Ondaki bu kararlılık korkutucuydu. "Kimsin sen?"
Saf bir merakla söylediklerinden sonra dudağımın sol köşesi kıvrıldı. Lenslerimi çıkarttım. Gözlerinin içine bakarken yanan şöminedeki ateşleri coşturdum. Ethan'ın göz bebekleri büyüdü, kalp atışları hızlandı. Bir olağanüstü bir şekle bürünmüş ateşe, bir gözlerime baktı. Güç kullandığımdan dolayı yıldızlı bir geceye benzemiş olan gözlerime. Kafasını iki yana salladı. "Ölüm Çiçeği." diye fısıldadı. Sonra aniden ayağa kalktı. "Ama, nasıl olur?" Büyük bir kararlılıkla bana baktı. "Emret." dedi. "Avcıların sonunu getireyim, dünyayı ayaklarının altına sereyim."
"Hayır Ethan. Senden başka bir şey isteyeceğim. Birini araştıracaksın."
"Kimi?"
"Umay Eceloğlu. Hakkında her şeyi istiyorum. En ince ayrıntısına kadar."
"Korel'in annesi. Halledeceğim."
"Kahin, sizin elinizde mi?"
"Biz de uzun zamandır arıyoruz. Adamdan hiçbir iz yok."
"Kimliğim ikimizin arasında kalacak Ethan."
"Nasıl istersen."
Yerimden kalktım. "Korel'in yanına gitmeliyim."
"Gerçekten kocan bir avcı lideri. Bu delilik."
"Emin ol çok da normal sayılmam Ethan."
Sırıttı. "Ona ne şüphe. Yine de o heriften en ufak bir şekilde şüphelenirsen bana gel. Önce seni otelin yakınlarında bir yere bırakayım sonra da-"
"Sonra?"
"Sonra da gece boyu içip işkence edecek birilerini bulurum. Eğlenceli olacak."
Ethan Berger tam bir ruh hastasıydı. İşkence yöntemleri benimkilerden bile iyiydi. Yirmi bir yaşında olmasına rağmen acı vermekten sadistçe zevk alıyordu. Yüzümü buruşturdum. "Sana kolay gelsin. Beni bulduğun yerde indirirsin. Bundan sonra da haberleşiriz."
"Evet, haberleşiriz. Sanırım alkol komasına gireceğim. Tanrım, tüm bu olanları sindirmem gerekecek."
Ona göz kırpıp çıkışa yöneldim. Dediğim gibi arabamın yanında bıraktı. Otele sürmek yerine köprüye gittim. Taktığım kilidi bulduğumda elimi uzattım. Saçlarımı savuran rüzgâr ve inceden yağmaya başlayan yağmur huzur veriyordu. Kilidi kavradığımda ilk önce ismimi gördüm. Ama hemen altında bir isim daha vardı. Korel.
Önce bir damla akıp gitti gözlerimden, sonra başka biri daha. Bunu ne zaman yazmıştı? İçimdeki bu hissin adı neydi? Şakasını yapalım derken gerçekten delirmiş olabilir miydim?
Sırtımı kilitlere yaslayarak kollarımı bacaklarıma doladım. Ellerimle yüzümü kapatmadım. Saklamadım. Orada bağıra çağıra ağladım. Ağlıyordum çünkü canım acıyordu. Ağlıyordum çünkü çocuklar canları acıdığında ağlardı. Ağlıyordum çünkü yeni anlamıştım ki ben de çocuktum.
Birisi kollarını bedenime doladı. "Yeni Ay, neden ağlıyorsun?"
İçikmelerimin arasından güçlükle konuştum. "Ağlıyorum çünkü, çocuklar canları acıdığında ağlarlar."
Kafasını salladı. "Ağlarlar güzelim. Ağlarlar."
"Ben hiç büyümemişim ki Korel. Baksana, ağlıyorum."
"Büyüme o zaman Yeni Ay. Hep çocuk kal, olmaz mı?"
Olur diyemedim. Ama olmaz da diyemedim. Kim olduğumu bilmiyordum. Kaybolmuştum ve burada, onun kollarında evimdeymiş gibi hissediyordum. Ben, ilk defa bir yere evim diyebiliyordum. Ve orası, ölümün kollarıydı. Ben ise Ölüm Çiçeği'ydim. Ona bunu söyleyemedim. Onun yerine başka bir şey söyledim ama bence bütün süslü cümlelerden daha anlamlıydı. "Artık uyuyalım Korel."
Saçlarımın üzerine bir öpücük kondurdu. "Uyuyalım Yeni Ay."
Beni tekrar kucağına aldığında artık saymayı bırakmıştım. Odamıza geri döndüğümüzde o yatağa birlikte yattık. Gözlerini kapattı. Gözlerimi kapattım. Düzensiz nefes alışlarından uyumadığını biliyordum. Ben de uyuyamadım. Saatlerce öylece durduk. Özellikle ellerimdeki tırnak izlerini gördükten sonra bir şey sormadı. Bunun için ona minnettardım. Saatlerce o şekilde durduk. Asla birlikte uyuyamayacaktık belki. Belki de yarın birbirimize silah çekmiş olacaktık ama ben yıllar önce öğrendiğim gibi anın tadını çıkardım. Yarının bir önemi yoktu, dün ise önemsiz bir ayrıntıdan ibaretti. Elimizde sadece bugün vardı ve ben huzurluydum. Bu yüzden başka bir şey düşünmedim.
***
Bir hafta sonra
Pera
Televizyon karşısında abur cuburlarımı yiyordum. Kilo almak şu an için düşüneceğim son şey bile değildi. Gece ve Korel gideli tam bir hafta olmuştu. Gece'nin telefonlarına ulaşamıyordum. Acaba dolunay gecesinde ne yapmıştı?
Onları gönderme fikrine en başından beri karşıydım. Ben olasılıklara güvenmezdim. O adam bir avcıydı ve kardeşimin peşindeydi. Asıl mesele tam olarak buydu. Beynim uzak durmaları gerektiğini söylüyordu. Ama bu adamda tuhaf bir şeyler daha vardı. Onu gördüğü andan itibaren Gece'de de. Benim tanıdığım Gece onu çoktan öldürmüştü. Yine de ona da kızamıyordum çünkü kafası yeterince karışık gibiydi. Ben sadece onun mutlu olmasını istiyordum.
Ailem bir trafik kazasında ölmüştü. Bir zamanlar Gece, her şeyimdi. Sonra Önder gelmişti. Ona baba diyebiliyordum. Serpil anne vardı bir de. Daha da önemlisi Kuzey vardı. Bazen korumacı bir abi, bazense haylaz bir kardeş. Bir de bakmıştım ki Gazel girivermişti hayatıma. Kardeş oldu, anne oldu, arkadaş oldu. Ben bu kadarım demiştim kendi kendime. Başka kimseye ihtiyacım yoktu. Sonra o gelmişti. Bana bambaşka bir duyguyu tattırmıştı. Sedece beyinden ibaret olmadığımı söylemişti. Lise mezuniyetinde, annesi yanında olmayan tek kişi olduğumu görüp kaçtığımda çıkmıştı karşıma. Belki de en çok ihtiyacım olduğu zamanda. Hem ağlıyor, hem koşuyordum. Merak ederek peşimden gelmişti. "Senin ailen en azından seni seviyormuş." demişti. Elini uzatıp tam göğüs kafesimin üzerine koymuştu. "Çok hızlı atıyor Rus Kızı."
O gün ilk defa kalbimin attığını hissetmiştim. Onu ilk ve son görüşümdü. En azından on dokuz yaşıma kadar böyle düşünüyordum. Onun bir melek olduğuna kendimi iyice inandırmışken çıkıp gelmişti. Ama görmüştüm ki bu adam benim düşmanımdı. Yine mantığımı kullanmalı, ondan uzak durmalıydım ama kalbim ilk defa beynimin önüne geçiyordu. Geçenlerde yanıma gelmişti. "Aşığım Rus Kızı! Neden anlamıyorsun? Boş ver her şeyi. Birbirimiz için sadece biz olalım." demişti.
Ne diyeceğimi bilememiştim. Ben aşktan anlamazdım ki. "Yapamam Bora."
İki kelime beni parçalamıştı. Ve sanırım onu da parçalamıştı. Kapımın önünden gelen tıkırtıları dinlerken tam olarak bunları düşünüyordum. İki seçeneğim vardı. Kapıyı açmak ve açmamak. Beynim bana küfürler sıralarken daha fazla bu şekilde oturamayacağımı biliyordum. Küçük adımlarla kapının önüne gittim. Elim kapı kolundayken bir süre sesleri dinledim. Yine tek başına gelmiş olmalıydı. Kısık sesle kendi kendine söyleniyordu. "Ah be Rus Kızı. Yolunda taş bile olmaya layık değilim değil mi? Keşke saç tellerinden birisi olsaydım, özenerek tarardın beni."
Gülümsediğimi fark etmemle yine aynı ciddiyete büründüm. Derin bir nefes daha alıp kapıyı yavaşça araladım. Yine aynı yerdeydi. Merdiven basamaklarına oturmuş, elindeki devasa içki şişesini kafasına dikiyordu. Beni görünce telaşla ayağa fırladı. Elini ensesine atarken dengesini sağlamaya çalışıyordu. Ne kadar içmişti? "Rus Kızı. Kızacaksın ama kız. Yani haklısın ben olsam ben de kızardım." Kaşlarını çattığında hıçkırdı. "Yalan söyledim. Ben kızamam ki. Ama sen kızsan iyi olur çünkü o zaman çok güzel oluyorsun. Bu halinle de güzelsin ama. Ben, geldim işte. İhtiyacım vardı ve-"
Tekrar hıçkındığında kelimeleri doğru bir şekilde telafuz edemiyordu bile. "Bora, adamı ne yaptın?"
Kuzey'in, Bora'nın bir daha buraya gelmesini önlemek için diktiği adamdı. Haberim olmadığını sanıyordu ama gece gündüz bina kapısında dikilen bu adamı fark edebilecek seviyedeydim. Bora'nın yanakları al al oldu. Eli bir kez daha ensesine gitti. "Yangın merdivenine tırmandım."
"Yangın merdivenine mi tırmandın?" Biraz daha kızarınca gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Delirmişsin sen."
"Sanırım bu şey bulaşıcı."
Sendelediğinde kolunu kavradım. "Of Bora of! Gir hadi içeri. Seni burada görürlerse bu sefer ben bile kurtaramam."
"O yavşak da kardeşime yalanıyor!"
"Onlar çocukluk aşkı. Çok şey yaşadılar."
"Biz seninle az mı şey yaşadık be Rus Kızı? Ama bu bir engel değil ki. Sen evet de biz de çok şey yaşarız. Korel'i de alıp veremedikleri de umurumda değildi. Görmüyor musun Rus Kızı? Adamlar evlendiler, sen Gece diyip duruyorsun."
"Aynı şey değil Bora."
"Sakın bana o fotoğrafları görmediğini söyleme."
İşte bu tuhaftı. Fotoğraftan falan haberim yoktu. Şaşkınlığımı gördüğünde elini cebine attı. Telefonunu çıkaramayınca sessiz bir küfür mırıldandı. Beceremeyince telefonunu ben çıkarttım. "Hesaba gir." dediğinde dediğini yaptım. İnsanların konuştukları tek şey Ölüm Çiçeği olduğu için ne haberlere bakıyordum ne de hesaplarımı kontrol ediyordum. Ama yanılmıştım. Gündemin ilk sırasında Gece ve Korel vardı. Ve bir sürü fotoğraf. Birisinde Korel Gece'nin elini öpüyordu, birisinde koşuyorlardı, Korel Gece'yi kucaklıyordu. Dondurma yiyor, bazense sadece manzarayı izliyorlardı. Hepsinde ikisi de gülümsüyordu. Hayır, sorun bu değildi. Gece hep gülerdi zaten. O kadar güzel gülerdi ki, gerçek sanırdınız. Sorun onunlayken gerçekten gülümsemesiydi. Burada, bu fotoğraflara bakarken bile çok net bir şekilde anlıyordum ki Gece'nin aslında hiçbir gülümsemesi gerçek değildi. Bu fotoğraflarda farklı bir şeyler vardı. Ellerimi saçlarımdan geçirdim. "Bu mümkün değil."
"Neden mümkün değil Rus Kızı? Kimse imkansızlık falan dinlemiyor."
Onun da bilmediği şeyler vardı. Bu işin sonunda ikisinden birisi ölecekken birbirlerine tutulmaları mümkün değildi. "Ben sana kahve yapayım."
Oradan kaçarcasına mutfağa gittim. Kalçamı tezgâha yaslayarak bir süre boş duvarı izledim. Kahve yaparken de gereğinden fazla oyalanmıştım. Sonunda yanına gittiğimde hâlâ içmeye devam ediyordu. Elinden sertçe çektiğim şişeyi kendi kafama diktiğimde şaşkındı. "Ama sen içmezsin ki?"
"Kaç hafta oldu da çözdün beni Bora? İçiyormuşum demek ki."
"Elli beşinci haftaya girdik."
"Ne saçmalıyorsun?"
"Hani bir keresinde karşılaşmıştık ya, bir yıl önce, elli beş hafta önce."
Ağzım açık bir şekilde ona bakarken söyleyecek bir şeyler aradım ama yoktu. "Bir yıldır beni mi takip ediyorsun?"
"Hani o yakalayıp gönderdiğin adamlar vardı ya, benimkilerdi işte."
Pera Keskin bu sözlerden böylesine etkilenmemeliydi. Şu an ona bir tane tokat geçirip gönderirdi. Ama benim içimde benzersiz bir ağlama dürtüsü vardı. Sadece ona sarılmak ve ağlamak istiyordum. Beş dakika sonra pişman olacaktım. Evet kesinlikle pişman olacaktım ama şu an ne istiyorsam onu yapacaktım. Hayatımda ilk defa sonunu düşünmeden kendimi Bora'nın yanına attım. Kollarımı boynuna dolayarak başımı boynuna gömdüm. Kimsesizlik, acıtıyordu. Gözyaşlarım sessizce tişörtünü ıslatırken bir an duraksadıktan sonra o da beni sardı. Bir yandan sa saçlarımı okşuyordu. "Rus Kızı." dediğinde boğuk bir şekilde "Hıı?" dedim. "Sarhoş musun? Ne çabuk sarhoş oldun ama ya, zamanı mıydı şimdi?"
Sarhoş muydum? Bilmiyordum. "Değilim sarhoş falan."
Kulağıma yaklaşarak sır verir edasıyla fısıldadı. "Ben sarhoşum sanırım. Bu da demek oluyor ki benden faydalanabilirsin. Hatta faydalanmalısın."
"Bora..."
"Ama sarhoş olmadığına sevindim. Böylece senden faydalanmış olmayacağım. Cık cık cık, çok terbiyesizce olurdu öyle değil mi?"
"Ne demek istiyorsun?"
"Hayır Rus Kızı. Yapacağım şeyden dolayı üzgün değilim. Ama eğer istiyorsan daha sonra yumruklayabilirsin."
Birden beni çevirip dudaklarıma yanaştığında itiraz edemedim. Yavaş yavaş, incitmekten korkarcasına öptü. Yılların özlemini giderircesine öptü. Aceleyle ona karşılık verirken başka bir şeye odaklanamıyordum. Sonunda ayrıldığımızda kendimi toparlamaya çalışarak ona yumruk attım. Kalkmaya yeltendiğimde daha geniş sırıtarak kalkmamı engelledi. Biraz çırpındıktan sonra sonunda pes ettim. Dilini dudaklarının üzerinde gezdirip yüzüme baktı. Elalarını kıstı. "Framboğaz."
"Bora, hastaneye gitmemiz gerekiyor."
Birden ciddileşti. Gözlerini endişe kapladı. "Ne oldu iki dakikada?"
İki elimi kalbimin üzerine koydum. "Çok hızlı atıyor."
Tekrar kibirli bir şekilde güldü. "Evet, öyle bir etkim vardır genelde."
Kafamı hızlıca iki yana salladım. "Hayır bu hiç mantıklı değil. Atak geçiriyor olmalıyım. Bir şey yapsana Bora."
Yüzüme inanamıyormuş gibi bakıyordu. "Gerçekten inanılmazsın Rus Kızı. Bir de erkeklere odun derler."
Ona gizlemediğim şaşkınlıkla bakarken artık anlamıştım. Atak falan geçirmiyordum.
***
Yatakta çaresizce kıvranıyordum. Dün gece Türkiye'ye dönmüştük ve tüm gece uyumamıştım. Nedeni sadece uyku tutmaması değildi. Regl olmuştum. Evet tam da zamanını bulmuştu. Ağrıdan duramıyordum. Korel sabah erkenden toplantıya gitmişti. Paris'te bir hafta boyunca çok güzel zamanlar geçirmiştik. Hayır, karnım böylesine ağrırken bunu düşünmeyecektim. Kendimi her an ağlayacakmış gibi hissediyordum. Bu çok sinir bozucuydu. Kapının açılıp kapanma sesi geldiğinde kulak kabarttım. Merdivenleri çıkan sert adımlar gelenin Korel olduğunu söylüyordu. Adımlar kapının önünde durduğunda kapıyı tıkladı. "Gece?"
"Efendim Korel."
Sesimden acı çektiğim anlaşılmasın diye üstün bir çaba sarf etmiştim. Ama yine de anlayacağını biliyordum. Kapıyı hızla açıp dibimde bittiğinde eli ayağı birbirine dolaştı. Daha fazla rol yapmaya gerek görmeyerek acıyla inledim. "Neyin var Yeni Ay?" Sesi endişeli geliyordu. Kimseye belli edemesemde bu konularda gereğinden fazla utanıyordum. Pera ve Gazel'e bile söyleyemeyecek kadar. Şu an kıpkırmızı olduğuma emindim. Gözlerimi kaçırdım. "Bir şey söylesene Gece. Neler oluyor? Yok bu böyle olmayacak. Hastaneye gidiyoruz."
Kolları bana uzandığında panikle bağırdım. "Dur Korel gidemeyiz."
"Ne demek gidemeyiz. Kalkmazsan zorla götürürüm. Bu hâlde bu şekilde yatamazsın."
"Regl oldum be adam!"
Kelimeler ağzımdan bir anlık sinirle çıktığında utançla inleyip kafamı yastığa gömdüm. Küçük bir aralıktan da Korel'i izliyordum. An az benim kadar şaşkın görünüyordu. Gözleri dehşetle büyümüştü. "Yeni Ay, utandın mı sen?"
"Of Korel yaa!"
Eliyle saçlarını karıştırdı. "Pekâlâ söyle bana Yeni Ay. Ne yapmam gerekiyor, nasıl diner bu acı?"
"İlaçlar bana etki etmiyor Korel! Evde ped de yok. Yanımda sadece bir tane vardı onu kullandım."
"Bizimkilerden birine söyleyeyim getirsinler." dediğinde daha fazla kızardım. "Olmaz, utanırım ben yüzlerine bakamam."
Ofladığında iyice panik olmuştu. "O zaman önce getirtip sonra kovarım. Dünya'nın öteki ucuna gönderirim bir daha görmezsin." Aklına daha iyi bir fikir gelmiş gibi birden heyecanlandı. "Hatta öldüreyim?"
Bütün utancımı unutmuştum. Ölüm Çiçeği bile iri iri gözlerle onu izliyordu simdi. Ciddi olamazdı değil mi? O mu seri katil yoksa ben mi belli değildi. "Saçmalama Korel, sakın."
"O zaman yapacak başka bir şey yok."
Birden beni kucağına aldığında boğuk bir çığlık attım. "Bıraksana beni öküz herif! Ne yaptığını sanıyorsun?"
Normal bir şeyden bahseder gibi omuz silkti. "Burada böylece acı çekmeyeceksin. Ben nereden bileyim şu malzemenin nasıl bir şey olduğunu?"
"Üstüm başım iyi değil Korel bırak beni getirme istemiyorum."
Arka cebinden telefonunu çıkarıp birini aradı. "Evin önündekileri uzaklaştırın. Gözlerine de sahip çıkmayanın gözlerini oyarım."
Bu kadarını kesinlikle beklemiyordum. Söyleyecek bir şey bulamadığımda utançla kafamı gövdesine gömdüm. "Seni öldüreceğim."
"Önce bir iyileş de sonrasına bakarız."
Etrafa kaçamak bakışlar attığımda bütün adamların arkası dönük bir şekilde durduğunu gördüm. Aras'ta buna dahildi. En yakın markete sürdüğünde beni tekrar kucağına aldı. Kapşonunu kapatarak yüzünü gizledi. Ben de aynı şekilde yüzümü gövdesine gizledim. Gerçekten, ne yapıyorduk biz böyle? Birkaç ay önce bu duruma düşeceğimi söyleyen biri olsaydı onu tereddüt etmeden vururdum. Rafların arasından geçerken "Burası." diye fısıldadım. Korel'in kollarında kıvranıp duruyordum. O ise her kıvranmamda beni biraz daha sıkı kavrıyor, dişlerini sıkıyordu. Tam raflardan paketi alacağım sırada benden önce davranarak paketlerden birini incelemeye başladı. Bir sağa bir sola döndürürken telaşla etrafa baktım. Birkaç yüz bize dönmüştü bile. "Korel versene şunu."
"Bu ne kadar tuhaf bir şey Yeni Ay. Islak mendil gibi falan mı bu?"
"Korel!"
"Neyse bol bol alalım da evde bulunsun. Bu şey nasıl ağrını dindirecek ki?"
"Ağrımı dindirmeyecek Korel."
Hızla bana döndü. "O zaman bu hâlde ne diye bunu istiyorsun?"
Bakışlarımı kaçırdım. Hayır, onunla böyle bir şeyi konuşmayacaktım. Yüksek sesle oflayıp hepsini kasadan geçirdi. Tekrar arabaya bindiğimizde eve giderken aceleciydi. Kapıdan ilk adımı atmasıyla Barut dibimizde bitti. Sanırım en çok onu özlemiştim. Zaten şu an en ufak bir şeye bile ağlayabilirdim. "Uzak dur lavuk. Kızın canı burnunda zaten."
Hayal kırıklığıyka ona baktım. "Ya Korel niye öyle diyorsun kalsın işte burada ne olacak, hem ben onu özledim."
"Sen, ağlıyor musun?"
Dolan gözlerimi kırpıştırarak yaşları geri gönderdim. Sessiz bir küfür mırıldanıp beni salondaki koltuğa yatırdı. Kafamın altına yastık koyup üzerimi örttü. Aceleyle çıktığında birkaç dakika sonra geri döndü. Elinde sıcak su torbası tutuyordu. "Bakıyorum da tecrübelisin bu konularda Korel. İyi fikirmiş sıcak su torbası."
Gözleri benim haricimde her yerde gezindi. "İnternette yazıyordu ki-"
Ellerimle yüzümü kapattım. Yapmış olamazdı değil mi? Kesinlikle yapmıştı. Kortuğun kenarına oturup torbayı karnıma bıraktı. Bileklerimi tutup yüzümü açmaya çalıştı. "Hadi ama Yeni Ay. Utanacak bir şey yok ki. Gayet doğal bir şey bir kere."
Cevap vermediğimi gördüğünde takrar yanımdan kalktı. Geldiğinde elinde bir kase çorba tutuyordu. Kaşığı kendine çevirip biraz üfledi, dudaklarını değdirdi. "Tuzu az mı olmuş bunun?"
"Ne kadar koydun ki?"
"Bir tatlı kaşığı." dediğinde öksürmeye başladım. Panikle çorbayı nereye koyacağını bilemedi. Sonunda masanın üzerine adeta fırlatarak doğrulmamı sağladı. Yan taraftan bardağa su doldurdu. "Korel, sen sana yaptığım çorbayı nasıl içtin?"
Gülecek gibi oldu ama kaşları da çatılmamak için direniyordu. "Yani, biraz tuzluydu ama..."
"Biraz mı tuzluydu?"
Kafasını salladı. Baş parmağıyla işaret parmağı arasındaki o az mesafeyi yüzünün hizasına getirdi. "Birazcık."
"Ben o çorbanın içine bir çay bardağı tuz koymuştum."
"Yani, sanki öyle olmuş gibi."
"Bana niye söylemedin, nasıl içtin o kadar çorbayı?"
"Fazla tuzlu beslenmek hastalığa iyi geliyormuş ve tadı da fena değildi." Duraksadı, kaşlarını çatatak devam etti. "Pekâlâ bu bir yalandı."
Kafamı iki yana salladım. "İnanamıyorum Korel. Pes, gerçekten pes!"
Ona sırtımı dönerek üzerime battaniyeyi çektim. Hep yaptığım gibi sessizce oturup geçmesini bekleyecektim. Beni tutup kendine çevirdi. "Eğer bu çorbayı içmezsen Gazel'i çağırırım. Yanına da Pera'yı. Seni bir tek onlar hakkar." Bu isteyeceğim son şey bile değildi. Kollarımı göğsümde bağladım, somurtarak uzattıklarını içtim. Bittiğinde sanki beni tehdit eden o değilmiş gibi masumca gülümsedi. Zilin çalmasıyla kapıya gidip karşıdakine birkaç şey söyledi. Elinde bir poşet dolusu abur cuburla geldiğinde yüzümde nasıl bir ifade vardı bilmiyordum ama hoşuna gitmiş gibiydi. "İnternette yazıyordu ki-"
"Korel lütfen internet falan deme artık."
Poşedi olduğu gibi bırakıp televizyonu açtı. Karnım da eskisi kadar şiddetli ağrımıyordu. Aklıma gelen şeyle bütün morelim bozuldu. Çok uzun zamandır kimseyi öldürmemiştim. "Korel."
"Hıı?"
Gözlerimi devirdim. "Hı denmez efendim denir."
"Efendim güzelim."
Öğrenmeye başlıyordu. "Ben çok uzun zamandır kimseyi öldürmüyorum."
"Ee ne yapalım Gece?"
"Ya birini bulsana bana. Akşamki toplantıya kadar sıkıntıdan patlarım ben. Hem bak iyiyim işte."
"Akşamki toplantıyı iptal ettim."
Bu akşam ortaklığımız adına çok önemli bir toplantı olacaktı. İki elimiz kanda da olsa oraya gitmeliydik. "Sebep?"
"Hastasın çünkü."
"Ne alaka Korel, böyle bir toplantıyı keyfi meselelerimiz yüzünden nasıl iptal edersin? İdare edebilirdim."
"Edemezdin. Oraya gelecek kimse bir yerlerimde değil. İptal etmek istedim ve ettim. Paşa paşa itaat edecekler."
Yerimden doğruldum. "Hadi birini öldürelim. Hem bizim odayı da denemiş oluruz."
"Saçmalama Yeni Ay, burada yaşıyoruz biz."
Bora'yı aradım. İlk çalışta açtı. "Kumral sizin sektörde hain falan var mı, öldürülecek olan?"
"Manyak mısın kızım sen bu saatte. Hevesli hevesli soruyorsun birde."
Arkadan gelen başka bir sesin Pera'ya ait olduğunu fark edince bütün neşem kaçtı. "Neredesin Kumral?"
"Evdeyim."
Peki hangi evdesin Kumral? "Evdesin?"
"Evet baya baya evdeyim Gece. Ne oluyor sabah sabah ya?"
"Peki Kumral buldum ben işkence edecek adam. Kapat sen."
"Ne buldun, hangi ara buldun?"
"İyi eğlenceler sana Kumral kapatıyorum işlerim var benim."
Korel de ayaklanmıştı. "Ne oldu?"
"Kalk Korel gidiyoruz. Artık bir dahaki sefere kullanırız o odayı."
"Bu halde nereye gidiyorsun?"
Ama çoktan merdivenleri çıkmaya başlamıştım. Bir yandan da Kuzey'e Pera'nın evine gelmesine dair mesaj atıyordum. "Kuzenini parçalara ayıracağım. Ve sen de benimle geleceksin Gölge Prens."
Ona dil çıkartıp merdivenleri koşarak çıktığımda peşimden koşuyordu. Uzun bacaklarıyla birkaç büyük adımda yanıma geldiğinde ise beni yatağa yatırıp dakikalarca gıdıklamıştı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM ÇİÇEĞİ
FantasyBir kadın vardı... Ateşin ruhuna sahip. Yaratılışındaki tek duygu nefret. Kehanetlerde anlatıldı. Efsanelerde, masallarda duyuldu. İrislerindeki karanlık tüm dünyasını kapladı. İntikam için yaşadı. Öldürdü. Ama kendisi daha çok öldü. Ve bir adam... ...