"Annen öldü mü senin, onu özlemiyor musun?" demiştim bir keresinde Pera'ya. O zamanlar sadece ikimiz vardık. Benim yanımda anne ve baba dediklerim vardı. Ama aynı zamanda yoklardı da. Yine kaçıp yetimhaneye gitmiştim. Burada kimsenin annesi yoktu. Sorduğum zaman hep aynı cevabı alıyordum. "Öldü."
Ölüm nasıl bir şeydi ki? Çok güzel olmalı diye düşünmüştüm. Bir annenin çocuğunu bırakıp gitmeyi seçebileceği kadar güzel. Ama en acı şekilde öğrenmiştim. Çöp kovasına bırakılmış, büyütüldüğü kadın tarafından öldürülmeye çalışılmış bir kız olarak söyleyebilirdim ki bazı annelerin çocuklarını bırakması için daha güzel bir şeye ihtiyaçları yoktu.
Pera omuz silmişti. "O ölmedi ki."
"Nasıl ölmedi, herkes öldüğünü söylüyor." demiştim. O ise gülümsemişti. "Anneler ölmezmiş Lavi. Çocuklarını daha iyi koruyabilmek için görünmez olurlarmış sadece."
"Süper kahramanlar gibi mi?"
"Süper kahramanlar gibi."
Küçüktük. Büyümüştük. Zaman büyütmezdi insanı. Acıları büyütürdü. Ve bir tek acılarımız terk etmezdi bizi. İnsanlar giderdi. Dost bildiklerimiz, sevdiklerimiz giderdi. Hatta anneler bile giderdi. Günün sonunda yine acılarımızla baş başa kalırdık. Şimdi ikimiz de biliyorduk ki, anneler süper kahraman değildi.
Annesiz bir çocuk önce sararırdı. Yavaş yavaş, acı çektikçe. Sonra kopardı dalından. Savrulurdu. Annesizlik ağır gelipte küçük çocuklar gibi ağladığımda Korel sıkı sıkı sarmıştı beni. Sararmış bir yaprağı tekrar ağacına kavuşturamazdı belki ama avuçlarına almıştı, yeniden yeşertmişti sanki. O benim yaralarımı görmüştü. Elleriyle sarmıştı. Ben görememiştim.
Korel'in de bir annesi vardı. Umay Eceloğlu. Öldüğünü söylemişlerdi. Ne zaman ölmüştü? O da Korel'i terk etmiş miydi? Yaşasaydı Korel iyileşir miydi? Onu sıkı sıkı sarsam, yeniden yeşerir miydi?
Karşımda bir adamın cesedi vardı. Öleli üç dakika, yirmi üç saniye oluyordu ve ben öylece onu izliyordum. Ne yapmam gerekiyordu? Biraz daha erken fark etseydim bu adamın ölmesini engelleyebilir, Korel'i annesine kavuşturabilir miydim? Arkamda birinin ayak sesleri duyuldu. Korel yanımda diz çöktü. Derin bir nefes verdi. "Hadi, gidelim buradan."
"Gidelim."
Ayağa kalktığımızda hızla çıkış kapısına ilerledik. Yer, kan gölüne dönmüştü. Cesetlere basmamaya çalışıyordum. Az bir mesafe kala Ethan önümüzde belirdi. Önümde zarifçe reverans yaparak elimin üzerine öpücük kondurdu. "Güzel bayan."
Korel beni kolumdan tutarak kenara çektiğinde Ethan'ı öldürecekmiş gibi bakıyordu. "Artık bizimle çalışıyorsun Ethan. Koltuk senin."
Sesi korkutucu, elimdeki eli sahipleniciydi. Bu el ele tutuşma işini fazla abartmaya başlamıştık. Ethan en az benimkiler kadar ürkütücü bir bakışla Korel'e baktı. Orada durmalıydı işte. Kimse benim kocama bu şekilde bakamazdı. "Ben bir tek Ölüm Çiçeği'ne çalışırım, avcı lideri."
"Ölüm Çiçeği'nin eceli olacağım Ethan. Sen ve senin gibiler de sadece izleyeceksiniz."
Ethan sinirle silahının ucunu Korel'in karnına dayadı. Korel çıkardığı bıçağı Ethan'ın boğazına bastırdı. Aynı anda beni de arkasına iteklemişti. Hâlâ elimi tutuyordu. Gerildim. Beynim isyan ediyordu. Bu mantığıma aykırıydı. Bu, her şeye aykırıydı. Karşımda iki adam vardı. Birisi Ölüm Çiçeği için canını verebilirdi. Diğeri onu öldürmek için nefes alan avcı lideriydi. Elim Korel'in elinin içindeydi. Karnına bir silah dayanmıştı ama o beni korumaya çalışıyordu. Öldürmek istediği kadını koruyordu. Bense onun elini tutuyordum. İstesem bıçağımı sırtına saplayıp buradaki herkesi yakarak öldürebilirdim. Ethan sadece benim için çalışırdı. Ölüm Çiçeği'yle, Korel Eceloğlu'yu öldürmek için iş birliği yaptığını söyleyip sıyrılırdı. Her şey bu kadar basitken neden onun elini tutuyor, ona silah çekti diye Ethan'ı boğmak istiyordum?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM ÇİÇEĞİ
FantasyBir kadın vardı... Ateşin ruhuna sahip. Yaratılışındaki tek duygu nefret. Kehanetlerde anlatıldı. Efsanelerde, masallarda duyuldu. İrislerindeki karanlık tüm dünyasını kapladı. İntikam için yaşadı. Öldürdü. Ama kendisi daha çok öldü. Ve bir adam... ...