10. İMKANSIZ MASALLAR

39 6 1
                                    

İnsanlar umut ederlerdi. Umut onları hayatta tutardı. Ve umudu kalmamış biri ölmeye makumdu.
   
Küçükken karanlıktan korkardım. Bu yüzden her gece vakti penceremden gökyüzüne bakar, orada bir yıldız arardım. Gecenin acımasız karanlığı, yıldızlar olduğu zaman o kadar da korkutucu gelmiyordu. Herkes kayan bir yıldız gördüğünde dilek tutuyordu. Bir yıldızın ölümünden medet umuyorlardı. Ben canım acıdığında onların kaymasını beklemiyordum. Geceyi süsleyen her yıldız için başka bir dilek tutuyordum.
   
Ve hiçbiri gerçekleşmiyordu.
  
Bilmiyorum, belki de kayarken tutmadığım için gerçekleşmiyorlardı ama ben asla kayan bir yıldız için dilek tutmadım.
  
Sonra umut dedim o yıldızlara. Onlar var olduğu sürece ben de var olacaktım çünkü onlar umut demekti. Umudu olan insanlar ölmezdi değil mi? Ben ölmüştüm. Ama bir yıldıza baktığımda içimde yeşeren o tuhaf hissi de silemiyordum. O his yaşadığımı hissettiriyordu.
  
Babam beni sinemaya götürmemişti. Tüm yıldızlarımı tek bir tokadıyla söndürmüştü. Bu kadar basit olmamalıydı belki ama oluyordu işte. Saatlerce ağladığım o kaldırım taşında öleceğimi düşünmüştüm. Hiç yıldız yoktu, umut yoktu ve karanlık da korkutuyordu.
   
Ve bir çocuk gelmişti. Küçük bedeni onun bir çocuk olduğunu söylüyordu ama gözleri acımasız bir adama aitti. Bana montunu, ayakkabılarını vermişti. Bir katil olarak o evden kaçarken, yanıma aldığım tek şeyin montu olduğunu ve o montu hâlâ sakladığımı Korel biliyor olamazdı. En başından beri bana neden Yeni Ay dediğini anlamıştım. O beni hatırlamıştı. Ama o çocuk benim için hep bir masal kahramanıydı. Belki de bu yüzden tanıyamamıştım. Ona yıllar sonra tekrar Gölge Prens dememin nedeni ise tamamen içgüdüseldi.
  
Ona bakarken mavilerinin gerçekten de tanıdık olduğunu gördüm. "Ben yıllar önce verdiğim sözü tutuyorum Yeni Ay." dedi. Bakışları değiştiğinde hızla aramızdaki mesafeyi kapattı. Elleri iki yanağıma yerleşerek yüzümü kavradı. "Neden ağlıyorsun, Gece?"
    
Ağlıyor muydum? Yüzümü pencereye çevirdim. Simsiyah gecede sadece tek bir yıldız vardı. Gözlerimin önüne Korel'in minik parmağı geldi. "Bak, orada bir yıldız olduğunu düşün. Diğer bütün yıldızlardan daha parlak. Sen onu orada görmeye devam ettikçe ben seni bulurum. Yeni Ay."
   
"Beni buldun." dedim. Kafam iki yana sallanıyor, sesim inanamıyormuş gibi çıkıyordu. Baş parmağı yaşlarımı sildi. "Buldum," dedi. Kafasını aşağı yukarı salladı. "Hep bulurum."
   
Öyle bir gülümsedim ki, bu seferki içtendi. Gözlerimden arka arkaya yaşlar süzülüyordu ve ben gülümsüyordum. Baş parmağı bu sefer sol yanağımda belli bile olmayan gamzemi okşadı. O da gülümsedi. Sonra beni tutup ayağa kaldırdı. Elim ayağım birbirine dolanıyordu. "Korel, şimdi gidemeyiz dışarısı fazla karışık ve yaralısın."
   
Başka şeyler de söyleyecektim ama işaret parmağını dudağımın üzerine koyarak beni susturdu. "Bunu bana motosikletle uçulabileceğini keşfetmiş bir kadın mı söylüyor? Ya da işkence sırasında pop dinleyen?"
 
Kendimi tutamayarak kıkırdadım. Böyle dillendirince bana da tuhaf gelmişti. "Ama en azından üzerimi değiştirseydim!"
  
Omuzunun üzerinden anlık olarak bana baktı. "Bir şeyi yok üstünün."
  
"Bu her hâlinle güzelsin mi demek?"
 
Dudaklarını birbirine bastırdı. "Gece, sus istersen güzelim."
 
Ve ben sustum.
  
Doksan sekiz kat indikten sonra bizi korumaları karşıladı. Magma'dan da adamlar vardı ama Korel için çalışanlar yoğunluktaydı. İlk önce eşorfman altı ve tişörtle karşılarında duran Korel'e, sonra da onun elini tutmuş peşinden sürüklenen pijamalarıyla ve yeni ağladığı belli olan bana baktılar. Tekrar Korel'e döndüklerinde elleri önlerinde birleşmiş, yüzleri yere dönüktü. Korel'in bakışlarını ise görmek bile istemiyordum. Adamlara yakacakmış gibi bakıyordu. "Abi, sokağa çıkma yasağı var."
 
Korel tek kaşını kaldırdı. "Haberim var."
  
Tabii ki de haberi olacaktı. O, avcı lideriydi. Ölüm Çiçeği'nin birden ortaya çıkışı bütün dünyayı sarsmıştı. Sokağa çıkma yasağının geçici olduğunu biliyordum. Her şeye alışıldığı gibi buna da alışacaklardı. Zaten kehanete inanan birçok kişi için sürpriz değildi. Ama bunları şimdi, sinemaya giderken düşünmeyecektim. Korel devam etti. "Sinemaya gidiyoruz. Açmalarını söyle."
  
"Emredersin abi."
  
Korel'in range roverinin ön koltuğuna yerleştim. Arkamızdan gelen koruma ordusunun bir kısmı da benimkilerdi. Sokaklar ilk defa böylesine boştu. Suratımdaki aptal gülümsemeyi silemiyordum. Büyük yapının önünde durduğumuzda Korel inip benim kapımı da açtı. Arkadaki korumalara dışarıda kalmalarını söylediğinde sorgularcasına bana bakan adamları kafa sallayarak onayladım. Korel tekrar elimi tuttu. Birkaç yerden geçince kısa süreliğine elimi bırakarak görevliye yöneldi. Elinde iki patlamış mısırla geri dönüp birini bana verdi ve bir kez daha elimi tuttuğunda kapıdan içeriye girebildik. Tek bir müşteri yoktu. Sadece sinema bölümünde birkaç çalışanı buradaydı. Çünkü Korel öyle istemişti.
   
Ortalarda bir yeri gözümüze kestirip yan yana oturduk. "Ne izleyelim?" dedi bana dönerek. Küçük çocuklar gibi heyecanlıydım. Sessiz salonda kalp atışlarımın sesi yankılanıyor olabilirdi. "The Corpse Bride!" dedim hevesle. Ellerimi çırpmamak için zor duruyordum. Gülüşünü saklamadı. Ama bu gülümseme alaylı değildi. "Ölü Gelin mi?"
   
Omuzunu yumrukladım. "Gülmesene ya! Merak ediyorum işte."
 
"Ben korku falan tercih edersin diye düşünmüştüm." İrkildiğimde inanamıyormuş gibi sırıttı. "Son korku filmlerinden korkuyorsun! Gerçekten, ciddi ciddi korkuyorsun."
  
Kendime itiraf bile edemediğim bir gerçek daha. Korku filmlerinden gerçekten korkuyordum. "Korel!"
  
"Tamam, izleyelim." dedi ellerini teslim oluyormuş gibi kaldırarak. Telefonundan birine mesaj attı. Işıklar kapandığında film başladı.
  
Pür dikkat filmi izledik, zaman zaman her şeyi unutup sadece boş konulardan sohbet ettik. Bir ara Korel'i dürtüp Victor'a benzediğini söylemiştim. Kızacağını düşünmüyorum ama o bi ekrandaki Victor'a, bi bana bakarak kahkaha atmaya başlamıştı. Sadece dakikalar sonra kendimi ölü geline benzeterek ağlamıştım. Terk edilmiş, muhtaç ve ölü. Korel'e söylediğimde sadece sarılmıştı. Şimdi ise film yeni bitmişti ve ben öylece ekrana bakıyordum. Gözlerim yine ve yine doluyordu. Bugün neler oluyordu bana böyle? Acaba regl mi olacaktım? "Güzelim," dedi. "Yine neye üzüldün?"
  
Evet, bıkmadan sıkılmadan bu soruyu sormaya devam ediyordu. "Niye Victoria'ya gitti Korel? Ölü geline aşık değil miydi? Şimdi o ölü gelin üzülmeyecek mi? Nasıl film bu böyle?"
  
Tekrar gülümsedi. "Güzelim, neden aşk kadar yüce bir duyguyu yönetmenin keyfine bırakıyorsun ki?" Duraksadığında kaşlarını çattı. Devam ettiğinde sinirlenmişti. "Hayır yani, kim o herif de seni ağlatabiliyor abuk subuk kurgularıyla?"
  
Ani ruh hâli değişimini şaşkınlıkla izliyordum. İkimiz de normal değildik. "Neden ağlamayayım Korel? Baksana ölü gelini terk etti."
 
Alt dudağını dişledi. "Siktir et yönetmeni de, onun keyfini de. Victor ölü geline ilk bakışta aşık oldu ve evlendiler."
 
"Bu yaptığın kurallara aykırı ama."
  
Bunu söylerken elimin tersiyle yaşlarımı silmiştim. Öne doğru biraz daha eğildi. "Kuralları ne zaman dinledik?"
  
Kıkırdadığımda ellerimiz bir kez daha birleşti. Dışarıya çıktığımızda en son ne zaman bu kadar mutlu olduğumu düşünüyordum. Görevli bir adam bize birkaç adım yaklaştığında göz bebeklerindeki büyümeyi gördüm. Her şey benim bile algılarımın üzerinde gelişti. Adamın eli beline gitti, bakışları beni buldu. Tam hamlemi yapacağım sırada Korel beni kolumdan çekti, silahıyla adamın beynini dağıttı. Hançer tuttuğum elimi kavrayıp geri yerine yerleştirmemi sağladı. Öyle bir gülümsedi ki az önce birini vurmuş birinden çok uzaktı. "Bugün sana cinayet yasak, Yeni Ay."
   
Adam anında arkamızdaki koruma ordusu tarafından delik deşik olurken omuz silkmekle yetindim. "Daha sonra telafi ederiz."
  
Cesede son bir bakış atıp çıkışa yöneldik. Kapının önünde Kuzey'i kovalayan Bora'yı görmemle gülmekle bağırmak arasında kaldım. "Sen kendine bak lavuk!"
   
Kuzey Bora'nın lafına hemen cevap yapıştırdı. "O kuzenin olacak şerefsiz kardeşimi buraya getirir, seni de diğer kardeşimin kapısından sarhoş toplarız. Uzak durmayı bir öğrenemediniz!"
  
"Sanki yedik kardeşlerini, sen de benim kardeşimin peşinden ayrılmıyorsun yalaka köpek gibi! Biz bir şey diyor muyuz?"
  
Gözlerimi şaşkınlıkla kırpıştığımda Korel birkaç adım ileri adımladı. Ben de peşinde sürükleniyordum. "Kuzey, Bora. Çocuk musunuz oğlum siz?"
  
Bora'nın suratında şeytani bir sırıtma belirdi. "Bu herif Gazel'in peşinden ayrılmıyor Korel." Korel ağzını açmadan kapıdan içeriye koşarak Pera girdi. Bora elleriyle saçlarını karıştırıp daha geniş gülümsedi. "Rus Kızı."
  
Pera ona öyle bir bakış attı ki ben bile ürktüm ama Bora'nın gülümsemesi silinmedi. Bu herif benim Gün Işığı'mdan uzak durmalıydı. Kolumu birinin çektiğini hissettiğimde kendimi Kuzey'in dibinde buldum. Kıskanç bir abi gibi Korel'e tip tip bakıyordu. Korel ise her an Kuzey'i parçalayabilirdi. Gazel de pijamalarıyla gelip kendini Korel'in kollarına attığında Kuzey'e göz kırptı. Korel bunu görmedi ama Kuzey'in Gazel'e karşılık verdiğini gördü. Kuzey'in üzerine yürümeye başladığında göz devirerek Pera'yı yanıma çektim. Bora'yla arasına girip görüş açılarını kapattığımda Pera, Bora'ya dil çıkarttı.
  
"Yeter artık ama ya, abi!"
  
Gazel'in isyanıyla Bora onun yanına gitti. Korel tekrar beni kolunun altına çektiğinde Kuzey'in delici bakışlarını görmezden gelerek çıkışa yürütmeye başladı. Karşı gelmedim. Ben bugün en büyük mafya gruplarından birinin lideri, olağanüstü güçleri olan bir katil değildim. Korel de amacı beni öldürmek olan duygusuz avcı lideri değildi. Bugün ilk defa dileğim gerçekleşmişti. Bunu o adam yapmıştı ve biz şu an sadece Gece ve Korel'dik. "Şimdi nereye gidiyoruz kocacığım?"
  
Bir an afallamadan sonra toparladı. Anlaşılan evli bir adam olduğu gerçeğini henüz kabullenememişti. "Şimdi karıcığım, evimize gidip bavullarımızı alıyoruz ve doğruca Paris'e uçuyoruz. Balayımızı yapıyoruz ama bu sırada paristeki kollarımızla da anlaşıyoruz."
  
El çırptım. "Biz orada milleti tehdit edip müttefikimiz yaparken bütün Türkiye Eceloğlu Holding'in sahibi, avcı lideri Korel Eceloğlu ile Magma lideri Gece Keskin," Düzelterek devam ettim. "Gece Eceloğlu'nu mutlu evlilikleri için balayı tatiline gidişini konuşacak."
  
"Aynen öyle olacak."
  
Şu an arkamızdaki herkesin bizim bu hallerimize baktığını hissediyordum ama istifimi bozmadım. Kuzey sessizce mırıldandı. "Yuh ama ya."
  
Arkamı dönmeden seslendim. "Seni duyuyorum Sarışın!"
  
Eve vardığımızda birkaç adam valizleri arabaya yükledi. Paris'te bütün korunma ihtiyaçlarımız için Korel'in mini ordusu bizimle gelirken ben yanıma bir tek Aras'ı ve yedi kişilik küçük ekibimi almıştım. Beş tanesi tamamen bana sadıktı. İki tanesi ise Önder'e çalışıyordu. Güya güvenliğim için benimleydiler. Attığım her adımı Önder'e bildireceklerinden emindim. Bahçede Aras baş selamı verdi. "Her şey hazır patron."
 
Gözlerimle Önder'in adamlarını işaret ettim. "Onlara göz kulak ol."
  
"Peki patron."
  
Korel'in geçende tuvalete kilitlediğim adam yanıma yaklaştı. Adının Yavuz olduğunu hatırlıyordum. "Korel Bey sizi bekliyor efendim."
   
"Peki Yavuz sen de kusura bakma, geçen tuvalete seni kilitlemek zorunda kaldım. Arada yapıyorum öyle şeyler. Elimde değil yani, çok sıkılmıştım."
  
Yavuz gülümsedi. "Sorun yok efendim, ne haddime?"
 
Ona başımı sallayıp arabaya yöneldim. Beni durduransa aklıma gelen düşünceydi. Omuzumun üzerinden arkamı döndüm. "Yenge Yavuz, yengenizim ben sizin. Diğerlerini de tembihle."
 
Bir kez daha güldü. "Peki, yenge."
  
Onu arkamda bırakarak arabanın benim için açılan arka koltuğuna, Korel'in yanına bindim. Telefonla bir adam hakkında konuşuyordu. Biraz kulak kabartınca bu ismin Nicole Berger olduğunu anladım. Paris'in en büyük mafya grubunun başında bu adam vardı. Magma'nın da, Eceloğlu'nun da düşmanlarından biriydi. Korel telefonu kapattığında aklıma gelen düşünceyle sırıttım. Bizim muhattabımız da zaten bu adam değildi. Korel ellerini siyah saçlarından geçirdi. "Herif hiçbir şekilde ortaklığa yanaşmıyor. Sen neye gülüyorsun?"
  
"O adamı ikna etmekle vakit kaybedemem."
  
"Nasıl tilkiler dönüyor yine o beyninin içinde?"
  
Bir kez daha sırıttım. "Bak şimdi güzelim, bu herifin bir oğlu var."
  
"Evet, serserinin teki, işle hiçbir ilgisi yok."
  
"Bu sadece görünen yüzü. Ethan Berger babasından bile daha zeki. Sadist herifin teki. Babası oğlunun bu yönünü sır gibi saklıyor. Bizim amacımızla kullanılmaması için."
  
"Nereden ulaştın bu bilgilere sen?"
  
"Merak etme güzelim, kocam olduğun sürece benim bilgilerim senin bilgilerin."
   
"Konuyu saptırıyorsun."
  
"Saptırmıyorum gü-"
  
"Bana güzelim deyip durma."
  
Göz ucuyla önde oturan adamlara baktım. Ciddilerdi ama bizi dinlediklerine emindim. Bu yüzden omuz silktim. Ona güzelim demeye devam edecektim. "Her neyse işte. Ethan bize çalışıyor."
  
"Ne demek bize çalışıyor?"
  
"Sandığımdan da zeki bir adammış. Ama o kısmını boş ver. Meslek sırrı."
  
"Bakıyorum fazla hoşuna gitmiş bu herif?"
  
Kısık sesle homurdanınca gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. "Yani, zeki, yakışıklı, tehlikeli tam benim tip."
  
Ters ters bana bakınca gülümsedim. "Ama gözleri mavi değil. Ve gamzeleri de yok. Bu kriterlere uymayanları kabul etmiyorum."
  
Yüzündeki rahatlama ifadesiyle daha geniş gülümsedim. "O zaman Nicole Berger'i öldürüyoruz."
  
"Benden bu kadar. Detayları sen halledersin."
  
Telefonunu çıkarıp başka birisine emirler vermeye başladı. Çenemi cama yaslayarak sessizce hava alanına varmamızı bekledim.
  
Uçağa henüz binmiştik. Önder'in de uçağı vardı ama daha önce hiç merak edip de bakmamıştım. Bu kadar büyük olduğunu sanmıyordum. Korel'in uçağı saray yavrusu gibiydi. Yavuz da bizim yanımıza binmişti. Sabah olmuştu ve hiçbir şey yememiştim. Ayağımla karşımda kitap okuyan Korel'in dizini dürttüm. "Korel."
  
"Hııı?"
  
"Hı denmez efendim denir."
  
"Efendim Yeni Ay."
  
"Ben acıktım."
  
Kafasını kitaptan kaldırmamıştı bile. Öküz! "Yavuz, bize bir şeyler getirsene."
  
"Peki abi." Başka bir yere gittiğinde yüksek sesle ofladım. Ve yine bana bakmadı. Yavuz elinde bir tepsiyle gelip bana uzattı. "Buyur yenge."
  
Demin kitaplar aleminde olan Korel dünyamıza sert bir geçiş yaparak kafasını bize çevirdi. "Yenge mi?"
  
"Yenge öyle istedi abi. Bizim yengemiz olduğunu söyleyince ben de yengemize saygıda kusur etmemek için-"
   
"Peki Yavuz. Sorun değil."
  
Saatler geçmişti ve bu adam hâlâ kitap okuyordu. Tam elimdeki kitaba kendimi kaptırdığım sırada uçağın ineceğine dair anons yapıldı. Korel sonunda kitaptan kafasını kaldırma zahmetinde bulunduğunda ona ters ters baktım. Tek sorun onun bunu fark etmemesiydi. Hava alanına iner inmez basın etrafımıza toplandı. Etrafımıza etten duvar örmüş Korel'in adamları bile onları uzaklaştırmakta zorlanıyordu. Sırtımı dikleştirerek kameralara kocaman gülümsedim. Bunca zaman saklanarak onlardan uzak kalmayı seçmiştim ama insanların Magma'nın kızıyla tanışma zamanları gelmişti. Ve tabii ki Korel Eceloğlu'nun karısıyla.
 
Yeraltı dünyasının tek çatı altında birleşeceği, eşi benzeri görülmemiş bir güce kavuşacağı herkesin kulağına gitmişti. En sağlam adayın Korel ve ben olduğunu da duymuş olmalıydılar.
  
"Yeraltı dünyasının kraliçesi olmak nasıl bir duygu Gece Hanım?"
  
"Magma topluluğu liderliğine oturduğunuz söyleniyor. Doğru mu?"
  
Rastgele ortaya atılan sorular farklı dillerdeydi. Dünya'nın her yerinden gazeteciler burada toplanmış olmalıydı. Türkiye'de Sadık amca ve Önder onları uzak tutmayı başarıyordu ama burada işler değişiyordu. Korel'in kolunu dürterek kısık sesle konuştum. "Kocacığım elimin tersini öper misin? Yani seni tanımıyor olsam zorla evlendiğini falan düşüneceğim."
   
Korel'in yüzünde her zamanki ciddi ifadesi olsada elimdeki eli sahipleniciydi. Arada bana attığı bakışlar rol icabı olmalıydı. Rolünü en az benim kadar güzel oynuyordu. Yine de benim gibi kameralara hevesle el sallayıp öpücük atmıyordu. "Herkes senin kadar gösteri meraklısı değil karıcığım." diye mırıldanarak elimi dudaklarına götürdü. Tersini öptüğünde daha geniş gülümsedim. Sırıtmaktan yüz kaslarım ağrımaya başlamıştı. Güç bela arabaya bindiğimizde Korel sırtını koltuğa yaslayıp derin bir oh çekti. "Direkt otele mi süreyim abi?"
  
Korel onayladığında birkaç dakika içinde büyük yapının önünde durduk. Tekrar el ele arabadan çıkıp kapıdan içeri girdik. Korel görevliye fransızca kendini tanıtırken koluna sarılıp başımı omuzuna yasladım. Kalbimdeki sızı çıplak tenine dokunmadığım sürece o kadar da şiddetli değildi. Elimde sürekli eldivenler olduğunu da hesaba katarsak çok nadir olan bir şeydi. Korel ciddiyetini bozmasada ona yaptığım sahte sevgi gösterilerine bir şey demiyordu. Görevli kadın bizi imrenerek izliyordu. Gerçekten imrenilecek bir hayatımız vardı!
  
Kadın anahtarı bize uzattığında odamıza çıktık. Hemen sağda banyo olduğunu tahmin ettiğim kapı vardı. Onun yanında yatak yan bir şekilde duruyordu. Karşı duvarda geniş pencereler ve sol tarafımızda da gardrop ve aynalı makyaj masası vardı. Adamlar valizlerimizi odaya bırakıp çıktılar. Korel bana döndü. "Benim çıkamam gerekiyor. Nicole Berger'i yarın indirmemiz için hazırlık yapmam gerek. Daha sonra Paris'i gezeriz."
  
Fırsat ayağıma gelmişti. Kafamı olumlu anlamda salladım. Bana son kere bakıp dışarıya çıktığında hızla plastik makyaj malzemelerime yöneldim. Saatler süren çalışmamdan sonra bambaşka biriydim. Yüz hatlarımı biraz daha keskinleştirmiştim. Kaşlarım normalden daha kalındı. Kafamda sarı peruğum vardı. Boynuma dikey bir şekilde kum saati çizmiştim. Dövme gibi gözüküyordu. Lila elbisem belimi inceltiyor, diz kapaklarıma doğru kat kat iniyordu. Göğüslerime kalp biçimi vermişti. Ellerimde olmazsa olmazım elbiseyle aynı renk eldivenlerim vardı. Siyah deri ceketimi sadece omuzlarıma asıp Aras'a kapıdaki Korel'in adamlarını uzaklaştırmasını söyleyen mesaj attım.
  
Birkaç dakika sonra cevap verdiğinde temkinli adımlarla kapıyı araladım. Kamera kayıtlarını bilgisayarımdan halletmiştim. Dışarının boş olduğunu görünce koridora çıkıp alt kata indim. Aras, Korel'in adamlarıyla bir şeyler konuşuyordu. Beni görmesine rağmen tanımamıştı. Taksiye binip adama gideceğim yerin konumunu verdim.
   
Küçük adımlarla önümdeki kumarhaneye ilerleyip kapıdaki iri adama kartımı gösterdim. Kapıyı ardına kadar açtığındaysa içeri girdim. Her şeyi düşünmüştüm. Gözlerim kısa bir keşfe çıktığında Ethan'ı kucağında bir kızla kadehini yudumlarken burdum. Yanına ilerleyip önündeki sandalyeye oturdum. Kıza gitmesini söylediğinde bana dönüp anında ciddileşti. Fransızca konuştu. "Bahsedilen müttefik siz olmalısınız."
  
Üzerimde aç bakışlarını hissedebiliyordum ama Ölüm Çiçeği'ne çalışan birine yanaşacak cesareti yoktu. Özellikle de güçlerinden haberdar olduktan sonra. Ellerimi masada birleştirip fransızca olarak devam ettim. "Bugün buraya Korel ve Gece Eceloğlu'nun geleceğini zaten biliyorsundur." Tek kaşını anlam vermek istercesine çattı. Devam ettim. "Yarın babanı öldürecekler."
  
Sırıttı. "Peki ben ne yapabilirim?"
  
"Onlara yardım edeceksin. Sana ulaşacaklardır zaten. Eceloğlu çiftinin koltuğa geçmesi için çabalayacaksın. Banka hesabını kontrol edersin." Öne biraz daha eğilerek gözlerimi kıstım. "En ufak yanlışında kaybedeceğin tek şey paran ve canın olmayacak."
  
Elini uzattı. "Ona ne şüphe?"
  
Uzattığı elini sıkarak tekrar otele dönmek üzere arkamı döndüm. Ölüm Çiçeği daha önce Ethan Berger'in hayatını kurtarmıştı. Sadece bununla da sınırlı değildi. Onun güçlenmesi için sayısız isim öldürmüştüm. Ölüm Çiçeği'nin dünya üzerinde milyonlarca müttefiki vardı. Toplumda azımsanamayacak bir grup suikastçı Ölüm Çiçeği'ni destekliyordu. Normal bir şekilde değil, Ölüm Çiçeği'nin tek bir sözüyle kendi kafalarına sıkacak kadar. Öyleki, Ölüm Çiçeği'nin kehanetlerdeki kadın olması bir şey değiştirmemişti. Müttefiklerimin çoğu bu grup içinden olsada çıkar ilişkisinden ibaret olan da vardı. İnsanlar Ölüm Çiçeği'nin yüzünü görmüyor ama ona her şeyden daha çok bağlı kalıyorlardı.
 
Bugün oraya Ölüm Çiçeği'nin müttefiki olarak gitmiştim. Ethan bana kalpten bağlı olan grubun içindeydi. Yine de beni satarsa elindeki her şeyini kaybedeceğini de biliyordu. Çıkar ilişkisi kurduğum bir adam benim hakkımda en ufak bir bilgi verdiğinde ona neler yaptığımı tüm dünya görmüştü.
  
Güçlüydüm ve daha fazlasını alacaktım.
  
Otele döndüğümde tekrar Aras'a mesaj attım. Adamları uzaklaştırdığında odama girip makyajımı çıkarmaya başladım. Odadan çıktığımı bile fark etmemişlerdi. Lacivert bir tutum giyip saçımı topuz yaptım. Doğal duran makyajımı da yaptığımda bakışlarım saati buldu. Yarın gece dolunay gecesiydi. Tedirginlikle yutkunarak bu düşünceyi uzaklaştırmaya çalıştım. Bir şekilde üstesinden gelmeye çalışacaktım. Gelmek zorundaydım.
  
Telefonumu çıkarıp Korel'i aradım. İlk çalışta açtı. "Bir sorun mu var Yeni Ay?"
  
"Ethan Berger'e ulaş. Bize yardım edecek."
  
"Haber gönderttim, birazdan burada olur."
  
"Ne zaman geleceksin? Sıkıldım."
  
"Bu gece anca gelirim."
  
"Peki."
  
"Yavuz'a söyle gezdirsin seni."
  
"Yok, sen gelene kadar anca oteli gezerim zaten. Yarın da Nicole Berger'i indirip kameralara poz veririz."
  
Bir süre sessiz kaldı. "Neyse, bir ihtiyacın olursa ara."
  
"Ben de gelsem olmaz mıydı sanki?"
  
"Hallediyorum ben. Akşam görüşürüz."
  
"Hı hı."
  
Kendimi sırt üstü yatağa attım. Otelin küçük tekevizyonunu açarak haberleri izlemeye başladım. Bazıları Ölüm Çiçeği'nin ortaya çıkışından bahsediyordu. Bazıları ise yıllarca kendini gizleyen Gece Lavinya Keskin'in Korel Eceloğlu ile evlendiği, ikisinin yer altı dünyasına hükmedeceği ve şu an Paris'te balayında olduklarını anlatıyordu. Kendi kendime sırıttım. Yer altı dünyasının kraliçesi bir kadın, ateşi yönetebilen bir suikastçıdan daha fazla dikkat çekiyordu. Her iki kimliğimle de gündemde ilk sıradaydım. Korel'in baş avcı olduğu da son olaylardan sonra herkes tarafından duyulmuştu.
   
Korel'le boy boy fotoğraflarımız vardı. Düğünümüz sırasında çekilmiş bir fotoğrafı görünce kaşlarımı çattım. Basının o düğüne girişi engellenmişti. İnsanlar durmak bilmiyordu. Başka biri yeni çekilmişti. Korel elimin tersini öpüyor ve ben kocaman gülümsüyordum. Fotoğrafa baktığımda gerçekten mutlu olduğuma neredeyse ben bile inanacaktım. Çünkü Korel'e çok derin bakıyordum. Onun ise gözleri ışıldıyordu. Dışarıdan böyle mi görünüyorduk? Gerçekten ikimizin de oyuncu olması gerekiyordu. Televizyondan sıkılıp sosyal medyada gezindim. Burası da bizimle doluydu. Eski bir gönderi dikkatimi çekti.
   
Fotoğraftaki bendim. Kollarımı göğsümde buluşturmuş, vitrindeki çiçekleri izliyordum. O günü anımsadım. Amerika'ya yeni bir cinayet için gitmiştim. O zamanlar Ölüm Çiçeği'nin nâmı yeni yeni duyuluyordu. Avımı öldürdükten sonra yağmurun altında yürüyüşe çıkmıştım. Takip edildiğimi hissettiğimde eve gitmek yerine çiçekleri incelemeye başlamıştım. Bembeyaz papatyaların arasında dalından koparılmış bir lavinya çiçeği duruyordu. Onu gördüğümde takipçimi bile unutarak elimi kaldırmış, camın birkaç santim gerisinde durdurmuştum.
  
Küçükken annemin karşısına geçip ağlamıştım. Neden ismimi Lavinya koydunuz diye. Biz koymadık deyip geçiştirmişti. O hâlde ismimi kim koymuştu?
   
Lavinya, ölüm çiçeği demekti. Bir çocuğun adı neden ölüm çiçeği olurdu ki? Sonra odamda bir kağıt bulmuştum. Komşumuza götürüp okuması için ısrar etmiştim. Bir masal yazıyordu o kağıtta. Ateş Prenses masalı.
   
Çok eski zamanlarda, halkın barışla yaşadığı küçük büyük birçok krallık varmış. Krallıklar arasında savaş, hiçbir zaman mümkün değilmiş. Çok eskiye dayanan bu birlikteliğe ilk darbe hızla yayılan söylentiler olmuş.
    
Krallıklardan birinde biri çıkagelmiş. Herkese bir kızdan bahsetmiş. Ateşin ruhuna sahip, gelmiş geçmiş bütün krallıkların sonu olacak olan o kız. Bu kız nefretten var olmuş, başka bir adamın duygularını çalmış. Söylediğine göre bu adam, bu kızı öldürecekmiş. Ve eklemiş; Kadın insanlığın kıyameti olacak, adam kadının.
    
Köylüler bu adamı ciddiye almamışlar. Taşlayarak öldürdükleri o adamın bile gelecek olanın habercisi olduğunu hiçbiri anlamamış.
    
Aradan yüzyıllar geçmiş. Krallıklarda bir yangın çıkmış. Öyle bir yangınmış ki bu, söndürmeye kimsenin gücü yetmemiş. O yangınla birlikte ateşin ruhuna sahip o kız doğmuş. Lavinya demişler ona. Anlamı Ölüm Çiçeği. Lavinya büyümüş, güzel mi güzel bir kız olmuş. Büyük krallıklardan birinin kralı olan babası Lavinya için okyanusun ortasında bir kule yaptırmış. Kızını yıllarca o kulenin içinde herkesten saklamış.
    
Ve bir krallık daha varmış. Diğerlerinden daha görkemli, daha büyük olan su krallığı. Bu krallığın prensi Ölüm Çiçeği'ni öldürmeye yemin etmiş. Kendine devasa bir gemi yaptırarak okyanusa açılmış. O kuleyi bulana kadar durmamış. Nihayet karşısına yüksek kule çıktığında güç bela tırmanarak bir gece vakti içeriye sızmış. Yatakta sırtı dönüm bir şekilde uyuyan Lavinya'yı görmüş ilk önce. Aşağı sarkan uzun saçlarına bakmış. Uyandırmaktan korkarak sessizce çekmiş kılıcını. Prensesin yanında durmuş. Ancak o zaman görmüş yüzünü. Ve aklından tek bir şey geçmiş. Ateş böylesine güzelken yanmamak ayıp olur.
    
Prensesi uyandırmamaya dikkat ederek aşağı inmiş. O günden sonra ateş prensesi öldürmeye gelen bütün birlikleri gizliden gizliye yok etmiş. Ateş prenses ilk önce anlam verememiş bu duruma. Her gece onu izleyen prensi fark ettiğinde ise görmezden gelmeyi tercih etmiş. Bir gece yine yatağına uzanmış. Her zamanki gibi kapatmış gözlerini, yaklaşan adım seslerini dinlemiş. O adımlar tam arkasında durmuş. "Daha kaç gece öylece izlemeyi düşünüyorsunuz prensim? Yaklaşmaya cesaretiniz yok mu yoksa?"
     
Prens irkilmiş. Küçük bir adım daha atmış yatağa doğru. Prenses oturur konuma gelerek onu şaşkınlıkla izleyen prense bakmış. "Sen ateşin ruhuna sahipsin, öyleyse neden kaçıp gitmiyorsun Lavinya?"
    
Başını eğmiş prenses, açık pencereyi işaret etmiş. "Her yer sularla çevriliyken buradan çıkmama imkan yok. Ateş korkar sudan."
   
"Her yer sularla çevrili değil. Gel hadi, seni çıkaracağım buradan."
   
Prensesin içi umutla dolmuş. Uzanıp prensin ona uzanan elini tutmak istemiş. Fakat dokunduğuyla çektiği bir olmuş. Ateş, her zaman için suya imkansızmış. Prenses pransin üzgün yüzüne bakarak gülümsemiş. Bu küçük prenses için imkansız diye bir şey yokmuş. Kendi başına kalkmış ayağa. "Hadi, gidelim buradan."
  
Prensesin tek bir cümlesi yetmiş. İkisi birlikte gemiye binerek ormana ulaşmışlar. Küçük bir kulübe yapmışlar kendilerine. Belki çok da güzel değilmiş ama ikisi birlikteyken mutlularmış. Hep uzaktan izlemişler birbirlerini. Ve sürekli saklanmışlar. Çünkü onların karşılarında düşmanları yokmuş. Bütün evren onlara karşıymış. Hayata meydan okumakmış onlarınki.
   
Ama bu mutluluk çok da uzun sürmemiş. Dışarıdan gelen seslerle prenses ayağa fırlamış. "Neler oluyor?"
    
Prens kılıcını kavramış. "Sadece kaç Lavinya. Öldürecekler seni. Ben onlarla başa çıkabilirim."
  
"Dur!" diye bağırmış prenses. "Sayıları çok fazla. Öldürürler seni."
  
Prensin omuzları ilk defa yenilgiyle çökmüş. Gerçekten de ne o sağ çıkabilirmiş buradan, ne de canı pahasına korumaya çalıştığı prenses. Prenses gülümsemiş, yüzündeki gülümseme prense de bulaşmış. Adam kafasını iki yana sallamış. "Yarım kalmadık."
   
Ve devam etmiş kadın. "Şimdi tamamlanıyoruz."
    
Prens yaklaşmış, prensesin alnına tüy kadar hafif bir öpücük kondurmuş. Temaslarıyla o güne kadar görülmemiş bir yangın çıkmış, krallıkların hepsini birer birer yok etmiş. Bir fırtırtına kopmuş, okyanus taşmış, her yer sular altında kalmış. Adam ve kadının ruhları ateşe ve suya karışmış.
    
Bazen sonsuz gibi görünen okyanus, ormanları kül eden yangın. Bazense bir damla göz yaşı ve zayıf kibrit ateşi. Günümüzde hâlâ okyanusların en dibinde o kayıp krallığın varlığı sorgulanır. Bir ateşe su döküldüğünde, bir grup genç deniz kenarında kamp ateşi yaktığında prens ve prensesin birbirini izlediğine inanılır. Bu masaldan esinlenilerek nice destanlar yazılır.
     
Kadın insanlığın kıyameti oldu, adam kadının.
     
O masaldan sonra ismimden nefret etmemiştim. O notu odama kimin nasıl bıraktığını ise hiçbir zaman öğrenemeyecektim. Orada gördüğüm lavinya çiçeğinden sonra da aklıma bu satırlar gelmişti. Fotoğrafı biraz daha dikkatli inceledim. Korel Eceloğlu yüzünde belli belirsiz gülümseme, elleri ceplerinde beni izliyordu. Biraz daha gençti ama o olduğu belliydi. O zaman on yedi yaşındaydım. İki yıl önceki bir olayda Korel'in ne işi vardı? Hayır, gerçek kimliğimi bilmediğine emindim. Beni nereden tanıyordu? Altındaki başlığı okudum. "Sadık Eceloğlu'nun oğlu Korel Eceloğlu Amerika'da bir kızı izlerken görüntülendi. Kızın kimliği ise hâlâ gizemini koruyor."
   
Elimi saçlarımdan geçirdim. "Neredesin Ölüm Çiçeği? Biliyorum, tam da şimdi ortaya çıkıp Korel'i öldürmek için bin bir plan yapman gerekiyordu. Neden avuçlarımı kan isteğiyle kaşındırmıyorsun? Neden sessizsin, neden susuyorsun? Sana ihtiyacım var. En çok şimdi var. Onu öldürmek için içimdeki canavarı uyandırmana ihtiyacım var."
  
Korel kimliğimi biliyor olabilirdi ve ben, buna şüphe duyan herkesi öldürmüştüm. Herkesi derken ciddiydim. Gözümü bile kırpmamıştım. Ama şimdi Lavinya susuyordu, Gece susuyordu. İçimi öyle bir sessizlik kaplamıştı ki çığlıklarım bile susmuştu. Masanın üzerindeki bütün malzemeleri elimin tersiyle itekledim. Hepsi yeri boylarken kırılanlar da vardı. Kapının önünden Aras'ın sesi geldi. "Lavinya Hanım, bir sorun mu var?"
  
"Kapının önünden uzaklaşın. Hepiniz." Kelimeler dişlerimin arasından tıslar gibi dökülüyordu. "Sadece ben varım patron. Diğerlerini elimden geldiğince uzak tutarım."
  
Cevap vermek yerine başka bir vazoyu duvara fırlattım. Paramparça olurken bir parçası avuç içimi boydan boya kesti. Durmadım. Gardroptaki kıyafetleri etrafa saçtım. Yatağın ucuna çöküp elimin kanlı olmasını umursamadan başıma koydum. Şu an çok acıyordu ama bir hafta sonra izi bile kalmayacaktı. Her yeri dağıtmıştım fakat bir kere bile çığlık atmamıştım. Gözyaşı dökmemiştim. Bedenimin ağırlaştığını hissediyordum. Ne kadar zamandır uyumuyordum? Beynimde Lavinya'nın masalı dolanırken gözlerimi kapattım.
   
Ne kadar zaman geçti bilmiyordum ama vanilya kokusu hemen yanı başımdaydı. Kollarını vücudumda hissettim. Bedenim havalandı, sırtım yumuşak zeminle buluştu. "Baş belasısın." diye söylendi.
  
"Öyleyim." dedim uyku sersemiyle hafifçe gülümseyerek. Burnundan güler gibi bir nefes verdi.
  
"Delisin." dedi bu sefer daha kısık sesle. Bu kadar uykum olmasaydı kahkaha atardım.
  
"Biliyorum."
   
Yanımdan kısa süreliğine kalkıp tekrar geldi. Yatağın yan tarafı göçtüğünde beni yavaşça dürttü. Mırıldanarak yatağa biraz daha sokuldum. "Güzelim, kalkman gerek."
  
"Uyuyacağım Korel. Keç gündür uykusuz olduğumun farkında mısın?"
 
"Dört gün. Bazı geceler hiç uyumuyorsun bazen ise sadece birkaç saat." Sıkıntıyla nefesini verirken sinirliydi. "Önder'in yurt dışından getirttiği enjektörlü ilaçları da kullanmıyorsun."
 
"Sen nereden bili-"
 
"Neden Yeni Ay, neden bu kadar korkuyorsun? Ne yaşadın sen?"
  
Sesi isyankardı. Yutkunmakta zorlandım.  "Beni defalarca öldürdüler Gölge Prens."
  
Fısıldamıştım ama o duymuştu. "Ölü birisi, böylesine hayat veremez Yeni Ay."
  
Söyleyecek bir şey aradım ama yoktu. Kalbim çığlık atarken bana düşen yine sessizlikti. Kalkmama yardım ederek sırtımı yatak başlığına yasladı. Hâlâ yatağa dönmek için bir şeyler mırıldanıyordum. Mavilerinin üzerimde gezindiğini hissettim. Elim haricinde yaram olmadığını gördüğünde elimi tutarak dizinin üzerine koydu. Temasıyla aynı yangını hissettim. Daha çok ince bir sızı gibiydi. Bunu duygularını çalmış olamama bağlıyordum. Belki elimde olmadan sebep olduklarım yüzünden bana bu ceza verilmiş olabilirdi. Yaramı temizledikten sonra yan taraftan malzemeleri hazırlamaya başladı. Onların burada olduğunu yeni görüyordum. "Pekâlâ." dedi derin bir nefes alarak. Hiç olmadığı kadar gergindi. "Bunu daha önce de yaptık."
  
"Bu kadar gerilme Gölge Prens. Alt tarafı bir dikiş atacaksın ve izi bile kalmayacak."
  
"Sorun o değil sadece..."
  
"Sadece ne?"
  
Gözlerini kaçırdı. Korel Eceloğlu gözlerini kaçırmıştı. "Hiçbir şey." dedi fısıldayarak. Ama hâlâ gergindi. Her şeyi hazırladığında bir elime, bir elindekilere baktı. Boştaki elini saçlarından geçirdi. Artık bağırıyordu. "Kimse yaklaşamasın diye dışarıda bir ordu var ama sen kendi kendini incitiyorsun! O herifler bu olurken neredeydi?" Ona, beni kendimden koruyamayacağını söylemedim. Birkaç derin nefesten sonra ilk darbeyi yaptı. "Bundan nefret ediyorum." diye fısıldadı. Duymam sanmıştı ama duymuştum. İfademi sabit tuttum. İstediğim tek şey uyumaktı. Dişlerimi sıkmaktan çenem ağrımaya başlamıştı. İşi bittiğinde elimi sarıp ıslak bir bezle yüzüme bulaşan kanları sildi. Kanla kaplı tulumuma baktığında uykusuzluktan bayılmak üzereydim. Bu gece en azından birkaç saat uyumalıydım. Cebinden çıkardığı çakıyla tulumumu belimden ikiye ayırdığında kaşlarım çatıldı. O tulumu seviyordum! Üst kısmı tek hamlede çıkardığında karşısında sporcu atletimle duruyordum. "Bu yaptığın çok edepsizce Korel Eceloğlu!"
  
Alt dudağıdı dişlerinin arasına aldı ama asla bedenime bakmıyordu. "Senin beni banyo yaptırman kadar olmasada, evet edepsizceydi sanırım." Yanaklarıma kanın hücum ettiğini hissettim. Karanlıkta göremezdi değil mi? Görmemesi gerekirdi. Omuzunu yumrukladığımda sırıtarak burnumu sıktırdı. Ciddileştiğinde "Uyuyabilecek misin?" dedi. "İlaçların yanımda, eğer istersen-"
 
"Hayır." Sözünü kestiğimde o ilaçların yanında olmasına sinirlenmiştim ama bir yandan da hoşuma gitmişti. Bıkkınlıkla soludu. "Peki."
 
Üzerime başka bir tişörtü geçirdi. Onunkilerden biri olduğunu görünce gülümsedim, uçlarını iyice aşağı indirip tulumumun alt kısmını çıkarttım. Yatağa yerleşmeme yardım edip karşı tarafta duran koltuğa ilerledi. Bu halleri içime batınca sessiz kalamadım. "Koltukta mı yatacaksın?"
 
"İkinci bir yatak göremiyorum."
  
Gözlerimi abartılı bir şekilde devirdim. Bir an aramıza yastık koymayı düşünsemde bundan hemen vazgeçtim. Nasıl olsa yarın uyandığımızda hepsi başka bir tarafa savrulmuş olacaktı. En azından kitaplarda hep böyle oluyordu. Korel her hareketimi dikkatle inceliyordu. Elimle yan tarafımı gösterdim. "Burada yatıyorsun."
 
"Ama sıkışmaz mıyız?"
 
Boynunu bükerek, küçük bir çocuk gibi söylemişti bunu. "Sıkışmayız. Hem rica da etmedim zaten Korel."
 
Kafa sallayıp yanıma sırt üstü yerleşti. Ona sırtımı dönerek gözlerimi kapattım. Sabah olmasına birkaç saat kalmış olmalıydı. Uyumadığım zamanlara bakılırsa sabaha kadar uykusuzluktan baygın yatabilirdim. Dediğim gibi de oldu.
 
***
 
Yine aynı kabusu görmüştüm. Aniden uyandığımda terden sırılsıklamdım. Korel'in kolunun biri benim üzerimdeydi. Yüz üstü dönmüştü. Bu adam çok deli yatıyordu. Banyoya gidip hızlı bir duş aldım. Elimdeki sargıyı değiştirdim. Bu süre boyunca Korel hâlâ uyanmamıştı. "Korel."
  
"Hıı?"
 
"Korel!"
 
"Ne oluyor ya?"
 
"Kalk hadi. Öldürmemiz gereken bir adam var."
 
Uzunca oflayıp birden ayağa kalktı. Bana baktı, önüne döndü ve bir daha baktı. Yutkunup tekrar önüne döndüğünde ancak üzerimde havluyla karşısında durduğumu idrak edebildim. Gözlerimi kırpıştırdığımda "Siktir!" diye mırıldanıp büyük adımlarla banyoya girdi. Birkaç dakika arkasından bakıp hazırlanmaya başladım.
 
Kahverengi elbisemin ön kısmı boynuma kadar kapalıydı. Diz kapaklarıma kadar dar iniyordu ve sırtımı tamamen açıkta bırakıyordu. Saçlarımı geriye doğru dalgalandırıp kahverengi lenslerimi taktım. Dudaklarıma kırmızı rujumu yaydığımda hazırdım. Korel benim aksime üzeri giyinik bir şekilde çıkmıştı banyodan. Siyah pantolon ve siyah gömlek giymişti. Saçları dağınıktı. Gözleri bu kombinasyonla muazzam bir çelişki oluşturuyordu. Gömleğinin üstten bir iki düğmesi açıktı. "Daha resmi bir şey giyeceğini düşünmüştüm."
 
"Cinayete giderken mi?"
  
Cinayetle alakası bile yoktu. Korel Eceloğlu'nun davetlere giderken giydiği resmi olmayan kıyafetler çok konuşuluyordu. Sanırım bir tek düğününde o tarz bir şey giymişti. "Sen bilirsin." diyerek üst bakdırıma sabitlediğim kemeri biraz daha sıktım, küçük tabancamı yerleştirdim. Korel çalan telefonuna baktı. "Efendim Yavuz. Tamam çıkıyoruz şimdi."
  
Kapattığında bana yaklaştı. Kolunu girmem için uzattı. "Yetişmemiz gereken bir davet var karıcığım."
  
Koluna girdim. "O zaman o daveti başlarına yıkalım kocacığım."
   
Kafasını eğip gülümsediğinde otelden çıktık. Çoğu kişinin bakışları üzerimizdeydi. Korel onları görmezden geliyor, ben ise göz göze geldiklerime -özellikle Korel'i dikizlemeye çalışan kızlara- kocaman gülümseyip Korel'e biraz daha sokuyordum. "Birazdan oteldeki tüm kadınlar korkup kaçacak Gece."
   
Fark etmesine şaşırmış olsamda  belki etmedim. "Manzarayı beğendiler galiba. Ama pek benim tarzım değil."
   
Kafasını hafifçe eğerek yaklaştı. "Neymiş senin tarzın?"
  
Daha geniş gülümsedim. "Sarışınlardan hoşlanıyorum daha çok."
  
"Yaaa." dedi ve başka bir şey söylemedi. Kapının önünde, adamlar gazetecileri uzaklaştırırken arabaya yerleştik. Yarım saatlik yolun ardından davete ulaştık. Kim olduğumuzu bilen görevliler bizi içeri aldılar. Nicole Berger'in olduğu masaya giderek tam karşısına oturduk. "Sizi bekliyordum."
  
Korel bir sigara yaktı. "Lafı dolandırmayacağım Nicole. Neden geldiğimizi sen zaten biliyorsun."
  
"Korel Eceloğlu. Koltuğa yeni geçmiş bir delikanlı, bana nasıl zarar verebilir?"
  
Korel sırıttı. Öyle bir sırıttı ki bana gösterdiği tarafıyla alakası yoktu. Önder'in beni neden uyardığını şimdi daha iyi anlıyordum. Tek kaşı tehditkârca havalandı. "Yapabileceklerimin sınırını sen bile bilemezsin Nicole."
   
Nicole'nin bakışları bana kaydı. Hiç de masum olmayan bakışlarla beni süzerken Korel'in kasıldığını hissediyordum ama suratımdaki kendini beğenmiş sırıtmayla sadece Nicole'nin gözlerine odaklandım. Cürretkar bakışlarım hoşuna gitmiş gibiydi. "Söylesene Sadık'ın oğlu, bu kızı neyle yanında tutuyorsun?"
   
Korel biraz daha kasılırken bunu öyle iyi gizliyordu ki ben bile inanabilirdim. Nicole devam etti. "Babanın annene yaptığı gibi sevdiği adamla mı tehdit ettin yoksa?"
   
Duyduklarımı sindiremeden Korel hızla ayağa kalktı, sandalyesi yere düştü. Bütün adamlar bize silah doğrulttuğunda ben de ayaklanıp gizlediğim silahımı dağruca Nicole'ye doğrulttum. Oturmaya devam eden tek kişi Nicole'ydi. Korel ellerini masaya koyup öne eğildi. Gülümsüyordu. "Ben babama benzemem Nicole. Beni Sadık'ın oğlu diye değil, Korel Eceloğlu diye anacaklar. Ama sen bunu göremeyeceksin."
  
Nicole ilk defa sakin ifadesini bozarak çenesini sıktı. "Sadık'tan bir farkın olduğunu mu sanıyorsun Eceloğlu? Duruşun, hareketlerin, sözlerin, bakışların. Tıpkı onun gibi."
  
Korel biraz daha gerildiğinde Ethan merdivenleri koşarak indi. "Baba, yukarıdaki adamlarımız ölmüş."
   
Evet, hepsini kendisi öldürmüştü. Nicole'nin adamları onun önünde etten duvar oluştururken bir kısmı ise bizim önümüzde durmuştu. Nicole adamlarının ona ihanet edip bizim tarafımızda durduğunu gördüğünde kıpkırmızı kesildi. Korel bu adamları onun içine sokmak için sadece bir gün uğraşmıştı. Bu da onu fazlasıyla hafife aldığımı gösteriyordu. Nicole'nin adamları ateş etmek istediler ama silahlarının bir işlevi yoktu. Bunu yapan da Korel'di. Biz tek tek onları indirirken Nicole üst kata çıkmaya başladı.
   
"Bir de senin marifetlerini görelim Gölge Prens."
  
Bunu söylerken merdivenlerde Korel'in hemen arkasından çıkıyor, önüme çıkan herkesi öldürüyordum. Kısıtlı zamanımız kalmıştı. Her an destek gelebilirdi. "Dikkat et de aşık olma Yeni Ay!"
  
Bunu söylemesiyle kaçınılmaz olan gerçekleşip salonun içini adamlar doldurdu. Korel sessiz bir küfür mırıldandı. "Kalbinin tasmasını sıkılaştırsan iyi olur Gölge Prens. Sana sormadan soluğu yanımda almasın!" Alaylı sözlerimin ardından devam ettim. "Sen onları engelle Korel, Nicole bende. Kimse onuruma laf edemez!"
   
"Sakın öleyim deme Lavinya."
    
"Dert etme öyle bir planım yok Eceloğlu."
   
O ters istikamete gidip siper alırken yukarıya çıktım. Ethan karşımdan geliyordu. "Aşağı in ve dağıt şu adamları. Senin sözünü dinlerler."
   
"Babam koridorun sonundaki odaya gitti. Aşağısı bende."
  
Koridoru koşarak geçerek kapıyı hızla açtım. Nicole tam karşıda bana silah doğrultuyordu. Birkaç adım attım. "Yolun sonundasın Nicole."
  
Kafasını iki yana sallayıp kahkaha attığı sırada eline ateş ettim. Silahı düştü, kahkahalarının yerini acı çığlıkları aldı. Duvarda asılı duran halatı kaptığım gibi yanına ulaşıp erkekliğine dizimi geçirdim. İki büklüm olurken halatı boynuna doladım. Beyaz teni kırmızıya döndüğünde son nefeslerini kullanarak gülümsedi. "Bu işin sonunda Umay kadar şanslı olmayacaksın. Senin yerin toprağın altı olacak."
   
Kaskatı kesilirken halatı gevşettim. Umay Eceloğlu'nun, Korel'in annesinin yaşadığını ima etmişti. Söyledikleri doğruysa ve yerini biliyorsa onu öldüremezdim. İfademe bakarak tekrar kahkaha attı. Ağzında bir şey yuvarlayıp yuttuğunda gözlerimi dehşetle açtım. Ağzından köpükler gelmeye, titremeye başladı. Çaresizce halatı attığımda yapabileceğim hiçbir şey olmadığının farkındalığıyla sarsıldım. Başı yana düştüğünde hâlâ onu izliyordum.
  
Nicole Berger sakladığı sır uğruna intihar etmişti.
   
Gerçekler, sandığımızdan daha büyüktü.
   
Umay Eceloğlu gerçekten yaşıyor muydu, yoksa birileri öyle düşünmemizi mi istiyordu?

ÖLÜM ÇİÇEĞİ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin