"İki saatin var Ölüm Çiçeği. Annenin hayatta kalmasını istiyorsan iki saat içinde bu numaraya ulaşacaksın."
Tek el silah sesi duyuldu. Bu sesi çok duymuştum. Annemin ninnileriyle değil, silah sesleriyle büyümüştüm. Bazen ben ateşlemiştim o silahı, bazen başkası. Hep birileri ölmüştü. Her ölümde ben de ölmüştüm. Ama kalbim atmaya devam ediyordu. O organ kan pompalamaktan başka bir işe yaramıyordu. En acı şekilde öğrenmiştim ki yaşamak sadece kalbinin atmasına bağlı değildi.
Bir defterim vardı. Anneme mektuplar yazardım. Onun öldüğünü, hiçbir zaman okuyamayacağını bile bile yazardım. Umut tam da bu yüzden tehlikeliydi işte. İlk önce ağır ağır girerdi kanınıza. Sizi hayata bağlardı. Bu duyguyu çok severdiniz. O kadar severdiniz ki her geçen dakika daha da büyürdü. Ne kadar büyükse o kadar ölümcüldü. Ve bir an gelir, umut ettiğiniz şey ellerinizden kayıp giderse damarlarınızda dolanan zehir doğrudan kalbinizi hedef alırdı. Duygularınızı çalardı sizden, hislerinizi çalardı. Bir insan bunlar olmadan nasıl yaşayabilirdi? Ben de yazardım. Bir umut belki okuyamasa bile, hisseder diye. Anneler hep hisseder sanmıştım. Bir çiçeği büyütür gibi özenle büyütmüştüm onu. Kelebeğin kanadını okşar gibi okşamıştım. Kırmadan, incitmeden. Kalbimin en derinininde saklamıştım onu. Temiz tutmak için çok uğraşmıştım. Ruhum kararırken umudum hep saf kalmıştı. Annem gibi.
Hayatım boyunca annemi de kalbimin en güzel yerine koymuştum. Kana bulanmış ellerimle dokunmaya bile kıyamamıştım ona. Dün gördüklerim gerçekti. Annem sandığım kadar temiz değildi. Şimdi karşımda bu haldeyken keşke diyordum. Keşke ölseydi de, hep temiz kalabilseydi. Ben o mektupları anneme yazabilseydim. İçimdeki umudu besleyerek. O tek kurşun babamın beynini bulmuştu. Ağlamadım. Tüm gücümü toparlamam gereksede başımı biraz daha dikleştirdim. Zehire dönüşen umudumun beni öldürmesine izin vermeyecektim. Telefonu insanüstü bir sakinlikle Pera'ya uzatıp merdivenleri çıktım. Odama girip içinde rahat hareket edebileceğim siyah bir tulum giydim. Üzerine de aynı renk deri ceketimi geçirip saçkarımı tepede sıkıca at kuyruğu yaptım. Çantama bilgisayarımı ve silahlarımı koyarak hızla dış kapıya yöneldim. Kendini koltuğa bırakmış Gazel atılarak kolumu kavradı. "Yapma Gece, bu şekilde gidemezsin! Ölüm Çiçeği'ni istiyorlar."
Pera da ayaklanmış kafasını iki yana sallıyordu. Ailemin ihanetinden haberleri yoktu. Bütün öfkemle ikisine baktım. "O zaman onlara Ölüm Çiçeği'ni veririz. Peşimden gelmeye kalkan kim olursa olsun, vururum."
Vururdum. Bunu çok iyi biliyorlardı ama dinleyeceklerini de sanmıyordum. Son bir kez daha bakmayarak motorsikletime atladım. Siteden çıkınca hızla tenha bir parka gittim. Defalarca çalan telefonumu kapatarak bilgisayarımı çıkardım. Ölüm Çiçeği'ni mi istiyorlardı? O zaman ortaya çıkma vakti gelmiş demekti. Savaş istiyorlarsa onlara istediklerini verecektim. Kaşınan avuçlarım ve kan isteyen benliğimle sıradaki avımı araştırmaya başladım. Bir avcıyı öldürecektim. Liderden sonraki en yetkili kişiyi. Hakkında bütün detayları öğrendim. Benden böyle bir hamle beklemedikleri için şu an fazlasıyla savunmasızdı. Yaklaşık yarım saat sonra adrese sürdüm. İnsanlar panik içindeydi. Bu görüntüyü herkesin telefonuna göndermiş olmalıydılar. Olabildiğince az dikkat çekerek gösterişli evin yakınlarına gizlendim. Normalde sadece hedefimi öldürürdüm ama bugün buradan sağ çıkan olmayacaktı. Silahımı kurarak ön taraftaki on adamı indirdim. Sessiz silahım sayesinde kurbanım pencereden bakmadıkça adamlarının akibetini anlayamayacaktı. Ki şu an suratında kocaman bir gülümsemeyle geri sayımı izlediğinden emindim.
Profösyonel dımlarla cesetlerin yanından geçerek kapıdan girdim. İçeride karşıma çıkan bir iki adamı daha vurup sessiz evi dinledim. Görünüşe bakılırsa avım üst kattaki odalardan birindeydi. Kulaklarım kapısının önünde üç kişinin beklediğini söyledi. O tarafa yönelmektense arka tarafa bakan bir odaya girip arka bahçede bekkleyen on küsür adamı vurdum. Sadece üç kişi kalmıştı. Merdivenleri çıkıp koridordan geçtim. Sağa doğru dönen tarafa geldiğimde avımın da adamlarının da o tarafta olduğunu biliyordum. Ayaklarımı duvarın iki tarafına koyarak bedenimi yukarı çektim. Nefes alış verişimi bilerek kısa bir süreliğine hızlandırdığımda oldukça iyi eğitimli adamlar bunu fark etmişti. İlk önce biri geldi bu tarafa. Koca bedeni elinde silahıyla koridorun öteki ucuna dönerken ellerimle küçük bir çıkıntıya tutunup bacaklarımı aşağı sallandırdım. Aynı anda adamın boğazına sarılıp nefes almasını ve bağırmasını engellerken çaresizce çırpınıyor, bense maymun gibi tepede asılı duruyordum. Onun yoktuğunu gören diğerleri de yaklaşmaya başladı. İlki göründüğünde bacaklarımı doladığım adamın boynunu kırıp biraz sallanarak diğerinin üzerine atıldım. Hançerim boynunu boylu boyunca yararken duraksamadan hâlâ kapıda bekleyen adamın göğsüne attım. Üçünün cansız bedenlerini de umursamayarak saplanan kanlı hançerimi çıkarttım. İyi kötü temizleyip yerine geri koydum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM ÇİÇEĞİ
FantasyBir kadın vardı... Ateşin ruhuna sahip. Yaratılışındaki tek duygu nefret. Kehanetlerde anlatıldı. Efsanelerde, masallarda duyuldu. İrislerindeki karanlık tüm dünyasını kapladı. İntikam için yaşadı. Öldürdü. Ama kendisi daha çok öldü. Ve bir adam... ...