13. OPİA

16 2 0
                                    

Yağmur yağıyordu. Ateşimi söndürmek istercesine yağıyordu. Hafif bir rüzgâr esiyordu. Hava soğuk muydu? Hissetmiyordum. Silah seleri ve tüm o bağırışlar bile sessizdi. Kalp atış sesleri duyuyordum. Benimkiler ve Korel'inkiler. Bana kalbinin olmadığını söylemişti. Bugün de ona çizdiğim kalbin onun için attığını söylüyordu. Alnı alnıma yaslıydı, derin soluklarıyla göğsü inip kalkıyordu. Kolları ince bedenime sarılıydı. Koskoca katil, onun kollarında hiç olmadığım kadar savunmasızdım. Ben ateştim. Ve onun mavilerinde boğuluyordum.

Ezberlere aykırıydı, mantığa aykırıydı, dünyaya, her şeye aykırıydı. O ve ben imkansızdık. Her anlamda. Beni öldürecekti. Beni öldüreceğini biliyordum. En iyi ben biliyordum ama onun ellerinden ölüme bile boyun eğebileceğimi hissediyordum. Neydi bunun adı? Ölüm Çiçeği'ni bile dize getirecek şeyin adı neydi? Susuyordum, çığlık atıyordum, ağlıyordum. Ölüyor ve yeniden diriliyordum. "Ne yaşadın sen?"

Sesi yalvarır gibi çıkıyordu, cevabıma muhtaç gibi. İsyan eder gibi ve dünyayı yakacakmış gibi. Yakabilir miydi? Yakacakmış gibi hissediyordum. "Yıldızlarımı söndürdüler Korel. Biliyor musun, ben karanlıktan çok korkuyorum. Ve burası çok karanlık."

Beni parçalamışlardı, öldürmüşlerdi, yok etmişlerdi. Ama sadece o cümleyi söyleyebilmiştim. Yutkundu. Mavilerinde fırtınalar koptu. Çenesi kasıldı. "Bak," dedi. O, acı çekiyordu. O, yanıyordu, ben onu yakıyordum. "Karanlıkta," dedi. "Yıldızlar var görmüyor musun?"

"Var." dedim kafamı sallayarak. "Sen çizdin ya. Var artık."

"Ben çizdim. Karanlık o kadar da korkutucu değil artık."

"Korel, evimize gidelim mi?"

"Gidelim güzelim."

Beni tekrar kucağına aldı. Küçük bir kedi gibi göğsüne kıvrıldım. Sevgiye ne kadar aç olduğumu şimdi fark ediyordum. Hâlâ titriyordum. Silah sesleri durdu, sessizlik vanilya kokusuyla birleşiyordu. "Korel!"

Uzaktan seslenen kişi Kuzey'di. Beni o hâlde görmeyi beklemiyor olacak ki sessiz kaldı. Arabaya binişimiz, Korel'in yatağına kıvrılışım, Korel ve Barut'un çekişmeleri hepsi silikti. Gözlerimi açtığımda yine yataktaydım. Saate baktım. Evet, beş dakika uyuyabilmiştim. Yatakta boş boş tavanı izlemenin de bir anlamı yoktu. İki saatir yeterince sıkılmıştım. Düşünmemek de bir işe yaramıyordu. Artık toparlanmalıydım. Dinlenmek doğamda yoktu. Soğuk suyla kısa bir duş aldıktan sonra saçlarımın nemini aldım. İç çamaşırlarımın üzerine sadece Korel'in sweatshirtlerinden birini giyerek aşağı indim. Hava yeni yeni aydınlanıyordu. Gece olan şeyden sonra nasıl devam edeceğimizi bilmiyordum. Bildiğim tek şeyse bundan sonra onu düşman olarak göremeyeceğimdi. Attığım her adımda burnuma daha fazla melemen kokusu geldi. En son ne zaman yediğimi bile hatırlamıyordum. Salonun önünde durduğumda Korel'i üzerinde mutfak önlüğüyle ocak başında görmeyi beklemiyordum.

Elini tavaya uzattı, yandığında hızla geri çekerek parmağını emmeye başladı. Çatık kaşlarıyla sessizce küfürler mırıldanırken onu ilk defa bu kadar ciddi görüyordum. "Oğlum Korel, alt tarafı bir melemen işte. Kız aç mı kalsın? Ne kadar zor olabilir ki?"

Kendi kendine söylenirken ellerimi göğsümde bağlamış, sırtımı duvara yaslamış, gülümseyerek onu izlediğimi bana baktığında fark etmiştim. Mavileri önce vücudumda dolaştı, gülümsememde durduğunda o da gülümsedi. Elini ensesine götürdü. Utandığında böyle yapıyordu. "Acıkmışsındır Yeni Ay."

Evet, midem isyan ediyordu. "Çok güzel görünüyor." deyip masaya yerleştim. Melemeni ortaya koyup karşıma oturdu. Ne söyleyeceğini, ne yapacağını bilemiyor gibiydi. Ama birisinin konuya girmesi gerekiyordu. Çatalımı masaya bırakıp boğazımı temizledim. Masanın altından parmaklarımla oynuyordum. "Bu benim ilk seferimdi."

ÖLÜM ÇİÇEĞİ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin