7. GÜÇ HIRSI

30 6 0
                                    

Elimdeki kart bana ait değildi. Buraya davetli asıl kadın ufak çaplı bir trafik kazası geçirdiği için gelemiyordu. Bunu bildirmek için telefonla konuştuğu kişi ise bendim. Gerçi, ona çarpan kişiye de emri ben vermiştim. Davetteki hiç kimsenin bundan haberi yoktu. O kadının yerine geçerek burada birini öldürecektim. Avım da tıpkı benim gibi katildi. O masumları öldürüyor, ben onun gibileri öldürüyordum. Bunun beni temize çıkardığını savunmamıştım hiçbir zaman. Suçluydum. Adaletin varlığına inansaydım eğer gidip teslim olurdum ama dünya asla adil bir yer değildi. Güçlü olan hayatta kalırdı. Hayatta kalmaya çalışıyordum. Suratımda tatlı ve nazik bir gülümsemeyle kapıdan girdiğimde birazdan birini bıçaklayacak birine göre fazla sakin, hatta mutluydum. Görevli bir bana bir kartıma bakarak kapıları ardına kadar açtı. Gözlerim etrafta dolaşmaya başlayınca masalardan birinde tek başına oturmuş Pera'yı gördüm. Kuzey ve Gazel ise avımın yanında olmalılardı. Küçük adımlarla sahneye yakın, boş bir masaya ilerlediğimde üzerimde birçok bakış hissediyordum. Önüme gelen kadehi dudaklarıma götürüp içiyormuş gibi yaptım ama içmeden geri bıraktım. Elimde mavi eldivenlerim vardı. Bacak bacak üstüne atarak beklemeye başladım. Önümdeki sahneye cıkız bir adam çıktı. "Birbirinden güzel parçaları seslendirmek için Şevval Hanım'ı sahneye davet ediyorum. Katılımınız için çok teşekkür ederiz."
    
Alkış tufanıyla beraber zarifçe sahneye çıktım. Pekâlâ hangi şarkıyı hangi sırayla söyleyeceğimi bilmiyordum. Doğaçlama yapmam gerekecekti. Neyse ki şu Şevval denilen kızım büyün şarkılarını ezberlemiştim. Tanıdık melodi salonu doldurduğunda hızla adapte oldum. Sesimi değiştirerek söylemeye başladım. Her bir kelimeyi özenle söylerken üzerimde tanıdık bakışlar hissettim. Bizimkilerden biri olabilir miydi? Hayır, bu farklı bir şeydi. Çok tanıdık ama bir o kadar da yabancı. Belli etmeden etrafıma baktığımda onu gördüm. Korel Eceloğlu en kuytu yerdeki masalardan birinde yanında Bora ve tanımadığım iki erkekle oturuyordu. Yayıldığı sandalyesinde yarı çıplak diyebileceğim kızlar ona kısık sele bir şeyler söylüyor, Korel'in ise umurunda olmuyordu. Hiçbiri ona dokunmaya cesaret edemiyordu. Bakışlarımız kesiştiğinde sigarasının dumanını yavaşça üfledi, mavilerini kısarak daha dikkatli baktı. Beni tanıması imkansızdı. Açık vermeyerek ben de cürratkâr bakışlarımı ona gönderdim. Gözlerine bakarak şarkıma devam ettim. Bitirdiğimde ikinci bir şarkıya başlamadan kenardaki adama biraz araya ihtiyacım olduğunu söyledim. Başıyla onayladığında tekrar masama döndüm. Gerçekten, Korel'in bu saatte burada ne işi vardı?
    
Pera'nın yanına bir adam yaklaşıp kısa sohbetin ardından beraber kalkmalarıyla avımın o adam olduğunu anladım. Birazdan beni de almaya gelirlerdi. Masama birisi oturduğunda yavaşça o tarafa döndüm. Korel yan tarafımdaki sandalyeye öylece oturmuştu. "Perdon, tanışıyor muyuz?" dedim onunla ilgileniyormuş gibi davranarak. Gözlemlediğim kadarıyla onunla ilgilenen kızlardan uzak duruyordu.
     
"Sanmıyorum." dedi o da benimle aynı tonda. Beni tanıyıp tanımadığını henüz çözememiştim. "Bu kadar güzel bir bayanı daha önce görmüş olsam unutmazdım."
     
İnce bir kahkaha attım. Gerçekten, burada ben varken Şevval denilen kadına güzel demişti! Ama Şevval şu an bendim ve bunları bana söylüyordu. Neler düşünüyordum ben böyle? Beni Şevval sandığı için, Şevval'in dış görünüşüne iltifat ediyordu. Konuşup duran iç sesimi duymazdan gelerek elimi uzattım. "Şevval."
    
Uzattığım elimi tutarak tersine küçük bir buse kondurdu. "Korel."
    
Anlaşılan Gölge prens bir tek bana karşı bu kadar odundu. Karşımdaki adamsa tam bir beyefendi gibi davranıyordu. Bu hâlini çok sevsemde planı güvence altına almak için ondan kurtulmalıydım. Ayağa kalktığımda o da kalktı. "Memnun oldum Korel Bey. Kim bilir, belki de tekrar karşılaşırız."
    
"Belki de, Dolunay."
    
Son kelimesiyle beynimin içinde sirenler çalarken sanki öylesine bir iltifat etmiş ve ben utanmışım gibi gözlerimi kaçırarak kıkırdadım. "Çok özür dileyerek müsadenizi rica edececeğim Korel Bey." dedim çaktırmadan beni izleyip yanlız kalmamı bekleyen adamı fark ederek. "Müsaade sizin Şevval Hanım."
    
Ona son bir gülümseme göndererek tuvaletin yolunu tuttum. Bunu yaparken beni almaya gelen adamın yanından da geçmem gerekiyordu tabii. Peşimden gelecekti. Ona hiç dikkat etmeden tuvalete girip rujumu tazeledim. Diğer iki kız da işlerini halledip çıkmışlardı. Yanlızdım.
    
Kapıdan içeriye adam girdiğinde Lavinya'nın suratında şeytani tebessüm yerini almıştı bile. Bense şaşkın şaşkın ona bakmakla yetindim. "Afedersiniz ama burası bayan tuvaleti."
    
"Biliyorum Şevval Hanım ama benimle gelmeniz gerekiyor."
    
"Sebep?"
    
"Ferhat Bey sizden özel bir parça seslendirmenizi isteyecek. Bizi kırmayıp davete katıldığınız için de teşekkürlerini bizzat iletmek istedi."
    
"Pekâlâ." dedim hâlâ salağa yatarak. Önünden geçerek merdivenlere ilerlediğimde hemen arkamdaydı. "Buyurun." dedi odalardan birini göstererek. İçeri girdiğinde ben de peşinden girdim ama kimse yoktu. Köşedeki asansöre yönlendirdi beni. İtaat ettim. Asansörün bodrum kata indiğini gördüğümde sesimi korku dolu çıkardım. "Nereye götürüyorsunuz beni? Ferhat Bey bodrumda teşekkür etmeyecek herhalde."
    
Büyük ellerini koluma sardı. "Biliyor musun bebeğim, tam da öyle yapacak. Belki bize de eğlenmek için fırsat verir."
    
Delicesine çırpınarak bu durumdaki her kızın yapacağı üzerine bağırmaya, yardım istemeye başladım. Sesimin yukarıya gitmeyeceğinin farkındaydım ama benim durumumdaki biri bunu pek önemsemezdi. "Bırak beni aşağılık herif, bu yaptığın yanına kalır mı sanıyorsun!"
    
Beni hiç takmadan koridorlardan geçirip odalardan birine götürdü. Hiç zorlanmadan içeriye fırlattığında sandalyeye bağlı Pera'yı, bir köşede sırıtarak bizi izleyen kol kola girmiş Kuzey ve Gazel'i gördüm. Yan tarafta ise ışıldayan gözlerle bakan avım vardı. "Eğlence başlıyor." dedi Pera'dan çekebildiği gözlerini bana çevirerek. Cevabım gecikmedi. "Haklısın."
    
Baldırımın üst tarafına kemerle sıkıca sabitlediğim bıçağı çıkararak beni getiren adamın boğazına sapladım. Etraf kan gölü olurken son nefesini verdi. Aynı anda Gazel, elbisesinin yırtmacının içinde bacağını çıkararak avımın çenesine sağlam bi tekme attı. Kuzey hızla avımın kaçmasını engellerken Gazel de Pera'yı çözdü. Pera da yerinden kalkarak diğer tarafına yumruğunu geçirdi. "Sana daha beterini yaşatacağımı söylemiştim tatlım." dedi cilveli cilveli. Gazel hevesle hızlı hızlı konuştu. "Gece, kulağını keseyim mi? Hiç böylesine yakışıklısına işkence etmemiştim. Çok seksi olacak."
    
Kuzey ona ters ters bakarken Pera kahkaha atmıştı. Adam ise transa girmiş gibiydi. Ona da hak veriyordum. Arkadaşlarımın hiçbiri normal değili. Kafamda kısa bir durum değerlendirmesi yaptım. Burada yanlızdık ve bu adamın bize işkence yapacağını düşündükleri için de kimse gelmeyecekti. Bu herifin kolay ölmesi benim de işime gelmezdi. "Biraz oyalanabiriz." dememle Kuzey bıçağını çıkararak adama büyük bir adım attı. Gazel onu kolundan tutup parmak uçlarında yükselerek yanağını öptü. "Bırak kızlar olarak halledelim bebeğim."
    
"Sizi buraya kadar getiren benim ve beni oyun dışı mı bırakacaksınız?" dedi nazlanarak. Gazel kafasını sevimlice salladığında derin bir of çekerek sigarasını yaktı. Bu onun kabulleniş şekliydi. Ben de yanında durduğumda son dokunuşu yapmak için bekliyordum. Pera yumraklarını art arda savururken Gazel de büyük bir hevesle kulağını kesti. Yan tarafta bizim için ayırılmış işkence aletlerine yönelen Pera, asit bidonunu adamın sol omuzundan aşağı boşalttı. Gazel de acıdan çığlık atan adamın yerinde duran kulağına kıkırdayarak bir şeyler anlatıyor, sırtına büyüklü küçüklü kesikler atıyordu. İşkence ettiği adamla flörtleşiyordu! Bu kız ben yetiştirdiğim için mi böyleydi yoksa damarlarında dolaşan kan Eceloğlu kanı olduğu için mi? Sanırım ikisini birleştirerek tehlikeli bir pisikopat elde etmiştik. Adamın acı haykırışlarını dinlerken istemeye istemeye yaklaştım. Gitme vaktinin geldiğini anlayan Pera, Gazel'i de tutarak kenara çekildi. Adamın alnına çarpı işareti kazıdım. Sonrada bıçağımı boğazı boyunca yavaşça gezdirdim. Son nefesini verirken bunun kaçıncı cinayetim olduğunu bilmiyordum bile. Çantamın içinden poşet çıkarıp her birinin kanlı eldivenlerini içine koyarak çantama attım. Onlar da temizlerini giydiler. "Hadi gidelim." dedi Kuzey.
    
İz bırakmadığınızdan emin olarak asansöre bindik. Aynı odaya ulaştığımızda Pera'yla beraber köşeye saklandık. Kuzey koridordaki adamlara saslendi. "Ferhat Bey biraz fenalandı da ilgilenmenizi öneririm."
    
Dört adam dışarı çıktığında ilk önce biz aşağı indik. Kuzey ve Gazel dikkat çekmemek adına arkamızdan geleceklerdi. Kuzey telefonunu çıkarark polise isimsiz ihbar yaptı. Birazdan burada olacak, herkesi sorgulayacaklardı. O zamana kadar biz buradan gitmiş olacaktık. Pera Bora'yı görmesiyle sessiz bir küfür savurdu. "Bunların burada ne işi var?"
    
"Bilmiyorum Per, gitmeliyiz. Sarışın ve Gazel çoktan arka kapıdan çıkmıştır."
    
"Git sen ben arkandan gelirim."
    
Bunu söyler söylemez arkasını dönüp hızlı adımlarla yürümeye başladı. Bora'nın yanına gittiğini gördüğümde şaşırmamıştım. Pera kısa bir kız değildi ama parmak uçlarında yükselince Bora'nık kulağına zar zor yetişebilmişti. Bora ise tanımadığı bu kızın amacını çözmeye çalışıyordu. Afallamıştı. Pera'nın dudaklarını okudum. "Kuzenini de alıp git buradan. Ortalık karışacak."
    
Bora'yı soru işaretleriyle öylece bırakıp yanıma yetişti. Oradan ayrıldığımızda Pera hiç konuşmadı. Benim Gün Işığı'm Bora'ya fazla bağlanmış olmalıydı. O hâlde Bora ihanet etmedikçe ve onu üzmedikçe yaşayacaktı. İhanet edebilmesi için ise aynı tarafta olmamız gerekiyordu ve bu da demekti ki ne olursa olsun Bora'yı öldürmeyecek, öldürülmesine de izin vermeyecektim. Ailem için tehdit oluşturmadığı sürece. Pera, Kuzey, Gazel benim içimdeki küçücük insani duyguların tek kaynağıydı. Onlardan biri bile zarar görürse tamamen canavara dönüşürdüm. Canavar olursam her yeri kendimle beraber yok edeceğimi biliyordum. Pera'nın küçük apartman dairesinin önünde durduğumuzda yanağıma öpücük kondurarak gitti. Ben de evime sürdüm.
    
***
    
Havanın aydınlanmasına sadece birkaç dakika vardı. Bu gece de uykusuz geçmişti. Soğuk bir duş alıp üzerimi değiştirdim. Telefonu elime alınca Korel'den mesaj gördüm. "Bugün gelip Barut'u alabilirsin."
    
Suratımdaki sebepsiz sırıtmayı silip mesaj yazmadan mutfağa gittim. Kendime tost yapıp televizyonun karşısında yedim. Bekarlık güzel şeydi. Hava aydınlandığı gibi Önder'in evine sürdüm. İçeriye girip direkt tedavi gördüğü yere ilerlediğimde dibimde Aras  bitti. "Babanız çalışma odasında patron."
    
"Ne demek çalışma odasında Aras, kalkmasına kim izin verdi?"
    
"Kimseyi dinlemedi."
    
"Gerekirse kilitleyeceksiniz."
    
"Emredersiniz."
    
Onu orada bırakarak üst kata çıktım. Çalışma odasına girerken tıklama gereği duymadım. Önder elindeki dosyaları inceliyordu. Bana bakmamıştı bile. Masanın karşısındaki sandalyelerden birini çekip oturdum. "Dinlenmen gerekiyordu baba."
    
"Peki sen dinleniyor musun Lavinya?"
    
"Ben sen değilim." dedim ben de. Sonunda dikkatini çekebilmiştim.
    
"Sen dünyadaki en muhteşem şeysin." dedi bana parlayan gözlerle bakarak.
   
"Tabii ki de öyleyim." dedim ben de saçlarımı savurarak. Altta kalmak hiç tarzım değildi. "Yaşar ölümümü istiyor." Bunu biraz fazla ani ve umursamaz bir şekilde söylemiştim. "Nereden öğrendin?"
     
"Ölüm Çiçeği'ne iş teklif etti."
     
"Onu öldüreceksin." dedi kendinden emin bir şekilde.
   
"Öldüreceğim." dedim onunla aynı şekilde.
    
"Nasıl yapacaksın?"
    
Arkama biraz daha yaslandım. Dahiyane planlarımdan bahsetmek hoşuma geliyordu. "Elimizdeki heriflerden birini ayarlatacağım. Bana suikast düzenleyecek. Ölüm Çiçeği'ne çalışan bir piyon. Başarısız olup ölecek. Ama ölmeden önce bana Yaşar'ın adını verecek. Sizin şu kural dediğiniz zımpırtılara göre kafasına sıkmama hiçbir engel kalmayacak."
    
"Zekice. Peki güçlerin ne durumda?"
    
Ona gelişmeleri söylemedim. "Aynı, her geçen dakika artıyor."
    
"Şu meşhur kahini her yerde aratıyorum. Hâlâ bir iz yok."
    
"Sarışın da uğraşıyor, eninde sonunda buluruz."
    
"Avcılar devriyeleri arttırmış. En ufak bir açığını bekliyorlar."
    
"Ölüm Çiçeği şimdilik sadece bir efsaneden ibaret baba. Bir efsaneyi asla bulamazlar."
    
"Sen yine de dikkat et Gece."
    
"Kimse bana bir şey yapamaz sen sadece iyileşmene bak. Ben de gidip Yaşar itinin nefesini keseyim."
    
"Sen çok iyi bir lider olacaksın."
    
Sadece gülümsedim. Amacım sadece Magma'nın başına geçip üç beş grubu yönetmek değildi. Türkiye'nin en güçlü ismi olmak bana yetmiyordu. Ben tüm yer altı dünyasının lideri olacaktım. Tüm dünya önümde boyun eğecekti. Amacıma ulaşınca bu hırs diner miydi bilmiyordum. Dinmezse ne olacaktı? Bundan büyük güç var mıydı ki elde etmeye çalışacaktım? Önder'i arkamda bırakarak evden çıktım. Gözlerim Aras'ı aradı. İleride son derece ciddi bir şekilde adamlara emir verirken gördüğümde yanıma çağırdım. Neredeyse uçarak yanıma geldi. "Buyur patron."
    
"Buralar sana emanet Aras. Gözünü dört aç. En ufak bir eylemden haberim olacak."
    
"Bundan emin olabilirsiniz."
    
"Güzel."
    
Arabalardan birini alarak merkeze sürdüm. Kuzey de orada olmalıydı. Arkamdan gelen koruma sürüsü sinirimi bozarken bunun gerekli olduğunun farkında olduğum için sesimi çıkarmadım. Merkeze vardığımda yine yanılmamıştım. Kuzey boş toplantı odalarından birinde karşısında Sancak ve birkaç adamla oldukça ciddi bir ifadeyle plan yapıyordu. Beni görünce ciddi ifadesi kaybolurken yanağımdan makas aldı. "Naber fıstık?"
    
"İyi gibi. Plan nedir?"
    
Konu plana gelince yeniden ciddi moda geçti. Kuzey'i bir tek bir şey planlarken veya sevdikleri tehlikede olduğunda ciddi görebilirdiniz. "Birini buldun mu Yusuf?"
    
"Esir tuttuğumuz adamlardan birini ayarladım abi."
    
"Öğlen toplantı yapılacak. Önemli şeyler olmasada ufak tefek sorunlar konuşulacak. Adamımız bizim korumalarımızdan birisi gibi davranarak Lavinya'yı vurmaya çalışıcak. Burada başka birisi onu öldürmeden önce senin etkisiz hâle getirmen gerekecek Lavinya. Adam Ölüm Çiçeği'ne çalıştığını, emri Yaşar'ın verdiğini söyleyecek. O herifi bu gün öldüreceğiz. Hepiniz tetikte olacaksınız Sancak. Kullanacağımız adam ve Yaşar'dan başka kimsenin burnu dahi kanamayacak."
    
"Güvenlik bizde abi."
    
"Aferin aslan parçası."
    
Kuzey kalktığında bittiğini anlayıp ben de kalktım. Beraber çıktığımızda Kuzey kolunu omuzuma attı. "Sarışın, odama gidelim birer kahve içelim. Söylemem gereken şeyler var. Ama Pera ve Gazel de gelmeli."
    
"Ben onları alıp geleyim o zaman. Çoktan uyanmışlardır."
    
"Bekliyorum."
    
"Özletmem kendimi merak etme yarım saate burdayım."
    
Gittiğinde ben de bilgisayar odalarını gezerek teknolojimiz hakkında daha fazla detaya hakim olmaya çalıştım. Yarım saatin sonunda adamlardan biri geldiklerini ve beni odamda beklediklerini açıkladı. Onlara yeni keşfettiğim gücümü söyleyecektim. Odama hızlı adımlarla ilerleyip sehpadaki kahvelerden birini aldım. Bu ara çok fazla kahve tüketiyordum. Pera ve Gazel'in yanına, yatağın üzerine oturdum. Kuzey tekli koltuğa yayılmıştı. Herkes ne söyleyeceğimi bekliyordu. Lafı dolandırmadım. "Sanırım gücümün başka bir yeteneğini keşfettim."
    
"Nasıl yani?" dedi Pera. Sesi baya hevesli geliyordu.
    
"Geçende antrenman yaparken düşündüğüm kişiyi yakınındaki herhangi bir ateşin gözünden görmeyi ve duymayı keşfettim."
     
"O yüzden bayıldın." dedi Gazel aydınlanmış bir şekilde. "Evet." dedim sadece.
   
"Peki bunun nasıl farkına vardın?" diye sordu Kuzey.
    
"Aklıma bir an Korel geldi. Gözlerim karardı, gerçek dünyayla bağımı kaybettim. Sanki ben şöminedeki ateşin kendisiydim. Onu o açıdan gördüm. Sesler ve görüntüler net değildi ama Korel elini kesmişti. İlk önce zihnimin oyunu sandım ama onu daha sonra gördüğümde elinde kesik vardı."
    
"Bu harika bir şey!" diye şakıdı Gazel. Bu konularda benden daha çok heyecenlanıyorlardı. "Bunu tekrar yapabilir misin?" dedi Pera.
    
"Aynı şekilde Önder'i de görmüştüm. Bence yapabilirim."
    
Pera'ya göz ucuyla bakarak aklıma Bora'nın yüzünü getirdim. Bir bakışımdan kimi göreceğimi anlayan Pera yavaştan kızarmaya başlamıştı. Yine aynıları oldu. Gözlerimin önü karardı, dünyayla bağlantımı kaybettim. Ama bu seferki hem daha hızlı oldu, hem de artık duyduklarım ve gördüklerim daha netti. Karanlığın içinde ilk önce Bora belirdi. Koltuğa yayılmış, kadehini yudumluyordu. "Sadece takıldığım bir kız." dedi Bora. Dalgınlığı bunun aksini kanıtlıyordu. "Sadece takıldığın kızların güvenliğinden emin olmak için peşine adam taksaydın arkamızda tek bir kişi bile kalmazdı."
    
Bu sesi tanıyordum. Korel Eceloğlu'nun sesiydi. Koltuktan anlaşıldığına göre ev de onundu. Bora içkisinden kocaman bir yudum aldı. "Onun için en büyük tehlike biz değil miyiz zaten Korel?"
    
Sessizlik. Korel ne evet dedi, ne de hayır Bora hızla kalkıp odayı terk etti. Eş zamanlı olarak iletişimim de kesildi. Bense direkt Pera'ya döndüm. "Takip ediliyorsun."
    
Pera sırıttı. "Biliyorum."
    
Kuzey kocaman gözlerle bizi izliyordu. "Nereden biliyorsun?"
    
"Buraya gelmeden önce peşimde iki adam vardı. Ben de öldürmenin yazık olacağını düşünerek sahiplerine çok güzel bir mesaj ilettim."
    
"Ve bizim haberimiz yok bundan öyle mi Pera. O kadar düşman varken hem de."
    
Kuzey gerilmeye başlamıştı. Araya girdim. "Sahipleri Bora'ymış."
     
"Bora ne alaka?" diye soludu Kuzey. Pera da ani bir refleksle bana dönmüştü. "Tamam. Bu mesele bende." dedi Kuzey saçlarını karıştırarak. Karşı çıkmadım.
   
Gazel ayağa kalktı. "Şu bahsettiğiniz toplantıda abim de olacak. Sizinle gelemem. Ben en iyisi eve gideyim."
    
"Ben seni bırakırım. Siz hazırlanın, ben gelince beraber geçeriz."
    
"Beraber değil. Pera'nın da orada görünmesi onu açık hedef yapar. Giderken onu da bırakırız."
    
Pera sessiz kaldı. Fikrimi değiştiremeyeceğini de biliyordu zaten. Hevesle kıyafet dolabıma ilerledi. "Hiç heveslenme Pera böyle gayet rahatım."
    
Beni duymadı bile! Dar siyah kazak ve mavi kot pantolon çıkarttı. Yüksek sesle oflayarak üzerimdekileri çıkarmaya başladım. Pera'nın uzattığı tarağı alarak saçımı taradım. Saçımı kimsenin ellemesine müsade etmezdim. Dipten gevşek bir şekilde örüp önden incecik iki tutam çıkarttım. Pera Siyah eldivenlerimi uzattı. "Kuzey sana da tuhaf görünmüyor mu, Lavi?"
    
"Sevdiği kızın abisiyle tanıştı sonuçta, normaldir."
     
Normal değildi. "Yarışta Bora'yla fazla samimiydiler. Korel'e karşı da bir tuhaf. Gazel de aynı şeyi söylüyor. Her şeyin farkında olduğunu biliyorum Gece."
    
"Bunun bizim kuruntumuz olma ihtimali de yüksek. Ama araştıracağım."
    
"Bize tesadüflere inanmamayı öğreten sendin."
    
"Tesadüf demedim Pera. Kuruntu dedim. Yakında çıkar kokusu."
    
"Sen öyle diyorsan."
    
Ayağa kalkıp silahımı belime yerleştirdim. Siyah deri bir ceketi bana uzattı. "Bunu da giydin mi tamamdır. Kuzey de gelir birazdan."
    
"Seni de bırakalım."
    
"Beni Sancak bırakır. Siz gidin biraz oyalanacağım ben. İki sorguya katılırım."
    
Sorgu onun için kafa dağıtma yöntemiydi. "Per, ben senin mutlu olman için her şeyi yaptım, biliyosun değil mi? Kimliğimi annemden bile önce sen öğrendin. Şimdi niye böyle yapıyorsun Gün Işığı?"
    
"O çocukta tuhaf bir şeyler var Lavi. İlk gördüğüm andan beri kalbimi sıkıştırıyor. Beynim bile susuyor. Bunu istemiyorum ama kaçamıyorum da."
    
Bilmiyorum anlamında dudak büzdüm. "Ben de bilmiyorum ki."
    
Dolmaya başlayan gözlerini hızla silerek geri çekildi. "Bu ne böyle vıcık vıcık. Gazel'e benzedik iyice."
    
Güldüm. "Kimse bu konuda Yakamoz kadar iyi olamaz."
    
"Geçen belgeselde aslanın avladığı ceylan için saatlerce ağladı."
   
"Evet, canlı canlı adam kesmeyi hobisi haline getirdiği hâlde."
    
Kahkahalarımız karıştığında içeriye Kuzey girdi. "Eğlencenizi bölüyorum ama gitmemiz gerekiyor."
    
Dışarıya çıktığımızda Sancak'ı Pera'ya göz kulak olması için tembihledim. Kuzey'le beraber toplantı alanına gittik. Herkes gelmiş olmalı ki etraf kalabalıktı. "Dikkatli ol." diye fısıldadı Kuzey. Sadece gülümsedim. İçeriye beraber girdiğimizde herkes ayağa kalktı. Benim boş sandalyemin tam karşısında oturan Korel hariç. Her şey o günkü gibiydi. Ben de ona bir kez bile bakmadan yerime oturdum. Kuzey bana en yakın köşede ayakta yerini almıştı. Her ihtimale karşı tetikteydi. Birçok erkeğin arasında tek kızdım. "Söz sizin beyler." dedim otoriter bir sesle, arkama biraz daha yaslanarak. Asla Korel'e bakmıyordum. Onun bakışlarını ise her hücremde hissediyordum.
   
Adının Cihan olduğunu bildiğim, diğerlerine göre daha genç olan çocuk konuştu. Koltuğa yeni geçmişti. Yirmi yaşındaydı. "Bizim sevkiyat sıkıntılı gibi. Polisin bir eli ensemizde."
    
Uyuşturucudan bahsediyordu. Kalbim öfke pompalamaya başlarken Korel'in alaylı nefesini işittim. Güler gibiydi ama gülmekten çok uzaktı. "Yalnızsın Cihan." Alaylı sesi nasıl bu kadar sert olabiliyordu? Tüm bedenimde gücünü hissettim. Masadakiler susmuştu. Cihan'ın çenesi kasılsada o da cevap veremedi. "Uyuşturucu işine giren kimse bu masada destekçisi yok. Karşısında ilk önce beni bulur."
    
"Baban böyle değildi Korel. Eceloğlu'larla çok rahat iş yapabiliyorduk. Bu yüzden mi son ana kadar sır gibi sakladı seni?" dedi yaşlı üyelerden biri olan Taylan.
   
Korel sinirlenmedi. Ya da sadece çok iyi gizliyordu bilmiyordum. Korel'i çözmek benim için bile zordu. Kıstığı gözlerle Taylan'a öyle bir baktı ki benim bile içim titredi. Mavileri kararmıştı. Buz gibi, tehditkâr bir sesle tane tane konuştu. "Ben, babam değilim. Taylan."
    
Masaya gergin bir sessizlik çöktüğünde Korel'in çaprazındaki adam silahına uzandı. Ben de aynı anda harekete geçtiğimde tek el silah sesi odada yankılandı. Geç mi kalmıştım? Ben geç kalmazdım. Kendimi şöyle bir kontrol ettiğimde vurulan ben değildim. Ama silahı ateşlemesi gereken bendim. Ben ateşlemediysem kim ateşlemişti? Kafamı kaldırdığımda kolunu tutan sahte suikatçımı gördüm. Silahı tekrardan beline yerleştiren kişi ise Korel Eceloğlu'ydu. Tüm salon ayağa kalkmışken o tüm sakinliğiyle orada duruyordu. Hiçbir şey olmamış gibi üzerine çok yakışan ama ona yabancı gömleğinin kollarını sıvadı. Adamın yanına ulaşıp burnuna sağlam bir yumruk geçirdi. Ortamdaki tek ses kırılma sesiydi. Herkes birbirine bakıyor, Türkiye'deki yer altı dünyasının bütütün mafya isimleri buradayken bunun kimin yaptığını sorguluyordu. Onların kendi kendine sorduğu soruyu Korel dile getirdi. "Kim gönderdi lan seni!"
    
Bunu şu an bu kadar insanın içinde acayip havalı bir şekilde benim yapmam gerekiyordu. Korel Eceloğlu'nun değil! Adam resmen tüm artistliğiyle rolümü çalmıştı. Sahte suikastçım bir kaç yumruğun ardından, "Yaşar ölmeni istiyor." dedi bana pis pis bakarak. İyi rol yapıyordu şerefsiz. Ağzına daha önce sakladığı hapı yuttu. Saniyeler içinde kan kusarak can verdiğinde bu onun için sadece ödüldü. Eğer karşısına böyle bir fırsat çıkmasaydı böyle bir ite aylarca işkence yaptırtacaktım. Yaşar kocaman gözlerle cesede baktı. "Ölüm Çiçeği." diye mırıldandı sayıklar gibi. O yaşadığı dehşetten bunun farkında değildi ama söyledikleri itiraf niteliğindeydi. Korel bana belli belirsiz kafa salladı. Mesajı anında aldım. Yaşar'ı öldürmemi söylüyordu. Bir zahmet yani. Onu da kendisi yapsaydı rolümü çaldığı için burayı yıkardım. Silahımı çıkarıp Yaşar'a doğrulttum. Adamlarım, adamlarını etkisiz hâle getirmişti bile. "Yanlış kişiye bulaştın Yaşar." dedim alt dudağımı sevimlice büzerek. Ve kurşunum boğazını buldu. "Toplantı bitmiştir. Gidelim Sarışın." diyerek orayı terk ettim. Arabanın arka koltuğuna yerleştiğimde Kuzey de sürücü koltuğuna oturdu. Arkamızda koca bir koruma ordusu vardı. "Almanya'daki kolumuzdan haber geldi." dedi sessizliği bozarak. Önemli bir şey olmalıydı.
   
"Neymiş?"
    
"Büyük bir topluluk kurulacakmış. Amaç tüm yer altı dünyasını kontrol etmek. Daha fazla güç elde etmek."
    
Elimde olmadan yerimde dikleştim. "Nasıl bir topluluk?"
    
"Her ülkeden en güçlü isim temsilci kabul edilecek. Hepsi tek bir kişiye bağlı olacak. Lider, dünyanın gizli yöneticisi gibi bir şey olacak. Tüm yer altı dünyası ona itaat edecek. Düşünebiliyor musun, tüm yer altı dünyası tek çatı altında birleşirse bundan üstün hiçbir güç kalmaz."
    
"Bu büyük bir proje. Zor, ama imkansız değil. Zekice."
    
"Evet. Türkiye'yi temsilen gidecek kişi ya Magma, ya da Eceloğlu olacak. Kuzgun da şansını deneyecektir ama onun çıkması mümkün değil. O kişi sen olmalısın."
    
"Sadece Türkiye'yi değil, tüm dünyayı yönetmeliyim Sarışın."
    
"Dünya'nın en güçlü isimleri arasında yer alsakta rakip çok olacak."
    
"Güç istiyorsam, onu alırım."
    
"Alırsın." dedi aynadan bana bakarak. "Önder seni evine çağırıyor."
    
Önder beni kolay kolay çağırmazdı. "Önce benimkine gidelim. Oradan geçeriz."
    
"Tamamdır."
    
Benim evime geldiğimizde neden buraya geldiğimi bile bilmiyordum. Biraz dolandıktan sonra koltuğa oturup televizyonu açtım. Beynim ve kalbim aynı anda konuşunca oluşan gürültüye katlanamıyordum. Kuzey şaşkınlıkla beni izliyordu. "Gece, iyi misin?"
    
"İyiyim."
    
"Önder bizi bekliyor ve sen buraya sırf televizyon izlemek için mi geldin?"
    
Hayır, adam akıllı düşünmek için gelmiştim. Yani öyle sanıyordum. "Peki," dedim birden ayaklanarak. "Hadi gidelim."
    
Bu şekilde ani değişimlerime o da alışık değildi. Sessiz kalmaya karar vererek peşimden ayaklandı. Bense aceleci adımlarla asansörü boş vererek merdivenleri indim. İçimde tuhaf bir his vardı ve buna anlam veremiyordum. Önder'in evine geldiğimizde bana kapıları açtılar. Tuhaf olan bu değildi. Tuhaf olan arkamdan gelen Korel'i de sorgusuz sualsiz içeri almalarıydı. Beni görünce çatık kaşlarıyla yanıma geldi. "Ne işin var senin burada?" dedim şaşkınlığımı gizlemeye gerek görmeyerek. Bir bana bir eve baktı. "Babam buradaymış."
      
Pekâlâ işler iyice karışıyordu. İçeriye beraber girdiğimizde adımları sertti. Çalışma odasının önünde durduğumda kapıyı tıklama gereği duymadan açtım. "Baba?" dedim sorgulayan sesimle. Bakışlarım onda değil, Sadık Eceloğlu'ndaydı.
   
"Otur Gece." dedi sandalyeyi işaret ederek. Oturdum. Korel de hemen yanıma oturdu. Sadık Eceloğlu'yla Korel'in arasında uzun bir bakışma geçti. Korel meydan okudu, Sadık onu küçümsedi. En sonunda Sadık konuşmaya başladı. "Magma ile aramız hiçbir zaman iyi olmadı. İki güçlü isim olarak bu da pek mümkün değildi zaten. Birbirimize çok zarar verdik. İkiniz de yakında seçilecek olan lideri duymuşsunuzdur." Alayla güldü. "İkiniz de liderliğe oynayacaksınız, en büyük rakip olarak birbirinizle savaşacaksınız. Zamanında bizim yaptığımız gibi. İki büyük isim olarak birbirinize girerseniz diğerleri sizi parçalar."
    
Korel önce davrandı. "İş birliği mi istiyorsun baba?"
    
"Evlenmenizi istiyorum."
    
Hıı? Dur, ne!? Korel'le aynı anda ayağa fırladığımızda direkt Önder'e döndüm. Ne geçiyordu aklında!? Korel bana kıyasla biraz daha sakindi. "Çıkar evliliğiyle koltuğa mı oturucaz?"
    
"Evet," dedi Önder. Sakindi. "Sizden hiçbir beklentimiz yok. Birleşince neler yapabileceğinizi bir düşünün."
    
"Bu bir seçenek değil." diye devam etti Sadık Eceloğlu. Korel ona doğru hırslı bir adım attı. Bense odadan çıkıp kapıyı arkamdan çarptım. Bahçeye indiğimde arkamdan Önder de geldi. Hırsla arkamı döndüm. "Amacın ne Magma! O adam bir avcı sen nasıl böyle bir şeye onay verirsin? Ben bir katilim katil! Onunla aynı evdeyken nasıl cinayet işleyebilirim? Her şeyi geçtim, ya dolunay geceleri? Ben öylece kıvrınırken bu adam hiç mi görmeyecek baba?"
    
"Sakin ol Gece."
    
"Sen aklını kaçırmışsın. Bu yaptığın aptallıktan başka bir şey değil."
    
"Duygularınla hareket ediyorsun Lavinya. Sen Magma'nın liderisin o da Korel Eceloğlu. Biriniz evdeyken diğeri olmaz. Gerçekten istersen, çok iyi gizlenebilirsin. Sahip olacağın gücü bir düşün."
    
Bana beklentiyle baktığında kafamı iki yana sallayarak geldiğim arabaya bindim. Güç için bir avcıyla, beni sevmeyen bir adamla evlenmek? Benim de bir gururum vardı. Gurur güçten önce gelirdi. Arkamda beni takip eden adamlara bağırdım. "Gidin."
    
"Patro-"
    
"Emirlerimi mi sorguluyorsunuz?"
    
Sert çıkan sesimle gittiler. Uçurum kenarındaki ahşap kulübeme geldim. Bu aralar buraya çok sık uğruyordum. Ahşap şömineyi yakıp biraz etrafı toparladım. Şöminenin karşısına oturduğumda burası ısınmaya başlamıştı. Engel olmadığım bir dürtüyle elimi ateşe uzattım. Alevler elimin etrafında sanki onunla bir bütün olmuş gibi dans ederken gülümsedim. İşte bu iyi hissettirmişti. Herkes Ölüm Çiçeği'nin ateşi yönetebime gücü olduğuna inanırdı. Atladıkları ise ben ateşi yönetmiyordum. Ben, ateşle bütünleşiyordum. Yaklaşan adımlarla elimi ateşe dokunmuş gibi geri çektim. Hoş, zaten ateşe dokunuyordum ama kurcalamaya gerek yoktu. Kapı gıcırdayarak açıldığında Korel kocaman bedeniyle içeriye eğilerek girmek zorunda kaldı. Konuşmadan, aramızda mesafe kalacak ama bir o kadar da yakın olacak bir şekilde yanıma minder çekip oturdu. O da ateşi izledi bir süre. Sessizlik rahatsız edici olmaya başladığında konuştum. "Neden geldin Korel?"
    
"Bilmiyorum."
   
Kısa cevabı karşısında irkilmeden edemedim. Yüzüne baktığımda dudağının sol köşesideki kurumuş kan dikkatimi çekti. Babasının eseri olmalıydı. "Sen de babanla tatsız bir konuşma yaşadın ha?"
    
"Her zamanki halleri işte. Yönetmeyi seviyor."
    
Onu yönetemediği için araları böyleydi. Bu şekilde kara kara düşünmenin anlamı yoktu. Kalbimi susturamadım belki ama hep yaptığım gibi görmezden geldim. Korel düşüncelerimi okumuş gibi sakince konuya girdi. "Düşman olarak o koltuğa oturamayız."
    
"Aramızda evlilik bağı olmadıkça ikimizi de oturtmazlar." diye devam ettim. Kafasını beklenmedik bir şekilde bana çevirdi. "Sevdiğin birileri var mı?"
    
Böylesine ince düşünmesi beni afallatırken olumlu cevabım karşısında koltuktan vazgeçme pahasına bile olsa benimle evlenmeyeceğini anladım. "Bu tarz işlere hiç vaktim olmadı." dedim dürüst olarak. "Peki senin?"
    
Güldü. "Hem grubun başına geçip hem de avcı olmak zor iş. Sanırım benim de vaktim olmadı."
    
"Neden avcı oluyorsunuz ki?" diye sordum konunun aniden dağılmasına kendim bile şaşırarak. "Ölüm Çiçeği görünürde yok. Gecenizi gündüzünüze katarak onu arıyorsunuz. En zor meslek grubu ve elinizde hiçbir şey yok."
      
"Avcı olunmaz, avcı doğulur." dedi sigarasını yakarken. "Hem elimizin boş olduğunu nereden çıkardın?"
      
Avcı doğulur meselesi kafamı karıştırırken ellerinde ne gibi şeyler olduğunu sorguladım. Dikkat çekmemek için bunu dillendiremezdim. Blöf yaptığını ummaktan başka çarem yok gibi görünüyordu. "Nasıl avcı doğulur?" dedim en sonunda.
  
Sigarasından derin bir nefes çekerken belirginleşen gamzesinde oyalandı bakışlarım. Kazağını tek hamlede çıkarıp bana arkasını döndü. "Bunun ne olduğunu biliyor musun?" dedi ense kökünde kalan dövmeyi göstererek. Ucunda ok olan gerilmiş bir yay modaliydi. Okun sivri ucu aşağıyı gösteriyor, diğer ucu ise yanıyordu.
  
"Avcılara yapılan bir dövme." dedim.
    
"Yanlış," dedi sakince. "Bu bir dövme değil, bir işaret. Ok ve yay. Uç tarafta yanan ateş benim lider olduğumu gösteriyor. Bunu bize sonradan yapmazlar. Biz böyle doğarız. İz taşımasına rağmen avcı olmayanlarsa yakalandıkları an öldürülüyor."
    
Onu şaşkınlıkla dinliyordum. Avcı meselesiyle pek ilgilenmezdim. Kehanetteki doğacak avcılar lafını duysamda umursamamıştım. Beni bulabilecekleri vaadiyle insanlardan para koparmaya çalışan bir grup zavallı olarak görürdüm onları. Çok yanılmıştım. Eğer sadece belli kişiler avcı olarak doğuyorsa bunun bir nedeni olmalıydı. Acaba varlığımı hissediyor olabilirler miydi? Eğer öyle olsaydı şimdiye kadar yakalanmış olmaz mıydım? Uzaylı olacak halleri yoktu ya. Yoksa var mıydı? İç sesimi susturarak yeniden konuya döndüm. O da kazağını tekrar giyiyordu. "Aynı eve girersek birbirimizi uykuda bıçaklamayacağımız ne malum? Sonuçta birbirimizin ölümü işimize gelir." dedim.
   
Sırıtarak bir sır verir edasıyla hafifçe bana doğru eğildi. "Eğer birbirimin ölümünü isteseydik Yeni Ay," dedi. İşimize gelseydi demedi, isteseydik dedi. Ölümüm işine geliyor ama bunu istemiyor muydu yani? "Birbirimizin hayatını defalarca kez kurtarmazdık."
    
Pekâlâ aşırı yakındık ve her hücrem kırmızı alarm vermeye başlamıştı. Bense sadece saf saf gözlerimi kırpıştırdım. Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırarak geri çekildi. Transtan çıkmış gibi irkildiğimde dağılmış örgümden kurtulup önüme gelen bir tutam saçı elimle kulağımın arkasına sıkıştırdım. Hafifçe boğazımı temizledim. "Bu konuda da senden öndeyim Gölge Prens."
    
Bir adamın beynini patlatmakla borcunu ödeyebileceğini düşünüyorsa çok yanılıyordu. Ben onun için kurşunların önüne atlayıp arabadan arabaya uçuyordum! Böyle söyleyince kendimi süper kahraman gibi hissetsemde süper kötü olma fikri daha cazipti. Hem bu herifi kurtararak insanlığa hiç faydalı olmuyordum. "Telafi ederiz." dedi omuz silkerek.
    
Bir dakika biz şu an aynı evde birbirimizi öldürüp öldürmeyeceğimizi konuşuyorduk. Bu evleneceğimiz anlamına mı geliyordu? Hem de henüz on dokuz yaşımdayken! On dokuz yaşımda seri katillik yapıp Magma'ya liderlik edebiliyorsam pekâlâ evlenebilirdim de. Evime ne olacaktı peki? Silah koleksiyonum, işkence odam? Birisi beni öldürene kadar bekar yaşama hayallerim bir bir suya düşerken bunun ne kadar süreceğini hesaplamaya çalışıyordum. Yüzüm nasıl bir şekil aldı bilmiyordum ama Korel gülmemek için yanağının içini dişlemeye başlamıştı. Bu şekilde gamzesi daha fazla belli oluyordu. Ona çattığım kaşlarımla baktığımda ellerini teslim olurcasına havaya kaldırdı. "Şimdi ne yapıyoruz o zaman?"
    
"Evleniyoruz." dediğimde kelime dudaklarımın arasından inanamıyormuşum gibi çıkmıştı. Korel'in alaylı ifadesi suratında donup binbir parçalara ayrılırken gözleri kocaman oldu.
  
"Siktir, gerçekten evleniyoruz."
     
Olayların yeni yeni farkına varıyor olmalıydı. Ellerimi yüzünün dibine getirip alkışladım. "Günaydın!"
 
***
 
Koltuğa uzanmış, tavanı izliyordum. Telefonum bir kere daha çalınca oflayarak ekrandaki isme baktım. Daha önceki iki arama gibi bu da Önder'dendi. Onu daha fazla çatlatmamaya karar vererek açtım. "Kabul etmişsin." dedi sesindeki kendini beğenmişliği gizlemeden.
  
"Güç istiyorum." demekle yetindim sadece. Yanıtı gecikmedi.
    
"Biliyorum."
    
"İşlerim var Önder." diyerek kapattım telefonu. Hâlâ şaka gibiydi. Ben cidden evleniyordum. Sadece kağıt üstünde, çıkar için olabilirdi. Hatta bir haftalığına bile olabilirdi ama bu evleneceğim gerçeğini değiştirmiyordu. Şimdiyse neden tavandaki çıkıntıları saydığımı bilmiyordum. Yaklaşık iki saat kadar önce Korel'i yaşadığı şokla öylece kulübemde  bırakarak buraya gelmiştim. Ve altı dakika önce tüm hazırlıkları halledeceğine, hiçbir şeyle uğraşmamam gerektiğine dair bir mesaj göndermişti. Seve seve kabul etmiştim. Ve Önder'den tek bir mesaj geldi. "Bir hafta."
    
Bir hafta, diye tekrar ettim kısık sesle. Bu kadar çabuk muydu gerçekten? Güce ulaşmak için bir müddet bu duruma katlanmam gerektiğini hatırlattım kendime. Geçici bir şeydi. Ömür boyu o adamla evli kalamazdım ya. Sadece birkaç ay dişimi sıkmam gerekiyordu. Canım sıkılınca mutfağa gidip kendime meyve tabağı hazırladım. Bilgisayarımın başına oturup diğer ülkelerdeki güçlü toplulukları tek tek araştırdım. Tabii avcıları da unutmadım. Sanırım bu sinir bozucu varlıkları artık ciddiye almam gerekiyordu. Özellikle liderleriyle aynı evdeyken. Avcı olarak doğmaları dışında hiçbir insan dışı özellik bulamamıştım. Yine de şu kahini onlardan önce bulmam gerekiyordu. Kahini bulmam demek benim hakkımda belki de benden çok şey öğrenmeleri demekti. Buna izin vermeyecektim. Bilgisayar başında yeterince vakit geçirdiğimde spor salonuma gittim. Bu bana iyi gelecekti. Haraketli bir müzik eşliğinde koşu bandımda koşarken aklıma yine bir hafta sonraki düğünüm geliyordu. Bu Lavinya için bile çok ani olmuştu. Telefonumun çalmasıyla arayan kişi beni şaşırtmadı. Anlaşılan Yakamoz'un çoktan haberi olmuştu. Biraz ara verip telefonu açtım. "Efendim Yakamoz."
    
"Sen nasıl böyle bir şeyi kabul ettin Gece? Hadi her şeyi geçtim o bir avcı."
    
Pekâlâ daha güzel de tebrik edilebilirdim. "Sadece bir anlaşma Gazel. Yapmalıydım."
    
Derin bir iç çekti. Sonraki sözlerini duymak için üstün çaba sarf etmiştim. "Keşke yapmasaydın."
    
Bunu duymadığımı varsayarak sesini neşelendirdi. Mutluluğunun sahte olmadığını biliyordum. Endişesi mutluluğunun önüne geçiyordu sadece. "Demek görümcen oluyorum ha? Elimden çekeceğin var gelin."
    
İçten bir kahkaha patlattığımda bana eşlik etti. Ne yani beni sevmeyen biriyle evleniyorum diye hayata mı küsecektim? En kötü olaylarda bile gülmek gerekiyordu. Hem bu işin sonunda resmen dünyanın hakimi olacaktım neden gülmeyecektim ki? "Yanlız Gece, hadi Kuzey'in üstesinden bir şekilde gelebiliyorum ama Pera baya baya sıyırdı. Asansördeyiz şu an, bize kapıyı açman gerek."
    
"Bir tane bile normal arkadaşım yok." diye söylenmeye başlamıştım ki, "Bunu sen mi söylüyorsun?" diyerek yüzüme kapattı. Kesinlikle haklıydı. Havluyla terlerimi elimden geldiğince silip kapıyı açtım. Açar açmaz önce suratıma sağlam bir yumruk yedim. Bilerek kaçmadım veya karşılık vermedim. Canımı yakacak ama zarar vermeyecek şiddetteki yumruğunun ardından Pera boynuma atladı. "Aptalsın sen."
    
Bilmiş bilmiş sırıttım. "Öyleyim."
     
Bakışlarım Kuzey'le kesişince kızgın görünmek için kaşlarını çattığını ama gülmemek için kendini zor tuttuğunu görebiliyordum. "Sarışın?"
     
"Bazen aptal mı yoksa zeki mi olduğuna karar veremiyorum." dedi içeri geçerken. Bir yandan da gelişmeleri anlatıyordu. "Kahini aratıyorum ama yok adam gençliğinde bir şeyler söyleyip durmuş. Deli diye kimse takmamış ama hakkında arama kararı çıkınca resmen toz olmuş."
     
"Belki de avcıların elindedir." dedi Gazel. Pera korumacı bir içgüdüyle dibimde duruyordu. "Avcıların elinde değil."
     
"Neden olmasın." dedi Kuzey.
     
Pera omuz silkti. "Avcıların elinde olsaydı çoktan enselenmiştik. Ama o adam onlardan saklanıyor zaten."
     
Gazel'i ürperten gerçekler ağzından büyük bir soğukkanlılıkla çıkmıştı.
    
"Her neyse." dedim elimi önemsiz bir şeyden bahsediyormuş gibi sallayarak. "Siz takılın, ben bir saate gelirim."
      
"Nereye?" dedi Gazel.
  
"Kendimi hatırlatmaya. Önümüzdeki hafta fazla yoğun geçecek."
    
Bu; Birini öldüreceğim, demekti. Kuzey mesajı alınca benimle beraber ayaklanıp bana gözlerini kısarak baktı. Bu da; Ne dersen de ben de geliyorum, bakışıydı. Böyle bakıyorsa genelde ısrar etmemin bir anlamı olmuyordu. Ben de sesimi çıkartmadım. "Nereye?" dedi Kuzey.
    
"Merkeze gidip hazırlanalım, sonra geçeriz."
    
Merkeze gittiğimizde kılık değiştirmemize gerek yoktu. Hava yeni yeni kararıyordu ve uzaktan tek el ateş edecektim. Kurbanım on ikinci kattaki evinde kitap okurken odaya kapattığı karısının ve çocuklarının hıçkırıklarını dinlediğini biliyordum.
    
Hemen karşı evin çatısında silahımı kurmuş, duvarları camdan oluşan yapının içinde her şeyden habersiz oturan avımı gözetliyordum. Ve ateş ettim. Kalbinin tam olarak kenarına gelen kurşunum üç dakika kadar tarifsiz bir acıyla baş edip ondan sonra öleceğini gösteriyordu. Silahımı çantamın içine yerleştirip elimi kolumu sallayarak oradan ayrıldım. Birazdan Kuzey karısını ve çocuklarını güvenli bir yere götürecekti. İmzamı kurşunuma kazımıştım. Suratımdaki vahşetin izlerini taşıyan tatmin olmuş tebessümün çok da uzun sürmeyeceğini biliyordum. Başım dik bir şekilde oradan çıktım. Az önce birinin daha eceli olmuştum.

ÖLÜM ÇİÇEĞİ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin