28. VE GİDİŞLER VARDI

7 1 0
                                    

İnsanlar, ruh eşleriyle birlikte var olurlardı. Kalpten kalbe ipler değil, zincirler vardı. Kopmayan zincirler. İki kalbin de birbiri için atmasını sağlayan o zincirler.
    
Biz onunla imkansızdık ama bilmedikleri bir şey vardı. İkimizin kalbinde de imkansıza yer yoktu. Ateş ve suyun imkansızlığıydı bu. Yolun sonunda birimizi öldürecek olan bir imkansızlık. Ölmeyi kabul etmiştim. Ölecek olmam değildi beni parçalayan. Onun da yanımda ölecek oluşuydu. İçten içe biliyordum, ölürsem ölürdü. Yine de yaşaması için bir umut sönecektim.
    
Bizim de zincirlerimiz vardı. Kanlı zincirler, boğazımızda urgan olmaya yeminli zincirler. Umutlarımız vardı mesela. Onun gözleri umut demekti. Onun gözleri en parlak yıldızımdı. Bunu bilmiyordu değil mi?
    
Korkularımız vardı sonra. Acılarımız vardı, kırıklarımız vardı. Olsun, biz onunla o kırıkların üzerinde dans etmiştik. Biz onunla ölüme değil, yaşama meydan okumuştuk.
    
Bir de itiraflar vardı. Dudaklarının arasından çıkan sözler vardı. Seni seviyorum yürek yangınım. Her şeyimle ve her şeye rağmen...
    
O duymamıştı belki ama içime dökülmüştü benim kelimelerim. Seni seviyorum Korel Eceloğlu. Her şeyimle ve her şeye rağmen. Sönecek olsam bile.
    
Uyandığım en huzurlu uykuydu. Gözlerimi açmadan önce nerede olduğumu sorguladım. Dün yaşananlar bir bir aklıma geldiğinde dudaklarımda minik bir tebessüm oluştu. Yerime tıpkı bir kedi gibi daha fazla sokulduğumda aklıma bambaşka bir gerçek geldi. Ben uyumuştum! Hiçbir ilaca gerek kalmadan uyumuştum hemde. Heyecanla araladığım gözlerim ilk önce üzerinde yattığım bedeni seçti. Korel'in hâlâ çıplak olan göğsünde yatıyordum. Kafamı kaldırarak yüzünü görmeye çalıştım. Uyuyordu, evet gerçekten uyuyordu. Dudaklarım hayal kırıklığıyla büküldü. Gazel Kuzey'in ertesi gün ona kahvaltı hazırladığından bahsetmişti. Bu kütük ise en mükemmel haliyle uyuyordu. Açıkçası bu durum biraz da tuhaftı. Bildiğim kadarıyla bugün Opia'nın ufak çaplı toplantısı olacaktı.
    
"Korel!"
    
Gözleri hızla açıldı ama yüzünde başka bir mimik oynamamıştı. Verdiği diğer tepki ise sağ eliyle kalbinin üzerinde olan elimi kavramaktı. Sanki olası bir tehlikeye karşı önce beni sahipleniyordu. Onun bu haline gülmemek için yanağımın içini dişleyerek kaşlarımı daha derin çattım. "Yeni Ay?"
    
"İnanamıyorum sana Korel, uyuyorsun!"
    
Hiçbir şey anlamamıştı. "Uyumasa mıydım?"
    
"Off Korel." Üzerimdeki örtüyü atarak ayağa kalkmaya çalıştım ama beni karşılayan görüntü ışık hızında üzerimi örterek yerime sinmeme yetti. Örtüyü boynuma kadar çekerek var gücümle çığlık attım. "Kıyafetlerim nerede?!"
    
Aldığım cevap koca bir kahkaha oldu. Kıpkırmızı kesildiğime emindim. Gece başkaydı şimdi başka. Hâlâ utanmadığım anlamına gelmezdi. "Gerçekten baş belasısın Yeni Ay."
    
Yerinden ani bir hareketle doğrularak beni kucağına aldı. Utandığımı bildiği için hâlâ üzerimde olan örtü de bizimle geliyordu. Onunsa üzerinde baksırı vardı. Beni uyuttuktan sonra giymiş olmalıydı. Beni yere indirdiğinde örtüyü hızla bedenime sardım. Küvet dolana kadar ciddiyetle suyu ayarladı. "Dün hiç utanmıyordun ama. Güzelim, bazen kim olduğumu unutuyorsun."
    
Omuzuna sağlam bi yumruk attım. Kısık sesle söylediklerini duymayacağımı düşünmesi onun hatasıydı. Tripli tripli küvetin önünde durduğumda örtüyü birden omuzlarımdan yere bıraktım. Arkamın dönük olmasına güveniyordum. Yani, onu görmezsem utanmazdım da öyle değil mi? Gayet mantıklı olan düşüncelerim boynumda hissettiğim dudakları ve belime yerleşen elleriyle son buldu. Kalbim yine maraton koşmaya başlamıştı. Yine de isteklerimin önüne geçmedim. Sırtımı göğsüne dayadığımda nefesimi tutmak zorunda kaldım. Altındaki o bez parçasından da kurtulmuştu. O itekleyene kadar adımlarım yerine çakılmış durumdaydı. Küvete ilk adımımı attığımda sıcak nefesini kulaklarımın yanında hissettim. "Nefes al, Yeni Ay."
    
Sanki bu komutu bekliyormuş gibi derin bir nefesi ciğerlerime çektim. Güler gibi bir nefes verdiğinde saçlarımı beceriksizce şampuanlamaya başladı. Durulandıktan hemen sonra havluyu vücuduma sardım. Diğerini de yüzüne fırlattığımda havada kaparak oyalanmadan beline sardı. Ondan önce odaya girerek iç çamaşırlarımla Korel'in siyah tişörtünü giydim. Yatağın kenarına oturarak aşık aşık onu izlemeye başladım. Eşorfman takımını giydi üzerine. O zaten hep spor giyinirdi. Kalkmama fırsat vermeden beni yine kucağına aldı. Bunun hoşuma gittiğini inkar edemezdim. Dudaklarıma küçük bir öpücük kondurarak geri çekildi. "Çok güzelsin Gece."
    
Tatlı tatlı baktım ona. "Bu da nereden çıktı şimdi?"
    
"Karıma güzel olduğunu söyleyemez miyim?"
    
Yaa, karın mıyım gerçekten dememek için zor tutuyordum kendimi. Onun yerine belirginleşmiş gamzesine dudaklarımı bastırdım. Bence içimden geçenleri anlatmaya yetmişti. Mutfağa ulaştığımızda kahvaltı masasının kahvaltılıklarla dolu olduğunu gördüm. Mutluluktan ağlayabilirdim. Tabii ki de kahvaltıyı hazırlamıştı. Aslında tam olarak da hazırlamamamıştı. Kahvaltılıklar özenle hazırlanmış olsada bunlar salatalık domates ve diğerlerinden ibaretti. Korel aklımdan geçenleri duymuş gibi beni tezgahın önüne bırakarak elime bıçağı tutuşturdu. "Menemen yapacağız."
    
Biberleri de doğramam için bıraktığında kısılmış gözlerimle bıçağın sivri ucuna ve onun kusursuz boynuna baktım. Bunu boğazına dayayarak yüzüne Doğra bir zahmet öküz! diye bağırmak istiyordum. Ters bakışlarıma maruz kaldığında sağ elini belime dolayatak beni kendine çekti. Saçlarımın arasında dolaşam dudakları yüksek doz sakinleştirici etkisi yapmamalıydı. "Sinirlendiğinde daha çekici oluyorsun."
    
"Sen de katlanılmaz biri oluyorsun."
    
Terslememi umursamamıştı bile. Uzanıp başka bir bıçak daha aldı. Biberleri doğramaya başladığında ona eşlik ettim. Kolu koluma değerken somurtmakta zorlanıyordum. "Bugün toplantı yok muydu?"
    
Omuzlarını kaldırıp indirdi. "İptal ettim."
    
"Nasıl iptal ettin?"
    
"Yavuz'a gelmeyeceğimi iletmesini istedim."
    
Normal şartlarda buna sinirlenecek olsamda şu an normal bir zamanda değildik. Kimseyi öldürmüyorduk, ikimiz yan yanaydık. Tadını çıkaracaktım. O aptal toplantı biraz bile umurumda değildi. Tavayı ocağa koyarken kıkırdadım. "Sadık amca delirmiştir."
    
Onun dudakları da zevkle kıvrıldı. "Delirmiştir. Birazdan beni arayacak."
    
"Telefonunu kapatırsan eve birilerini gönderir."
    
"Gönderecek. Ve ben de-"
    
Cümlesini bitirmeden kapı çaldı. Korel bıkkın bir nefesle ellerini yıkayarak kapıya ilerlediğinde merakla mutfak kapısından kafamı uzattım. Kimin geldiğini tahmin etmek çok da zor değildi. "Geri gönderin, misafir kabul etmiyorum."
    
Düz bir sesle söylediklerinden sonra bir cevap beklemeden kapıyı karşısındakinin yüzüne kapattı. Bu sefer zevkle kıvrıldı dudaklarım. Sadık amcanın çıldırması yakındı.
    
Küçük kahvaltımız hayellerimden bile daha güzeldi. En mutlu anlarımdan birisi olabilirdi bu. Masayı topladığımızda salona giderek karşılıklı çay içtik. Sonra ise aklımıza gelen her şeyden bahsettik. İnsan bazen sadece konuşmak istiyordu. Konuşmak ve dinlenmek. "Hadi kalk Yeni Ay."
    
Anlamayarak boş boş ona baktım. "Nereye kalkayım?"
    
"Paslandık resmen."
    
"Ne demek paslandık?"
    
Ne diyordu bu adam? Ben her gün sporumu yapıyordum bir kere. Kaslarım onunkilerle yarışırdı. Yutkunarak bu düşünceyi geldiği yere geri gönderdim. Çarpılabilirdim. "Kalk hadi koşuya gidiyoruz."
    
Ayaklanarak merdivenlere koştum. Koşuya hayır demezdim. Altıma siyah bir tayt geçirerek saçlarımı tepede sıkıca topladım. Tişörtün üzerime elbise gibi olması dışında hiçbir problem yoktu. Yine de onu çıkarmayacaktım. Vanilya kokusu benden uzaklaşamazdı. Isınmak ister gibi hafif tempo koşarak tekrar aşağı indim. Pencerenin kenarında içtiği sigarasını beni gördüğünde söndürdü. Sigaradan nefret ediyordum. Bunu fark ettiğinden beri yanımda içmemeye dikkat ediyordu. Dudaklarımda küçük bir tebessüm oluşurken yanıma gelerek elimi tuttu. "Ev sana emanet. Bu kez uyuma."
    
Barut'a sarf ettiği laflardan sonra kapının önündeki bir ordu dolusu adamı umursamadan elimi tuttu. Büyük bir gururla omuzlarımı dikleştirerek tatminlik hissini bastırmadan peşine takıldım. Aras'ın verdiği baş selamına kocaman gülümsedim. Bugün katil değildim sanki. Üzerimde müthiş bir hafiflik vardı. Daha önce hiç bu kadar ait hissetmemiştim. İşaret parmağımla karşıdaki çöp konteynerini gösterdim. "Oraya kadar yarışa var mısın Eceloğlu?"
    
Tek kaşı usulca havalandığında mavilerinde arsız bir parıltı belirdi. "Bu bir meydan okuma mı?"
    
Bende kaşlarımı kaldırdım ama gülmemek için seğiren dudaklarımdan beceremediğim belliydi. Yine de yüzümü düşürmedim. "Kazananı belli olan bir meydan okuma."
    
"O zaman üç deyince."
    
Başımla onayladım. "Üç deyince."
    
"Bir." dedi hedefe göz ucuyla bile bakmadan. Sırıttım. "Üç!"
    
Yerimden hızla fırladığımda birkaç saniye öylece kaldı. Kahkaha atarken yolu yarılamıştım bile. Ama arkamı döndüğümde orada yoktu. Önüme döndüğümde gözlerim dehşetle kocaman oldu. Hangi ara önüme geçmişti? Hızımı biraz daha arttırdım. "Yavaşsın Yeni Ay!"
    
"Saf olmak benim suçum değil!"
    
Sinirlenmiştim. Beni geçme hakkını nasıl kendinde bulabiliyordu? Daha da kötüsü, bu adamın bacakları her zaman bu kadar uzun muydu? Hızlandıkça hızlandım. Onu geçtiğimde zafer dolu çığlıklar atmamak için kendimi zor tutuyordum. Bilerek arkada kalması önüne geçtiğim gerçeğini değiştirmezdi sonuçta. Arkamı dönerek dil çıkarttığımda ayağıma takılan taşla yere yapışmam bir oldu. Sırıtan ifadesi yerini endişeye bıraktığında takip bile edemeyeceğim bir hızla yanıma geldi. "Yani Ay? Ne bu hâl kızım ya?" Soyulmuş dizlerime bakarak yüzünü buruşturdu. "Sakarsın. Gerçekten sakarsın. Hayır anlamıyorum, bunca zaman bu sakarlıkla nasıl saklanabildin benden? Nasıl işledin o cinayetleri? Şans eseri hayatta kalıyorsun."
    
Beni kucaklayıp ters istikamete doğru ilerlemeye başladığında hâlâ söylenmeye devam ediyordu. Elimi gittikçe uzaklaşan çöpe doğru kaldırdım. "Korel indir beni kazanacağım!"
    
"Hâline bak hâlâ kazanacağım diyor."
    
Ayaklarımı sallayarak çırpınmaya başladım. İşe yaramayacaktı ama denemekten zarar gelmezdi. "Oraya ulaşmadan eve gideceğimi mi düşündün cidden?"
    
"İnatsın." dedi ters ters bakarak. Ona en çirkef bakışımı gönderdim. "Evet, inadım! Beğenmiyorsan bırakabilirsin. Ama unutma, bırakırsan vururum seni. Ya benimsin ya da Azrail'in."
    
"Azrail de fena seçenek değilmiş ama merak etme, sen daha cazip geliyorsun."
    
Omzuna sert bir yumruk geçirdim. Biraz daha dalga geçerse daha beteri o kusursuz çenesine inecekti. Alt dudağını dişlediğinde adımları geri döndü. Birkaç büyük adımda çöpün yanına vardığında kendisi adımını atmadan beni diğer tarafa bıraktı. Kollarımı sevinçle kaldırdım. "Kazandım!"
    
Gülümseyerek kafasını salladı. "Kazandın. Bir kez daha."
    
"Yenilmelere doymuyorsun Gölge Prens."
    
"Rakibim her kazandığında gülümsemesiyle ayaklarımın altına cenneti seriyorsa eğer, yenilmek sorun değil."
    
Ateşin cennete ait olmadığını söyleyemedim.
    
Duraksamadan beni tekrar kaldırdı. Eve gidene kadar kafamı göğsüne gömerek vanilya kokusunun tadını çıkardım. Asansörde dakikalar geçirdik ve Korel hâlâ yorulmamıştı. O kadar kasım olsa ben de yorulmazdım. Tüm bu düşüncelere kendi kendime göz devirdim. Eve geldiğimizde tek eliyle kapıyı açtı. Koltuğa yayılmış Barut sesimizi duyduğunda ters ters bize baktı. Ona onaylayan bir ifadeyle bakarak beni koltuğa bıraktı. Kalktığında kafasını gururla okşamayı da ihmal etmemişti. Tam kapıdan çıkacağı sırada adımları aniden durarak omzunun üzerinden bana baktı. "Yerinden kalkma."
    
Güldüm bu sözlerine. Magma'da eğitim adı altında uğradığım işkenceler, görev sırasında aldığım yaralar, esir düşmelerim. Hepsi dün gibi aklımdayken bu adam dizimdeki ufak bir sıyrık için beni kucağında taşımış, kalkmamamı tembihliyordu. Sanırım avcı lideri beni gerçekten seviyordu. Geri döndüğünde elinde ilk yardım çantası vardı. Hemen yanıma oturarak dizimi kendi kucağına koydu. Yırtılmış taytımı kenarlarından tuttuğu gibi boylu boyunca yırtarak yarayı görünür hale getirdi. Üzerine ilaç dökmeden önce alttan alttan bana baktı. Bir sonraki diyaloğu biliyordum galiba. Bundan nefret ettiğini falan söyleyecekti. Bu kez dile getirmesine gerek yoktu. Mavilerinden anlayabiliyordum. Gözlerin de konuşabildiğine dair en büyük kanıt, bana acıyla bakan irisleriydi.
    
"Acıtacak."
    
Benden bir cevap beklemeden yarayı temizlemeye başladı. Sadece onu izliyordum. Onu izliyor ve saçlarını daha fazla dağıtma dürtümü güçlükle bastırıyordum. Sonra aklıma başka bir şey geldi. Bu adam bana aitti. O halde neden dürtülerimi bastırıyordum ki? Uzanıp siyah saçlarını biraz daha dağıttım. Kafasını kaldırıp bana baktı. Normal bir bakış değildi bu. Uzun uzun, sanki sahip olduğu en güzel şeymişim gibi baktı. Bu romantik anımızı ise deli gibi çalan, biz daha ne olduğunu anlamadan açılan kapı sonlandırdı. Ben bariz bir öfkeyle ve Korel'de ağzında yuvarladığı küfürlerle kapıya dönerken ilk önce Bora'nın dev cüssesi girdi kadraja. Sanırım Korel benden daha sinirliydi. "Ne işin var lan senin burada?!"
    
Aklımdan tam olarak onunkiyle aynı cümle geçiyor olmasaydı biraz daha kibar olması gerektiğini söyleyebilirdim. Bora gülümsemesini bozmadan yüz bulmak için bana baktığında bakışlarım ona hislerimi yeterince açıklamış olacak ki yüksek sesle yutkunarak Korel'e döndü. Hemen ardından daha büyük bir sırıtmayla elinde tuttuğu anahtarı salladı. "Vurulduğunda fırsattan istifade almıştım kuzen."
    
"İyi halt etmişsin."
    
Hemen arkasından sarı saçlarını dağıtarak Kuzey girdi. Korel'in omuzuna şakacı bir şekilde birkaç kere vurduğunda Korel'in ona olan bakışları beni bile germeye yetmişti. Kuzey beni gördüğünde yüksek sesle yutkunarak koltuğun kenarında diz çöktü. Henüz temizlenmiş yarama gördüğü en ağır yaraymış gibi bakıyordu. Parmağım kesilse de bu tepkiyi vermekten asla vazgeçmeyecekti sanırım. Bütün öfkem anında yok oldu. Şimdi ben buna nasıl kızabilirdim? Dudaklarını öne uzatarak yarama üflemeye başladı. "Acıyor mu? Acımıştır."
    
"Acımıyor."
    
"Yalan söylüyorsun."
    
Birden bir abi gibi beni azarlamasına kısık sesle güldüm. "Belki biraz..."
    
Pera ona göz devirerek Korel'in elinden sargı bezini aldı. Korel önce ona hiç de memnun kalmadığını gösteren bakışlar göndersede sesini çıkarmadı. Evet, ben ölüm dağıtırken sıyrıklarımı sarmak isteyecek arkadaşlarım vardı etrafımda. "Gerçekten bunu mu saracağız? Gazel'de olsa o bile ağlamaz bu sıyrığa."
    
Pera annelik ses totununu takındı. "Sus Lavi."
    
Sustum. Zira birazdan kafama terlik yiyebilirdim. Sarı saçlarının koltuğa dökülmesini umursamadan büyük bir ciddiyetle yaramı sardı. Bitirdiğinde ise tek kelime etmeden kalkıp Bora'nın yanına ilişmişti. Bora anında kolunu ona dolayarak şakağına derin bir öpücük bıraktı. Beni şaşırtan şey Pera'nın buna sessiz kalmasıydı. Gazel gram çekinmeden yanıma gelerek henüz yeni olan sargının üzerinden büyükçe öptü. Yadırgadığım söylenemezdi. Bir de yanağımı öperek boynuma sarıldı. "Öptüm, geçti."
    
İstesem de istemesem de gülümsemek zorundaydım. Aksi taktirde Yakamoz ağlayabilirdi. O ağladığında kontrolsüzce öfkeleniyordum. "Geçti."
    
Pera ve Gazel arasındaki en büyük fark buydu. Pera duygularını belli etmezdi. Çok severdi ama bunu asla dile getirmezdi. Sarılmazdı belki ama siz onun her zaman arkanızda olduğunu bilirdiniz. Gazel ise küçük bir kız gibiydi. Kalbinde gram kötülük yoktu. Sevgisini de nefretini de belli ederdi. Sıkıca sarılırdı mesela. İçinde saklamak ister gibi sarılırdı. Hep duygusal biri olmuştu. Sadece sevdiklerine karşı.
    
"Sakarsın şam şeytanı."
    
Saçlarımı karıştıran Bora'ya gıcık birkaç laf söyleyecektim ki Korel dizimi yerden kaldırarak kendine çekti. Merakla ne yapacağını bekliyordum ama dudaklarını sargının üzerine bastırması beklenmedikti. Alttan alttan küçük bir çocuk gibi baktı. "Acımasın."
    
Kuzey sorduğunda belki biraz demiştim...

ÖLÜM ÇİÇEĞİ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin