24. YÜREK YANGINI

16 1 0
                                    

Mutlu olmak kolaydı, mutsuzluğu seçen bizdik.

Korel'in önünde iki yol vardı. Olay oldukça basitti aslında. Ya beni öldürür duygularına kavuşurdu, ya da duygularını umursamazdı. Şöyle bir düşününce anlıyordum ki Korel'in seçim şansı yoktu. Evet iki yolu vardı fakat o yollardan birine istese de gidemezdi. Korel'in seçimi duygularına sahip olmak veya olmamak değildi. O sadece beni seçmişti. Ne olursa olsun sadece beni. Bensiz yapamayacağını biliyordu. Bu yüzden diğer yolda kaybettiklerini düşünmemişti bile.

Ve benim önünde de iki yol vardı. İlk yol Korel'den uzak durmaktı. Önder bir yana kendimi kandırmama gerek yoktu. İçten içe istemesem hiçbir güç beni Korel'le evlenmeye ikna edemezdi. Diğer yolum onu öldürmekti. Benim için çok da olmasa gerekti. Onu öldüremeyeceğimi biliyordum. İlk karşılaşmamızda hayatını kurtardığım andan itibaren biliyordum hem de. Ondan uzaklaşmak da istememiştim. Beni ona götüren bir yol yoktu. Ben yolların dışına çıkmıştım. Ona gitmek için çabalamıştım. O mutlu olsun istemiştim. Teslim olmayı seçmiştim. Bunu seçerken diğer tarafta vazgeçtiklerim umurumda bile değildi.

Zorlaştırmaya gerek yoktu. Korel beni seçmişti, ben onu. Aksi mümkün değildi. Bir yoldan giderken diğer yoldaki kaçırdıklarımızı düşünmenin kimseye faydası yoktu. Mutlu olmak zor değildi.

"Acıyor mu?"

Korel'in yaramdan ayrılmayan mavi irislerini izledim uzunca bir süre. Yaklaşık yirmi dakikadır o ellerime bakıyordu, ben ona. Dakikalar sonra dudaklarından dökülen o soruya ise ne cevap vereceğimi bilmiyordum. Belki de kimse bu soruyu sormadığı içindi. Bir süre ne söyleyeceğimi düşündüm. Safirleri sorgulayan bir şekilde gözlerime tırmandığında ise gülümsemeye çalıştım. "Sen yokken daha çok acıyordu."

Safirlerine acı bulaşırken yutkundu. "Öpsem geçer mi ki?"

Tatlı olduğunu düşündüğüm bir şekilde gözlerimi kırpıştırdım. "Bilmem geçer mi ki?"

Safirleri tekrar ellerime döndü. Önce birini aldı büyük avucunun içine. Dudaklarına götürerek parçalanmış tarafının hemen yanından öptü. Aynısını diğerine de yaptığında bir müddet çekmedi dudaklarını. İyileştirmek ister gibi. Açık yaramı bilmiyordum ama sanırım iyileşmem için yeterliydi. Yine yapıyordu işte. Yıldızlar çiziyordu.

Yarayı temizlemeden önce izin ister gibi yüzüme baktı. Başımı silik bir şekilde salladığımda ilacı döktü. Yanıyordu ama canlı canlı ameliyatlara giren biri için çok da önemli değildi. Yine de Korel'in bunun farkında olduğunu sanmıyordum. İki ilimi de sardığında dolabın başına geçtim. Lacivert bir tişörtün altına siyah eşofman geçirdiğimde saçlarımı üstünkörü düzelttim. Aynadaki görüntüden memnun kaldığımda ise Korel'e döndüm. O siyahlar içindeydi ve çoktan hazırlanmıştı. Onu süzdüğümü gördüğünde sırıttı. Son zamanlarda fazla edepsiz olmaya başlamıştı bu herif. "Bu hâlde dışarı çıkamazsın Yeni Ay."

Üzerime bir kez daha bakıp tam üç kere cıkladı. Kaşlarım çatılırken neyi unuttuğumu düşündüm. "Ne varmış hâlimde?"

Yanımdan geçerek dolaba ilerledi. İçeriden aldığı devasa bir hırkayı oldukça yavaş bir şekilde omuzlarıma bıraktı. Devasa derken şaka yapmıyordum. Bu şey diz kapağımın altına kadar iniyordu. "Dışarıdaki havadan haberin bile yok."

Kollarımı geçirirken arkamı dönüp ona bakmaya çalıştım. "Biraz büyük sanki."

Gülecekmiş gibi dudakları gerilsede ciddi ifadesini korudu. "Tüh, sana almayı unutmuşum."

Gözlerim irileştiğinde hâlâ ciddiydi. Pislik herif hiçbir fırsatı kaçırmıyordu. "Gıcıksın."

İtiraz edecek gibi olduğunda duraksadı. Sonra da başını sallamakla yetindi. "Öyleymişim."

ÖLÜM ÇİÇEĞİ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin