20. KAYBEDİLEN SAVAŞLAR

9 1 0
                                    

Aşkın ne demek olduğunu henüz anlıyordum. Aşk, koca bir yalandı aslında. Ama en çok o cazip gelirdi bize. Günahtı, ateşti aşk. Yasaklıydı ve eşsizdi. Nefret en dürüst duyguydu çünkü sahtesi olmazdı. Sevgi en safıydı. Temiz bir sevgi size güç verirdi, ayakta tutardı, sizi beslerdi. Ama aşk şeytani bir duyguydu.

Birinin gözlerine baktığınız ilk an anlaraınız o kişinin hayatınızı değiştireceğini. O bakış asla unutulmaz. İlk gülüşler de öyle. Yavaş yavaş girer hayatınıza. Yadırgamazsınız çünkü kalbinize çoktan girmiştir. Alışırsınız. Sonra dönüp bir baktığınızda nasıl da bağlanfığınızı görürsünüz. Ne geri dönüşü vardır, ne telafisi. Öyle bir bağlanırsınız ki, bir gülüşü yaşatmaya yeterken, paramparça etmesi bir bakışına bakar. Bir silah doğrultur size. Önce görmezsiniz o silahı, kör olursunuz. Sonraki aşamada öldürüyorsa vardır bir sebebi, haklıdır dersiniz. Bu inkârdır. Ve onun eli tetiğe gittiğinde kendi kendinize düşünürsünüz. Onun elinden ölmek ne kadar da güzel. Bu son aşamadır, en tehlikelisi. Teslimiyet. Öyle bir teslimiyet ki, tüm benliğinizle, sadece bir bakış uğruna. Kendinizden vazgeçmektir bu.

Gülümsersiniz. Silahın sahibine cesaret vermek istersiniz o durumdayken bile. Korkuyla gözlerinizi bile kapatamazsınız gördüğüm son yüz onunki olsun diye. O kişi sizi vurur. Aşık olduğu için. Bir de bu türlüsü vardır. Aşık olan bir kişi, her şeyi yapabilir. Birini seviyorsanız onun için canınızı verebilirsiniz belki. Ama birine aşıksanız, işte o zaman savaşlar başlatırsınız, savaşlar durdurursunuz. Dünyayı yakarken, onun ayaklarına çicekler sermek istersiniz. Uğruna ölürsünüz. Ama o kişi sizi gerçekten kırmışsa, onu da öldürürsünüz. Belki bunu yaptıktan sonra sıradaki kurşunu da kendinize sıkarsınız ama bu gerçeği değiştirmez. Aşk vahşi bir aslan gibidir. Tehlikelidir, ya o sizi parçalar, ya da siz onu öldürürsünüz. Ve aşk, asla affetmez.

Sırtımı yasladığım yataktan tavanı izliyordum. Ev boştu, ben yalnız değildim. Ev sessizdi, benim gürültüden başım ağrıyordu. Tavanlar da çok şey anlatıyordu. Ona sığınanlardan başkası bilemezdi bunu.

Kapı çaldığında hızla doğruldum. Açtığımda boynuma atlayan beden ikimizi de devirebilirdi. Kollarımı bedenine sararak kokusunu derin derin içime çektim. Daha iki saat öncesine kadar baygın yatarken bu enerjinin kaynağını merak ediyordum. Ama ona dinlenmesi konusunda öğüt vermeyecektim. Dinlemeyeceğini pekâlâ hepimiz biliyorduk. "Gece! Ne kadar çok özlemişim."

Yanağıma dulu bir öpücük kondurdu. Arkadan diğerleri de izin istemeden girdi. Pera'nın kucağındaki Miray kocaman gülümsüyordu. Kuzey Gazel'in hemen arkasındaydı ve gözlerini ondan ayırmıyordu. Bora Pera'nın dibinde Miray'a laf yetiştiriyordu. Korel düşünceliydi ve arkasında gördüğüm Uraz'la kasıldım. Bu yüzleşmeye hazır olduğumu sanmıyordum. Kendime onun dokuz yaşında bir çocuk olduğunu hatırlatarak göz temasını kesmeden gülümsedim. "Nereden böyle?"

Gazel'in gözleri parladı. Bora ise abartılı bir şekilde göz devirdi. "Önder'in yanındaydık. İhtiyar kurt delirmiş durumdaydı. Sadık anlatırdı da inanmazdım."

Pera dirseğiyle ona vurdu. "O benim babam!"

Bora ellerini kaldırdı. "Benim de kayın babam."

Miray kıkırdayarak ellerini dudaklarına bastırdı. "İnanamıyorum siz evlendiniz mi?"

Bora çapkın bir sırıtmayla ona yaklaştı. Sır verir gibi konuştu. "Henüz evlilik teklifi etmedim. Ne dersin prenses, dondurmanın içine falan mı koysak acaba."

"Ama o zaman Pera'nın boğazına kaçar ki." Dehşetle Uraz'a baktı. "Uraz sen sakın benim yüzüğümü dondurmanın içine koyma. Yok yok hiç rahat edemedim. Dondurma yemeden önce içine bakacağım."

ÖLÜM ÇİÇEĞİ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin