Güç insana neler kazandırırdı? Ya da neydi güç denilen şey? Birkaç dövüş hareketi güçlü olduğumuzu mu gösterirdi? Eğitimlerim vardı. Yıllarca zor şartlarda yetişmiştim. Ama karşımda doktor varsa hiçbir işe yaramıyordu. O zaman anlıyordum ki, ben aslında pek de güçlü değildim. Bu durumda gücü yanlış tanımlıyorduk. Yok etme potansiyeli en fazla olan değil, her şeye rağmen hayatta kalabilen asıl güçlü olandı. Umut edebilen, hayellerinden vazgeçmeyen. Hayattaydım. Pes etmemiştim belki ama güçsüzdüm çünkü umurum yoktu, hayallerim yoktu.
İnsan en güçsüz olduğu zamanda anlıyordu ki, asıl güç kalpten gelirdi.
Başım dik bir şekilde boyun eğmiş masadakilere bakarken tam olarak bunu düşünüyordum. Şu andan itibaren suç kraliçesiydim. Dünyanın asıl hakimiydim. Ateşin ruhuna sahip olduğumu söylemiyordum bile. Bana güçlü olduğumu hissettiren şey bunların hiçbiri değildi. Tuhaftı, belki de saçmaydı ama tuttuğum Korel'in eliydi. Bana baktı. Hayır herkesin baktığı gibi deği, sanki gözlerimden ruhumu görüyormuş gibi baktı. Mavileri karşısında bütün maskelerim düşüyordu. Kendimi hiç olmadığım kadar yalın hissediyordum. Tamamen benimle mi alakalıydı yoksa Korel'in becerisi miydi bilmiyordum. Bilinmezliklerden de nefret ediyordum. Mavilerine bakarken boğulacağımın farkındaydım. Ben bunu bile bile yine ona koşuyordum.
Çıkışa yöneldiğimizde geldiğimiz gibi gideceğimizi düşünmüştüm ama Korel adamlara çekilmeleri için işaret verdi. Sadece benim duyabileceğim şekilde açıklama yaptı. "Kim olduğumuzu gösterme vakti."
Belki de yüzlerce gazeteci üzerimize akın ettiğinde çok fazla soru havada uçuştu. "Gece Hanım, suç kraliçesi olarak seçildiğiniz doğru mu?"
Tam cevap vereceğim sırada başka bir ses duyuldu. "Korel Eceloğlu'nun yanında zorla mı tutuluyorsunuz?"
Sert bir nefes verip belimdeki silahıma uzandığımda Korel elimi biraz daha sıktı. Baş parmağı elimin tersini okşadı. "Tepki çekmekten başka bir işe yaramaz."
Bu sefer birkaç derin nefes aldım. Gülümseyerek bunu soran kadına döndüm. "Tamamen kendi isteğimle buradayım." Bakışlarım Korel'e döndü. O da bana bakıyordu. "Eşime aşığım. Ve evet, bundan sonra suç kralının kraliçesiyim."
Etrafı sadece iki saniye süren bir sessizlik kapladı. Bu bir itiraftı. An itibariyle kanıtlanmış olarak suçluydum. Korel'in kısık kıkırtısını işittiğimde çaktırmadan karnına dirsek attım ama o daha fazla güldü. "İçeride neler oldu açıklar mısınız?" dedi başka biri. Korel çenesini kaldırdı. Duruşu, bakışları her şeyi bambaşkaydı. Baktığınızda içinizde itaat etme dürtüsü uyanıyordu. Boğazını temizledi. "Son zamanlarda karışıklıklar başladı. Yeraltı dünyasında iç savaşlar arttı. En azından düzeni sağlamak adına herkesi tek çatı altında birleştirdik. Opia. Ben Korel Eceloğlu ve eşim Gece Lavinya Eceloğlu, sizin tabirinizle suç kral ve kraliçesi. Bu günden itibaren Opia'nın tek liderleriyiz."
Bu tür işlerde Lavinya adımı kullanmayı tercih ediyordum. O ise Gece'yi bilerek vurgulamıştı. Takmamaya çalıştım. Arabaya doğru yürümeye başladığımızda Korel yıkılmaz bir dağ gibi sert ve kudretli duruyordu. Bense kocaman gülümseyip kameralara poz veriyordum. Yine de benden daha çok korktuklarına neredeyse emindim. Ama sadece neredeyse. Bakışlarım, duruşum, hatta gülümsemelerim bile tehditkardı.
Arabayı bineli sadece on beş dakika geçmişti ve takip ediliyorduk. Bıkkınlıkla nefesimi verdiğimde hızını arttıran Korel'in de bunu bildiğini fark ettim. "Bebeğimi tekrar patlatmaya kalkarlarsa hepsini tek tek bulup uçurumdan denize dökeceğim."
"Biz burada öldürülmeye çalışılıyoruz sen bebeğim diyorsun Korel. Senin gibi bir adam bir arabanın lafını yapmamalı."
Onaylamaz bakışlarıma tip tip baktı. "Hayır ben anlamıyorum bu kadar adam varken nasıl peşimizde olabiliyorlar?"
"Adamların bir işe yaramıyor çünkü Korel, her şeyi ben mi yapayım yani?"
Silahımı çıkarttığımda ne yapacağımı dikkatle izliyordu. Pencereyi açarak kenarına oturdum. İlk karşılaşmamızda yaptığım gibi. Havaya iki el ateş ettiğinde bütün korumalar alarma geçmişti. "Takip ediliyoruz!"
Bağırmam hepsinin aklını başına getirmiş olacak ki arkamıza duvar ördüler. Tekrar yerime yerleştim. Deri ceketimi çıkarttım. "Her şeyi de Gece halletsin zaten."
"Sen varya sen, gerçekten delisin." Coşkuyla söylediklerinden sonra bir an duraksadı. Konuştuğunda sesi daha kısıktı. "Ve beni de delirttin galiba."
Kafamı arkaya yatırıp kahkaha attım. "Bugün suç kralı ilan edildin. Eee yani, pek de normal olduğun söylenemez." Ardından sesimi kalınlaştırarak yumruk yaptığım elimi ona uzattım. "Evet Korel Bey, pardon suç kralı bey, kralım, ne düşünüyorsunuz? İnsanların beklentileri büyük. Süper kahraman falan mı olacaksınız yoksa?"
Omuz silkti. "Süper kahramanlık hedeflerimin arasında değil. Suç kraliçemin kralıyım ben."
İmayla söylediklerinden sonra bir kahkaha daha attım. Bu sefer boştaki elini o bana uzattı. "Peki siz Gece Lavinya Hanım, pardon suç kraliçesi hanım, kraliçem, ne düşünüyorsunuz?"
Saçlarımı arkaya attım. "Öncelikle benim de hedeflerimin arasında süper kahraman falan olmak yok. Süper kötü olmak varken kim ister ki süper kahraman olmayı?" Yüzümü buruşturdum. "Of Korel biraz hızlansana aşkımı özledim ben."
Durduk. Şaka yapmıyordum resmen durmuştuk. Korel'in deminki eğlenen hâlinden eser kalmamıştı. Adam resmen arabayı yolun ortasına durdurmuştu. "Aşkın?"
Gülmemek için dudaklarımı sıkı sıkı birbirine bastırdım. "Barut'tan bahsediyorum Korel. Onu evde yalnız bıraktık farkında mısın? Bu suç kraliçesinin ilgilenmesi gereken bir aşkı var."
Kaşları mümkünmüş gibi daha çok çatıldı. "O zamparayı evden göndereceğim."
"Deneyebilirsin." Hâlâ bana kötü kötü baktığını gördüğümde göz devirdim. "Hadi ama Gölge Prens. Çalıştır şu arabayı da gidelim. Acıktım ben."
Homurdanarak da olsa sürmeye başladığında arkamızdan silah sesleri geliyordu. Bizimkiler takipçimizle boğuşuyor olmalıydı. Uzanarak şarkı açtım. Bazen sadece şarkı dinlemek her şeyi boş vermenizi sağlayabiliyordu.
Asansörle katlarca yukarı çıktıktan sonra sonunda evimize varabilmiştik. Kapıdan içeriye girdiğim anda Barut üzerime atladı. Kafasını okşamaya başladım. "Ben de seni özledim oğlum." Korel'e çok ters bir bakış attığında Korel de ona karşılık verdi. "Bak gördün mü Gölge Prens, tıpkı sana benziyor."
Bana öyle bir baktı ki susmak zorunda kaldım. Kapıyı kapatır kapatmaz kazağını bir çırpıda çıkartıp attı. Bu manzarayı sonsuza dek izleyebilirdim. Ona çizdiğim kalp tüm ihtişamıyla orada duruyordu. Bu herif akla da kalbe de zarardı. Kafamı iki yana sallayarak başka yerlere odaklanmaya çalıştım. "Bence yiyecek bir şeyler bulmalıyız Yeni Ay."
Kesinlikle ona bakmıyordum. Ve bu çok zordu. "Daha erken değil mi?"
"Eğer yiyecek bir şey bulamazsak beni yiyecekmişsin gibi hissediyorum."
Gözlerimi kocaman açıp hızla ona döndüğümde ellerini teslim oluyormuş gibi kaldırarak en masum ifadesini takındı. "Gıcıksın." diye mırıldandım en sonunda. O da dönüp merdivenleri çıkmaya başladı. Bir süre orada durup ne yapacağımı düşündüm. En sonunda üzerimi değiştirmek için üst kata çıktım. Bakışlarım Korel'in odası ve benim odam arasında mekik dokurken kızmayacağını düşünerek Korel'in odasına girdim. Adımlarımı neden sessiz attığım hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Gardıropunu açarak kapşonlularından birini kafamdan geçirdim. Uçlarını düzeltip aynaya baktığımda Korel belindeki havluyla içeri girdi. Saçları ıslaktı, damlalar göğsünden aşağıya doğru ince bir çizgi şeklinde iniyordu. "Yeni Ay?"
"Benimkiler kirliydi de, seninkileri giyeyim dedim. İstemezsen çıkarayım."
Asla çıkartmayacaktım. Her ne kadar inandırıcı söylesemde sözlerimin saçmalığına tabii ki de inanmamıştı. Beni baştan aşağı süzdüğünde dudağının sol köşesi hafifçe yukarı kıvrıldı. "Küçücüksün."
"Değilim!"
"Öylesin. Ve sorun değil alabilirsin."
Ona ters bir bakış atıp sert adımlarla salona gittim. Dizüstü bilgisayarımı alıp doktordan çaldığım dosyalara girdim. Kehanetin orijinal hâli yazıyordu. Ve benim hakkımda bir sürü şey. Gücümü tetikleyen şeyin başlıca duygular olduğunu söylüyordu. Gerçekten de duygu yoğunluğu yaşadığım zamanlar gücüm alevleniyor, dışarıya çıkmak için yanıp tutuşuyordu. Yazanlara göre aslında ateşi yönetmiyordum. Ben aslında ateşin insan formuna girmiş hâliydim. Aslında şöyle bir bakınca çok da kötü görünmüyordu. Bu biraz da herhangi bir uzvunu kullanmaya benziyordu. Dünyanın her yerindeki ateşler benim uzuvlarım gibiydi. Kendimi yeterince geliştirince onlara hükmedebilirdim. Sadece şu an değildi. Kehanete göre gücümü tam potansiyeliyle kullanmam sonu getirecekti. Ama kendimi geliştirmekten vazgeçmeyecektim. Korel hakkında da bir sürü şey yazıyordu. Doktorun böylesine gizli bilgilere sahip olması tek kaşımı kaldırmama neden oldu. Korel'in duygularını almıştım. Beni öldüren kişi Korel olursa duygularını geri alabilecekti ki bunlar zaten bildiğim şeylerdi. Onun haricinde deneylerden aldığı sonuçlar, hakkımdaki projeleri vardı. Benim pek ilgimi çeken şeyler değildi bunlar ama yılların çalışmaları ve gözlemleri Önder için bir servet değerindeydi. "Neye bakıyorsun?"
Korel'in sesini duymamla belli etmeden sayfadan çıktım. "Serge Volkov'u nasıl öldürebileceğimizi düşünüyordum."
"Sen aklını yorma böyle şeylere. O işi ben halledeceğim."
Omuz silkerek bilgisayarı kapattım. "Sen öyle diyorsan."
"Ben Barut'la yürüyüşe gidiyorum. Sen takılırsın buralarda."
Anında ayaklanıp merdivenleri çıkmaya başladım. "Eğer beni beklemezsen seni öldürürüm."
"Bir öldüremedin zaten."
Kikırdadığımda eşofman takımımı giyip saçlarımı toplamam sadece üç dakikamı aldı. Aynı hevesle aşağı indiğimde Korel'i kapının yanında Barut'u okşarken buldum. "Hadi gidelim."
"O tokayı çıkarman gerek."
Büyük bir ciddiyetle söylediklerine anlam verememiştim. "Ha?"
"Çıkar o tokayı Yeni Ay." Gözlerimi birkaç kere kırpıştırdım. Ne diyordu bu herif? "Bakma işte öyle. Çok zor değil tokanı çıkaracaksın."
"Anladım Korel salak değilim de neden çıkarayım? Bak topladım işte ne güzel."
"Saçların," dedi bakışlarını kaçırarak. Biraz tereddüt ettikten sonra devam etti. "Anneminkilerin siyah hâli. Aralarındaki tek fark renkleri." Duraksadı, kafasını iki yana salladığında gözlerime baktı. Hızlı bir şekilde konuştu. "Salık bir şekilde daha güzeller."
Ne diyeceğimi bilemedim. Mavilerinde bir duyguya daha rastladım. Özlem. Orada annesini özleyen küçük bir çocuk vardı. Saçlarımı annesininkilere benzetiyordu. Peki ben annesinin hayatta olabileceğine dair o küçücük umudu ona nasıl verecektim? Yutkunduğumda yavaşça tokamı çıkarttım. Biraz salladıktan sonra elimle düzelttim. Tek kelime etmedi belki ama öyle bir baktı ki, çok şey anlattı. Ve ben yine bir şey anlamadım. Sanırım şu göz dilini derhal öğrenmem gerekiyordu. Doksan sekiz katı inmek işkence gibiydi. Sonunda açık havaya çıktığımızda Korel ve ben önde, Barut arkamızda yürümeye başladık. Korel ona tasma takmamıştı. "Rusya'ya ne zaman gidiyoruz?"
Cevap vermeden önce uzunca bir süre düşündü. "Henüz karar vermedim."
"Peki." Sessizce yürüyorduk ve bu benim canımı sıkmaya başlamıştı. "Korel."
"Hıı?"
"Hı denmez efendim denir."
"Efendim başımın belası."
"Şarkı söylemeyi sever misin?"
"O nereden çıktı şimdi?"
"Sesin fena değil, ondan dedim."
"Yani, aslında çok söylediğim söylenemez. Ne oldu ki?"
"Ben çok severim şarkı söylemeyi. Yani, severdim. Uzun zamandır öyle sahnede falan da söylemiyorum."
"Karaokeye gidelim mi?"
"Ne?"
"Tekrar mı etmem gerekiyor Yeni Ay?" Kolundaki saatine baktı. "Tam dört saattir bir yerler patlamıyor, kimseyle çatışmıyoruz. Bence bunu değerlendirebiliriz."
Hevesle ona baktım. "Kumral'ı da çağıralım mı?"
"Ararım orada buluşuruz."
Ve sadece yirmi dakika sonra Kemik'in önündeydik. Bora'nın eli Pera'nın omuzundaydı. Kuzey ve Gazel el eleydi. Korel ise hemen yanı başımdaydı. Yine de en mesafeli olan bizdik. Kim evli belli değildi. "Siz daha sabah bütün suç aleminin yöneticileri oldunuz farkında mısınız, tüm karizmanız sizce de alt üst olmuyor mu?"
Pera'ya cevap veren kişi Korel'di. "Suç kral ve kraliçesi karaokeye gelemez mi?" Söyledikleri kendine de saçma gelmiş olacak ki kaşları çatıldı. "Yani, gidebiliyormuş demek ki."
"Siz burada bekleyebilirsiniz ben giriyorum." Bora'dan sonra Kuzey'de yürümeye başladı. "Katılıyorum. Birazdan kök salacağım."
Korel de ayaklandığında biz de oyalanmadan içeriye girdik. Ruh'u es geçip merdivenleri inmeye başladığımızda ortamın havası tamamen değişiyordu. Büyük kapıyı açtığımda erkeklerin çoktan bir masaya oturduğunu gördüm. Gelmemle birlikte bütün gözler bize dönmüştü. Korel onlara içimi titreten bir bakış attığında hızla bakışlarını kaçırdılar. İki kişi hariç. Ayaz ve Sude. Bu Sude'yi bir gün kesinlikle boğacaktım. Masanın yanına ilerleyerek Korel'in yanındaki sandalyeyi çekip oturdum. Eli direkt sandalyemin arkasını buldu. Karşı çıkmak yerine hafifçe ona doğru eğildim. "Şu kızın gözlerini oyacağım. Kocam olarak anılan adama bakıyor. Benim de bir onurum var."
Kahkaha attığında çok daha fazla sinirlendim. Beyefendi işin eğlencesindeydi. Susturmak için karnına dirsek attığımda zorlukla durdu. "Sadece birkaç kere yarıştığım birisi Yeni Ay."
"Yarışabilirsin, hatta daha ilerisi de olabilir umurumda mı sanıyorsun Korel. Ama ismimi de insanların ağzına dolatmam. Eğer sana bu şekilde bakmaya devam ederse gözlerini oymakla kalmayacağım."
Kollarımı göğsümde bağlayıp kaşlarımı çattığımda burnumu sıktı. "Küçük, kıskanç bir Yeni Ay."
"Küçük değilim."
"Öylesin."
"Kıskanç da değilim."
"Öylesin."
"Of Korel ya!"
"Of küçük, kıskanç, başımın belası ya."
Göz devirdiğimde doğrudan bana bakan Ayaz'la göz göze geldim. O kadar umursamaz görünüyordu ki ben bile rahatsız hissetmiştim. Ona en sert bakışımı gönderip önündeki kadahi Korel'e itekledim. Hiç bozuntuya vermeden kaldırıp bir yudum aldı. Başka birinin daha bakışını üzerimde hissettiğimde bu seferki tanıdıktı. Kafamı kaldırdığımda Panter'i gördüm. "Ben gidiyorum sakın şu kıza bakayım deme."
"Nereye?"
Başka bir şey söylemesine fırsat tanımadan Panter'in yanına ilerledim. Yanındaki sandalyeyi çekip oturduğumda ben ona bakıyordum ama o, karşı duvardaki grafitileri izlemeye başlamıştı. Sessizce söyleyeceği şeyi bekledim. Bana söylemek istediği bir şey vardı. Geldiğimden beri bana olan bakışlarından bunu anlayabiliyordum. Belki de sandığımdan kat kat daha iyi tanıyordum onu. Ve beni yanıltmadı. "Şu delikanlıyla, isteyerek evlenmedin."
Düşünmeden cevapladım. "Evet."
Beni asla tam anlamıyla çözmesine izin vermemiştim. Sınırlarıma benim izin verdiğim kadar girebiliyordu. Ve şimdi anlıyordum ki bana çok da yabancı değildi. "Önder'in marifeti mi bu da?"
Kafamı aşağı yukarı salladım. "Öyle."
Önder'le birbirlerini tanıyorlardı. Ara ara atışsalarda aralarında tuhaf bir bağ vardı. Saygı gibi. Bakışları bu sefer Korel'e döndü. Korel'in dudak okuyamayacağı kadar uzaktaydık ama yine de doğrudan Panter'in gözlerine bakıyordu. Gözleriyle konuşuyor olamazlardı değil mi? Eğer öyleyse hiçbir şey anlamıyordum. "O adamın hırsı tehlikeli Gece. İkinizi de yok etmeye yetecek kadar."
"Emin ol ben daha hırslıyım Panter."
"Aranızdaki şey sadece çıkardan mı ibaret, gerçekten kendini buna mı inandırdın?"
"Senin bildiklerinden daha fazlası var. Aramızdaki şey çıkarların ve hırsların önüne geçerse asıl o zaman yok olurum. Buna izin vermeyeceğim."
"Bazı şeyler seni bile aşar. Kontrol edemezsin, kontrol edemezsen korkarsın. Sen, korkuyorsun Gece."
Hızlıca cevap verdim. "Ben korkmam."
"O gün geldiğinde bul beni evlat."
Başka bir şey söylemeden ayağa kalktığında öylece oturmaya devam ettim. Bildiğim tek bir şey vardı. Asla yok olmayacaktım. Gözlerimi kapatıp başımı arkaya yatırdığımda yanıma başka birisi daha oturdu. Anlaşılan bugün çok fazla ziyaretçim vardı. "Geçen yarışta Gölge'yle aranızda geçenlerden sonra onu öldürürsün diye düşünmüştüm. Bir de baktım ki evlenmişsiniz."
"İnan ben bile alışabilmiş değilim Ayaz."
"Suç kral ve kraliçesi olarak buraya uğramazsınız diye düşünmüştüm."
Omuz silktim. "Kocam meydanı sana bırakmamakta kararlı."
Alayla sırıttı. "Meydan ne zaman onundu ki?"
Onu taklit ederek sırıttım. "Haklısın, meydan hep benimdi."
"Gece."
Diğer tarafıma oturan bedene döndüm. Korel delici bakışlarını buraya gönderiyordu. Anlaşılan kuzenini göndermeye karar vermişti. Hayır, göz devirmeyecektim. Sanırım devirecektim. "Ayaz'la sohbet ediyorduk Kumral. Katılmak istemez misin?"
"Bence derhal buradan kalkmalı."
Düşmanlığını çok açık bir şekilde belli ediyordu. Bunun sebebinin sadece rekabet olması fazlasıyla saçmaydı. Ben bir şey söylemeden Bora beni çekiştirmeye başlamıştı bile. Ayaz ise buna sadece güldü. "Tekrar görüşeceğiz Gece."
İşte bu tonlamayı sevmemiştim. "Belki bir sonraki yarışta Ayaz. En azından beş dakika yenilmemeye çalış."
Bunu söyledikten sonra Bora'yla beraber Korel'in yanına yürümeye başladık. "O herifi sevmiyorum."
"Sebebin var mı?" Cevap vermediğinde adımlarım birden durdu. Bora'nın gözlerinin içine baktım. Kahretsin! Bu adam da Korel kadar uzundu ve bütün havamı söndürüyordu. Bozuntuya vermeyerek çenemi kaldırdım. "Oradan bakınca aptal birine mi benziyorum Kumral? İşin tuhaf tarafı Sarışın'ın da susması." Gözlerimi kısarak ifadesini inceledim. "Ne saklıyorsunuz?"
Yüzünden anlamlandıramadığım bir şey geçtiğinde sadece anlık olarak duraksadı, çabucak kendini toparladı. Ama verdiği o açık haklı olduğumu kanıtlar nitelikteydi. Rahat görünmeye çalışarak gülümsedi. "Bence gereksiz kuruntu yapıyorsun."
Kafamı iki yana salladım. "Öğrenemeyeceğimi mi sanıyorsun?"
Çenesiyle ileriyi gösterdi. "O bizi, özellikle de beni paralamadan gitmeliyiz bence."
O tarafa döndüğümde bizi sorgulayan bir çift mavi gözle karşılaştım. Gülümseyerek yürümeye başladığımda o bana gülümsemedi. Hâlâ ciddiyetle bakıyordu. Yanındaki yerime bıraktım kendimi. Hayır, bunu direkt ona soracaktım. "Sarışın, Kumral, sen ve Ayaz aranızda ne var Korel?"
"Kim söyledi bunu sana, Kuzey mi?"
"Belli etmediğinizi falan mı sanıyorsun?"
Bıkkınlıkla nefesini verdi. "Peki, bir ara söylerim ama burada olmaz. Gerçekten, burada değil."
"İnanayım mı?"
"Eh, artık eşim olduğuna göre istesek de istemesek de bazı şeyleri paylaşmamız gerekiyor."
"Bazı şeyleri paylaşmamız gerekiyor." diye onayladım onu. Ama ikimiz de bu küçük oyunu nereye kadar devam ettireceğimiz konusunu açmadık. Belki korkuyorduk, belki de kaçıyorduk emin değildim. Ama o gece Korel'in kollarında kıvrıldığımda anlamıştım benim de korkularımın olduğunu. Gazel'in el çırpmasıyla dikkatimi ona verdim. "Hadi artık biz de bir şeyler söyleyelim."
Pera kolumu çekiştirmeye başladığında ben de kalktım. Saçlarımı Korel'e doğru savurup sahneye çıktım. Arkamdan gülümsediğini biliyordum. Gazel hepimizden önce şarkının adını söyledi. Model'in Sana Ne şarkısının melodisi duyulduğunda miktofonu elime aldım. İşte şimdi tüm dikkat bendeydi. Vidyo çeken insanların o görüntüleri basına sızdıracağına emindim. Ama umurumda da olmadı. İlk önce Gazel ve Pera başladı. Parmaklarımla ritim tutarak ara ara eşlik ettim. Tüm bu süre boyunca Korel fazla dikkatli bir şekilde beni izliyordu. Mikrofona biraz daha yaklaşıp tüm gücümle söyledim.
"Ben bugün biraz, fazla nazlı
Yarın baksan dünden razı
Ben bugün hünerli ev hanımı
Yarın dolunay kaynatır kanımı"
Korel'e göz kırparak devam ettim.
"Bugün pes etmiş depresyonda
Yarın tam gaz direksiyonda
Ben bugün süzülen narin kelebek
Yarın egom çelik gibi yelek"
Şarkı ilerledikçe o beni izlemeye devam etti. Sonunda şovumu bitirip indiğimde Bora ve Kuzey çıktı. Hareketleri, bakışları fazlasıyla samimiydi. Korel bana söyleyeceğini söylemişti. O bana söylerdi. Söylerdi değil mi? Saatimi kontrol ettim. Eve gidip yeni avımı araştırmam gerekiyordu. "Sen çıkmayacak mısın?"
Korel kafasını iki yana salladı. "Belki başka zaman."
Üzerine gitmedim. Ayaz yanımıza geldiğinde elindeki kadehiyle önce Korel'e, sonra bana baktı. O kadar uzun süre baktı ki, yüzüne yumruğumu geçirmek üzereydim. Normal bir şekilde bakmadığını anlamak için üstün zekalı falan olmanıza gerek yoktu. Canına mı susamıştı bu adam? Telefonunu çıkarıp bir haberi gözlerimin önüne tuttu. Hakkımdaki haberlere çok uzun süredir bakmıyordum. İnsanlar konuşurdu çünkü. Doğru veya yanlış. Benim bunları kafaya takacak vaktim yoktu. Yine de gösterdiği haberi okudum. "Suç kraliçesi Gece Lavinya Eceloğlu'nun yeni görüntüleri elimize ulaştı."
Fotoğrafı gördüğümde nefes alamadığımı hissettim. Bu olmamalıydı. Ben kendime bile kabullendirememişken tüm dünya bunu görmemeliydi. Bir fotoğrafta doktorun resmi vardı. O geceki görüntülerdi bunlar. Beni sıkıca tutuyordu ve kollarında çırpınıyordum. Kriz anından bir kesitti. Çok netti. Gözlerim acımasızca yazıları okumaya devam etti. "Suç kraliçemize saldıran kişinin kimliği tespit edildi. Kemal Erkaya isimli şahsın o kadar kişiyi karşısına alan Gece Lavinya Eceloğlu'nun neden bu kadar korkuttuğu hâlâ bilinmiyor."
Korel'in kucağındaki bir fotoğrafım ve aşağıda yorumlar yazıyordu.
"Bu kadın Korel Eceloğlu'ya yalakalık yapmak için bu şekilde davranmıyorsa şerefsizim."
"Görmüyor musunuz resmen kadına tecavüz etmeye çalışıyor. Kim olsa korkar. Kadınların yanında olmak lazım."
"Bakın nasıl titriyor üzüldüm kıza yazık."
"Korel Eceloğlu'nun yeni fahişesi."
Başım dönmeye, gözlerimin önü kararmaya başladığında belki belirsiz sendeledim. Bunu kabul edemezdim. İnsanlar güçsüzlüğümü konuşmamalıydı. O gecenin anıları acımasızca beynime akın etti. Titriyor muydum? Sanki hava birden soğumuştu. Gücümü hissediyordum, ateşi. Hayır, bunlar doğru tabirler değildi. Kendimi hissediyordum. Korunma içgüdüsüyle içimde kıpırdanmaya başlamıştı. İnsanlar vardı, sesler vardı ama algılayamıyordum. Beynimin içinde görüntüler dönüyordu. Doktor belirdi önce. "Seni bulacağım." diyordu. Beni bulamazdı. Ben kendimi savunabilirdim. Ondan daha güçlüydüm. Ayaklarımın yerden havalandığını hissettim. Birisi elini belime koydu. Korel. Ama bu çok kısa sürdü. Başka birinin kollarına bırakıldım. Ayaz'ın üzerine atıldı. Parmaklarını çevirdi. O tanıdık kırılma sesi doktorun mırıldanmalarıyla karıştı. Bir köşede gözlerinden yaşlar akan Gazel'i gördüm. Yanında eliyle ağzını kapatmış dehşet içindeki Pera'yı. Korel Ayaz'ı yumrukluyordu. Onu bırakması gerekiyordu. Bir sucu yoktu ki. Doktor vardı bir de. Bir şeyler söylüyordu. Dinlemek istemiyordum. Kuzey girdi görüş alanıma. "Düşünme Gece! Düşünme, çıkar aklından o adamı."
Neyden bahsediyordu? Bora'nın sesini duydum bu sefer de. Fazla yakındı. Onun kucağında olmalıydım. Korel neredeydi? Hayır, o Ayaz'ı dövüyordu. Sebebini biliyordum aslında. Aklıma gelmemişti sadece. "Korel, o yanıyor!"
Kimse Korel'e engel olmuyordu. Ama buna gerek kalmadı zaten. Bana doğru koşmaya başladı. Bora yanıyor demişti. Bu yüzden mi geliyordu yanıma? Ben her zaman yanıyordum. Her zaman yanıma gelir miydi? "Güzelim." dedi. Ben güzel değildim. Ellerinde kan olan birisi güzel olamazdı. "Ona bir şeyler oluyor! Güzelim bak bana. Lütfen. Duyuyor musun beni?"
Beni kucağına çekti, doktor elindeki ilacı tüplerden birine boşalttı. "Düşünme!" diye haykırıyordu bir ses arkadan.
"Neyi düşünmesin neler oluyor?" Korel bedenimi ayağa kaldırdı. "Bak, güvendesin Gece. Buradayım gördün mü? Korkma."
Beni öldürecekti. Güvende değildim. Belki de güvendeydim. Korkma demişti değil mi? Korkuyor muydum? Bilmiyordum. Bilinmezlikten korkuyordum. Hayır, buradayken korkmuyordum. "O yanıyor. Lanet olsun yanıyor!"
Yanıyor muydum? Kesinlikle. Ben hep yanıyordum. İçten içe, sessizce. Ama şu an çok soğuktu. Yanıyordum ve üşüyordum. Gözlerimi kapattım. Bakmak istemiyordum, görmek istemiyordum. Sadece uyuyacaktım ve bitecekti bütün bu kargaşa. Aklıma kabuslarım geldiğinde uyumaktan da vazgeçtim. Yine de gözlerimi açmadım. "Hızlı sür şu arabayı!"
"Daha hızlı nasıl sürebilirim?"
Bora'nın sesiydi. Kuzey küfürler ediyordu. Pera'nın telaşla bir şeyler söylediğini duyuyordum. Gazel'in ağlayışları da vardı. O ağlamamalıydı. Benim Yakamoz'umu kimse ağlatamazdı. Bunun sebebini bulduğum an hiç iyi şeyler yaşanmayacaktı. Tekrar hareketlendik. Çok geçmemişti ki sırtım yumuşak zeminle buluştu. Korel'in kucağı daha rahattı. "Sessiz olun!" Sesin sahibi Korel'di. Etraf ölüm sessizliğine büründüğünde anladım buna ne kadar ihtiyacım olduğunu. Yüzümü büyük eller kavradı. "Güzelim, aç gözlerini. Bak güvendesin. Yanındayım. Hadi aç, yalvarırım aç. Aç Gece, aç!"
Korel Eceloğlu bana yalvarıyordu. Güvende olduğumu söylüyordu. İnanmalı mıydım? Kesinlikle hayır. Ama umurumda değildi. Canım inanmak istemişti. Belki de kalbim. Ve tek bir kelime yankılanıyordu beynimde. Yanındayım, demişti ya hani bana. Bu, her şeye bedeldi işte. Bazen sadece yanında olacak birine ihtiyacınız olurdu. Soru sormadan, eleştirmeden, her koşulda güvenebiliceğiniz birinin varlığına. Doktorun görüntüsü uzaklaştı, sesler sustu. Yine karanlıktaydım. Ben karanlıktan da korkardım. Belki de tüm enerjimi kullanarak üstün bir çabayla gözlerimi araladım. Baş ucumda bekleyen Korel'i gördüm ilk önce. Arkasından yaklaşan doktoru fark etmemle ani bir nefes alarak geri kaçmaya çalıştım. Korel beni daha sıkı kavrayarak arkasına baktı. Ardından buz gibi bir sesle konuştu. Öyle ki, benim bile kanım donmuştu. "Çık dışarı."
"Ama o kriz geçiriyor, sakinleştiriciye ihtiyacı var."
"Dışarı çık ve Önder'i çağır. Tekrar ettirme bana."
Adam kafasını sallayarak kaçar gibi çıktı. Ben hâlâ titriyordum. Korel ellerimi tuttu. "Neler oluyor sana güzelim?"
Yutkundum. "Kadın korkuyor. O çok korkuyor, doktorlardan korkuyor, o adamdan korkuyor, karanlıktan korkuyor avcı."
"Avcı daha çok korkuyor. Kollarında titreyen bu ceylana bir şey olacak diye içten içe ölüyor."
"Avcılar korkmamalı."
"Ama en çok onlar korkuyor. Hadi nefes al. Sana ne iyi geleceğini söyle bana."
Bana ne iyi gelirdi ki? Sanırım hiçbir şey. "Önder, o nerede?"
"Geliyor. Getiriyorlar onu buraya. Dayanmaya çalış." Gözlerimi bir kez açıp kapattım. O sırada içeriye koşarak Önder girdi. Vurulsam bu kadar endişelenmeyeceğini biliyordum. Ama şu an gerçekten korkmuş görünüyordu. "O iyi değil, sürekli titriyor ve yanıyor. Çok, çok fazla yanıyor."
Sayıklıyor gibiydi. Önder çok kısa bir süre bana bakıp tekrar Korel'e döndü. Ellerini omuzlarına koydu. "Şimdi sen dışarı çıkacaksın ve ben onun titremelerini durduracağım, ateşini söndüreceğim anladın mı evlat?"
Kafasını iki yana salladı. "Ben çıkamam. Hayır, burada duracağım."
"Çıkmalısın. Buradayken ona bir faydan olmaz."
Bir bana, bir kapıya baktı. Gülümsediğimde gözlerini gözlerimden ayırmadan konuştu. "Ona bunu yapanları kendi ellerimle öldüreceğim."
Sakinliği korkutucuydu. Ama öyle bir tınısı vardı ki, ben bile buna inandım. Sonunda dışarıya çıktığında Önder sakin adımlarla yanıma gelip yatağın köşesine oturdu. "Kızım, nerede olduğumuzu biliyor musun?" Etrafıma bakmak istedim ama buna bile halim yoktu. Kafamı iki yana salladım. "Peki, sana ne olduğunu biliyor musun?"
"Doktoru gördüm." dedim ifadesizce. Çenesi kasıldı. "Fotoğraflarına baktım ve onu gördüm. Sonra böyle oldu."
"O araştırmalarda söylendiğine göre yaratılışındaki tek duygu nefret. Ve farklı duyguları doruklarda yaşadığında sana zarar veriyor. Onu gördüğünde korkmuş olmalısın. Bir çeşit kriz geçirdin yani. Kendine gelebilmiş olman bile normal şartlarda imkansız." Korel normal şartlar kategorisine girmiyordu demek ki. "Bedenin korunma içgüdüsüyle hareket ediyor. Bu yüzden yanıyor olmalısın." Bana açıklayarak beni düşünmeye itmeye çalışıyordu. Gözleri anlık olarak cebine kaydı. Hemen anladım. Anladığımı anlamıştı çünkü beni o yetiştirmişti.
Kafamı transa girmiş gibi iki yana salladım. "Yapamazsın."
Rahat görünmeye çalışarak omuz silkti. Belki de benden bile daha gergindi. Boynuma bir kolye taktı. Gücümü engelleyen kolyeyi. "Bunu ben yapmayacağım." dediğinde kapıya yöneldi. "Korel!" Korel resmen içeri daldığında cebindeki enjektörü ona verdi. Hızla dışarı çıktı. Kafamı hâlâ iki yana sallıyordum. Korel bana döndü. Bir elindekine baktı, bir bana. O da kafasını iki yana salladı. "Bu, çok fazla. Benim için bile çok fazla."
Gözümden bir damla yaş akıp gitti. "Çık dışarı Korel. Yalnız burak beni halledebilirim. Gerçekten üstesinden gelirim ben. Küçükken de oluyordu, hâlâ ölmediysem şimdi de ölmem."
"Yapamam. Yalnız nasıl kalırsın? Canın acıyor."
Gülümsemeye çalıştım. Bu bile çok zordu. "Lütfen, bırak onu şu an olmaz."
Titreyen bedenimde gezindi bakışları. "Acıyor, canı acıyor. Çok acıyor. O, yanıyor."
"Korel çık dışarı!"
Sayıklıyordu ve o da titremeye başlamıştı. "Ne var bu şeyin içinde. Sana iyi gelecek mi? Söylesene Yeni Ay."
"Git buradan lütfen git."
Sesim iyice kısılmıştı. Resmen beni bırakması için yalvarıyordum. Ama o gitmedi. Küçük bir adım attı. "Ağlıyorsun." Kafasını yana yatırdı. "Ağlama. Yapma bunu nefesim kesiliyor."
Bir adım daha atınca geri çekilmeye çalıştım. Ama durmadı. Ayakta zor duruyor gibiydi. Bütün güçümü harcayarak sırtımı yataktan kaldırdım. "Git." diye fısıldadım son bir ümitle. Bunu şu an yaparsa kaldıramazdım. Bu kadar dağılmışken, doktorun yüzü hâlâ aklımdayken olmazdı. Yatağa oturdu. Beni de kaldırıp kucağına oturttuğunda daha fazla titremeye başladım. Enjektörü uzak bir köşeye bırakıp yüzümü ellerinin arasına aldı. "Güzelim, ben de mi yapmayayım?" Kafamı iki yana salladım. Durmadan, hızlı hızlı sallamaya devam ettim. "Zorlaştırma. Lütfen, yapma bunu. Söz veriyorum, görmeyeceksin bile."
"Yapamam Korel..."
Elleri ona ait değildi sanki. Doktor Kemal Erkaya'nındı. Mavi irisleri, doktorun kahverengilerine dönüşüyordu gözümde. Gözünden bir damla yaş aktı. Korel Eceloğlu ağlıyordu. Duyguları olmayan birisi ağlayamazdı. Karşımda belki de ilk defa böylesine yalındı. Maskeleri yoktu, hileleri yoktu, yalanları yoktu. Hiç olmadığı kadar çaresizdi. Başını yana yatırdığında yutkundu. "Özür dilerim. Çok özür dilerim affet beni sevgilim."
Yüzünü yüzüme yaklaştırarak öpmeye başladığında sadece iki saniye duraksadım. Onu her şeyiyle hissediyordum. Zaten bulanık olan zihnim tamamen kapanmıştı. Yavaş hareketlerle başlayarak gittikçe hızlandı. Gözlerimi kapattım ve hiçbir şey düşünmedim. Şu an zaman durmalıydı. Evet, sonsuza dek burada kalmalıydım. Bir kitap yazacak olsam tam da şu an bitirirdim. Sonrasına gerek yotu. Çekeceğimiz acılar önemsiz birer ayrıntıdan ibaretti. Şu saniye, burada ölmeliydim.
Benden yavaşça ayrıldığında alnını alnıma yasladı ilk seferki gibi. "Affet."
Sesi fısıltıdan ibaretti. Küçük bir öpücük daha bıraktığında elini havaya kaldırdı. Boş enjöktörü görmemle çırpınmaya başladım. Yumruklarımı denk gelen yerine geçirirken bedenimi sıkıca kavradı. "Seni aşağılık herif!"
Ağlıyordum, bağırıyordum, çırpınıyordum. Zarar veriyordum, hem kendime hem ona. Ama o beni sıkıca tutuyordu. Bir şeyler söylüyordu ama dinlemiyordum. Çokça özür diliyordu. Bedenime ağırlık çöktü. Uyuyacak mıydım? Uyumak istemiyordum. O kabusları görmek istemiyordum. Gerçek hayattan bile daha kötü olan kabusları. Benim işlerim vardı. Çok işim vardı, dinlenemezdim. Bacağımda o ince sızıyı hissediyordum. Maskeleri yoktu, hileleri, hatta yalanları bile yoktu. Yanılmıştım. Bana yalanların en büyüğünü söylemişti. Çırpınışlarım yavaşladığında yatağa yatırdı. Alnıma son bir öpücük kondurdu. "Affet, sevgilim."
***
Bir kadın, yüzü bulanık. Tanımıyorum, göremiyorum. Hayır biliyordum, annemdi. Arkamdan birisi yakaladı. Çırpınmaya başlıyordum. Gücüm yetmiyordu. Çocuktum. Ben çırpındıkça doktor daha sıkı tutuyordu. Yine silah sesi. Doktor gitmiş. Annemin yere yığılan bedenine bakıyorum. Ellerime kan bulaşmış. Onu ben mi öldürmüştüm? Hayır, ben yapmamıştım. Ben masumdum. Ellerimdeki kanlar temizlenmedi. Hiç temizlenmeyecekti. Çığlık atıyordum, duyan yoktu. Nefes alamıyordum. Bir ayna beliriyordu yan tarafta. Yansımadaki bendim. Çocuk hâlim değil. Orada büyüktüm. Ve bir katildim. Yansımamın elinde bir silah duruyordu. Bana doğrulttu. Ateş etti. Tek kurşun kalbime isabet ederken tüm gücümle haykırdım.
"Şşşş güzelim, sadece bir kabus. Gerçek değil."
Gözlerimi hızla açtığımda karşımda yine Korel vardı. Elleri, sıkı sıkı yumruk yaparak tırnaklarımı avuç içime geçirdiğim ellerimi açmaya çalışıyordu. Bedenimin üzerine eğilmişti. Kaşlarımı çattığımda olayları hatırlamam sadece iki saniye sürdü. Hızla doğrulduğumda onu itekledim. "Yürü git Eceloğlu!"
Ne hakla benim uyuduğum odada kalabilirdi? Kuzey neredeydi? Neyse ki eldivenlerim ellerimdeydi. İç kısımlarında belli belirsiz kan lekeleri vardı. Korel kalkmadığında yerimde tepinmeye başladım. Kendimi çok yorgun hissediyordum. İlaç yüzünden olmalıydı. "Vur." dedi sakince. Siyah saçları karanlıkla bir bütün olmuş, mavi hareleri inatla parlıyordu. "Bağıracaksan bana bağır, kızacaksan bana kız. Ama sonra affet çünkü yapmak zorundaydım."
İşaret parmağımı göğsüne vurdum. "Pislik herifin tekisin."
"Söyleyen sensen." Kafasını kararlılıkla aşağı yukarı salladı. "Evet, öyleyim."
Ona aşağılayıcı bir bakış atarak ayaklandım. Kıyafetlerim terden üzerime yapışmıştı. Az önceki kabusumun etkisinden hâlâ çıkamamıştım. Başım dönüyordu ve midem bulanıyordu. Ama koşarsam ilacı vücudumdan atabilirdim. Böylece kendime gelmiş de olurdum. Belki de Önder'e, doktordan çaldığım bilgileri vermemeliydim. Şu ilaç işinden nefret etmiştim. Elim kapı koluna uzandığında Korel kolumu tuttu. "Bırak beni avcı."
Kelimeler dişlerimin arasından sertçe dökülmüştü. Öfkeliydim. Her şeye, herkese. Buna göz yumanlara. En çok da Korel'e. Ve birazcık aklını kullanabiliyorsa şu an benden uzak durmalıydı. Öfkelenirsem gözüm hiç kimseyi görmezdi. Asıl o zaman benden korkmaları gerekirdi. Şu an çok öfkeliydim. "Gidemezsin. Yak, yık ama gidemezsin. Yalnız başına olmaz."
"Eğer elini çekmezsen, seni vururum."
Sesim sakindi. En çok sakin olanlardan korkmalıydınız. Üç aşama sonra bu noktaya gelirdi insan. İlk önce acı çekerdi. İkinci olarak, acıyla baş edemezse onu öfkeye dönüştürürdü. Gerçekten öfkelenmişse her şeyi yapabilecek potansiyele gelirdi. Üçüncü evreye geldiğinde onu kimse durduramazdı. Avını avucuna aldığında ise asıl o zaman tehlikeli olurdu. Bir sakinlik çökerdi üzerine. Öyle bir sakinlik olurdu ki ne acısı görünürdü, ne de öfkesi. O sakinlik bir katilin soğukkanlılığıydı. Ceylanı adım adım izleyen aslanın sessizliğiydi. Ama Korel bunu göremedi. Gördüyse bile beni bırakmamak uğruna bana meydan okudu. Hoş, her ikisi de aptallıktı. "Vur. Ama gitme Gece. Kendinde değilsin."
Otoriter duruşunun aksine mavileri gitmemem için yalvarıyordu. Düşünmedim. Belindeki silahı çevik bir hareketle alıp kolunun üst kısmına tek el ateş ettim. Gözleri şaşkınlıkla büyüdü. Bu kadarını benden beklemediği açıktı. Kim olduğumu bilmiyordu. Kim olduğumu ben bile bilmiyordum. Kim olduğumu yakında tüm dünya öğrenecekti.
Silahı yatağın üzerine doğru attım. Silah sesini duyan herkes buraya akın etti. Kanayan koluna bakmadan hızla kapıdan çıktım. Evet, burası resmen insan seliydi. Merkezdeydik. "Aras." dedim aynı sakinlikle. Bir adım öne çıktı. "Emret patron."
"Korel Bey'i doktor Caner'in odasına götürün. Yarasına baktırmadan da çıkmayacak."
Çıkışa doğru bir adım attığımda kalabalığın içinden ismimi duydum. "Gece!"
O tarafa döndüğümda Bora'yı gördüm. "Ne söyleyeceksen söyle Kumral. Acelem var."
"Gidemezsin. Önder yan etkileri olabileceğini söyledi. Bu şekilde olmaz."
Az önce kuzenini vurduğumun farkında değil miydi? "Kuzeninle kal Kumral."
Bu sefer nefes nefese Kuzey geldi. Arkasından da Gazel ve Pera. Onlar biliyorlardı gitmek istediğim zaman beni durduramayacaklarını. Kuzey kafasını iki yana sallarken Pera öne çıktı. "İzin ver seninle geleyim Lavi."
"Yalnız gideceğim. Peşinden gelen her kim olursa olsun," gözlerim Gazel'e döndü. Çünkü aralarında en söz dinlemeyen ve benim asla kıramayacağım kişi oydu. Ama bakışımla buna hiç yeltenmemesi gerektiğini belli etmiştim. "Umurumda olmaz."
Kesin sesim birilerini ikna edememiş olacak ki Korel gür bir sesle konuştu. "Basit bir kurşun yarasıyla beni durdurabileceğini mi sanıyorsun Yeni Ay? Burada kalmak istemiyorsan nereye istersen oraya gideriz. Çekip çıkarırım seni buradan. Ama birlikte."
Alayla gülüp Aras'a döndüm. "Kurşun sağ koluna isabet etti. İçeride değil. Caner'e söylersin."
Gitmek için yeniden arkamı döndüğümde Korel bu sefer bağırdı. "Gitmesine izin vermeyin!"
Az sayıda kendi adamlarıyla konuşuyordu. Ama atladığı şeyse, benim adamlarım çoğunluktaydı. Ve burası benim çöplüğümdü. "Sancak."
Tek bir kelimemle adamlarım onlarınkilerinin ellerinden silahlarını aldılar, kendininkileri ise kafalarına dayadılar. Yavuz'la göz göze geldiğimde bariz bir hayranlıkla bana baktığını gördüm. Ona göz kırparak bir adım attım. Ama bu sefer seslenen başka birisiydi. Alt tarafı dışarı çıkacaktım çok abartmışlardı. "Silahlarınızı indirin ve Lavinya'yı buraya getirin."
Ses, Önder'e aitti. Ne olursa olsun, bana zorla herhangi bir müdahalede bulunmayacağı konusunda anlaşmamız vardı. Ve o bunu bozmuştu. Öyle bir kahkaha attım ki, dışarıdan bakan birisi kesinlikle pisikolejimin bozuk olduğunu düşünürdü. Sancak tereddütle bana baktığında diğerleri silahlarını indirmek için hamle yaptılar. Bir tek Aras konumunu bozmamıştı. "Patron?"
Sancak'ın tedirgin çıkan sesiyle daha fazla öfkelendim, ve daha çok sakinleştim. Önder'e ve Korel'e bir kere bile bakmadan yavaşça arkamı döndüm. "Magma'nın lideri, kim?"
Otoriter ve gür sesim duvarlarda yankılandı. Sancak başını eğdi. "Sensin patron."
Bu sefer silahını indiren başka bir adama döndüm. Tanımıyordum. Gençti ve parmağındaki yüzüğe bakacak olursak yeni evlenmişti. "Bu dünyaya hükmeden kişi kim?"
"Sensin patron." dedi aynı şekilde. Durmadım.
Son cümlem çok daha yüksek çıktı. "Sadakatiniz kime?!"
"Size patron." dediler aynı anda. "Emrimi daha önce vermiştim."
Tekrar silahlarını doğtulttuklarında tek kelime daha etmeden dışarıya çıktım. Kimse peşimden gelmeye cesaret edemedi. Belki de adamlarımın zoruyla orada kalmışlardı, bilmiyordum. Şu an hiçbir şey bilmiyordum. Tek istediğim yalnız kalıp saatlerce ağlamaktı. Bunu yapmayacaktım. Motosikletime binip eve uğradım. Başım dönüyor, güçlükle ayakta duruyordum. Bana ne vermişlerdi böyle? Barut uyumuyordu. Onu taşıma çantasına koyduğumda şaşkınlıkla beni izledi. "Bakma öyle oğlum. Bir yere götüreceğim seni. Hem biraz kafa dağıttmış oluruz."
Kafasını sağ tarafa yatırdığında aklıma Korel geldi. Gülümsedim. "Biliyor musun Korel'i vurdum. Ama hak etmişti, gerçekten hak etmişti." Derin bir soluk verdim. "Canı acımış mıdır?" Kafamı iki yana salladım. "Adamı vurdum tabii ki de acımıştır." Barut'un bana tuhaf tuhaf baktığını gördüğümde onun hizasında eğilim. "Sen de aklımı kaçırdığımı düşünüyorsun değil mi?" Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Herkes öyle düşünüyor." Sır verir gibi fısıldadım. "Bazen ben de öyle düşünüyorum. Ama aklımı kaçırsaydım o mükemmel cinayet planlarını nasıl yapacaktım? Her neyse. Hadi gidelim."
Onu da alıp aşağı indim. Motosikletimin arkasına sıkıca bağlayıp kayalıklara sürdüm. Geldiğimizde onu serbest bıraktım. Benim yüzümden gülümsemem eksik olmuyordu ama Barut masum masum beni izliyordu. "Senin de mi moralin bozuk?"
Mutlu görünüyordum ama hissediyor olabilir miydi? Köpekler hissedebiliyordu sanırım. Her zaman yaptığım gibi uçurumun kenarına oturdum. Bu baş ağrısı ve kusma isteğiyle her an düşebilirdim. Gün doğmak üzereydi. Arkamdan ayak sesleri geldi. İçgüdülerim onun Korel olduğuna emindi. "Sana gelmemeni, gelirsen vuracağımı söylemiştim. İkinci bir kurşun mu istiyorsun avcı? Bunu yaparım."
"Yaparsın." dedi yanıma oturarak. Ardından kolundaki sargıya bir bakış attı. "Deneyimlemiş olduk."
"Güzel, o zaman git."
"Sana sürpriz yapmak isteyen bir adamı kovacak mısın?"
Tek kaşım havaya kalktı. Şaşkınlığımı gizledim. "Evet, tam olarak öyle yapacağım. Kimse sana sürprizlerden nefret ettiğimi söylemedi mi?"
Sırf bu yüzden doğum günlerimi önceden bana haber veriyorlardı. Bilgim ve kontrolüm dışında gelişen şeyler beni mutlu etmezdi. "Şu sarışın arkadaşın, Pera. O söyledi. Hatta bir sonraki kurşunun beynimi delebileceğini de söyledi."
Çok kısa bir süre kendimi sorguladım. Yapar mıydım? Yapardım. "Doğru söylemiş."
"Biliyorum." Saatini kontrol etti, elini kaldırarak gökyüzünde bir noktayı gösterdi. "Üç... İki... Bir..."
Orada bir ışık parladı. Daha çok patlama gibi. Nefesimi ne zaman tuttuğumu fark etmemiştim. Gözlerimi kısarak oraya baktım. "Bu da ne böyle?"
"Telefonunu aç."
Telefonum yanımda değildi. Korel'in cebinden çıkarıp bana uzattığı telefonumu açtım. Direkt haberlere girdiğimde kadın spiker dehşetle konuşuyordu.
"Saat tam altı da patlayan uçağın teknik sorunlardan dolayı bu hâle gelmediği çok açık. Özel uçağın Gece Lavinya Eceloğlu'nun kaçırılma olayından tanıdığımız Kemal Erkaya'ya ait olduğu bilgisine ulaştık. Uçaktaki tek yolcunun ise Kemal Erkaya'nın öldü zannedilen abisi İhsan Erkaya olduğu bize ulaşan bilgiler arasında."
Her kelimede kalbim biraz daha hızlı çarpıyor, gözlerim büyüyordu. Dengem sarsıldığında Korel'in sargılı koluyla beni tuttuğunu gördüm. Gökyüzünün karanlığı havai fişeklerle aydınlandı. Birisi spikerin kulağına bir şeyler söyledi. Spiker daha fazla heyecanlanarak devam etti. Daha fazla ne olabilirdi ki?
"Uçağın şehir dışında, kullanılmayan bir fabrikaya düştüğü belirlendi. Arazi önceden boşaltılmış ve yere ateşle şunlar yazılmış."
Beynim durmuş gibiydi. Kadının dudaklarından çıkacak kelimeleri tarif edemeyeceğim bir heyecanla bekliyordum.
"Ruhu katledilmiş bir kadın, böylesine hayat verebilir mi?
Karanlıktan korkan bir kadın, yıldızlara umut diyebilir mi?
Duyguları çalınmış bir kalp, her gözyaşında, her gülüşte heyecanla çarpabilir mi?
Suç kralının kraliçesinde korkular var, acılar var, sessiz çığlıklar var, simsiyah irislerinde kocaman bir yangın var. Eğer ateş o ise yağmurlarla söndürmek değil, onun ateşinde, onunla yanmak var."
Korel Eceloğlu."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM ÇİÇEĞİ
FantasyBir kadın vardı... Ateşin ruhuna sahip. Yaratılışındaki tek duygu nefret. Kehanetlerde anlatıldı. Efsanelerde, masallarda duyuldu. İrislerindeki karanlık tüm dünyasını kapladı. İntikam için yaşadı. Öldürdü. Ama kendisi daha çok öldü. Ve bir adam... ...