Bir insanın hayatında kaç dönüm noktası olurdu? Ya da bir ateşin?
O kadar çok dönüm noktam vardı ki saymayı bırakmıştım artık. O çöp kovasında üvey annem Havva tarafından bulunmam bir dönüm noktasıydı. Üzerimde deneyler yapmak için beni kullanması bir dönüm noktasıydı, o evden onların cesedini görerek kaçmam dönüm noktasıydı. Yıllar önce Korel'in karşıma çıkması da öyle. İlk cinayetimi işlemem, Önder'le gitmem, eğitimlerini kabul etmem, katil olmam, Magma'nın lideri olmam. Sadece bunlar da değil. Korel'le o çatışmada tekrar karşılaşmamız mesela. Hayatını kurtarmam. Dünya'nın en büyük gruplarından birinin lideriyle evlenmem, Korel'le evlenmem. Aşık olmam, o ilk bakış, ilk öpücük... Opia'nın başına geçmem, doktor Kemal Erkaya, gerçekler, kararlar, kaçışlar, teslimiyetler... Hepsi birer dönüm noktasıydı.
Hayat dönüm noktalarıyla çizilen, çıkışı imkansız labirentlerdi.
Ve sorularım vardı. Mesela annem ve babamın ölüsünü gördükten sonra avcıların eline düşmesi nasıl olmuştu?
Umay Eceloğlu, başka bir değişle Vezir neden çocuklarının yanına gelmiyordu, neden öldü biliniyordu? Neden hırsız olmuştu? Dahası beni neden korumuştu?
Şu an ise yepyeni sorular geliyordu aklıma. Başka bir dönüm noktamdaydım. Ve verebildiğim ilk tepki kahkaha atmaktı.
Karşımda kahin olduğunu iddia eden bir kız vardı. Korel hemen yanımda o kıza iri iri gözlerle bakıyordu. Gülüşlerim yavaşça solduğunda adının Lena olduğunu öğrendiğim hiç de kahin kılıklı olmayan kız kolumu tutarak beni bir yere sürüklemeye başladı. "Ölüm Çiçeği'ni kanlı canlı gördüğüme inanamıyorum!"
Korel de beni diğer kolumdan tutarak çekiştirdi. "Sana neden inanayım?"
Lena sabahlığının kollarını hafifçe sıyırarak bileğini gösterdi. Göz şeklinde bir dövme vardı orada. "Oldu mu? Gelin hadi vakit kaybediyoruz. Peşinizde kim var bilmiyorum ama onlar gelmeden gitsek iyi olur."
"Doğru söylüyor." dedi Korel. Şaşkın şaşkın ona döndüm. "Yaptırdığı bir dövme için ona öylece inanacak mıyız?"
Lena cilveli bir kahkaha attı. "Yaptırdığım bir dövme değil bu. Kahinde ve onun soyundan gelen herkeste var."
Bir ona bir Korel'e baktım. Benim hakkımda en az bilgiye sahip kişi bendim resmen. "Anlatacağım." dedi Korel. "Artık bu yolda birlikteyiz güzelim. Konuşacak çok vaktimiz olacak."
Lena bu kez yerinde zıplayarak çığlık attı. Evet, üzerinde sabahlığı, elinde tava, gecenin bir yarısı sokakta zıplayarak çığlık attı. "Sevgilin mi var!?"
Bu kız hep böyle miydi? Bana Yakamoz'u hatırlatıyordu. Belki de bu yüzden içimden onu terslemek gelmiyordu. Acaba plastik makyajı çıkarıp yüzümü gördüğünde tepkisi ne olacaktı? Peki ya çok sevindiği sevgilimin avcı lideri olduğunu öğrendiğinde? Sonuç olarak bizi sürüklemesine izin vermiştik.
Apartman dairesine geldiğimizde kendini hepimizden önce koltuğa attı. Göz ucuyla Korel'e kaçamak bir bakış attığımda omuz silkerek o da koltuğa oturdu. Bu durum iyice karmaşık bir hâl almaya başlıyordu. Öte yandan ben insanlara Korel kadar çok güvenemiyordum. "Burada ne işin var?"
Lafı dolandırmayı sevmeyen biri olarak sessizliği bozan bendim. Sesim istediğimden daha sert çıkmıştı. Olanları değerlendirdiğimde birden sinirlenmiştim. Ben her yerde onu aratıyordum, o ise Almanya'larda sefasını sürüyordu. "Burası benim evim." dedi masum masum.
Ayağa fırlayarak odada volta atmaya başladım. "Her yerde seni aratıyorum. Yıllardır."
Umursamaz bir tavırla omuzlarını kaldırıp indirdi. "Dedem öldükten sonra bu işlerden hep uzak kalmak istedim. Genelde ablam ilgileniyordu ama o da gidince-"
"Öldü mü?"
Bu soru Korel'den gelmişti. Lena'nın gülümsemesi bir an solacak gibi olsada çabuk toparladı. Canı acıyordu. Görebiliyordum. "Öldürüldü." Sonra tek nefeste devam etti. "Biz kahinler Ölüm Çiçeği hakkındaki bildiklerimizi kimseye söylemeyiz. Kehanetin gizliliği vardır. Ablam dedemden sonra görevi devralmıştı. Onu buldular."
"Kim?" dedim ben bu kez. Kim olduğunu bile bile.
"Kemal Erkaya."
Yine ve yine ürpermeme engel olamadım. "Burası güvenli değil."
"Bizimle geliyor." dedi Korel. "Onu gerçekten çok aradım. Ve şimdi bizimle gelecek."
Lena ayağa fırladı. "Eşyalarım!"
Kız da dünden razı çıktı. O evin içinde koşuştururken Korel ellerini kafasına koyup derince ofladı. "Şaka gibi ya. Ben o adamı, düzeltiyorum kızı. Bulmak için dünyanın altını üstüne getirdim."
Bacak bacak üstüne attım. "Ve o da bizi tavayla kurtararak evine getirdi. Bazı şeyleri fazla abartmıyor musun Korel? Tamam, fazlasıyla sinir bozucu bir durum olabilir ama sonuçta onunla aynı evin içindeyiz. Mutlu olman gerek."
"Beyninin çalışma şekline hayranım."
"Türkiye'ye ne zaman dönüyoruz?"
Birden vücudumu ona çevirmiştim. "Birazdan."
"Ne?"
Ne. Çok güzel bir tepkiydi gerçekten. "Daha fazla kalırsak yakalanmamız an meselesi. Yavuz'a mesaj attım."
"Bana uyar. Ben Lena'ya sorayım da makyajlarımızı çıkaralım. Esmer olmak yakıştı falan ama ben eski Korel'i özledim."
Sıcacık gülümsedi. "Gir sor bakalım."
"Sorayım bakalım."
Lena'yı bulmak için fazla uğraşmam gerekmedi. Odanın kapısından içeri kafamı uzattım. "Banyonu kullanıyoruz. Plastik makyajdan kurtulmamız gerek."
Anında işlerini bırakarak bana baktı. "Plastik makyaj mı? Bu sizin kendi yüzleriniz değil mi yani?" Kafamı olumsuz anlamda iki yana salladım. Yüzünde büyük bir merak oluştu. "Koridorun sonunda sağdan ikinci kapı."
Onu başımla onaylayarak banyoya girdim. İşim bittiğinde ise Korel'i çağırdım. O da çıktığında nemli saçlarıyla yanıma geldi. Safirlerine memnuniyetle baktım. Bu şekilde çok daha iyiydi. "Gökyüzüme kavuştum resmen."
Huysuz çıkan sesimle dudaklarıma küçük bir öpücük kondurdu. "Gökyüzü en çok gece güzeldir."
"Gece, yıldızları olmazsa bir hiçtir."
"Yıldız sadece geceye aittir."
Biz birbirimize aptal bir sırıtmayla bakarken kapı aniden açılarak içeri Lena daldı. Bir bana baktı, bir Korel'e. Rahatsız edici bir sessizlik usulca kapladı odayı. "Bayılacak." dedi Korel.
Düşünceli bir şekilde kafamı salladım. "Bayılacak."
Lena gözlerini birkaç kez kırpıştırdı. Dudakları bir şey söyleyecekmiş gibi aralandığında sendeledi. Korel'e fırsat vermeden ben öne atılarak kolunu tuttum. Gözleri Korel'den ayrılmıyordu. Daha sonra güçlükle çıktı kelimeler dudaklarından. "Avcı lideri?"
Korel duruşunu zerre bozmadı. "Memnun oldum."
"Ben," dedi Lena. Sonraki cümlede resmen cırlamıştı. "Gece Lavinya ve Korel Eceloğlu mu? Avcı lideriyle mi evlendin?!"
"Evet, biraz öyle oldu."
"Saçma sapan kehanet zırvalıklarına inandığım söylenemez hatta olmayan bir yerlerimde de değil. Benim gibi biri bile söyleyebilir bunu. Resmen delilik!"
"Evet," dedi Korel. "Herkes öyle söylüyor."
"Herkes doğru söylüyor o zaman!" Hâlâ kocaman olan gözleriyle bana baktı. "Seni tehdit ediyorsa göz kırp." Göz kırpmamak için direnmem şu an için çok mu saçmaydı? Bence değildi. Sanki kasıtlı olarak göz kırpmamı istiyormuş gibi uzun bir süre başka bir yere bakmadı. Sonra da Korel'e dönerek işaret parmağıyla beni gösterdi. "O zaman o mu seni tehdit ediyor? Ediyorsa göz kırp." Korel'den de tepki alamayınca ellerini saçlarına daldırdı. "Sanırım gerçekten bayılacağım."
"Sakın." dedi Korel. "Gitmemiz gerekiyor. Bayılırsan o," Beni gösterdi. "Seni kucağıma almama izin vermez. Uyanmanı beklemek istemiyorum. Yavuz birazdan burada olur."
"Bana her şeyi anlatmalısınız." dedi Lena. Daha sakin görünüyordu.
Korel'in telefonuna gelen bildirimle gerekli mesajı alıp Lena'nın elini kavradım. Korel'de iki koca valizi aldı. "Aslında uzun hikaye. Baya baya uzun hikaye hem de. Şimdi seni Türkiye'ye götürelim, o zaman bir kahve eşliğinde konuşuruz."
Hâlâ dehşet içindeydi ve kesinlikle şaka yapmıyordum, her an bayılabilirdi. Merdivenleri inerken aceleciydik. Kapının önünde bizi bekleyen arabanın sürücü koltuğunda Yavuz oturuyordu. Korel valizleri bagaja yerleştirerek onun yanına bindi. Ben de Lena'yı da alarak arka koltuğa yerleştim. Aras da yanımızdaydı. "Lavinya Hanım, nerelerdeydiniz?"
Pekâlâ bu biraz saçma bir soruydu. "Buralardaydım Aras. Neler oldu biz yokken?"
Anında emir almış bir asker gibi sıralamaya başladı. "Ethan ve Kuzey Bey her yerde sizi arıyorlar. Günlerdir onları görmedim. Sadık Bey bu habersiz gidişinizden rahatsız. Ve altında çok daha fazla şey olduğunu düşünüyor. Nadya Volkov'u birliklerden birinin başına atadı." Yüzümü buruşturdum. Uzun sürmeyecekti. "Bütün Magma alarmda. Önder Bey biraz öfkeli."
Biraz mı? Hiç sanmıyordum. "Yani durum o kadar da kontrolden çıkmamış."
"Aslında bir şey daha var."
Sesi tereddütlü çıkıyordu. Göz ucuyla Korel'e kaçamak bir bakış attı. Devam etmesi için hafifçe başımı salladım. "Nedir?"
"Tufan Eceloğlu." Korel aniden arkaya döndü. "Türkiye'ye dönmüş."
Bir şey anlamamıştım. Korel'in amcasının Türkiye'ye dönmesinde ne sakınca vardı ki? Zaten gelip gidiyordu. "Eee ne var ki bunda?"
Aras daha büyük bir tereddüte düştüğünde Korel'in ateş saçan bakışları onu ikna edebilmişti. "Gazel Hanım'a saldırmış."
Vücudumu ürpertici bir soğukluk kapladı. Ben bunca zaman Yakamoz'umu Sadık'tan korurken, Tufan nereden çıkmıştı? Korel sessizdi. Sessizlik hiç bu kadar korkutucu olmamıştı. "Korel, neler oluyor?" Ses yok. "Korel! Bana bir açıklama borçlusun."
"Amcamın tek eğlencesi." dedi buz gibi bir sesle. "Gazel. Önüne geçmiştim." dedi daha güçsüz bir şekilde.
"Yavuz." dedim bu kez.
"Buyur yenge."
"O nasıl?"
"İyi, gerekli korunma sağlandı."
Korel gözlerini sıkıca kapattı. Anlaşılan yeni hedefimiz belli olmuştu.
***
Uçaktan inerken çenemi biraz daha kaldırdım. Korel'in adımları yanımdaydı. Duruşu, bakışları. Her şeyiyle ayrı bir ürkütücüydü bugün. Göz ucuyla ona baktım. "Amcanı öldüreceğim."
Kafasını salladı. "Yanında ben de olacaksam eğer neden olmasın?"
Sevinçle el çırptım. Ben onun gibi değildim. Başka şeylerle uğraşmazsam kafayı sıyırabilirdim. "Planı ben yaparım ama."
"Yap Gece. Yap güzelim."
Hâlâ durgundu. Durgun olması hiç hoşuma gitmemişti. "Merkeze gidelim önce. Babamı özledim."
"Gidelim."
Dudaklarımı birbirine bastırdım. Bu hallerinden nefret ediyordum. Baş parmağı bütün öfkesine inat sakince çıplak bileğimi okşuyordu. İlk zamanlarda dokunuşunun acı verdiğini anımsadım. O acı artık yoktu ama sebebi beynimi kurcalıyordu. Omuzumun üzerinden Yavuz'la sohbet içerisinde olan Lena'ya baktım. Artık o vardı. Yani ona sorabilirdim. Bunu bir kenara not ettim. "Barut'u ne yapacağız?"
Peşimizde koşturan köpeğe döndü mavileri. "Yavuz'a söylerim eve bırakır."
"Ama olmadı böyle. Günler sonra havalı bir dönüş yapmalıydık."
"Davet düzenleyeceğiz."
Bunu beklemiyordum. Saf saf gözlerimi kırpıştırdım. "Neden?"
Yüzü sonunda bana döndü. "Çünkü güzelim, havalı bir giriş yapmış olmak için."
"Cinayet de işleyebilir miyim?"
"Bir davette birinin canına zarar gelirse ne olur Yeni Ay'ım?"
"Ne olur Gölge Prens'im?"
"Bak güzelim, bak canımın içi, bak benim minik ölüm makinem. Düzenlenen bir davette can güvenliği önemlidir. Eğer birinin canına zarar gelirse, bu daveti düzenleyen kişinin suçudur. İtibarı lekelenir. Hele ki bizim konumumuzda bunun olması demek iç isyan demektir. İç isyan demek ayaklanma demektir. Ayaklanma demek ise..."
"Off Korel anladık işte cinayet yok, adam öldürme yok, eğlence yok, kaos yok. Boş boş oturup sahte bir şekilde sırıtmak var."
"Sadece birkaç saat." diye mırıldandı kendi kendine. "Uslu dur."
Ağzını da eğerdim o an ama susmayı tercih ettim. Arabaya binişimiz, merkeze gidişimiz, hepsi sessizlikle olmuştu. İkimizin aklı da tek bir şeyle meşguldü. Yakamoz.
Benim Yakamoz'uma nasıl kıyabilmişti? Biz onu gözümüzden sakınırken hem de. Sırf bunun için bile öldürecektim o herifi. Sonuçları umurumda değildi.
Bize iri iri gözlerle bakan adamlara en ters bakışımı gönderdim. Ne yalan söyleyeyim, burayı da özlemiştim. Hiçbirine haber uçurma fırsatı vermeden Önder'in odasına ilerledim. Korel'in adımları çok daha sertti. Geçtiğimiz koridorlar ise bana tek bir kişiyi hatırlatıyordu. Ayaz'ı.
Önder'in odasının dibine geldiğimizde Korel benim aksime nezaketen kapıyı iki kere tıkladı. Medeniyet sınırı burada bitiyor olmalı ki cevap beklemeden açtı. Bu kadarıyla idare edecektik artık.
Karşımızda koltuğun başına oturmuş bir Önder. Onun dizine yatmış, Önder'e bembeyaz saçlarını okşatan bir Yakamoz vardı. Ben bu tabloya fazlasıyla alışkındım. Gazel küçüklüğünden beri kendini Önder'in kucağına atar, saçlarını okşattırırdı. Korel'in sertçe yerine çakılan bedeninden anlaşılan o ki o pek de alışık değildi. Gazel'in yer yer bandajlı yüzüne baktı, patlamış dudağına. Omuzları yenilgiyle çöktü. Bir adım arkasında onları izliyordum.
Gazel önce Önder'in baktığı yere baktı. Bizi gördüğünde turkuaz irisleri ikimizin arasında mekik dokudu. Yerinden hafifçe doğrulduğunda yüzünde kocaman bir gülümseme oluştu. Kötü bir şey olmuştu. Ben bilmez miydim kız kardeşimi? Çok kötü bir şey olmuştu hem de. Kalbimin üzerinde bir ağırlık hissettim.
Korel küçük bir adım attı ileriye doğru. Gazel Önder'in kollarından fırladı, koşarak kendini Korel'in kucağına attı. Korel durdu. Önce bana döndü mavileri. Cesaret vermek isteyerek başımı salladım. Sonra beklemediğim başka bir şey daha yaptı. Önder'e baktı. Önder'in sinirini yansıtan sert bakışları yumuşadı. Gözlerini bir kez açıp kapattı.
Elleri Gazel'in sırtını buldu. Gazel Korel'e biraz daha sokuldu. "Gelmeyeceksin sandım." dedi kısık sesle. "Yoksun sandım. Yine gittin sandım."
Ve Korel tek bir kelime söyledi. "Affet."
***
On dört yıl önce
Yatağında içli içli ağlıyordu küçük Gazel. Annesi yoktu. Abileri az önce gelmişti. Odasına da bu yüzden kilitlenmişti. Babası tarafından.
Gazel babasından nefret ediyordu. Onunla en ufak bir benzerlikleri yoktu da zaten. Gazel turkuaz gözleri, bir ölüyü andıran teni, bembeyaz saçlarıyla annesinin kopyasıydı.
Yastığı yüzüne biraz daha bastırdı. Sesini kimse duymamalıydı. Çok duygusal biriydi o zaman bile. Çabuk sinirlenirdi, çabuk üzülürdü, çabuk mutlu olurdu, çabuk affederdi.
Ağlıyordu.
Ağlamaktan nefret ediyordu.
Penceresinden gelen sesle yastığını bıraktı. Hemen yüzüne bulaşan sümüklerini ve gözyaşlarını koluna sildi. Yatağından atlayarak aynasının yanına koştu. Gözlerini birkaç kez kırpıştırarak üstünü başını düzeltti. Kendince az önceki kaosun izlerini kapattı. Babası yine kızmıştı ama şu an onun için bir sorun olmaktan çıkmıştı.
Pencerenin yanına gideceği sırada başka bir şey çarptı gözüne. Kollarındaki morluklar...
Gazel onları seviyordu aslında. Daima solgun olan tenindeki mor benekler güzel görünüyordu. Çok acıyorlardı ama Gazel buna çoktan alışmıştı. Sadık Eceloğlu onu morluklara alıştırmıştı. Gazel aynadaki aksine gülümsedi. Mor benekleri olan beyaz saçlı kıza.
Hemen sonra yüzünü buruşturdu. Bunları görürse Pera ve Gece yine sinirlenirlerdi, üzülürlerdi. Ama biri vardı ki o daha çok sinirlenirdi, daha çok üzülürdü. Her birini tek tek öperek iyileştirmeye çalışırdı. O öptüğü zaman morluklarını da severdi, acılarını da.
Kuzey.
Kuzey onun çocukluğuydu. Kuzey onun kaybettikleri ve kazandıklarıydı. Kuzey demek güven demekti. Onu asla bırakmayacağını bilmekti. Aşk ne demek bilmezdi Gazel. Kuzey'e aşık mıydı? Bilmiyordu. Bildiği tek şey onsuz yaşayamayacağıydı.
Ama Kuzey morluklarını görürse üzülürdü. Ağladığını görürse de üzülürdü. Gazel, Kuzey üzülsün istemiyordu. İşte bu yüzden üzerine uzun kollu hırkasını geçirdi. Morluklarını saklamak için. Yüzüne baktığında dudaklarını büzdü. Onlar için yapacak bir şey yoktu.
Koşarak penceresinin yanına gitti. Sandalyenin üzerine çıkıp aşağı baktı. Görmeyi beklediği manzara karşısındaydı. Yukarıya doğru merdiven dayayan kocaman bir adam ve kafasını yukarıya dikmiş bir adet Kuzey.
Osman amca güvenlikten sorumlu bir adamdı. Sadık Eceloğlu'nun kızına yaptıklarından haberdardı fakat kimseye söylemeye cesaret edemezdi. Elinden bir şey de gelmezdi. Sarışın bir oğlan çocuğu ve biri esmer, diğeri sarışın iki kız geldiklerinde Gazel'e inmesi için merdiven dayamak, kaçmasına yardım ederek elinden geldiğince idare etmek hariç...
Gazel merdivenleri büyük bir heyecanla çabucak indi. Hemencicik iki eliyle Kuzey'in koluna yapıştı. Kuzey ilk önce yüzünü inceledi baş belası küçük Yakamoz'un. Sıkıntılı bir nefes verdi. Gazel onun bu halini gördüğünde biraz da neşelenmesini sağlamak için minik eliyle patlamış dudağını işaret etti.
"Kuteyy, bak uff olduuğğ. Öptene. Sen öpeysen geçeğğrrr."
"Nasıl öpeyim kızım?" dedi çabucak Kuzey. Kızardığını hissediyordu. Utandığı zaman hep kızarırdı zaten. "Küçüksün daha."
"Lüppennn. Lüüüpppppeeenn." Yaşlar Gazel'in gözünden art arda düştü. "Çevvmiioo muçunn beniiiğ?"
Kuzey derince iç çekerek cebine sıkıştırdığı peçeteyi çıkarttı. "Neden ağlıyorsun çabucak? Ben sana seni sevmiyorum demedim ki." Peçeteyi nazikçe kızın burnuna dayadı. "Hıh de bakim. Bir ağladın mı salya sümük karışıyor."
Gazel uslu uslu dediğini yaptı. "Çeviyooçun yani benii?"
Kuzey sırıttı. "Seviyorum." dedi kendinden emin bir şekilde. O bundan gurur duyuyordu. Gazel yerinde birkaç kez zıpladı. Osman amcanın geç kalmamasına dair uzun öğütlerini dinlediler uzunca bir süre. Hemen ardından el ele arkadaşlarının yanına koştular.
"Yatamoz!" diye bağırdı Pera. "Bakkk çana bi çüprizimiz bayyyy."
Kızın minik ellerini tutarak ağaçların arasına sürükledi. Önce yere serilmiş küçük bir kilim takıldı Gazel'in turkuaz gözlerine. Sonra kenarda oturmuş çamurdan pastanın sağını solunu düzeltmeye çalışan bir Gece. Hemen elini Pera'dan kurtarıp boynuna atladı. Gece yüzünü buruşturarak hemen söylenme moduna geçsede Gazel'i üzerinden çekmedi. O Gazel'e asla kıyamazdı. "Ne yapıyoçun kıjım düşüceim şimdiğğ!"
"Öjjjlemişimm apaa!"
Pera gelecek olan salya sümük ağlama merasimini anlayarak araya girdi. "Timamm Yakanoz. Hadi paptayı yiyelimm."
Gazel pastaya bakarak dudağını büzdü. "Mumu yok ki punun."
Kuzey gülümseyerek pastanın üzerine cebinden çıkardığı mumları yerleştirdi. Önder'in mutfağından çalmıştı bunları. Gece havalı bir şekilde o zamanlar bile upuzun olan saçlarını geriye savurdu. İşaret parmağıyla her bir mumun ucuna dokunurken eldivenini kısa bir an çıkarmak zorunda kalmıştı. Şu an eğitimde olması gerekiyordu. Babası çıldıracaktı.
Gazel alev alan mumları hayranlıkla izledi. "Saat kaç Kutey?" dedi üflemeden hemen önce. Korel abisi çok önceden okumuştu ona bu masalı.
Saat on ikide biten o masalı...
Saat on iki olmamalı diye düşündü o an. Kuzey hemen anladı. "Saat on iki değil Yakamoz. Gerekirse durdururum o zamanı, yine de on iki olmasına izin vermem."
"Ya duyduyamazsan?"
Gazel fazlasıyla masum bir şekilde sormuştu bu soruyu. Ama biliyordu. Kuzey durdururdu. O henüz küçüktü. Aklı ermiyordu gerçeklere. Hayatı masallardan ibaret sanıyordu. Belki de bu yüzden o kadar da üzerinde düşünmedi.
Ama uğruna zamanı durduracak o çocuğun bunu asla unutmayacağını bilmiyordu.
Kuzey kafasını aşağı yukarı salladı. "Durduramazsam şerefsizim."
Gazel neşeyle kıkırdadı. "Kutey, abim bugün de gelmedi. Bana yine o masalı okuymuçunn?"
"Tabii ti de okuyacak." dedi Pera.
Gece sırıtarak elindeki çubuğu Kuzey'in boynuna dayadı. Kuzey ise el mahkum saatlerce o masalı okudu. Yaşıtlarından çok önce öğrenmişti okuma yazmayı. Gazel henüz okula gitmiyordu. Önder Gece'ye erkenden bir şeyler öğretmeye çalışıyordu ama onun pek de umurunda değildi. Pera ise kendinden büyük olan Kuzey kadar iyi okuyup yazabiliyordu.
Muhteşem doğum günü partileri Pera'nın çamurdan pastayı Kuzey'in yüzünde parçalamasıyla sona erdi. Hiçbiri zamanın nasıl geçtiğini bilemedi.
Gazel bunun kutladığı son doğum günü olacağını bilmiyordu.
Annesini son kez göreceğini bilmiyordu.
O gece saatin on ikiyi geçeceğini de bilmiyordu.
Gazel'i evin yakınlarına kadar götürdüler. Küçük kız hepsiyle tek tek vedalaştı. "Sadık amça sıkıntı çıkaymaz değil mi?" dedi Pera.
Gazel elini boşver der gibi salladı. Bazen gece geç saate kaldıkları da oluyordu. Babası fark etmezdi. Hele hele ona henüz kızmışken. "Çalışıyoydur şimdi o."
"Biy şey oluysa, çığlık at Yatamoş." dedi Gece, yaşına göre çok daha korkutucu bir sesle.
Gazel uzanıp Gece'nin yanaklarını sıktı. Yapmayı en çok sevdiği şeylerden biriydi bu. Gece'nin o anki çaresizliği Gazel'in kanını kaynatırken Pera kahkaha atmaya başladı. Gece ona en ters bakışını atsada pek bir işe yaramadı. Pera'da hiç işe yaramıyordu zaten. Bu fazlasıyla sinir bozucuydu. "Atayımm." dedi Gazel. Kuzey'in yanağına sulu bir öpücük bırakarak kızarmasını keyifle izledi. Hemen ardından bahçeye girdi.
Elleri ceplerinde tutu tutu penşe, diye mırıldanırken birisi ensesinden kavradı onu. Kalbi korkuyla attığında arkasına bakmaya çalıştı. "Şomey amca."
Sadık'ın güvenilir adamlarındandı Somer. Ertesi gün Önder tarafından öldürülene dek.
"Somer ya. Ne işin var lan senin bu saatte dışarıda!"
"Bugün benim doğum gü-"
"Sikmişim doğum gününü! Baban da kutlar doğum gününü."
Adam Gazel'i sertçe kucakladığında çırpınmaya başladı. Sevmiyordu bu adamı. Ama az önce söyledikleri... Babası kutlar mıydı gerçekten? İçi birden kıpır kıpır oldu.
Somer büyük adımlarla Gazel'i salona götürdü. Sadık Eceloğlu ayakta onları bekliyordu. Elindeki koca şişeden koca bir yudum aldı. Somer küçük kızı yer bıraktı, ellerini önünde birleştirerek başını yere eğdi. Küçük Gazel de öyle.
"Dışarı çık Somer."
Genç adam başını sallayarak dışarı çıktı. Odada babasıyla yalnız kalan Gazel tedirgin oldu. Kafasını yukarı kaldırmaya cesareti yoktu. Gergin olduğu zamanlar yaptığı gibi içinden tutu tutu penşe, diye mırıldanmaya başladı.
"Açıkla." dedi Sadık Eceloğlu sert bir tınıyla.
Gazel derin bir nefes verdi dudaklarının arasından. O benim babam, dedi içinden. Doğum günümü de kutlar belki. Anlık gelen cesaretle başını kaldırdı. O zamanlar çok daha genç ve yakışıklı olan babasının kemikli çenesine baktı, özenle şekillendirilmiş siyah saçlarına. Korel'den tek farkı kahverengi irisleriydi. Beyaz gömleğinin kolları sıvanmış, üstten birkaç düğmesi açılmıştı. Ürkütücü görüntüsü Gazel'in hevesini kırmaya yetmedi.
"Biliyomuçun, bugün menim toğum dünüm."
"Demek, doğum günün öyle mi?"
Daha da heyecanlandı. Belki de babası o kadar da kötü biri değildi. Babalar kötü biri olamazdı ki zaten. Hediye istemedi, pasta da. Sadece iyi ki doğdun demesi yeterliydi onun için. O kadar da zor bir şey değildi. Onaylamak için aralandı dudakları. Ama tek kelime bile edemedi.
Önce babasının kalkan elini gördü, sonra yanağında hissettiği ince sızıyla yere savruldu. Dizlerinin üzerine. Ağzına dolan kanı çaresizce yuttu. Sonra bir bağırış yükseldi. "Yapma Sadık! Bırak onu!"
Çaresizce bağırıyordu annesi, Umay Eceloğlu. Üç adam tarafından güçlükle zapt ediliyordu. Masumdu o. Savunmasızdı, güçsüzdü. Gazel ve Korel'in melek anneleriydi.
Katil olacağını bilmiyordu Umay Eceloğlu.
Tıpkı bembeyaz ellerinin kanlanacağını bilmediği gibi.
Bir daha o çaresiz kadın olmayacaktı. Bundan da habersizdi.
Bağırdı, çırpındı, kızına gitmek için her şeyi yaptı. Başaramadı. Gazel annesine ağlamamasını söylemek istedi. Konuşamadı. Kelimeler de ölürdü, onlarla birlikte içe atılanlar da gömülürdü.
Sadık kemerini bir çırpıda çıkardı. Gazel gelecek olan darbeye kendini hazırladı.
Tutu tutu penşe... Bir darbe.
Epamı yeşe... Başka bir darbe.
Aypadaşım Gacel... Bir tane daha.
Aytaşını dönşe... Ve bir tane daha.
Darbeler art arda geldi. "Baba diyeceksin!" dedi Sadık. Onun babası o değildi. Onun babası Önder'di. O Gazel'in saçlarını okşuyordu. Baba dediğin saçlarını okşardı. Üzerindeki kar beyazı elbiseyi de o almıştı. Doğum günü hediyesi olarak. Şimdi o elbise delik deşikti. Her yeri kanla kaplanmıştı.
"Bırak Sadık yalvarırım bırak!"
Umay Eceloğlu ilk kez zulüm gördüğü o adama yalvardı. Kendi için değil. Kızı için. Henüz çok küçük olan kızı için.
Sadık durmadı. Gazel tuhaf bir dürtüyle son gücünü kullanarak araladı turkuaz gözlerini. Birbirinin kopyası olan iki göz son kez buluştu.
Bilmiyordu Gazel. Annesinin sessiz vedasını anlamayacak kadar küçüktü. Yine de hissetti. Kalbine kaldıramayacağı kadar büyük bir ağırlık çöktü.
Götürdüler annesini, Gazel acıdan bayıldı. Ona saniyelik gelen bir sürenin ardından sarsıntıyla açtı bu kez gözlerini. Yüz üstü yatağa bırakılmıştı. Baş ucunda ise küçük Korel oturuyordu.
Bilmiyordu Korel bunu ona babasının yaptığını. Evden kaçtığını, onu bu hâlde bulduklarını sanıyordu. O da küçüktü. Nereden bilsindi? Annesi neredeydi? Onu da bilmiyordu. Eğitimden az önce dönmüştü. Sabah olmadan yine gitmek zorundaydı. Özlemle baktı kardeşine. Bunu ona kim yapmıştı? Yanında olmalıydı. Yanında olsaydı koruyabilirdi dokunmaya kıyamadığı kardeşini.
Gezel abisine baktı. Ağlamayacaktı. Ne kadar da özlemişti... Gelmişti demek. Buradaydı işte. Gözleri odadaki saate kaydı. Kalbinde çok daha büyük bir acı hissetti. Ağlayacaktı. Sadece bir damla yaşla uğurladı usulca abisini de, annesini de, inatla sevmeye çalıştığı babasına da.
Bilmiyordu, abisini bir daha affedemeyeceğini. Bilemezdi.
"Çaat on ikiyi şoktan geşmiş abi... Maçal biddi. Geş taldın."
Abisi de saate baktı.
Hissetti. Bir daha kendini affedemeyeceğini o an anladı.
Saat on ikiyi bir geçiyordu.
Ve Korel tek bir kelime söyledi. "Affet."
***
Hatalar yapıyorduk. Her birimiz kimisi büyük, kimisi küçük bir sürü hata yapıyorduk. Bu şekilde kendimizi büyütüyorduk. Bir çocuğu ailesi büyütürdü. Ailesi yoksa eğer hatalar yaparak doğruyu bulmaya çalışırdı.
Bazı hatalar vardı, affı yoktu.
Bazı yaralar vardı, dikiş tutmazdı.
Bazı lekeler vardı, temizlenemezdi.
Bir de özlenenler vardı, bazıları hiç gelmezdi.
Biliyordum. Gazel Korel'i hiçbir zaman affedemeyecekti. Korel'in hatasının affı yoktu. Gazel'in yarası dikiş tutmuyordu. Lekeler temizlenmiyordu. Özlenen çocukluk asla geri gelmezdi.
Korel sorgulayan bir ifadeyle bana baktı. Anladım. Gözlerinden ne dediğini gerçekten anladım. Sanırım gözler de konuşabiliyordu. Önder'in bana bir şey yapıp yapmayacağından çekiniyordu. Ona saçmalama içerikli bir bakış attım. Yani umarım öyle yapabilmişimdir. Anlamış olacak ki Gazel'in elini tuttu. "Dondurma yiyelim mi?"
"Yiyelim." dedi Gazel buruk bir tebessümle. İzin ister gibi biraz hevesle, biraz hüzünle bana baktı. Başımı salladığımda gülümsemesi genişledi. Onlar gittiğinde odada yalnız kaldığım müstakbel babama en tatlı bakışımı attım. Bu kez gerçekten suçluydum sanırım. Naneyi yemiştik.
"Babacığım." Ona doğru minik bir adım attım ama aniden durdum. Klasik Magma bakışları bana müsade etmemişti. Kendine gel kızım, sen o topluluğun liderisin. Biraz daha yaklaştım. "Özlemişim babamı."
Saçlarımı okşatmazdım ama affedecekse sarılmasına izin verirdim. "Senin." dedi tane tane. "Almanya'da ne işin var Lavinya?!"
Suçlu suçlu bir ayağımı diğerinin önüne attım. Şeytan diyordu ki, suçu Korel'e at geç. Ama bu içime sinmemişti. "Kaçırdı beni. Cinayet var deyince de gelemedim ne yapayım?"
Üzgünüm Korel. Ben de iyilik meleği değildim sonuçta. Hem ne diyordu Kumral? Şam şeytanı... Sahi o neredeydi acaba? Önder bana asla inanmadığını gösteren bir bakış attı. O an asıl konuya gelmem gerektiğini fark ettim. Konumuz benim adadan kaçıp onlara haber vermemem değildi. Konumuz avcı liderine teslim olmamdı. Her şeyi, bütün emekleri elimin tersiyle itmemdi. İçgüdüsel olarak çenemi biraz daha kaldırdım.
"Yapamadım." dedim kendimden emin ama sessiz sesimle. "Yapamadım baba. İlk kuralı çiğnedim."
İrislerindeki öfke aniden kırıldı. Şu an karşımdaki adam Magma değildi. Babamdı. Çok sonra farkına vardım söylediklerimin. Bu bir itiraftı. Kendime bile itiraf edemezken babama söylemiştim.
İlk kural; sakın sevme. Sevgi zayıflığa dönüşür, zayıflık seni öldürür. Sakın aşık olma. Aşk öldürmek için zayıflığa dönüşme gereği duymaz. Aşk zaten ölüm demektir.
Babam iki büyük adımda karşıma geçti. Elini omzuma koyarak hafifçe sıktı. "İlk kuralı çiğnemeseydin eğer, işte o zaman gerçek bir canavara dönüşürdün kızım."
Sarıldı. Kocaman bedeni arasında küçücük kaldım. "Sen canavar olmaktan nasıl kurtuldun baba?"
Bir dağın kudretine sahip adamın, dünyayı dize getiren Magma'nın sesi titredi. Sonra omuzumda bir ıslaklık hissettim. Babalar ağlar mıydı? Benim babam ağlıyordu. Aynı anda sayısız adamı öldürebilen bir adam, omzumda sessizce ağlıyordu. Sanırım babalar da ağlardı. "Ben ilk kuralı çiğneyeli çok oldu kızım." Sonra ekledi. "ilk kuralı isteyerek çiğneyemezsin. Çiğnediğini fark etmezsin bile."
Her şeyde olduğu gibi bunda da haklıydı. Koltukta, ne kadar süre öyle kaldık bilmiyordum ama kapı pat diye açıldı. Önder'in, "Yol geçen hanına döndü burası." diye mırıldandığını duyduğumda kıkırdadım. Bana tip tip baktı. Sonrası ise henüz ayağa kalkabilmişken karşıma dikilen Pera'ydı. "Sen!" dedi işaret parmağını yüzüme yüzüme sallayarak.
"Ben?"
Onu sinir etmeye bayılıyordum. "Yine karıştırdın be kızım ortalığı."
Bunu yarı eğlenir bir şekilde söylemişti. Kahkaha attığımda boynuma atladı. Hemen arkasından giren Kuzey'i gördüm. Bana baktı. Baktı, baktı, baktı... "Bora," dedi en sonunda. "Abi ben aklımı kaçırıyorum galiba."
Bora önce sırıttı, sonra yüzünde afallama oluştu. "Ben de abi, ben de."
Temastan hoşlandığım söylenemezdi. Ama bu, hiçbir zaman Kuzey için geçerli olmamıştı. Küçükken kucağına atlamayı ve beni havada döndürmesini çok severdim. Yine öyle yaptım. "Sarışın!"
Kendimi kollarına attığında tüm şaşkınlığına rağmen tuttu beni. Sonra havada birkaç tur döndürdü. Kuzey Keskin... Önder'in manevi oğlu, benim ise abimdi. Biyolojik saçmalıklar umurumda değildi. "Bensiz bensiz el alemin memleketinde nasıl cinayet işlersin?"
"Yemin ederim Korel'in suçuydu."
Bu sırada ondan ayrılmış Bora'nın karşısına dikilmiştim. Ne yapacağını bilemez bir şekilde elini ensesine attı. Bu hâliyle fazla tatlı gelmişti gözüme. "Döndün ha şam şeytanı? Bir an bizim oğlanla alıp başınızı gittiniz sandım."
Morali bozuk gibiydi. Gibisi az kalırdı. Baya baya bozuktu bunun morali. İçimden bir ses sebebinin Gazel olduğunu söylüyordu. Tufan Eceloğlu'nun oğluydu Bora. Sırıtarak kollarımı boynuna doladım. Mesafeleriyle uğraşamayacaktım. "Özledin dimi beni Kumral? Doğru söyle."
Bir anlık bocalamanın ardından o da kollarını belime sardı. "Özlettin yemin ediyorum şam şeytanı."
Kapıdan giren başka bir simayla bakışlar o tarafa döndü. Korel'in kolu Gazel'in omuzundaydı. Önce herkese tek tek baktı, sonra Gazel'i serbest bıraktı. Ben diğerlerinin vereceği tepkiyi beklerken Pera birkaç adımda karşısında bitip sağlam bir yumruğu çenesine çaktı. Kuzey gür bir kahkahayı salarken ben ellerimi dudaklarıma bastırdım. Kocam dayak yerken gülmek pek de hoş bir hareket olmazdı sonuçta. Bora dehşetle bir Pera'ya, bir Korel'e bakıyordu. "Rus Kızı," diye mırıldandı en sonunda. "Lütfen, çok rica ediyorum hoşuna gitmeyecek bir şey yaparsam önce uyarmayı deneyelim."
Önder babacan bir tavırla elini Bora'nın omuzuna koydu. "Magma'nın kızlarından biriyle olmaya karar verdiysen, sonuçlarını göze alacaksın evlat."
Bora Önder'in hafif tehditkâr ifadesine bakarak yutkundu. Korel ise çenesini ovuşturdu. "Sanırım bunu hak ettim." Hemen ardından bana dönerek baş döndürücü çarpık gülümsemesini takındı. "Eğlenmediğini iddia edemezsin Yeni Ay."
Evet, öyle bir şeyi iddia edersem çarpılabilirdim. Kahkahamı daha fazla tutamadım. "İki katı olan adamı yere sererken ben oranın yöneticisiyle kumar oynuyordum." Babasından taktir bekleyen küçük bir kız gibi Önder'e döndüm. "Ona üzerinde imzamın olduğu kartı verdiğimde yüzünün aldığı şekli görmeliydin baba! Sonra hiçbir şey olmamış gibi kalktım oradan. Baya havalıydım."
Gözlerinde gurur vardı. Ve Magma'nın kalın maskelerinden bile sızmayı başaran başka bir duygu daha. Acı.
Bir kız babasına başarılarını anlatırdı. Girdiği yarışmaları, yaptığı resimleri... Ben babama sadece cinayetlerimi anlatmıştım. Koca Magma'nın bile vicdanına oturan bir yumruk muydu bu? Öyle görünüyordu.
Düşünmemeliydim. Görmezden gelmeliydim. Dramatikleştirmek, kendime acımak bir işe yaramazdı. Bunca zaman bunu öteleyebilmişken şimdi ağlama isteğim nedendi? Lavinya hayatından memnundu. O normal bir hayat istememişti zaten. Değişiyor muydum? Gülümsememi bozmadan Korel'e kaçamak bir bakış attım. Onun mavilerini de istila etmişti hüzün. Nasıl anlayabiliyordu? Beni benden bile daha iyi tanıdığını düşünüyordum bazen. Bu korkutucuydu.
Sadece bir an Önder'le Bora'nın anlamsız bakışmalarını yakaladım. Bora Korel'le tokalaştı. "Benim ufak bir işim var kardeşim."
Ve gitti. Burnuma hiç de iyi kokular gelmiyordu.
***
Bora
Direksiyondaki ellerimin terlediğini hissediyordum. Bugün bitecekti. Tüm hesaplar kapanacaktı. Ve belki ben de ölecektim.
Derin bir nefes alarak büyük, gösterişli eve girdim. Merdivenleri peşi sıra çıkarken bana selam veren adamlara bakmadım bile. O tanıdık kapının önünde durdum. "Gel oğlum." dedi içeriden bir ses. Tufan Eceloğlu. İçeriye girdim. Masasının başında önündeki kağıtları inceliyordu. Başını kaldırarak hafifçe gülümsedi. "Otursana oğlum. Ne içersin?"
Babam beni severdi. O beni gerçekten severdi. Karşısındaki koltuğa bıraktım kendimi. "Bira alırım."
Bu onu güldürdü. Telefondan birilerini arayarak iki bira söyledi. Gelene kadar ne o tek kelime etti, ne de ben. Önüme koca şişe ve bir kadeh konulduğunda kadehi boşvererek şişeyi kafama diktim. Karşımdaki adam benim babamdı. Resmiyet gerektirecek bir yerde de değildik. "Korel'i öldürme vakti sence de gelmedi mi oğlum?" dedi birden bire.
Son iki yıldır söylediği gibi. Korel'i öldürecektim. Sadık Eceloğlu'nun ise tek varisi Gazel haline gelecekti. Gazel kızdı, onu koltuğa geçirmezlerdi. Ama bir kocası olursa... İşler o zaman değişirdi işte. Bir Eceloğlu olarak Gazel'le evlenmem de, koltuğa geçmem de zor olmayacaktı. Tabii bunun için Kuzey'in de ölmesi gerekiyordu.
Dudağımın tek kenarı tehlikeli bir yavaşlıkla yukarı kalktı. "Anlaşılan Gazel için beni beklememişsin?"
Yüksek sesli bir kahkaha salıverdi ortaya. "Üzgünüm evlat ama müstakbel eşinin cazibesine direnmek zor. Umarım senin için sorun teşkil etmez."
Bir ses geldi aşağıdan. Silah sesleri... Birileri bağırdı, birileri kapıyı zorlamaya başladı. Tufan Eceloğlu'nun kahkahası kesilirken belindeki silahı çıkararak ayağa kalktı. Yerimden hareket etmedim bile. Dokunmuş muydu gerçekten? Yapabilmiş miydi bunu? Birlikte balık tuttuğumuz o adam değildi o. O, benim babam değildi. Hiçbir şey bu kadar acıtmamıştı.
Şişeden büyük bir yudum daha aldım. Boğazımı yakan şeyin içki olmadığına o kadar emindim ki. "Ne oluyor lan!?"
"Baba." dedim kısık bir sesle. Şimdi anlıyordum. Bazen kelimeler öldürebiliyordu. Yılandan zehirli, kurşundan daha ölümcüldü kelimeler. "Beni gerçekten sevdin mi?"
"Sen!" dedi adeta kükreyerek. Bana doğrulttuğu silahı cevabımı vermişti. Ben ona veda ediyordum. Bir vedayı bile çok mu görmüştü bana? Parmağı tetiğe baskı uyguladı, hiçbir şey olmadı. Çıkan o tok sesi duydum bir tek. Bütün o gürültü susmuştu sanki. O ses ise, asla unutulmamak üzere kazındı beynime.
"Ben seni sevmiştim." dedim bu kez. Silahımı çıkararak alnına tek el ateş ettim.
Ölen, Tufan Eceloğlu'ydu.
Ölen, benim babamdı.
İfadesizce kapıyı açtım. Koridorun sonundan gelen kişiye baktım uzunca bir süre. Önder Keskin'e. Magma'ya. Ve sadece içimden gelen şeyi yaptım. Sarıldım.
Onun iyi bir baba olduğunu söylemişti Rus Kızı. İçeride baba olamayan o adamın cesedi varken ihtiyacım olan tek şey bir babanın sıcaklığıydı. Şimdi beni iteklese ona kızamazdım. Ama o da bana sarıldı. En büyük düşmanımız olan Magma'nın kollarında buldum ben baba şefkatini. "Öldürdüm." dedim. Sesim titriyordu. "Öldürdüm baba."
Daha da sıkı sarıldı. "Biliyorum. Oğlum."
***
Ağlıyordu. Gözyaşları içine doğru akarken gülümsemek zordu. Herkes onu neşeli bir kız sanıyor olabilirdi. Bugün bile. Ama bugün Gazel hiç iyi değildi.
Gözlerini kapattığı her an o adamın dokunuşlarını bedeninde hissediyordu. Boğazından bir hıçkırık daha kaçtı. Korunma içgüdüsüyle kollarını dizine daha sıkı sardı. Ağladı. Nasıl ağlamayacaktı? O, o kadar da güçlü bir kız değildi. Utanıyordu, söyleyemiyordu kimseye. Nasıl söylesindi?
O her şeye rağmen seviyordu. Hayatı seviyordu, kendini seviyordu. Artık nefret ediyordu. Yaşamaktan ve o adamın dokunduğu her yerden. En çok da kendinden. Elinde tuttuğu bıçağı biraz daha sıktı. Bitecekti. Tam olarak şu an bitmeliydi. Yaşamak istemiyordu, gülmek istemiyordu. Bir can, göz göre göre ölüyordu.
O, çoktan ölmüştü.
Silmedi gözyaşlarını. Ağladı. Kalbinden kalkan ruhunun cenazesi için saatlerce ağladı. Sevdiği herkesi düşündü uzunca bir süre. Sessiz bir özür mırıldandı. En azından bunu borçluydu.
Kapı hiç beklemediği bir anda açıldığında elinde bıçakla öylece kaldı. O daha ne olduğunu anlamadan önce elindeki bıçak fırlatıldı, sonra bileklerinde büyük eller hissetti. "Gazel," dedi o ses. Devamını getiremedi.
Gazel çırpınarak o ellerden kurtulmaya çalıştı. "Abi ben yapamıyorum. Dayanamıyorum buna! O adamın elleri her yerde, abi ben çok yoruldum."
Korel olduğu yere çakıldı. Omuzları düştü küçük kardeşine bakarken. "O," dedi yutkunarak. "Sana dokundu mu?"
Kelimeler dudaklarından güçlükle çıkıyordu. Gazel'in ağlaması daha da şiddetli bir hâl aldı. Cevap netti. "Hastane." dedi Korel kısık bir sesle. Dayanamıyordu. Duyguları olmamasına rağmen dayanamıyordu bu manzaraya. Ve kendinden korkuyordu. Bu öfkeyle yapacaklarından. Aklından milyonlarca ölüm senaryosu geçiyordu. "Gittim." dedi Gazel.
Ayağa kalktı hızla. Gazel onu bileğinden tuttu. "Gidecek misin abi? Yine mi gideceksin?"
Korel durdu. Sahip olduğu tek duygunun nefret olması onu hep intikama itmişti. Sadece intikamı bilmişti o. Ama şimdi ona ihtiyacı olan bir kardeşi vardı. "Gitmeyeceğim." dedi yenilmişlikle. "Söz, hiç gitmeyeceğim abiciğim."
Sıkıca sardı kardeşini. Gece için internetten öğrenmişti saç örmeyi. Kız kardeşinin beyaz saçlarını ördü. Annesinin kopyasıydı o. Annesinin emanetiydi. Koruyamamıştı.
Kapı bir kez daha açıldı. Kuzey sevdiği kıza baktı. Bembeyaz elbisesinin açıkta bıraktığı yerlerdeki morlukları gördü. Titrek bir nefes alabildi zorla. Bu görüntü, fazla tanıdıktı. "Yakamoz." dedi kısık bir sesle.
Gazel abisine başını salladı. Korel mesajı alarak dışarı çıktı. Kuzey bir adım attı Gazel'e doğru. "Kim yaptı bunu sana?"
"Amcam." dedi Gazel. "Sen dokunmaya kıyamazdın ya hani Kuzey..."
Kuzey başını hızla iki yana salladı. Anlamıştı. Anlamak istemezdi. "Yapma." dedi. Artık o da ağlıyordu. "Yapma Yakamoz."
Yerdeki bıçakta gezindi yeşil irisleri. Ne yapacaktı şimdi? Zamanı geriye alamazdı. Hayır, zamanı durdurabilirdi. Bitirmeyecekti bu masalı. Yine geç kalmayacaktı. Usulca ilişti sevdiği kızın yanına. Önce dudaklarına uzunca bir öpücük bıraktı. Dudakları her bir morluğun üzerinde tek tek gezinirken eli bacağını okşadı. İncitmekten korkarcasına. Öpücükleri açık gerdanına doğru indiğinde, "Sileriz o izleri." dedi uğruna ölebileceği turkuaz gözlere bakarak. İzin ister gibi baktı. Gazel hafifçe başını sallayarak sevdiği adama teslim etti kendini.
"Saat on iki..." dedi Gazel. "Masal bitti."
Tam o sırada açık televizyondan bir ses yükseldi. "Dünyadaki bütün dijital saatler olağan üstü bir şekilde hecklendi. Her biri tek bir zamanı gösteriyor. Saat, on bir elli dokuz."
"Masal henüz bitmedi. Sen iste, zaman bile durur."
O gece tüm dünya tek bir şeyi konuştu. Tufan Eceloğlu'nun, Bora Eceloğlu tarafından öldürülmesi. Ve saatlerin on bir elli dokuzu göstermesi.
Zaman gerçekten durmuştu. Masal ise, henüz bitmemişti...

ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM ÇİÇEĞİ
خيال (فانتازيا)Bir kadın vardı... Ateşin ruhuna sahip. Yaratılışındaki tek duygu nefret. Kehanetlerde anlatıldı. Efsanelerde, masallarda duyuldu. İrislerindeki karanlık tüm dünyasını kapladı. İntikam için yaşadı. Öldürdü. Ama kendisi daha çok öldü. Ve bir adam... ...