Sık sık aynaya bakardım. Çok güzel olduğumu düşündüğümden veya kusurlarımı görmek istediğimden değil. Herkes aynaya bakardı. Kendileriyle yüzleşmek için. Kimisi saatlerce ağlardı, kimisi sadece gülümserdi. Ben de aynaya bakıyordum. Ama bu sebeplerden biri için değil. Kabullenmek için.
Kim olduğumla defalarca yüzleşmiştim zaten. Bu şekilde doğmuştum. İçimde bir tek nefret duygusuyla, sadece ve sadece öldürmek için. Yakmak için, yıkmak için, yok etmek, nefret etmek için. Başka bir adamın duygularını almış olmam bir şey değiştirmezdi çünkü onların içinden bana ait olan tek şey nefretti. En ölümcül silah verilmişti bana. Ateş. Ama o ateş en çok beni yakıyordu.
Aynaya bakıyordum, Ölüm Çiçeği'yle göz göze geliyordum. Yok etmek için doğmuş o canavarla. Ve tekrar bakıyordum, Gece'yle göz göze geliyordum. O hâlâ kaymayan yıldızlar için tuttuğu dileklere inanıyordu. O yıldızlar kayarak ölüyordu ama o inatla onlara umut diyordu. Her iki kadının gözlerinde de aynı şey vardı.
Yangın.
Acı çekmekten korkmuyordum çünkü acı veriyordum.
Karanlıktan korkmuyordum çünkü orası benim evimdi.
Ölümden korkmuyordum çünkü ben ölümün çiçeğiydim.
Ve belki de en acısı, kaybetmekten de korkmuyordum çünkü ben zaten kaybolmuştum.
Aynadaki kadın yanıyordu. Elindeki kanları temizlemeye ateşin bile gücü yetmiyordu. Ben, yanıyordum. Ve çığlıklarımı kimse duymuyordu.
Pera'nın evindeydik. Gün Işığı'm karşımda Bora ile el ele duruyordu. Korel, Kuzey, Gazel ve ben karşılarındaydık. Kuzey ve Gazel bizden sadece birkaç dakika sonra gelmişti. Gördüğümüz manzara hepimizi yere çakmıştı. Pera, Bora'ya sarılıyor, birlikte gülüşüyorlardı. Bizim gelmemizle ilk önce afallamışlardı. Pera utanmıştı. Hisleri yüzünden kendini suçladığını bilecek kadar iyi tanıyordum onu. Bora onun elini tutup ayağa kaldırmıştı. Destek olur gibi, ben burdayım der gibi.
Şu an benden beklenen şey belimdeki silahı çıkarıp Bora'yı vurmamdı. Belki de bu yüzden diğerlerine göre daha kendinde olan Korel bana kaçamak bakışlar atıyordu. Kuzenini benden korumaya çalışıyordu. Çünkü ben onlar için tehlikeliydim. Ben, aslında herkes için tehlikeliydim. Ölüm Çiçeği olduğumu bilmemesine rağmen bunu görebiliyordu. Ama ben hâlâ öylece duruyordum. Son zamanlarda farklı birine dönüşüyordum sanki. Daha mutluydum, daha merhametli ve daha tehlikeli.
Bora'nın gözlerine baktım. Gözlerin konuştuğuna inanmazdım ama yine de anlamak ister gibi baktım. Gözleri sessizdi ama Pera'ya öyle bir bakıyordu ki, sanki dünyadaki en değerli mücevhermiş, en güzel çiçekmiş gibi. Ve elini tutuyordu. Güç vermek ister gibi. Benim çığlıklarımı kimse duymuyordu. Peki ya benim Gün Işığı'mınkileri Bora duyuyor muydu? Görebiliyordum, Pera'nın Bora'ya ihtiyacı vardı.
Öne doğru bir adım attım. Korel de aynı anda yarım adım attığında basit bir el hareketiyle durmasını söyledim. Hâlâ tetikteydi. Haksız olduğunu söyleyemezdim. Küçük adımlarla Bora'nın önüne giderken tek ses, ayak seslerimdi. Parmak uçlarımda yükselerek kulağına uzandım. "Kızıma zarar gelmeyecek Kumral."
Bütün kasları gerilmiş olan Bora rahat bir nefes alarak gülümsedi. Pera'yla gözlerimiz kesiştiğinde güven verircesine gülümsedim. Bir avcıyla çıktığı için kendini suçlu hissediyordu. Ama şöyle de bir durum vardı ki, ben onlardan biriyle evliydim. "Bakma bana öyle Gün Işığı, senin yüzünden şu herifin kafasına bile sıkamıyorum."
Bora'nın elini bırakarak boynuma sarıldı. Göz yaşlarını gizlemek için başını boynuma gömdü. "Ben engel olamıyorum Lavi. Özür dilerim ben-"
"Sorun yok Per, kimseyi tehlikeye attığın falan yok tamam mı? Ama bu herif yüzünden üzülürsen ve onu benden önce öldürmezsen o zaman seninle de görüşürüz."
Pera bir şey söylemeden Gazel Bora'nın karşısına geçerek boynunu kesiyormuş gibi bir hareket yaptı. Gelip bize kocaman sarıldığında Pera kıkırdadı. Arkamı döndüğümde Kuzey dehşet içinde bir Bora'ya, bir Pera'ya bakıyordu. "Korel." dedi sayıklar gibi. "Oğlum tut beni."
Bayıldığında Korel hızla ona atılırken ağzının içinde daha önce hiç duymadığım küfürler mırıldanıyordu. Bora kocaman gözleriyle Kuzey'in yanına gidip yüzünü ellerinin arasına aldı. "Uyansana lan! Korel, uyanmıyor bu."
Korel sinirliydi. "Nereden bileyim lan ben? Korel'in de bilmediği bir şeyler var demek ki."
Bora kendinden emin bir şekilde omuzlarını dikleştirdi. "Dur dur ben halledeceğim şimdi."
Biraz yerinde yaylanıp Kuzey'in suratına sağlam bir yumruk indirdi. Gazel Bora'nın koluna yapıştı. "Abi, bırak ben halledeyim."
Bu süre boyunca Kuzey hâlâ Korel'in kollarındaydı. Gülmemek için alt dudağımı dişledim. Gazel Kuzey'in önünde diz çöktü. Kafasını yana eğerek sesini ağlamaklı çıkarttı. "Kuzey, kalk hadi. Bak ağlarım. Çok üzülüyorum sen böyle yapınca. Hem bir erkek gördüm. Beni de çok beğenmişti halbuki. Şimdi sen gidince akbaba sürüsü gibi üşüşürler görürsün."
Kuzey gözlerini telaşla açıp elini Gazel'e uzattı. "Yakamoz, seni kimseye yem etmem ben kızım."
Korel Kuzey'i kucağından attı. "Ulan yavşak herif!"
Telefonuma gelen bildirim olmasaydı o an kahkaha atabilirdim. Mesaj Önder'dendi. Beni evine çağırıyordu. "Ben gidiyorum işlerim var." dedim ortaya. Korel anında bana döndü. "Daha sabah iyi değildin. Bu hâlde mi?"
"Sabah da iyiydim şimdi de iyiyim Korel. Başa çıkabilirim."
Sıkıntılı bir nefes verdiğinde kararımdan döndüremeyeceğinin farkındaydı. Gazel birkaç adımda yanıma geldi. "Ben de Gece'yle gidiyorum."
İzin isteme gereği duymuyordu çünkü buradaki herkesi reddedebilirdim ama onu kolay kolay reddedemezdim. Yakamoz küçük kız kardeşim gibiydi. Bir de sanki onun bakıcısıymışım gibi elimi tuttuğunda normalde bundan nefret etsemde sesimi çıkarmadım. Gerçi, Korel de istediği gibi tutuyordu. Gazel devam etti. "Hem babamı da çok özledim."
Baba kelimesini bilerek vurgulamıştı. Ortam birden gerildi. Ne zaman bu konu açılsa böyle oluyordu. Kimsenin Önder'in vurulmasını unutmadığını ve en ufak bir şeyde bunu hatırlatacaklarını biliyordum. Sadece bir şeylerin üzeri örtülmeye çalışılıyordu. Bir tarafım en kısa zamanda intikam almak istiyordu. Ama o tarafıma inat bir yerlerim de onu affetmeye çalışıyordu. Böyle bir şeyin hiç yaşanmamış olmasını diliyordum. Yine ve yine hiçbir dileğim gerçekleşmiyordu. Korel Kuzey'e kısa ama anlamlı bir bakış attı. Bu tuhaftı işte. Sanki birbirlerini anlıyor gibiydiler. Aralarında farklı bir bağ varmış gibi. Kuzey ayaklanarak bana doğru birkaç adım attı. "Ben de geleyim sizinle."
Anlamayacağımı düşünmesi büyük aptallıktı. Korel, Kuzey'i bana bakıcılık yapması için gönderiyordu. Bakışlarını çözememiştim ama hareketleri ve mimikleri bunu gösteriyordu. "Burada kalıyorsun Sarışın."
"Ama-"
"Sarışın."
Sessizce kabullendiğinde Pera'nın da gelmek için can attığını biliyordum. "Hadi Per, gidiyoruz."
"Evimi dağıtmazsanız ve komşularıma ruh hastası gibi gözükmezseniz çok makbule geçer."
Kapıdan hızla çıktığımda Gazel'in eli hâlâ elimdeydi. Gözlerim motosiklet aradı. Bulamadığımda yüksek sesle ofladım. Gazel cebinden anahtar çıkarıp arabalardan birine ilerlerken göz kırptı. "Ehliyetime el koymaları beni durduramaz."
Birkaç ay önce sarhoş araç kullanmaktan ehliyetine el konmuştu. Korel istese kuralları iptal edebilirdi ama özellikle trafiğe çıkıp çıkmadığını o kontrol ediyordu. Ön koltuğa bedenimi atıp ona döndüm. "Hiç akıllanmayacaksın değil mi Yakamoz?"
"Suç kraliçesi mi söylüyor bunu?" Gülmeye başladığımda birden keskin bir dönüş yaptı. Ciddi gözüküyordu. "Neler oluyor Yakamoz?"
Dikiz aynasına bir göz attı. "Abim bizi takip ettirecek. Hatta bunu Kuzey'e yaptıracak."
"Bir daha böyle bir şeye kalkışırsa adamlarının kellesini kapısında bulacağını söylemiştim."
"Ve o her zamanki gibi bildiğini okuyacak. O daha bizi bulmadan sıyrılalım."
"Kuzey biraz tuhaf." diye atladı birden Pera. "Çıkar kokusu." dedim geçiştirerek. Geçiştirilecek bir mesele değildi. Kesinlikle değildi ve ben bunu öğrenecektim.
Evin önünde durduğumuzda annem yürüyüş yapıyordu. Kocaman gülümseyerek yanıma geliyordu ama ona baş selamı vererek eve girdim. Bu kadar fazla işim varken anne kız gülüşemezdik. O da bozuntuya vermedi zaten. Merdivenleri ikişerli çıkarak Önder'in çalışma odasına kapı çalmadan girdim. Masasına oturmuş beni bekliyordu. Karşısındaki koltuğa yerleştirdiğimde konuyu dolandırmadım. Saklama gereği görmemiştim. "Ethan kimliğimi biliyor Magma."
Tek kaşını kaldırdı. "Nicole'nin serseri oğlu?"
"Ta kendisi."
"O hâlde aldığın riskin de farkında olmalısın."
"Hayatla kumar oynamayı senden öğrendim." Korel'le evlenmemi istemesini kastediyordum. Bunu çok iyi anlamıştı. Seri bir şekilde devam ettim. "Ölüm Çiçeği sahalardan çok uzak kaldı."
"Bu yüzden buradasın. Elli yaşında bir adam. Birçok kirli iş yönetiyor. Ünlü iş adamı. Ortaklarımdan biri. Adres gönderdim. Ama bu biraz zorlayacak."
"İki saatimi alacak."
Oradan hızla kalkarak annemle sohbet eden Pera ve Gezel'in yanına gittim. "Benim biraz işlerim var. Takılın siz burada."
Cinayete gideceğimi anlamışlardı. Ama ikisi de annemin yanında seslerini çıkartmadı. Takip edilmediğimden emin olarak merkeze sürdüm. Gideceğim yer bir maskeli baloydu. Yasa dışı işlerin döndüğü bir balo. Hedefim sadece başlarındaki kişi Furkan Çakıcı'ydı ama sadece iki saat içinde orada katliam yapacaktım. Mürdüm rengi elbisem ve aynı renk maskemle güzel görünüyordum. Suikast için hazırladığım tulumu bacağıma sabitlemiştim. Saçlarımı tepede sıkıca at kuyruğu yaparak adrese sürdüm. Korel elli sekiz kere aramıştı. Yeni bir cinayetle ona da iş çıkartıyordum. Kapının önüne ilerlediğimde iki görevliden biri öne çıktı. "Adınız neydi? Davetli listesi doldu da."
Gökyüzüne bakarak cık cıkladım. "Davetsiz misafir kabul etmiyor musunuz?"
"Siz kimsiniz?"
Ürkütücü bir şekilde onlara dönüp bileklerime gizlediğim bıçaklarla boğazlarını kestim. "Ölüm Çiçeği."
Aslında yakabilirdim ama hem gücümü boşa harcamamak adına, hem de bu şekilde çok daha zevkli olduğu için bıçaklarımı kullanıyordum. Alışkanlıklardan kolay vazgeçilmiyordu. Davetli listesi doluydu ve birkaç dakika boyunca buraya kimse gelmeyecekti. Acele etmeliydim. Kocaman bir gülümsemeyle içeri girip doğruca tuvalete yöneldim. Boş kabine girdiğimde elbisemi çıkarıp tulumumu giydim. Silahlarımı tek tek yerlerine yerleştirdim. Yarım saat içinde buradan çıkacaktım. Maskemi de taktığımda eldivenlerimi siyahlarıyla değiştirdim. Üzerimden çıkan her şeyi yaktım. Etrafa ağır duman kokusu yayıldığında yangın alarmı duyuldu. Salondan gelen panik dolu sesler beni biraz daha gülümsetti. İçerideki adamım kapıları çoktan kilitlemişti. Buradan çıkış yoktu. Ağır adımlarla salona gidip ortada durdum. Farklı giyinimim herkesin dikkatini çekmiş, insanlar çığlık atmayı bırakmıştı. Gözlerim küçük bir tura çıktığında Furkan'ı görmemle bana silah doğrultan adamlara dönüp sırıttım. Eldivenlerimi ağır ağır çıkarıp yere attım. Yerle temas ettikleri anda alev alarak küle döndüler. Herkes bu anları korkuyla ve biraz da merakla izliyordu. Sesimi değiştirdim. "Şimdi o silahları indirir miydiniz yoksa Furkan Çakıcı'yı yakayım mı?" Çok sayıda göz Furkan'a döndüğünde o, bir adım geri gitti. Kafamı iki yana salladım. "Yok hayır, onu zaten yakacağım. Mesele sizin hayatınız. Ölümsüz olduğumu biliyor muydunuz?"
Yüzlerinin aldığı şekille kahkaham alarm sesiyle karıştı. Kesinlikle çok eğleniyordum. Tepki vermediklerinde gözlerimi onlardan ayırmadan sadece Furkan'a odaklandım. Enerjim adım adım tükenirken acı bir haykırışla yere yığıldı. Başka bir çığlık dalgası salonu kaplayınca bozuntuya vermeden diğer isimlere yöneldim. Ölmeleri saniyeler sürdü. Adamlardan birisi tetiğe milimlik baskı uyguladığında enerjimi onda yoğunlaştırdım. Yine de öldürmeyecektim. Tabii yangından sağ çıkabilirse. Burada kimse masum değildi. Ve ben devasa salonu yakıp oradan ayrılırken en ufak bir vicdan azabı çekmedim.
Kuytu sokaklardan geçerken içgüdülerim takip edildiğimi fısıldadı. Derin bir soluk alarak ara sokaklara girdim. Hava iyice kararmıştı. Gökyüzünde şaşırtıcı derecede sadece bir yıldız vardı. Adımlarımı biraz daha hızlandırdım. İçimdeki o his gittikçe büyürken kolumda derin bir sızı hissettim. Uzaktan ateş edilmişti ve yaradan kan sızmıyordu. Bu kurşun değildi. Kurşundan kat kat daha fazla acıtıyordu ve sanki bütün enerjimi emiyordu. Bıçağımı güçlükle çekerek dönen başımla etrafıma üşüşen adamlara baktım. Hayır, şu an olmazdı. Bayılamazdım. Kolumdaki şey her neyse gücümü çekiyordu, doğru tabir bu değildi. O şey sanki beni çekiyordu. Yolun sonuna geldiğimi anladığımda elimdeki bıçağı adamlardan birine fırlatıp diğerlerini yakmaya çalıştım. Hiçbir şey olmadı. Koca ordunun arasından sıyrılıp bana yaklaşan bedeni gördüğümde vücudum titremeye başladı. O adam benim katilimdi. Doktor Kemal Erkaya, korkularımın baş mimarıydı.
***
Bir sedyeye bağlıydım. Penceresiz bir oda, tavanda titrek bir ampul. Etraf malzeme dolaplarıyla doluydu. Cam kapaktan içerideki çeşitli ilaçları görebiliyordum. Boş bir tezgâh vardı. Çok soğuktu. Titremelerimin sebebinin bu olmadığını biliyordum.
Demir kapı gıcırdayarak açıldığında kapanmak için direnen göz kapaklarımı açılmaya zorladım. Bakacaktım. Yüzleşecektim. Korkmayacaktım. Ben o eski küçük kız değildim. Dünyanın belki de en güçlü ismiydim. Boyun eğmeyecektim.
Önce kahverengi saçları çarptı gözüme. Sonra kemikli yüzünü gördüm. En sonunda kahverenginin en koyu tonu olan gözlerine baktığımda tüm bedenim ürperdi.
Karşımdaki çocukluğumun katiliydi, umutlarımın, hayallerimin katiliydi. Kabuslarımın baş rolündeydi. Kendime bile itiraf edemesemde belki de en büyük korkumdu. O bir caniydi. Ve ben de bir caniydim.
"Tekrar hoş geldin güzel kızım. Ama, biraz değişmişsin sanki." Gür bir kahkaha attı. "Avcı liderinin fahişesi olmuşsun. Ne diyorlardı size? Suç kralı ve suç kraliçesi..." Kafasını iki yana salladı. "İtiraf edeyim Önder'e yamanman bana bile sürpriz oldu."
Birkaç adımda baş ucuma gelip saçımın bir tutamını okşamaya başladı. Şahit oldukları hiçbir olaya rağmen onları kesmemiştim. Hayır, bu çok fazlaydı. Ellerini saçlarımdan çekmeliydi. Titrek bir nefes alarak yüzümdeki ifadeyi sabit tutmaya çalıştım. En kalın maskelerimi taktım. Ne kadar dayanabileceğim hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Çok işkenceye marus kalmıştım. Ölümcül derecede. Ama hiçbiri beni bu kadar zorlamamıştı. O saçlarımı okşuyordu ve ben kendimden bile nefret ediyordum. Karşı gelemiyordum, meydan okuyamıyordum. "Her şey ne kadar da değişmiş öyle değil mi? Ölüm makinesi bir canavara dönüşmüşsün. Ama gözlerin hâlâ aynı bakıyor." Biraz daha yaklaştı. "Ürkek bir ceylan gibi."
Nefes al Gece Lavinya Keskin. Güçlüsün. En çok sen güçlüsün. Boyun eğmeyeceksin. Kaldır o başını. Dik dur.
Ver o nefesi Gece Lavinya Keskin. Hemen kendine geleceksin. O küçük kız değilsin artık. O kız öldü.
Nefes al Gece Lavinya Keskin. Unuttun mu o duyguların hiçbiri sana ait değil. Şimdi korkuyu uzaklaştır. Senin olan tek duyguyu kullan. Nefreti. Unutma. Nefret en güçlü duygudur.
Hayır, ver o nefesi Gece Lavinya Eceloğlu. Güçlü olduğun kadar güçsüzsün de. Senin de ellerin titrer. Sen de ağlarsın. Ve sen de hâlâ biraz çocuksun. Çocuklar canları acıdığında ağlarlar. O adamın elleri saçlarındayken canın acımıyor mu? Dik duracaksın. Korkmadığın için değil, dışarıya yansıtmamak için. Sen de bazen korkarsın. Acı çekersin ama gülümse. Mutlu olduğun için değil, sana çok yakıştığı için. Her şeye, herkese inat gülümse.
Ve ben gülümsedim. "Beni çöz, o zaman görürüz ceylan kim, aslan kim."
Daha yüksek sesle kahkaha attığında ben de daha geniş gülümsedim. Kafasını onaylamaz bir şekilde iki yana salladı. "Gece, Gece, Gece. Karşımda nasıl titrediğini görmediğimi mi sanıyorsun?"
"Seni o titreyen ellerimle öldüreceğim doktor."
Bunları o kadar büyük bir sakinlikle söylemiştim ki bir an ürperdiğini hissettim. Artık sırıtmıyordu. Yanımdan acele etmeden ayrılarak malzeme dolaplarına ilerledi. Yine aynısını yapacaktı. Sorun vereceği acı değildi. Katlarca fazlasını görmüştüm. Ama kriz geçirmemeliydim. Ne olursa olsun, kriz geçirmeyecektim. "Hadi yarım bıraktıklarımıza devam edelim kızım."
Dişlerimi sıktım. Bana döndüğü an gözlerine baktım. Benim gözlerim yalancıydı. Oraya bakarak korkumu göremeyecekti. Bense onunkilere bakarak nefretimi uyandıracaktım. "Bir şey söylemeyecek misin? Eskisi gibi bağırabilirsin mesela. Ya da çocukken bile yapmadığın o şeyi yaparak yalvarabilirsin."
Dişlerimin arasından tısladım. "Cehenneme git doktor."
"Cehennem herkes için kurtuluş olur."
Kolumdaki sızıyla kesik bir nefes aldım. Titremelerim tüm vücuduma yayıldı. Tek damla yaş dökmedim. İçime düşen yangın beni yıllar öncesine sürüklerken sadece bekledim. Belki de hiç olmadığı kadar çok titriyordum. Kalbim göğüs kafesimi isyan edercesine tekmeliyordu. Nefes alışverişlerim derinleşti. Doktor bana sırıtarak baktı, dışarıya çıktı. Bedenimde yaralar açıldığını biliyordum. Beni zorlayan o değil, üzerimdeki duygu yoğunluğuydu. Sakinleşmem gerekiyordu. Derhâl sakinleşmeli, mantıklı bir plan yapmalıydım. Bunu ne zaman başarabilmiştim ki? Gözlerimi kapattım. Bir şarkı mırıldanarak belki de saatlerce bekledim. Bilincimi kaybedene dek.
Soğuktu. Soğuğu sevmiyordum. Ateşe ihtiyacım vardı. Güçlerimi kullanamıyordum. Ateş bile bana sırt çevirmişti. Yine doktor gelmişti. Yine kriz geçirmiştim. Sonrası karanlıktı.
Bedenim bitkin düşmüştü. Gücümü engelleyen şeyin, kolumun içindeki madde olduğuna karar vermiştim. Vurulduğumdan beri sargıda duruyordu. Onu çıkartmalıydım. Ama uyandığım zamanlarda doktor geliyor, yeni bir krizle beni baş başa bırakıp gidiyordu. Yine bayılıyordum.
Artık buradan çıkmalıydım. Eğer çıkmazsam gerçek anlamda delirecektim. Daha ne kadar delirebilirdim? Eğer uyanık kalabilseydim doktora bunu gösterecektim.
Kaç gün olmuştu? Beni hâlâ bulmadıklarına göre çipimin dışarıya sinyal göndermesini engelleyen bir yapıdaydık. Şaşırmamıştım. İçimi titreten bu duygu korku muydu? O kadar da yabancı gelmiyordu. Birkez daha doktor geldi. Başka bir kriz daha kapımı çalarken artık tepki vermiyordum. Bayılmak artık sıkıcı olmaya başlamıştı.
"Kalkmalısın, hadi."
Yanan gözlerimi yavaşça açtım. "Geç kaldınız."
"Buraya girmek o kadar basit değil."
"Odanın yerini öğrendin mi?"
Ellerimi çözdüğünde sırıttı. "Üst katta, sağdan üçüncü oda ortak."
"O hâlde plan sorunsuz işliyor Ethan."
Birkaç gün önce Paris
Ethan'a güvenmekle doğru mu yapmıştı, emin değildi. Yine de risk almaya değerdi. Arabadan indi. Ethan onu, bulduğu yere getirmişti. İleriye doğru bir adım attı. Aklına gelen şeyle arkasına döndü. "Senden bir şey daha isteyeceğim Ethan."
Genç adamın gözleri ışıldadı. Bunca zamandır her yerde aradığı ve koşulsuzca bağlı olduğu Ölüm Çiçeği karşısındaydı. O ne isterse canı pahasına yapmaya hazırdı. "Nedir?"
"Bir adam var, Doktor Kemal Erkaya. Kimliğimi biliyor, takip ediliyorum. Yeniden deney malzemasi olarak kullanmak için beni kaçıracak." Ethan gerildiğini hissetti. Gece devam etti. "Gözü kara bir adam. Kahin ortalarda yok. Ondan sonra Ölüm Çiçeği hakkında en çok bilgiye sahip kişi. Sorularım var Ethan. Ve cevapları o adamda."
"Seni kurtarmamı isteyeceksin."
"Zeki adamsın."
"O herifin bütün kemiklerini tek tek çıkarıp koleksiyonuma ekleyeceğim."
"Onu ben öldüreceğim. İstiyorsan itlerini alabilirsin."
"İdare edeceğiz artık."
Gece elini Ethan'a uzattı. "Bundan sonra ortağız."
Ethan sırıtarak elini sıktı. "Ortağız."
Günümüz
Ethan'ın belinden bıçağı çekip kolumdaki sargıyı parçaladım. İyileşmek üzere olan ufak bir yara vardı. Tereddüt etmeden bıçağın ucunu oraya soktum. Kısık sesle inlerken Ethan dehşet içinde beni izliyordu. Biraz uğaştıktan sonra kolumu deşerek içerideki metali çıkarttım. "Bu da ne?"
"Gücümü bastıran şey." Metali Ethan'a uzattım. "Bunu sakla. Farklı şartlarda işimize yarayacak."
Gözlerini kolumdan ayırıp yutkundu. Hızlı hızlı kafasını sallayıp metali kıyafetinin gizli bir yerine koydu. Kafasıyla kapıyı gösterdi. "Gidelim."
Ayağa kalktığımda kendimi toparlamam saniyeler sürdü. Koridora çıktığımız anda birçok adamın cansız bedeniyle karşılaştım. Ethan ise onlara bakarak hastalıklı bir şekilde sırıttı. Tozlu merdivenleri çıktığımızda tıpkı alt kat gibi burasının da yer altında olduğunu gördüm. Tarif ettiği kapının önüne geldiğimizde direkt içeriye daldım. Fazla vaktimiz yoktu. Bilgisayarın başına geçtiğimde şifre için çok düşünmedim. Benim doğum tarihimdi. Ona göre ise kıyametin başlangıç tarihi. Hep böyle söylerdi. Ethan her hareketimi dikkatle izliyordu. Dosyalar kısmına girip çalışmalarının yerini buldum. Çipime meil olarak göndermeye başladım. "Hadi Gece, durumu fark etmeleri an meselesi."
"Bitti sayılır."
İşim bittiğinde Ethan derin bir nefes aldı. Birbirimize bakıp gülümsediğimizde kapı şiddetle açıldı. İçeriye doktor ve çok sayıda adam akın etti. Bu kadar yaklaşmışken ona fırsat vermeyecektim. Ethan silahını çıkarıp yarım adım önüme geçti. "Siktir git Kemal, dışarıda koca bir ordu bekliyor. Kimi karşına aldığının farkında bile değilsin."
Kemal, Ethan'ın o ürkütücü sesine rağmen kahkaha attı. "Nicole'nin iti. İkiniz de aynısınız, fazlasıyla kendini beğenmiş. Seni, işi gücü birilerine işkence etmek olan birisi sanıyordum. Herkes öyle sanıyordu."
"Demek ünümüzü duymuşsun Kemal. Ama ben seninkini duymadım. Kimsin sen? Tüm bu adam yığını, havalı olduğunu düşündüğün mekanlar nereden geliyor?"
Çok önemli bir yere değinmişti. Bunu ben de merak ediyordum. Kemel güler gibi bir nefes verdi. "Yakında sen de duyarsın Nicole'nin iti."
Bana doğru bir adım attığında en kalın maskemi yüzüme yerleştirip kafamı tehditkâr bir şekilde yana yatırdım. "Sakın."
Beni hafife almamalıydı. O beni deney malzemesi olarak kullandığında da Ölüm Çiçeği'ydim. O zaman da güçlüydüm. Ama değişen bir şey vardı. Ben belki de her şeyden önce Magma'nın kızıydım. Aldığım o kadar eğitim bu herifin karşısında boşa gitmeyecekti. Adamlarının hepsi acıyla dizlerinin üzerine çöktüklerinde hayranlık ve büyük bir dikkatle onları izledi. Bu adam kesinlikle hastaydı. Kendi adamları canlı canlı yanarken gözlemleyecek kadar. Hepsi öldüğünde sıra ona gelmişti. Enerjimi onda yoğunlaştırdım. Acıyla yüzünü buruşturup kendi göğüs kafesine baktı. Kalbini içeriden yakıyordum. "Bir daha düşün."
Kendinden emin sesiyle duraksadım. Telefonunu çıkarıp birisini görüntülü aradı. Ekranı bana çevirdiğindeyse kalbim tekledi. Bir depoyu gösteriyordu. Kuzey, Pera, Gazel, Bora, Korel'in üvey annesi olduğunu bildiğim Derin Hanım ve tanımadığım insanlar. Sevme duygusu elinden alınmış birisi sevemezdi. Sevmemeliydi çünkü sevgi zayıflıktan başka bir şey değildi . Onlar umurumda bile değil ben kendi canımı düşünürüm deyip buradan çıkabilirdim. Ama en sevdiklerim karşımda bu şekilde dururken hiç olmadığım kadar acizdim. Sevgi zayıflıktı. Ve o beni zayıflığımdan vurmuştu. İçimde çok daha büyük bir duygu hissettim. Nefret. "Benim, ateşi yönetebildiğimin farkındasın değil mi doktor? Ve bu dünayayı yakmamın tek bir kaybıma bakacağının?"
"Sen ateşi yönetmiyorsun çocuk."
"Ne demek istiyorsun?"
Gözlerini kıstı. Onu ilk defa bu kadar ciddi görüyordum. "Sen, ateşin ta kendisisin."
"Ne?"
"Hâlâ anlamadın değil mi kızım? Ateşin ruhuna sahipsin. Onun vücut bulmuş hâli. Sen, ateşsin."
Aynaya baktığımda gördüğüm bir insan bedeniydi. Hiçbir zaman insan olduğumu düşünmemiştim. Cadı olabilirdim, büyücü veya başka bir şey. Hatta uzaylı bile olabilirdim ama ateş olabileceğimi hiç düşünmemiştim. Kahkaha atmaya başladığımda dışarıdan nasıl göründüğüm hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Ama normal gözüküyor olmamalıydım ki Ethan, hatta doktor bile bana korkuyla bakıyordu. Onların bu hallerini gördükçe daha çok güldüm. Nefesim kesildiğinde ise Ethan'a döndüm. "Gördün mü Ethan bir de bana deli diyordun. Bu adamı öldürmek yerine hastaneye kapatmak gerekiyor."
"Ciddi ciddi pisikolejisi bozulmuş bunun." diye fısıldadığını işittim doktorun. Kahkaham devam etti. Sustuğumda sesim çok daha tehditkârdı. "Bana bak doktor. Ateş sevebilir mi? Peki ya ateş merhamet eder mi?" Artık bağırıyordum. "Seni şurada yakmama kim engel olabilir?!"
Belli belirsiz bir adım geri gitti. "Yapamazsın. Yapamazsın çünkü kehanette anlatıldığına göre duyguların var. Sana ait değiller ama yine de oradalar."
Daha gür bir kahkaha attım. "Ethan, adamlarını al ve dışarıya çık."
"Lavinya-"
"Çık dedim Ethan! Hemen şimdi."
Sıkıntıyla nefesini verip Kemal'in yanından geçip gitti. Bu teslim olduğum anlamına geliyordu. Ama Kemal az önce yaşananlardan fazlasıyla korkmuş olmalıydı ki hâlâ tepki veremiyordu. Bu yüzüm ona bile yabancıydı. Sevdiklerim için her şeyi yapabilecek olmam. Yapar mıydım? Evet, yapardım. Küçük adımlarla Kemal'e doğru ilerledim. Beni belki de ilk defa bir rakibine bakar gibi süzdü. Arkasını dönüp gittiğinde onu takip ettim. Bir şey yapmayacağımı bildiği için bu kadar rahattı. Alt kata indik, beni tuttuğu odayı es geçerek bir kat daha indik. Burası yerin altında üçüncü ve görünüşe göre son kattı. Daha çok hücreyi andırıyordu. Küçük bir odaya girmemi işaret etti. Söylediğini yaparak sandalyeye oturdum. İçeriye giren adamlar beni sandalyeye zincirlediler. Bu şekilde kesinlikle daha rahattım. Gücümü engelleyen o şeyi ise takmamıştı. Çıkıp gittiğinde planının ne olacağını düşündüm. Arkadaşlarımı beni engellemek için tutuyor olabilirdi ama Korel'in üvey annesi ve o tanımadığım insanlar neden oradaydı? Gerçekten, acaba Korel ne yapıyordu? Kemal Erkaya düşündüğümden daha güçlü bir isimdi. Bir doktordan çok daha fazlasıydı. Arkadaşlarımı kaçırmak bu kadar kolaysa onu da kaçırabilirdi. Dikkatli olması gerekiyordu.
Saatlerce farklı isimlere odaklandım. Ateş bana onları gösterir diye. Hiçbirini göremiyordum. Ateşin yanında olmamalıydılar. Zaten ateşin kendisi olduğumu düşünen Kemal esirlerinin yanında ateş yaktırmazdı. Peki Korel neden ateşin yanında değildi?
Ben o gece gökyüzünde yıldız olup olmadığını göremedim. Ve bir gece daha uyuyamadım.
***
"Kızı alın, üst kata gidiyoruz. Asıl eğlence şimdi başlıyor."
Bana doğru gülüşerek gelen iki adamı izliyordum. Birisi zincirlerimi çözdükten sonra hiç de kibar olmayan bir şekilde kolumu kavradı. "Yani ateşle seks yapmak da çok havalı olabilirdi ama ne yapalım patronun kesin emri var."
Bir diğeri de yanıma yanaşarak elini yüzüme uzattı. "Tanrım, çok güzel. Kurallar kimin umurunda?"
Yüzümle temas ettiği an ateşe dokunmuş gibi küfrederek geri çekildi. Kolumdaki de öyle. Gerçi, teorik olarak gerçek anlamda ateşe dokunmuş oluyorlardı. Anlaşılan bazıları gücümü kullanabildiğimi unutmuştu. Onlardan daha geniş gülümseyerek ayağa kalktım. Zincirin yara yapmaya başladığı bileklerimi ovuşturdum. "Beyler, kim olduğumu umutuyorsunuz." Kafamı iki yana salladım. "Bu hiç hoş değildi."
İkisinin de bana dokunan kolları boydan boya yanmaya başladığında acı bir çığlıkla yere çöktüler. Onları beklemeden kapıdan sakin adımlarla çıktım. Biraz toparlayabildiklerindeyse peşimden geldiler.
İki yanımda yürürlerken mümkün olduğunca uzak durmaya çalışıyor, arada kesik kesik inliyorlardı. Dört kat yukarı çıktıktan sonra buranın depo gibi bir yer olduğunu gördüm. Yerin üzerindeki ilk kat. Sandalyeler vardı, sandalyelerin üzerinde ise bağlanmış insanlar. Arkadaşlarım. Ailem. Hepsiyle göz göze gelirken çenemi havaya kaldırdım. Köşede bekleyen Kemal adamlarının kolunu gördüğünde kaşlarını çatatak yanıma yaklaştı. "Bu ne hâl böyle?"
Omuz silktim. "Adamların emrini kale almayınca senin yerine cezalarını keseyim dedim."
Adamlarına döndüğünde gözleri ateş saçıyordu. Neyi kast ettiğimi anlamıştı. Pera gözlerime bakarak kafasını iki yana salladı. Kuzey ve Bora ara sıra kurtulmak için uğraşıyordu. Gazel'in gözleri kıpkırmızıydı. Na kadar zamandır buradaydılar? İşkence görmüş gibi durmuyorlardı. En azından bununla rahatlayabilirdim. Derin Eceloğlu kibirli bir şekilde beni izliyordu. Ondan hiç hoşlanmamıştım. Hepsi grup halinde bir yerde oturuyordu. Onlardan ayrı bir sandalye de vardı. Oraya doğru ilerlediklerinde hiçbir şey söylemeden oturdum. Zincirleri bu sefer daha sıkı bir şekilde taktılar. Boynuma geçirdikleri kolye gücümü engelleyen maddeden yapılmıştı. Bir kez daha sandalyelere, doktora baktım ve mantığım hızla işledi. Burada Korel yoktu. Sağ tarafta onun sevdikleri vardı. Arkadaşları, ailesi. Sol tarafta ise ben vardım. Hiçbir şeyi. Ona bir seçim yaptıracaktı. Belki de aramızdaki bağı öğrenmek istiyordu, bilmiyordum. Sevdikleri olmasa bile daha fazla insanı kurtarmak için onları seçecekti. Bunu da biliyordum. Seçmeliydi de zaten. Orada benim ailem de vardı. Peki kalbimdeki bu sızı niyeydi? Kemal yanı başımda durarak fısıldadı. "Senin zaafların belli. Peki suç kralınınki kim?"
Ona öyle bir bakış attım ki, korkuyla yarım adım geri gitti. Kısık sesle gülerek salonun ortasına ilerledi, telefonunu çıkarıp birini aradı. Bir çalış, iki çalış ve karşıdaki kişi açtı. Kim olduğunu çok iyi biliyordum. Gözlerimi kapatarak derin bir nefes çektim. Sakin kalmalıydım. Aksi takdirde neler yapabileceğimi ben bile kestiremiyordum. Korel'in sesi duyuldu. "Seni piç kurusu! O lanet kimliğini bulamaz mıyım sanıyorsun? Bekle sen, seni kendi ellerimle geberteceğim korkak herif!"
Onu ilk defa bu kadar öfkeli görüyordum. Kemal kameraya baktı. "Deneyebilirsin avcı ama ilk önce güzel bir bayana sözüm var."
Korel diğer taraftan küfürler savururken gelen seslerden trafikte olduğunu anlayabiliyordum. Kemal basit bir el hareketiyle diğerlerinin olduğu tarafı işaret etti. Göremiyordum ama Korel'in verdiği derin ve öfkeli soluğu hissetmiştim. "Konuyu uzatmayacağım avcı. İki seçeneğin var. Ya onları seçersin," Kamerayı bana çevirdiğinde Korel gözlerini birkaç saniyeliğine sıkıca kapattı. Bu, onun kaçma şekliydi. "Ya da senin için hiçbir anlam ifade etmeyen karını."
Gözlerini açtığında mavilerine anlam veremediğim bir ifade oturdu. İnsanlar yalan söylüyordu. Kahin, yalan söylüyordu. Hatta o aptal kehanet bile yalan söylüyordu. Korel Eceloğlu'nun duyguları vardı. Kimse bilmese bile, hiçbiri inanmasa bile ben biliyordum. İnanıyordum, şahittim ki onun duyguları vardı. "Güzelim," dedi. Sesi çok daha sakindi. "Korkuyor musun?"
Kafamı iki yana salladım. İki dakika öncesinde korkuyor olabilirdim ama şu an korkmuyordum. "Güzel, peki bana güveniyor musun?"
"Güveniyorum."
Tereddütsüz cevabım beni bile şaşırtmıştı. Dönüştüğüm kişiyle her karşılaştığımda hayret ediyordum. Korel gülümsedi, sigarasından derin bir nefes çekti. "Kemal." dediğinde kameranın önüne bir de Kemal geçti. İkimiz de birbirinizi görebiliyorduk. Diğer taraftakilere kısa bir bakış atarak tekrar bana döndü. Dudaklarının arasından dökülecek ölüm emrimi bekliyordum. Tane tane konuştu. "Kemal misin her ne haltsan. Karşıma kimi getirirsen getir, istiyorsan dünyayı yak. Ben kızımı almaya geliyorum."
Silah sesleri, ortalığa hakim olan o kaos, çığlıklar, küfürler, koşuşturmaca, beni yerimden kaldırmaya çalışan adamlar ve kulaklarımda Korel'in sesi. Her şey o kadar hızlı gerçekleşiyordu ki yetişemiyordum. Şokta olabilir miydim? Ya da bir çeşit rüyada? Beni uyandıran şey Gazel'in çığlığı oldu. Benim Yakamoz'umu saçından tutmuş sürüklüyorlardı. Yanımdaki adamların birine tekme atıp silah tutan bileğini kavradığım gibi öne doğrulttum. Adamın beyni parçalanırken Kuzey'in bana doğru koştuğunu gördüm. Yetişemeyecekti, yaptığı kendi canına mâl olacaktı. "Sarışın dur!"
"Bizimle geliyorsun Gece, ne yapacağın umurumda değil!"
"Sarışın dur yalvarırım dur. Halledeceğim, söz veriyorum halledeceğim."
Adımları durdu. Ben ilk defa birine yalvarıyordum. O da anlamıştı yetişemeyeceğini. "Hayatta kal prenses."
Sadece dudaklarını oynatırken titreyen ellerini fark ettim. Gözlerime öyle bir çaresizlikle baktı ki her hücremde hissettim. Sonra Bora elini omuzuna koydu, bir şeyler söyledi. Bakışları bana döndüğünde ileri doğru bir adım atmak istedi. Bu sefer onu durduran Kuzey'di. Aralarındaki bağ gözlerimi kısmama sebep olurken Kuzey'in dizlerinin üzerine çökmesiyle düşüncelerimden ayrıldım. Sonrasında olanları ise bir yabancı gibi dışarıdan izledim. Arabaya bindirilişim, bağırışlar sanki ağır çekimde ilerliyordu. Donuk bakışlarla arkamızda kalan depoyu izlerken Korel içeriden koşarak çıktı. Ona gülümsedim. Arkadaşlarımı seçmeliydi ama beni seçmişti. Beni seçen ilk kişiydi. Duraksamadan arabaya bindi. Biz biraz daha hızlandık. Ön koltuktan Kemal emirler yağdırıyordu. Ben ise zincirlerden ve beni tutan insanlardan en ufak bir şekilde hareket edemiyordum. Onun arkasından diğerleri de farklı arabalara bindi. Buradan kurtulmalıydım. Başka bir krizi kaldırıp kaldıramayacağımdan emin değildim. "Ellerimi çözün."
"Burada senin emirlerin işlemiyor." dedi yan tarafımda oturan adam. Bilmediği şeyse benim dünyayı yönettiğimdi. Dirseğimle burnuna vurduğumda diğer adamın çizmesinin içine gizlediği bıçağı çıkardım. Onlar daha ne olduğunu anlamadan önce burnunu kırdığım adamın kalbine sonra da şoföre doğru savurdum. Kulağının arkasından girip önünden çıktığında ölmek üzere olan adamın üzerine ittirildim. Elimdeki bıçak diğer adamın eline geçti. Her yerim kan olmuştu. Yan tarafımıza kadar yaklaşmış Korel bütün bu olanları görüyor olmalıydı. Kafamı cama çarptığımda çeneme uzanan kanı hissettim. Ani bir dönüş yaptığımızda Korel çok arkamızda kaldı. Kafamı birkaç kere koltuğa vurdum. Kemal elini ön tarafa vurdu. "Budur!"
Bana bakarak sırıtmaya başladığında camdan dışarıyı izledim. Yağmur yağmaya başlamıştı ve hayır, gökyüzünde tek bir yıldız bile yoktu. Durduğumuzda yerleşimden uzak bir yerde, küçük bir villanın yanında olduğumuzu gördüm. Etraftaki adamlar buranın öylesine bir yer olmadığını kanıtlar nitelikteydi. Arabadan hoş olmayan bir şekilde indirildiğimde Kemal direkt eve girdi. Peşinden beni de sokup odalardan birine bıraktılar. Bir kenara bağladılar. Kapı üzerimden kilitlenmişti. Zincirler bileklerimi kesmişti, alnım kanıyordu, vücudumun farklı yerlerinde morluklar vardı. Bunların yanında son derece acıkmıştım. Yine de hızlı iyileşen bedenim kendini yeniliyordu. Arkadaşlarım güvendeydi. Pekâlâ, durum o kadar da kötü sayılmazdı.
O odada ne kadar kaldığımı bilmiyordum. Saatten haberim yoktu. Birkaç kere kaçma yolları aramış ama hiçbir şey yapamamıştım. Bu fazlasıyla sinir bozucuydu. "Tuvaletim geldi sizi pislik herifler!"
Ses kapının hemen arkasından geldi. "Bizi bağlamaz, nereye yaparsan yap."
Susmadım. Bağırıp durduğumda sonunda içlerinden biri kapıyı açtı. Ön tarafta tahminen beş kişi vardı. İçeriye giren adam bana hırslı adımlarla gelirken tokat atmak için kaldırdığı eline zincirlerimi dolayıp var gücümle çevirdim. Kırılma sesi geldiğinde diğer adamlar içeriye akın ettiler. Çevik bir hareketle zincirimi adamın etrafında bir tur çevirip sırtını göğsüme yasladım. Bağlı ellerimle silahını zorlukla kavrayıp karşıdakilerden birini indirdim. Daha fazlası gelecekti. Zinciri çıkartırken adamın boynuna dolayıp kırdım. İleriye doğru ateş ederek hepsini vurdum. Ardından cebinden çıkarttığım anahtarla zincirlerimi açtım. Buradan kaçmalıydım. Canım pahasına bile olsa kurtulmalıydım. Sadece bu düşüncelerle koridora koşarken boynumdaki kolyeyi çekiştirdim. Küçük bir kilit düzeneği olduğu için açılmıyordu. Peşimden gelen adımları yok saymaya çalışarak sadece koştum. "Küçük bir kızı bile tutamıyor musunuz ahmaklar!"
Doktor geliyordu. "Adamların da senin gibiler doktor. Birer zavallı."
Sesim koridor boyunca yankılanırken karşıma çıkan herkesi vuruyordum. Çıkışı bulmayı umarak merdivenleri hızla indim. Birkaç kere düşme tehlikesi atlattığımda silah sesleri duyuldu. Korel gelmişti. İçimdeki Ölüm Çiçeği saklandığı yerden çıktı. Öncelik kendi hayatımdı. Buradan uzaklaşmalıydım. Kapıya ulaştığımda açık arazide dümdüz koştum. Hava karanlıktı, yağmur yağıyordu ve göz gözü görmüyordu. Kolumdan birisi kavrayıp beni kendine çektiğinde bu halimle ne kadar şansım olduğunu bilmiyordum. "Kaçmak iyi bir fikir değil kızım. Her zaman günün sonunda yeniden eve dönersin."
Doktorun sesiyle var olan enerjim de çekildi. Benim evim onun yanı değildi. Benim evim o lanet sedye de değildi. Benim evim neresiydi? Bildiklerimin hepsini unutmuş, sadece kurtulmak için çaresizce çırpınıyordum. Yanımıza duran araba umurumda değildi. Cebinden çıkardığı küçük enjektörle üzerime eğildi. "Ceza, cesaretinin ve korkularının birleşimidir canım kızım."
Geçmiş, hiç olmadığı kadar yakındı.
***
On üç yıl önce
Hava çok karanlıktı. Tek bir yıldız bile yoktu. Gece, başka bir işkenceden daha kurtulmayı başarmıştı. Kaçıyordu. Evi bildiği o yerden, korkularından, acılarından, kendinden, aynalardan.
Ayaklarında ayakkabıları yoktu. Bastığı yerlerde şu kırmızı sıvıdan oluşuyordu. O şeyin adının kan olduğunu birkaç ay önce öğrenmişti. Kan onu kotkutmuyordu. Çünkü doktoru, o olmazsa yaşayamayacağını söylemişti. Yağmur çok hızlı yağıyordu. Ama o bile art arda dökülen yaşlarını saklayamıyordu.
Dakikalardır koşuyordu ve yorulmaya başlamıştı. Bunlara değer, diye düşündü kendi kendine. Biraz daha hızlandı. Yere düştü, çamurla kaplandı, umursamadı. Düşünmedi, sadece koştu. Sanki hayatı buna bağlıymış gibi. Belki de hayatı gerçekten buna bağlıydı. Kolunu saran devasa parmaklarla çığlık attı. Bir süre sonra birden fazla adam hareket etmesini engellediler. Ve o adam geldi. Doktoru. Tam karşısında dizlerinin üzerine çöktü. O zamanlar çok daha gençti, yakışıklıydı ve çevikti. Gece'nin gözlerine baktı, küçük kız korkuyla yutkundu. Onu, o küçük enjektörden daha çok korkutan doktorun gözleriydi. Titriyordu. Doktor boştaki elini küçük kızın yanağına yerleştirdi. Neredeyse şefkatle. Kız kolunda ince bir sızı hissetti. Bunu biliyordu. Ceza vaktiydi. O küçük enjöktör yüzünden çekeceği acılar aklına geldiğinde geri çekilmeye çalıştı. Doktor onu biraz daha sıkı kavrayarak gülümsedi. "Ceza, cesaretinin ve korkularının birleşimidir canım kızım."
***
Günümüz
Korkuyordum. Hem de çok korkuyordum. Bu benim kendime ilk itirafımdı. Yıllar sonra karşıma çıkan bu adam beni hiç olmadığı kadar korkutuyordu. Yine yağmur yağıyordu, yine aynı enjektör vardı, yine titriyordum, o adam yine karşımdaydı ve belki de o zamankinden bile daha çok korkuyordum. "Yapma."
Sesimi duyup duymadığından emin değildim. Titremelerim tüm vücudumu kapladı. Hayır, alışık olduklarımdan çok daha büyüktü. Bu sefer bağırdım. "Yapma!"
Çırpınmaya başladığımda biraz daha sıkı kavradı. Yüzünü bile net göremiyordum. Yer ve zaman algımı yitirmiştim. Çırpınmalarımla kolye boynumu keserek yere düşmüştü. Gücümü kullanabilirdim ama bunu bile başaramıyordum. Ellerini üzerimden çekmeliydi. Defolup gitmeliydi. Çığlık attım. Kimse duymuyor muydu? Başka adamların da beni tutmak için yaklaştığını görebiliyordum. Tepki veremiyor, ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Küçük bir serçe gibi sadece çırpınıyordum. "Yapma, git buradan. Git diyorum sana. Dokunma!"
Dinlemedi. Ne zaman dinlemişti ki? Göz yaşları ardı arkasına yanaklarımdan süzülüyordu. Önce bir silah sesi duydum, sonra başka bir tane daha. Yere düşen cesetler de neyin nesiydi? Bu kırmızı sıvı kime aitti? Acı dolu haykırışlar çok tanıdıktı. Fazlasıyla tanıdık. Ben, kimdim? Eve gitmek istiyordum. Benim bir evim yoktu. Doktorun öfkeyle bir şeyler söyleyerek kalktığını, arkama doğru koştuğunu gördüm. Gözlerimi ondan ayırmıyor, bir tek onu hatırlıyordum. Bindiği siyah arabayla uzaklaştı. Ben ise arkasından bakarken çıldırmış gibi bağırmaya devam ediyordum. Ellerini hissediyordum. Saçlarımdalardı sanki. O korkunç gülüşü çok da uzak değildi. Emindim.
Birisinin beni kucağına çektiğini hissettim. Savrulan kollarımı iri eller kavradı. Vanilya kokusu her yerdeydi. Güvende miydim? Bitmiş miydi kabusum? Öyle olsun istedim. Birisi yüzümü kavradı. "Aç hadi gözlerini güzelim. Yalvarırım aç."
Birisi bana yalvarıyordu. İnsanlar canlarını bağışlamam için yalvarırlardı. Gözlerimi açmazsam bu adam ölecek miydi? O ölürse vanilya kokusuna ne olacaktı? Panikle gözlerimi açtım. Gördüğüm ilk şey o lacivert gözlerdi. Siyah saçları ıslanarak alnına yapışmıştı. Göz altlarında koyu halkalar vardı. Kaç gündür uyumuyordu? Ondan farklı olduğumu sanmıyordum. Yerdeydi. İkimizin de üzeri çamurla ve kanla kaplıydı. Tırnaklarımın avuç içime battığını şimdi görüyordum. Telaşla bütün bedenimi inceledi. İyi olduğuma kanaat getirmiş olacak ki derin bir soluk verdi. Başını hafifçe yana yatırdığında gözlerinden bir damla yaş düştü. Erkekler ağlar mıydı? Kalbimdeki bu sızı niyeydi?
"Bir kerecik öpsem gökyüzü yıldızlarla dolar."
Kafasını belli belirsiz iki yana sallayıp ani bir hareketle dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Beynim olup bitene anlam veremiyordu. Kalbim göğüs kafesimin içinde isyana kalkmıştı. Hâlâ ağlıyordum. Göz yaşlarımız dudaklarımızın arasında kayboluyordu. Gözlerim benden bağımsızca kapanırken tamamen sezgisel olarak, acemice ona karşılık verdim. Kaybetmekten, incitmekten korkar gibi şefkatli, tüm hayatı buna bağlıymış gibi açtı. Beni öyle bir öptü ki sanki iyileştirmek ister gibi, iyileşmek için muhtaçmış gibi. Bunun ilk öpücüğüm olduğunu bilmiyordu değil mi? Ya da böylesine hislere ne kadar yabancı olduğumu.
Burada korkmuyordum. Ve sanırım hayatımda ilk defa mutluluktan ağlıyordum. Burada, uzaktan silah sesleri gelirken, üzerimiz çamur ve kan içindeyken, yağmurun altında, onun kollarında evimdeymiş gibi hissediyordum. İşte tam burası benim evimdi.
Gökyüzünde bir tek yıldız vardı. Hayal ürünüm müydü emin değildim. Şu an bunun bir önemi yoktu. Ayrılabildiğimizde alnını alnıma yasladı. Elimi kendi kalbinin üzerine koydu. Ona çizdiğim kalbin üzerine. Çok, çok hızlı atıyordu. Sevmesi imkansızken bu ne kadar mantıklıydı? Mantık diye bir şey kalmış mıydı? Derin nefeslerinin arasından kesik kesik konuştu. "Beni yok ediyorsun kadın. Bak, sevmek bana yasakken çizdiğin o kalp nasıl karşında çırpınıyor." Başka bir nefes çekti içine. "Bu, intihar. Her şeye, ve herkese aykırı."
"Bu, ölümle dans."
"Nefret ve sevginin savaşı."
"Nefret ve sevginin savaşı."
Biz iki korkaktık, kaybolmuş. Biz iki çocuktuk, katledilmiş. Biz iki düşmandık, en gözü kara. Biz iki silahtık, birbirimizi hedef gösteren. Ama ikimizin de diline dolanmamıştı aşk kelimesi. Aramızda sessiz bir anlaşma olarak kaldı.
Hiçbir şey umurumda değildi. Bu gece bütün maskelerimiz düşmüştü. Ve ben şu an bıçakla kalbimi deşse sesimi çıkaramayacak durumdaydım. Her şeyimle ona teslim olmuştum. Bildiğim tek şeyse, bu şeyin dönüşü olmayacağıydı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM ÇİÇEĞİ
FantasyBir kadın vardı... Ateşin ruhuna sahip. Yaratılışındaki tek duygu nefret. Kehanetlerde anlatıldı. Efsanelerde, masallarda duyuldu. İrislerindeki karanlık tüm dünyasını kapladı. İntikam için yaşadı. Öldürdü. Ama kendisi daha çok öldü. Ve bir adam... ...