Sık sık aynaya bakardım. Çok güzel olduğumu düşündüğümden veya kusurlarımı görmek istediğimden değil. Herkes aynaya bakardı. Kendileriyle yüzleşmek için. Kimisi saatlerce ağlardı, kimisi sadece gülümserdi. Ben de aynaya bakıyordum. Ama bu sebeplerden biri için değil. Kabullenmek için.
Kim olduğumla defalarca yüzleşmiştim zaten. Bu şekilde doğmuştum. İçimde bir tek nefret duygusuyla, sadece ve sadece öldürmek için. Yakmak için, yıkmak için, yok etmek, nefret etmek için. Başka bir adamın duygularını almış olmam bir şey değiştirmezdi çünkü onların içinden bana ait olan tek şey nefretti. En ölümcül silah verilmişti bana. Ateş. Ama o ateş en çok beni yakıyordu.
Aynaya bakıyordum, Ölüm Çiçeği'yle göz göze geliyordum. Yok etmek için doğmuş o canavarla. Ve tekrar bakıyordum, Gece'yle göz göze geliyordum. O hâlâ kaymayan yıldızlar için tuttuğu dileklere inanıyordu. O yıldızlar kayarak ölüyordu ama o inatla onlara umut diyordu. Her iki kadının gözlerinde de aynı şey vardı.
Yangın.
Acı çekmekten korkmuyordum çünkü acı veriyordum.
Karanlıktan korkmuyordum çünkü orası benim evimdi.
Ölümden korkmuyordum çünkü ben ölümün çiçeğiydim.
Ve belki de en acısı, kaybetmekten de korkmuyordum çünkü ben zaten kaybolmuştum.
Aynadaki kadın yanıyordu. Elindeki kanları temizlemeye ateşin bile gücü yetmiyordu. Ben, yanıyordum. Ve çığlıklarımı kimse duymuyordu.
Pera'nın evindeydik. Gün Işığı'm karşımda Bora ile el ele duruyordu. Korel, Kuzey, Gazel ve ben karşılarındaydık. Kuzey ve Gazel bizden sadece birkaç dakika önce gelmişti. Gördüğümüz manzara hepimizi yere çakmıştı. Pera, Bora'ya sarılıyor, birlikte gülüşüyorlardı. Bizim gelmemizle ilk önce afallamışlardı. Pera utanmıştı. Hisleri yüzünden kendini suçladığını bilecek kadar iyi tanıyordum onu. Bora onun elini tutup ayağa kaldırmıştı. Destek olur gibi, ben burdayım der gibi.
Şu an benden beklenen şey belimdeki silahı çıkarıp Bora'yı vurmamdı. Belki de bu yüzden diğerlerine göre daha kendinde olan Korel bana kaçamak bakışlar atıyordu. Kuzenini benden korumaya çalışıyordu. Çünkü ben onlar için tehlikeliydim. Ben herkes için tehlikeliydim. Ölüm Çiçeği olduğumu bilmemesine rağmen bunu görebiliyordu. Ama ben hâlâ öylece duruyordum. Son zamanlarda farklı birine dönüşüyordum sanki. Daha mutluydum, daha merhametli ve tehlikeli.
Bora'nın gözlerine baktım. Gözlerin konuştuğuna inanmazdım ama yine de anlamak ister gibi baktım. Gözleri sessizdi ama Pera'ya öyle bir bakıyordu ki, sanki dünyadaki en değerli mücevhermiş, en güzel çiçekmiş gibi. Ve elini tutuyordu. Güç vermek ister gibi. Benim çığlıklarımı kimse duymuyordu. Peki ya benim Gün Işığı'mınkileri Bora duyuyor muydu? Görebiliyordum, Pera'nın Bora'ya ihtiyacı vardı.
Öne doğru bir adım attım. Korel de aynı anda yarım adım attığında basit bir el hareketiyle durmasını söyledim. Hâlâ tetikteydi. Haksız olduğunu söyleyemezdim. Küçük adımlarla Bora'nın önüne giderken tek ses, ayak seslerimdi. Parmak uçlarımda yükselerek kulağına uzandım. "Kızıma zarar gelmeyecek Kumral."
Bütün kasları gerilmiş olan Bora rahat bir nefes alarak gülümsedi. Pera'yla gözlerimiz kesiştiğinde güven verircesine gülümsedim. "Bakma bana öyle Gün Işığı, senin yüzünden şu herifin kafasına bile sıkamıyorum."
Bora'nın elini bırakarak boynuma sarıldı. Göz yaşlarını gizlemek için başını boynuma gömdü. "Ben engel olamıyorum Lavi. Özür dilerim ben..."
"Sorun yok Per, kimseyi tehlikeye attığın falan yok tamam mı? Ama bu herif yüzünden üzülürsen ve onu benden önce öldürmezsen o zaman seninle de görüşürüz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM ÇİÇEĞİ
FantasyBir kadın vardı... Ateşin ruhuna sahip. Yaratılışındaki tek duygu nefret. Kehanetlerde anlatıldı. Efsanelerde, masallarda duyuldu. İrislerindeki karanlık tüm dünyasını kapladı. İntikam için yaşadı. Öldürdü. Ama kendisi daha çok öldü. Ve bir adam... ...