Havaalanının açık penceresinden dışarıya bakarken ellerimi pencerenin kenarına koydum. Gözlerim önümdeki devasa uçaktan ayrılmazken yüzüme vuran rüzgarın saçlarımı savurmasına izin verdim.
Saniyeler bir bir geçerken hemen arkamda Aras, Ethan ve Lena vardı. Kuzey, Gazel, Pera ve Bora aşağıda Korel'in gelmesini bekliyordu. Onlar da ne olduğunu anlayamamıştı. Korel açıklama yapmayı reddediyordu. Ethan ve Lena'da bir tuhaflık vardı ama sorgulamak istemiyordum çünkü sebeplerle ilgilenmiyordum.
Yan tarafa yanaşan araba Korel'in değildi. Demek Nadya'yı anılarımızın olduğu arabaya bindirmemişti. Bunun sebebinin ben değil, Nadya olduğunu biliyordum.
Şoför kendisi indikten sonra Nadya'nın kapısını açtı. Korel arabadan inerek Nadya'nın elini tuttu. Uçağa binmeden hemen önce anlık olarak arkasına baktı Korel. Kalp kırıklarım bedenime saplandı, gözyaşlarım akmayı bir kez daha reddetti. Mavileriyle siyahlarım belki de son kez çarpıştı.
Nefretle sevginin savaşından aşk doğdu. O aşk, ikimize de acımadı. Asıl kıyamet o son bakıştan doğdu.
Öylece durdu. O uçağa binemedi. "Gidelim."
O tek kelime dudaklarımdan hiçbir duygu belirtisi göstermeden döküldü. Korel bana arkasını dönemedi ama ben ona tereddüt etmeden döndüm. Aşaği inerek benim için gelen arabaya ilerledim. Elimi kapıya uzattığımda arkamdan gelen sesle duraksadım. "Gece!"
Omzumun üzerinden arkama baktım. Gazel yağan yağmur yüzünden hafif nemlenmiş saçlarıyla bana doğru koşuyordu. Kolumu tutarak bedenimi tamamen kendine çevirdi. "Gece, bir şey söylesene neler oluyor? Gitmesine izin mi vereceksin?"
"Ne yapacağım Yakamoz? Çekip vurayım mı, ne bekliyorsunuz benden?"
Gazel Bora'nın belindeki silahı çekip aldı. Elime tutuşturduğunda gözlerinden birkaç damla yere düştü. "Çek vur! Ama gitmesine izin verme. Bir sebebi vardır onun."
"Sebebini yeterince açıkladı zaten. Siz de zorlamayın."
Duygu yoksunu sesim onlara o kadar da yabancı değildi. "Lavi! Artık biriniz bir şeyi açıklayacak mı?"
Pera'nın otoriter duruşu bile etkilemedi beni. Kollarımı iki yana açarak sakince konuştum. "Açıklama ortada değil mi zaten Per? Sevmiş. Sevenleri ayırmayalım öyle değil mi? Hem amacıma da ulaştım. Koltuk benim artık."
Başka kimseyi dinlemeden bindim arabaya. Ethan sürücü koltuğuna, Aras onun yanına ve Lena da benimle birlikte arkaya binmişti. Araba çalışmadı, kimse sesini çıkarmadı. Dakikalar, belki de saatler sonra konuştu Ethan. "Lavinya, nereye gidiyoruz?"
"Eve."
Kısa, ama bana bir asır gibi gelen yolculuktan sonra tanıdık siteye girdik. Buradan en son nasıl çıktığımı hatırlıyordum. "Bekleyin, birazdan geleceğim. Aras, bir saat sonraya basını ayarla konuşma yapacağım. Ethan, ordumu hazırla."
Onları kafalarında soru işaretleriyle bırakarak indim arabadan. Korel'le defalarca bindiğim asansörle bu sefer tek başıma çıktım yukarı. Kapıdan içeri ilk adımımı attığımda doğruca yatak odamıza ilerledim. Dolaptan makası çıkarttım. Bir zamanlar birlikte uyuduğumuz yatağın kenarına oturdum ifadesizce.
Bizim bir salıncağımız vardı. Ben o salıncağı asla başka birine sallatmayacaktım. Ne olursa olsun, bunu yapmayacaktım. Başka bir anı düştü zihnime. Beynimde yankılanarak kalbe çarptı sözler.
"Eğer bir gün yanımda olmazsan ve hiç umut kalmazsa keseceğim saçlarımı."
"Kesmeyeceksin."
"Beni bırakmayacaksın."
"Bırakmayacağım. Ve sen de saçlarını hiç kesmeyeceksin."
"Söz ver."
"Söz."
Belki de Korel Eceloğlu sözlerini tutmuyordu.Ağlamadım. Korel burada değildi ki, nasıl ağlayacaktım? Önce saçımın küçük bir tutamını yerleştirdim makasın arasına. Tok bir sesle yere düştü. Bir tane daha ve bir tane daha. Saçlarım, söyleyemediklerimi anlattı sanki. Makasın arasında bir bir can veren sadece onlar değildi. Umut tehlikeliydi. Umut öldürürdü. Umut beni öldürmüştü. Yıldızlarım bir bir kaydı gökyüzümden. Gece, karanlıktan ibaret kaldı.
Gururla yerimde dikleştim. Artık omuzlarıma gelen saçlarımı sıkıca topladım. Ellerimdeki siyah eldivenleri nefretle yere fırlatıp yaktım. Yakmak iyi hissettirmişti. Boğazımdan firar eden bir çığlıkla aynaya en sert yumruğumu geçirdim. Oluşan çatlaklar kanımla doldu. Ancak o zaman kapının önünden beni izleyen Barut'u görebildim. "Gitti." diyebildim sadece. Kafasını sol tarafına yatırdı.
Odadan çıkacağım sırada aniden durdum. Dolabın en altına sakladığım kilitli sandığı açtım. Bir mont vardı içinde. Ve bir çift ayakkabı. Küçük bir oğlan çocuğuna aitti bunlar, bana yıldızlar çizen.
Montu omuzlarıma asarak ayakkabıları çıkmadan önce kapının önüne bıraktım. Mont benimle gelecekti. Yıllar önce evim bildiğim yerden kaçarken de bu vardı üzerimde, yıllar sonra da bu olmalıydı. Belki saçmaydı ama ayakkabılar bana o küçük çocuğun evde olduğu hissini veriyordu. Beni bırakıp giden adam, o çocuk değildi.
"Hadi Barut, gidiyoruz buradan."
Peşimden çıktı dışarı. O kapıyı belki de son kez kilitledim anıların ve yarım kalmışlıkların üzerine. Ve artık kısa olan saçlarımla, bir daha gelmemek üzere çıktım o evden. Gerçekleşmeyecek hayallerim, her yana saçılmış kırıklarım, katledilmiş yıldızlarım ve nefretimi de alarak çıktım. Cesedimi saçlarımı kestiğim yatak odasında bırakarak çıktım.
***
"Lavinya Hanım, Korel Eceloğlu'dan ayrıldığınız doğru mu?"
"Eldivenleriniz niye yok?"
"Aldatıldınız mı?"
"Koltuğu öylece size bırakarak nereye gitti?"
"Bundan sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz?"
O kadar soru arasından bir tek en sonuncuya takılmıştım. Ne mi yapmayı düşünüyordum? Dudağımın sol köşesi benden bağımsızca kıvrılırken bana doğrultulmuş binlerce kameraya bakarak kocaman gülümsedim. İyi niyetli değildi. Aksine kan dondurucu bir ifade vardı yüzümde. Öyleki, gazeteciler bile gözlerini kaçırmıştı.
Çenemi kaldırarak duruşumu dikleştirdim. Ayaklarımdaki normalde nefret ettiğim topukluların çıkardıkları tok ses sessizlikte duyuldu. Lens takmadığım siyah irislerim bir bir keşfetti bütün yüzleri. Birkaç adım ileri çıktım. Hemen yanımdaki Ethan ve Aras da adımlarımı takip etmişlerdi. Bana uzatılan mikrofunu aldım usulca. Kelimelerimi tüm dünya duydu. "Saltanatı geri getiriyorum. Bundan sonra bütün dünya tek bir kişi tarafından yönetilecek. Yöneticilerin hükmü an itibariyle geçersizdir."
Bu kararımdan kimseye bahsetmemiştim. Ben hariç herkesin yüzünde aynı ifade vardı şimdi. Ben ise tüm bunlar sanki bir oyundan ibaretmiş gibi konuşuyordum. Binlerce, belki de milyonlarca insanın olduğu alandan tek bir ses dahi yükselmedi. Dünyayı dolaylı yoldan yönetiyor olabilirdim ama bu yaptığıma kimsenin gücü yetmezdi. Ölüm Çiçeği bunu yapabilecek tek kişiydi ve artık bütün kartlar ondaydı. Tahtını devraldım Firavun.
"O zaman ilk kuralı söylüyorum." Sesim gittikçe daha da ürkütücü bir hâl alıyordu. "Kural, yok! Mahkemeler, yargılar, hükümler, suçlar... Hiçbiri yok artık. Çünkü bu dünyada adalet diye bir şey yok."
Aptalca mıydı? Kısmen. Çılgınlık mıydı? Evet. Peki ya ben delirmiş miydim? Kesinlikle. "Kurallar yok, sınırlar yok, düzen yok. Beyler ve bayanlar, bugün yeni bir devir başlıyor. Benim devrim. Peki ben kim miyim?"
Afallayan yüzlere baktığımda dişlerimi göstererek gülümsedim. "Ölüm Çiçeği."
Koca alan alev alev yanmaya başladığında insanlar kaçışmaya başladılar. Boşalan kalabalığın yerini ordum aldı. Hepsi dizlerinin üzerine çöktüklerinde hayranlık dolu bakışlarını gizlemiyorlardı. "Ethan, uçağım hazır mı?"
Gözlerindeki dehşet yerini zafer dolu bir tebessüme bıraktı. "İstediğin gibi, tam korumalı bir adada senin şehrin."
Gülümsedim ona. Sonra koca ordunun arasından biri çıkıp geldi. "Lavinya! Bu ne hâl böyle?"
Bana hesap sorabilecek, kararlarımı yargılayabilecek tek kişi duruyordu karşımda. "Şov yapayım dedim babacığım."
"Ben bir canavar yetiştirmedim!"
Bedenimi tamamen ona çevirdim. "Haklısın baba, sen bir canavar yetiştirmedin."
Başka bir şey söylemeden onu arkamda bıraktım. Yeni bir başlangıç değildi benimki. Sonların en acımasızı, en kanlı olanıydı. Kıyameti başlatan doğumum değil, ölümümdü.
Ben, Korel Eceloğlu'nun elinden çıkmış bir canavardım.
Ve o canavar kıyameti getirmişti.
Kadın insanlığın kıyameti oldu, adam kadının.DEVAM EDECEK...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM ÇİÇEĞİ
FantasyBir kadın vardı... Ateşin ruhuna sahip. Yaratılışındaki tek duygu nefret. Kehanetlerde anlatıldı. Efsanelerde, masallarda duyuldu. İrislerindeki karanlık tüm dünyasını kapladı. İntikam için yaşadı. Öldürdü. Ama kendisi daha çok öldü. Ve bir adam... ...