On bir yıl önce
Arkasına bakmadan koşarken hava buz gibi soğuktu. Küçük elleri önüne gelen saçlarını omuzlarından geriye attı. Biraz daha hızlandı. Dizlerinde yer yer kesikler ve soyuklar vardı. Canı acıyordu ama iyi ki acıyor diye düşündü.
Acı ona güç veriyordu.
Acı ona kim olduğunu hatırlatıyordu.
Acı nefretini güçlendiriyordu.
Acı ateşini harlıyordu.
Ve acı onu besliyordu.
Biraz daha hızlandı. Saçlarını okşayarak ona huzur veren yağmur fırtınaya dönüştü. Adımları aniden durdu. Öfkeyle gök yüzüne baktı. O su kim oluyordu da ona meydan okuyabiliyordu? Kendi kendine kıkırdadı. İnce sesi gecede yankılandı. "Sen bile benim karşımda duramazsın." diye mırıldandı. Gece, o zamanlar bile fazlasıyla kibirliydi. Tıpkı ateş gibi.
Önder onu, eğitimleri için ayarladığı bu küçük adada onu bir grup kötü adamla yalnız bırakmıştı. Zaten ölecek olan bir grup kötü adam. Gece'yi öldürebilirlerse özgür kalabilecek bir grup kötü adam. Gece aklına gelenlere gözlerini abartılı bir şekilde devirdi. Babası gerçekten de öldürecek olduğu adamlara özgürlüklerini vadederek onları bu küçük adada sekiz yaşındaki bir çocukla yalnız bırakmıştı. Ne babaydı ama! Bu adamlardan kurtulmalıydı ama gücünü kullanamazdı. Aptal kurallar böyle söylüyordu. Ağaçların tepelerine baktı. Her yere konumlandırılmış kameralardan onu izlediğini biliyordu. Yukarıya doğru dil çıkarttı. "Sen bile beni kontrol edemezsin baba!"
Diğer taraftan Önder'in gururla gülümsediğinden habersizdi. Kontrol edilemez oluşu insanları korkuturdu. Önder diğerleri gibi değildi. O, Gece'ye saygı duyuyordu. Kontrol edilememesi onu daha da fazla gururlandırıyordu. Sekiz yaşında daha doğru dürüst silah kullanamayan bir kızın altmış beş tane öldürmekte usta silahlı adamla başa çıkamayacağını tabii ki de biliyordu. Onun istediği Gece'nin kurallarını hiçe saymasıydı. Gece ateşti. O bunu henüz bilmesede. Ve ateş en tehlikeli silahtı.
Gece elindeki silahı yere fırlatarak ellerini ovuşturdu. "Baya da ağırmış." diye söylendi kendi kendine. Esen rüzgar üşümesine sebep oldu. Daha da öfkelendi. Soğuktan nefret ediyordu. Yağmur sevdiği sayılı şeylerden biriydi. Bu gece o kadar çok yağıyordu ki gerçekten ateşini söndürmek istiyor gibiydi. Küçük kız ona özgü korkutucu gülümsemesini takındı. Bunu bir meydan okuma olarak kabul etmişti. Ayak sesleri yaklaştı, Gece saniyeleri saydı. Gözleri gökyüzüne tırmandı. Dolunay tüm ihtişamıyla oradaydı. Keyfi biraz daha yerine geldi. Gücünü bastırmak, saklanmak zorunda kalmayacaktı. Bu da acı olmayacağı anlamına geliyordu. Bu gece her zamankinden daha güçlüydü. Ve o gücü serbest bırakmak için sabırsızlanıyordu. İlk defa dolunay gecesinde gücünü serbest bırakacaktı.
Ufak bir heyecan ve karşı konulması güç bir merakla babasının eline geçirdiği eldivenleri çıkarttı. İkisi de yeri boyladığında kendisini özgür hissediyordu. Karşısına dizilen orduya alayla baktı. "Küçük kız, koşmayı bırakırsan eğer söz veriyorum canın acımayacak."
Adamın sözleri onu nefretle doldurdu. Kimse sözünü tutmazdı. Gece bunu çok küçük yaşta öğrenmişti. Bir kişi hariç. Gözleri gecede bir yıldız gibi parlayan, yağmurların sahibi o çocuk. O verdiği sözleri tutardı. Aklına o geldiğinde nefreti bile dağıldı. Vakti geldi, Gece'nin kalbine bir acı çöktü. Önder kameraya doğru eğildi. Düşünceli bir şekilde sakallarını karıştırdı. "Bir şey ona güç veriyor." dedi kendi kendine. "Ne dolunay, ne de nefret ona böylesine bir gücü veremez."
Gözlerinde yıldızlar oluştuğunda Gece içine dolan o gücü tutmadı. İçinden bir şeylerin dışarıya doğru aktığını hissetti. Aktıkça rahatladı, aktıkça hafifledi. Ada yanmaya başladı. Safirlerin sahibi gözlerinin önüne geldiğinde altmış beş kişi aynı anda ateş etti. Kurşunlar ona ulaşmadan havada eridi. Önder irkilerek geri çekildi, küçük kız gülümsedi. Gözlerini zarifçe kapattı. Bu işin en sevdiği kısmıydı. Ateşe hükmetmedi, ateşle bütünleşti. Bedeni alev aldı. Ateş onu kucakladı. Merhametli değildi, ateş hiçbir zaman merhamet etmezdi. Ama güçlüydü. Gücü Gece'yi sarmalıyordu. Hiç yıldız olmayan karanlık gece yükselen alevlerle aydınlandı. Gece artık korkmuyordu. Bedeninden bir enerji dalgası karşısındakilere ulaştı, o kadar adam cayır cayır yanmaya başladı. Kaçmadan hemen önce onlara çocukları olup olmadığını sormuştu ve aldığı cevap altmış beş kişiden aynı anda yükselen kahkahalardı. Bir daha aynı anı yaşamak istemiyordu. Huzursuzlukla yüzünü buruşturdu. Önder bunun için onun canına okuyacaktı.
Küçük kız arkasını dönerek yangının içine daldı. Zayıf bedeni yorgun düşmüştü. Yere kıvrıldı. Aslında biraz uyusa iyi olacaktı. Gökyüzüne son bir kez daha baktı. Yağan yağmura. "Ateşimi söndürmeye kimsenin gücü yetmez. Senin bile."
***
Günümüz
Birçok yıkım görmüştüm. Bazen toparlamaya çalışmıştım o yıkımı, bazense sebebi olmuştum. Böylesini ben bile ilk kez görüyordum. Koca bir adam karşımda parçalara ayrılıyordu. Sebebi bendim. Nasıl toparlayacağım hakkında ise en ufak bir fikrim yoktu.
O yıkıldı, enkaz altında ben kaldım. Çünkü o benim evimdi.
Mavilerinden pek çok duygu geçip gittiğinde ikimizin de arkasından sesler geldi. Avcılar geliyordu. Kafasını silik bir şekilde iki yana salladı. Art arda yaşlar akan gözlerini birkaç saniyeliğine kapattı. Kaçıyordu. Açtığındaysa elini elimden kurtararak yere attığım maskeyi aldı. "Olmaz. Hayır, olmaz."
Sayıklıyor gibiydi. Emin değildim. Yüzü ifadesiz bir hâl aldı, maskeyi yüzüme takarak önüme siper oldu. "Korel..."
"Git!" dediğinde titreyen elleri daha fazla ağlamama sebep oldu. Ayakta duracak gücü kendimde bulamıyordum. "Alacaklar seni benden Gece."
Sesi ilk kez bu kadar çaresiz çıkıyordu. Böyle olmamalıydı. Ben ölmeliydim, o kurtulmalıydı. Nabzım durduğu anda bileğimdeki çip ona annesinin yaşadığını ve kim olduğunu anlatan bir mesaj gönderecekti. Umay Eceloğlu'nun yaşadığını öğrendiğim gün yapmıştım bunu. Şimdi bu adam bütün dengeleri alt üst ediyordu. "Öldür beni Eceloğlu! Benden başkalarını da sevmeyi hak ediyorsun."
"Bir tek seni hissedebiliyorum Yeni Ay. Bana duygularımı sen veriyorsun." Elimi tutup kendi kalbinin üzerine koydu. "Bana bu kalbi bile sen çizdin. Asıl seni kaybedersem duygusuz bir adama dönüşürüm. Ölüm Çiçeği'ni öldürmeyi en çok senin için istemiştim ki ben."
Ağlamalarım hızlandığında sesler arttı. Silah sesleri geceyi ele geçirdi. Yağmur bu kez temizlemek ister gibi yağdı. Günahları ateşten başkası temizleyemezdi. Kuzgun'un adamlarını gördüm. Onların nasıl haberi olmuştu? Sırılsıklam olmuştum ve üşüyordum. Kaçmak istedim. Kendimden çok uzaklara kaçmak. Keşke iki saat öncesine dönebilseydim, keşke zaman o anda dursaydı. Gözlerim güvenli bir yer aramaya koyulduğunda belki de en mantıksız şeyi yaparak ölüme sığındım. Korel bedenimi sıkıca sardı. Eli saçlarıma gitti. "Şşş. Dayan, güzelim. Geçecek."
Onunla ilk karşılaşmamızda, ben canlı canlı ameliyat olurken de böyle söylemişti. Belki de hiç geçmeyecekti ama o söylediği zaman gerçekten geçecekmiş gibi geliyordu.
O yalan söylüyordu ve ben ona koşulsuzca inanıyordum.
Geçerdi değil mi? Geçmek zorundaydı. Ateş bile bu kadarını kaldıramıyordu. Beni kucağına aldığında ona daha sıkı sarıldım ama o beni başka birisine verdi. Maskenin ardındaki yüz Önder'e aitti. Ağlıyordum, çırpınıyordum. Hayır, böyle olmamalıydı. Beni bırakmamalıydı. Beni öldürebilirdi ama yanımda olmak zorundaydı! Şimdi ise ondan adım adım uzaklaşıyorduk. Silahlar susmuyordu, yağmur durmuyordu. Bu olanları temizlemek için illaki yanmam mı gerekiyordu? Bundan sonra ateş bile bizi kurtaramazdı. Hiçbir şey eskisi gibi olamazdı artık. Onu bir daha görebilecek miydim? Bir veda bile edememiştim üstelik. Vedalardan nefret ederdim ama onu iki dakika daha görebilmek için her şeyimi verirdim.
"Baba," dedim zayıf sesimle. Belki de son bir çabayla. "Lütfen ona götür beni."
Onun da sesi çaresizlikle doluydu. Öfkeli olmasını bekliyordum oysa. "Yapma bunu kızım kendine. Güvenli bir yere gidiyoruz. İyi olacaksın."
"Ben iyiyim." dedim çabucak. Kimliğimi bildiği için Korel'i öldürmelerinden endişeleniyordum. "Baba o da iyi olsun. Dokunmayın ona."
Onu öldürmeseler bile iyi olacağını sanmıyordum. Önder kararlı bir sesle konuştu. "O iyi olacak. Söz veriyorum."
İnanmadım. Kimse sözlerini tutmazdı. Korel hariç. O neden söz vermemişti? Keşke yalan söyleseydi. Yalan söyleseydi inanırdım. Söz verirse sonsuza kadar beklerdim. Çırpınmaya bile hâlim kalmamıştı. Gözlerimi zorlukla açık tutuyordum. Sonra aklıma sınırlarım olmadığı geldi. Korel orada öylece duruyordu. Bizimkilerden biri ona saldırmasa bile bu kargaşada ağır yara alabilirdi. Gözlerimi ondan ayırmadım. Etrafına görülmeyen bir kalkan çektim. Onu yakmıyordu ama diğer her şeyi yakabilirdi. Yan tarafına doğru gelen bir kurşun havada eridi. Bunu en son dolunay gecesinde yapmıştım. Gücümün kontrolden çıktığı bir zamanda. Şimdi gücümü kontrolden çıkaran neydi? Korel'in safirlerine bir kez daha bakabilsem. Ah bir bakabilsem...
Korel şaşkınlıkla eriyen kurşuna baktı. Ona yardım etmeye gelen bir avcı kalkanımla temas ettiği an acı bir çığlıkla geri çekildi. Ateşimi söndürdüm. Gittikçe gözden kayboluyordu. Ben gözlerimi açık tutmak için direniyordum. Kargaşanın arasında siyah irislerim Kuzgun'u seçti. Silahını doğrulttuğunda ne olduğunu algılayacak zamanım olmadı. Önümüze bir beden geçti. Kurşun göğsünü deldi. Son anda yüzünü görebildim. Ayaz.
Kaybetme korkusu ve öfke soğukkanlılığımı kazanmamı sağladı. Bir çeşit savunma mekanizmasıydı bu. Var gücümle çırpınmaya başladım. "Önder dur! Ayaz'ı burada bırakamam. Dur dedim baba!"
Sert sesim otoriterdi. Beni yetiştiren bu adama karşı bu hâldeyken şansımın az olduğunu biliyordum. Her ne kadar sakin ve olabildiğince kendimde olsamda annemden aldığım ilaç etkisini gösteriyordu. Beni bıraksa ayakta kalabileceğimden emin değildim. O da bırakmadı zaten. "Ethan!"
Ethan burada mıydı? Birbiri ardına olan olayları takip etmekte zorlanıyordum. Şu an bunlar önemli değildi. Ben iyiydim. Ruhsal açıdan bakmayı çok uzun zaman önce bırakmıştım. Yara almamıştım, Önder beni buradan çıkaracaktı, diğerlerinin iyi olmasını ummaktan başka çarem yoktu. Korel, o da iyiydi. En azından fiziksel olarak. Avcıların onu götürdüğünü görmüştüm. Ona iyi bakacaklardı. Aksi hâlde dönüşeceğim kişi canavardan fazlası olurdu. Ayaz, kurşun kalbine yakın bir yere gelmişti. Ölümcül bir yarası vardı. Onu kurtarmalıydım. Babasının onu öldürmesine öylece göz yumamazdım. Nefret yeniden can buldu. Ethan koşarak buraya geldi, Ayaz'ı kucaklayarak peşimize takıldı. Burada durmamız sadece zaman kaybettirecekti.
Ağlamayacaktım.
Ağlamayacaktım.
Hayır, Korel burada değilken ağlayamazdım.
Her şeye rağmen bana sıkıca sarılmasını istemek bencillik miydi? O hâlde bencil biriydim. Şu an annesini öldürdüğümü düşünüyor olmalıydı! Her şey birbirine karışmıştı. Kaos bile beni rahatlatamıyordu. Yine de pişman değildim. Ben asla pişman olmazdım. Normalden daha geniş bir arabanın arka kapısını açarak beni bir çift güçlü kola bıraktı. Gözlerimi ne zaman kapattığımı bilmiyordum. En azından yağmurun altında kalmak isterdim. Orada Korel'i beklemek. Sönmeyi dilemek... Korel burada değildi. Gözlerim kapalıyken savunmasız olurdum ve Korel yanımda değildi. Ne yapıyordum ben böyle? Gözlerimi aceleyle araladım. O güçlü kolların sahibi Bora'ydı. Bunu sorgulamaya vaktim yoktu. Koltuğa yatırılmış Ayaz'ın yanına neredeyse sürünerek gittim. "Ayaz bana bak. Aç gözlerini Ayaz!"
Yüzünde o hiç silmediği alaycı gülümsemesi belirdi. Kaybedemezdim. Benim yüzümden ölemezdi, babasının elinden ölemezdi, bu çok yanlıştı. Adalet buranın neresindeydi? Adaletten umudumu keseli çok olmuştu. Küçük bir bıçakla kıyafetini keserek yarayı açığa çıkarmaya çalışıyordum. Güçlükle o cümle döküldü dudaklarından. "O benim babamdı ama ben onun askeriydim. Öldürmesi sorun değil, seviyormuş gibi yapsa yeterdi."
Son sözleri oldu bunlar. Konuşacak hâli kalmamıştı. "Hayır." diye mırıldandım. Çıplak ellerimi yarasına bastırdım. "Lütfen Ayaz, ölme."
Bu kez gülümseyemedi. Kalbimin parçalara ayrıldığını hissettim. İlk defa Ayaz bana gülümsemiyordu. Gözleri kapandı, bilinci kapanıyordu. Elimden gelen tek şeyi yaparak onu yakmaya başladım. Ben yarasını dağlarken tepki vermedi. Vermesi gerekirdi. Biraz daha yaktım, biraz daha. Hiçbir işe yaramayınca kalkıp kalp masajı yapmaya başladım. Ön taraftan Kuzey'in sesi geldi. Onu görmemiştim bile. "Lanet herif kendine gel! Seni ben öldüreceğim."
Omuzumda birinin elini hissettim. Gazel ağlamaklı bir sesle konuştu. "Gece yeter artık!"
Ağlamıyordum. Damarlarıma pompalanan öfkeyle Ayaz'ı yaşatmaya çalışıyordum. Hayır, ben iyiydim. Pera yanıma gelerek elini elimin üzerine koydu sonra da aniden geri çekti. "Yanıyor!" dedi. "O yanıyor. Baba bir şey yap."
"Gece." diye fısıldadı Gazel. Benim Yakamoz'um korkuyordu. Yine de dik duruyordu. Bir kez daha onunla gurur duydum. Birisi kollarımı kavradı. Beni durdurmaya çalıştı ama durmadım. Acıyla inliyor ama direniyordu. Önder girdi araya. "Kuzey bırak. O yandığı kadar yakıyor."
Kuzey birkaç şey söyledi ama onu anlayamadım. Önder'in önüme çöktüğünü gördüm. Sesi sertti ama gözleri için aynı şeyi söyleyemezdim. "Sana zaaflara yer vermemeni söylemiştim Lavinya. Madem böyle bir şey yaptın, o zaman bunu sana kimin yaptığını hatırla. Ateş sadece intikam alır."
"Baba, katillerin de canı yanar mı?"
Gazel'in çenesi kasıldı. Önder ise gülümsedi. "En çok katillerin yanar kızım. Ve en iyi de onlar gizler."
Masaj yapmayı bıraktım. Sessizce Ayaz'ın yanına oturdum. Ona baktım, yıllarca bana öğretilen gibi acıyı geri plana ittim. Acı sizi zayıf düşürürdü. Nefretimi uyandırdım. Gözlerim kanla kaplı ellerime kaydı. Ben bir katildim. Sadece Lavinya değil, Gece'de bir katildi. Ayaz benim yüzümden ölmüştü. Onu ben öldürmüştüm. Hafifçe dürttüm. Tıpkı bir zamanlar annemi dürttüğüm gibi. "Ayaz kalk hadi."
Sessizlik.
Hatta öyle bir sessizlik ki, sessiz çığlıklarımı susturacak bir sessizlik. Kanlı ellerim yumruk hâlini aldı. "Özür dilerim." diye fısıldadım bu kez. Hâlâ ağlamıyordum. Göz kapaklarım bana ihanet ediyordu. Birisi omuzlarıma oldukça kalın bir yorgan bıraktı. Hâlâ yanıyor olmalıydım. Sonra havalandım. "Dinlen artık şam şeytanı."
Duyduğum son ses Bora'ya aitti.
***
Gözlerimi yine aynı kabusla açtım. Gazel hemen yanımdaydı. Uyandığımı gördüğünde yanıma geldi. "Kaç saattir uyuyorum?"
Sesi temkinliydi. "Üç saat oldu."
"Korel nerede?"
"Bora abim avcılarla iletişim kurdu. Herkesi azarlayıp çekip gitmiş."
Kalbim endişeyle çarptı. "Barut?"
"Onu da götürmüş."
Yaptığı tek şey robot gibi sorularıma cevap vermekti. Mavi gözleri üzerimde dolaşıyor, durum kontrolü yapıyordu. Benim tanıdığım Gazel uyandığım an boynuma atlardı. Bu detay kaşlarımı çatmama sebep oldu. "Ayaz nerede?"
Yutkundu. "Önder onu Magma'nın mezarlığına gömdürdü."
İçimdeki o sızıyı görmezden geldim. "Neredeyiz?" Tamamen doğrularak etrafı inceledim. Küçük bir odaydı. Uçakta olmalıydık. Tekli koltukta Ethan oturuyordu. Gözleri üzerimdeydi ama şimdiye kadar tek kelime etmemişti. "Daha doğrusu nereye gidiyoruz?"
Gazel yerine o cevap verdi. "Fransa'da güvenli bir yere. Korel Eceloğlu'nun ne yapacağını bilemeyiz."
Hayır ben Korel'e gitmek istiyordum. Onu başımla onayladım. Sonraki sözlerim direkt Gazel'e yönelikti. "Önder nerede?"
Sağ ayağını sol ayağının önüne koydu. Yüzüne kocaman bir gülümseme yerleştirdi. "Küçük detayları halletmeye çalışıyor. Birazdan yanına gelir."
Tek kaşımı kaldırdım. Ayakları birbirine çapraz hâldeydi. Ve bunu sadece bir şey sakladığında yapardı. Yüzündeki iyi niyet maskesiyle beni kandıramayacağını bilmesi gerekiyordu. "Söylemen gerekenler bittiyse gerçeğe geçer misin Yakamoz?"
Ona kızmadım. Asla kızamazdım ama sesim ciddiydi. Kanlı ellerim aklımdan çıkmıyordu. Bu sefer Gazel'e fırsat vermeden Ethan öne çıktı. "Tam olarak üç saat sekiz dakikadır uyuyorsun ve sana kimse dokunamıyor. Resmen yanıyorsun."
"Ben gayet normal hissediyorum." Evet, her zamankinin aksine kalbim bile yanmıyordu. En azından fiziksel olarak.
"Önder Türkiye'de. Doktor bulmaya gitti. Ne yapmamızı istersin ortak?"
Tamamen doğruldum. "Doktor falan istemiyorum Ethan. Gideceğimiz yere vardığımızda yanımda kimseyi de istemiyorum. Birilerine haber ver. Korel'in iyi olduğuna emin olsunlar."
İfadesi daha sert bir hâl aldı. "Hâlâ avcı liderini düşünüyorsun."
Ben daha bir şey söylemeden Gazel atladı. "Orada yalnız kalamazsın. Hadi kendimi geçtim Kuzey hayatta gitmez!"
"Yakamoz."
"Ne Yakamoz'undan bahsediyorsun Gece? Annem o hâlde çıktığını söylediğinde ne kadar korktuğumuzdan haberin bile yok. Bu ne kadar kötü bir durum biliyor musun? Abim, ya benim abim seni öldürecek diye neler yaşadım ben. Kimseye haber vermeden gitmişsin."
Az önce içeri giren Kuzey Gezel'i kollarından tuttu. Bana öyle bir bakışı vardı ki, gözlerle birini öldürmek mümkün olsaydı şu an hayatta olmazdım. Sözü Kuzey aldı. "Bir şey söylemeden kendi ipini çekiyorsun, sonra da beni koca adada yanarken yalnız bırakın diyorsun. Emirlerin de kim olduğun da unurumda değil. Ben senin askerinden önce kardeşinim Gece Lavinya Eceloğlu!"
Bora diğerlerine göre daha sakin ama daha kendinden emindi. Sanki sözleri benim için bir emir niteliği taşıyordu. "Bütün bunlar senin için bile çok fazlaydı Gece. Belki farkında değilsin ama yanıyorsun. Herkes senin için endişelenirken bu şekilde kendini kapatamazsın."
"Yeter!" Herkesin bakışları Pera'ya döndü. Ben bile ondan böyle bir çıkış beklemiyordum. "Lavinya yalnız mı kalmak istiyor? O zaman yalnız kalacak."
Bunları söylerken bana bakmamıştı bile. Daha çok emir veren bir komutana benziyordu. Bir kez daha ona hayran kaldım. Herkesin aksine ben yalnız kalmaya gerçekten ihtiyaç duyuyordum. Yalnız kalmalıydım, düşünmeliydim, kimse görmüyorken yas tutmalıydım ve işleri yoluna koymalıydım. Yalnızlık hayata verdiğim araydı. Daha sonra yanıma gelebilirlerdi ama yalnız kalmak istiyorsam beni yalnız bırakmaları gerekirdi. Pera beni anlıyordu. Gün Işığı'm beni hep anlardı. Hiçbiriyle göz teması kurmadım.
Birbirleri ardına çıktıklarında Ethan yanıma geldi. "Bak Ölüm Çiçeği, kabul ben senin ortağınım ve askerinim ama bu kez söz dinlemeyeceğim. Beni onlarla bir tutamazsın."
Her şeye rağmen sırıttım. Seninle beraber adaya gideceğim cümlesinin daha kaba hâlini kurmuştu. Zaten aksini istemeyecektim. Adada yalnız kalmam aptallık olurdu ve yanımda Magma'nın adamlarını istemiyordum. Hem onların kimliğimi öğrenecek olmaları işime gelmezdi, hem de Önder Magma adı altında yanıma bir nevi casus gönderecekti. Kendi ordumu yeğlerdim. Korel'in korunmasını da bu sebeple Ethan'dan istemiştim. Arkadaşlarımı Önder korurdu ama Korel'i korumak şöyle dursun, öldürmeyeceğinin garantisini veremezdim. Bu yüzden kendi ordumu kullanmam gerekecekti. "Yanında on beş güvendiğin adamını al. Kimliğimi kimlerin bileceğine dikkat etmeliyiz."
Gözlerinde büyük bir heyecen belirdi. "On beş kişi." dedi kafasını sallayarak. "Senin tek bir lafınla kafasına sıkacak bir sürü adam var. Kehanette bahsedildiğinin aksine senin umut olduğunu düşünen milyonlarca adam. On beş tane seçmek zor olmamalı."
Yüzümü buruşturdum. Ne umut ama! "Bir de, pisikoloğumu istiyorum. Stew.
"Pisikolok mu?"
"Merkezde olması lazım. Onu istiyorum Ethan."
"Peki, hallederiz."
O birilerini aradığında ben dolaptan birkaç kıyafet alarak banyoya girdim. Siyah kargo pantolon ve aynı renk boyunlu kazağımı üzerime geçirdim. Saçlarımı sıkıca ördüm. Korel'in kazağını da üzerine geçirdim. Vanilya kokusu hâlâ oradaydı. En azından o benimleydi. Aynadan kendime şöyle bir bakış attım. Çenemi kaldırarak beni daha güçlü gösteren bir ifade takındım. Siyah irislerimdeki beyaz noktalar benimle dalga geçiyor olmalıydı. Yıldızım beni terk etmişken onların parlaması haksızlıktı. Silah almama gerek yoktu. Adada sadece kimliğimi bilenlerin yanında ateşi kullanmamın bir zararı olmazdı. Tekrar salona döndüğümüzde Ethan ineceğimizi haber verdi. "Hâlâ yanıyor muyum?"
"Beş dakikada bir kontrol ediyorum." Elini alnıma değdirir değdirmez geri çekti. Yüzünde yine o şaşkınlık ifadesi oluştu. "Hiç normal değil. Şu doktor işini ciddiye alsak iyi olur. Gerçi doktorlar nereden bilsin ateşin yapısını? Başka birini mi bulsak?"
Hiçbir şey hissetmesemde yanmaya devam ettiğim sürece gözlerim normale dönmeyecek gibiydi. Lens takmak içimden gelmiyordu. Sürekli kaçtığım, Korel'i kaybetmeme sebep olan o kimliğimi saklamak istemiyordum artık. Olan olmuştu ve artık kabullenme vaktiydi. "Gerek yok. Belki de özüme dönüyorumdur."
Korel kim olduğumu öğrenmişti. Belki de artık saklanmanın bir anlamı kalmadığı için böyle oluyordu. Bilmiyordum. Bilmediğim şeylerden nefret ediyordum. Yine de bu durum düşüneceğim son şey bile değildi. Uçak indiğinde Pera bana el salladı, Bora bir yığın öğüt verdi ve Gazel Türkiye'ye döndüğümde bu yaptığım için beni öldüreceğine dair tehditler yağdırdı. Türkiye'ye dönüp dönmeyeceğim bile belli değilken üstelik. Her şey bir yana, Miray ve Uraz'ı özleyecektim. Belki işler yolunda giderse onları yanıma getirirlerdi. Kuzey ise... O yüzüme bile bakmamıştı. Sertçe Ethan'ın eline oldukça kalın bir kaban tutuşturarak bir şeyler söylemişti. Dudak okumamam için eliyle dudaklarını da kapatmıştı üstelik! Bu çok sinir bozucuydu. Ethan gelip o kabanı omuzlarıma bırakmıştı. Sorduğumda ise omuz silkmekle yetinmişti. Kuzey'in gönlünü almak o kadar da zor değildi. Sadece sinirinin geçmesini beklemeliydim.
"Adaya jet skiyle gideceğiz. Söylediğin gibi on beş kişi orada bekliyor."
Onu başımla onayladığımda bizim için ayarladığı arabanın sürücü koltuğuna oturdu. Arka koltukta yol boyunca sessizdim. Sahil kenarına geldiğimizde Ethan bana döndü. "Binebilir misin?"
Gülümsedim. "Anlatman yeterli. Ateş çabuk öğrenir."
Kafasını iki yana salladığında sesinde hayranlık vardı. "Buna hâlâ inanamıyorum."
Yerime yerleştiğimde bana yapmam gerekenleri tane tane anlattı. Pek sabırlı biri olduğunu söyleyemezdim. Yine de on dakika yetmişti. Son hız adaya doğru ilerlerken iki kere suya düşmüştüm. O da küçük bir kızmışım ve kendisi de benim abimmiş gibi peşimden atlamıştı. Yolumuzun geri kalanı ise beni azarlamasıyla geçmişti. En etkili savunma mekanizmama başvurmuş, umursamamaya karar vermiştim. Ada göründüğünde bu şeyi nasıl yavaşlatacağım hakkında bir fikrim yoktu. Ve sonucunda sertçe karaya çarpmış, iki metre kadar sürünmüştüm. Ne kadar havalı bir girişti ama!
Karşımda on beş tane şaşkın surat duruyordu. Ben ise onlara tersten bakıyordum. Şu an kollarımı göğsümde buluşturarak somurtmak istiyordum. Ama onun yerine ciddiyetimi koruyarak ayağa kalktım. İnsanlarla iletişimim hiç iyi değildi. Onlara ne söylemem gerekiyordu? Bir yerden başlamanın öylece durmaktan daha iyi bir fikir olduğunu düşünerek boğazımı temizledim. Onlara birçok farklı şekillerde kendimi tanıtabilirdim. Ben kimdim ki? Gece diyebilirdim mesela. Ya da Lavinya. Gece Lavinya Keskin veya Gece Lavinya Eceloğlu da diyebilirdim. Suç kraliçesi, acımasız bir seri katil, Magma'nın kızı, Korel Eceloğlu'nun karısı, kehanetlerde bahsedilen kız, insanlığın kıyameti, Ölüm Çiçeği. Ama benim dudaklarımdan tek bir kelime döküldü. "Ateş."
"Ben ateşim. Bir süre burada kalmam gerekecek. Sadakatinizden eminim."
Devam edemedim çünkü on dört kişi önümde diz çöktü. Sadece bir kız, hâlâ ayaktaydı. Ufak bir baş selamı verdi sadece. Bunu yapmak zorunda değillerdi. Her şeylerini geride bırakarak ne kadar süreceğini bilmeden benimle bu küçük adada kalmak zorunda da değillerdi. Tüm dünya önümde diz çöküyordu zaten ama onlar korktukları veya buna mecbur oldukları için değil, sadece saygı duydukları için çöküyorlardı. Onlar beni seviyorlardı. Diz çökmeyen tek kişi birkaç adım attı. Siyah düz saçları omuzlarında bitiyordu. Kahverengi iri gözleri dikkat çekiyor, dolgun dudakları yüzünü süslüyordu. Orada saf hayranlık vardı. Akıcı türkçesiyle konuştu. "Ölüm Çiçeği, yıllarca bekledik. Yüzünüzü görmek hepimiz için eşsiz bir lütuf."
Ethan yanıma gelerek kısık sesle konuştu. "Freya. Yetimhanede büyümüş, yer altında büyük bir isim tarafından yetiştirilmiş. Adam Freya'yı uyuşturucu işinde kullanmaya kalkınca da onu öldürüp kaçmış. On dokuz yaşında gözü kara biri. Kimseyle iletişim kurmaz. Doğduğunda dünyanın dört bir yanında çıkan yangın ve anormal bir şekilde yakılmış ceset zaten senin doğduğunu haber veriyordu. Bir ordu kurdum ve o da ilk üyelerinden."
"Adım Lavinya." Lavinya, Ölüm Çiçeği. "Kalkın ayağa."
Hep birlikte ayağa kalktılar. Eve kadar bana eşlik etmeleri, odama çekilmem, hepsi hızla gerçekleşti. Küveti doldurarak saatlerce suyun altında kaldım. Kafamı suyun altına sokarak gözlerimi açtım. Nefesim kesilene kadar orada kaldım ama ateşim sönmedi. Çıktığımda üzerime yine Korel'in kazağını giydim. Saçlarımı açık bıraktım. Aynadaki yansımam güçlü bir kadına benziyordu. Ben enkaz altında kalmıştım, kimsenin haberi yoktu. Bir deprem oluyordu, biz altında kalıyorduk. Pencereden gökyüzünü izledim. Kapı tıklandığında Ethan içeri girdi. Elindeki yemek tepsisini yatağın kenarına bırakarak yanıma oturdu. Bakışları gökyüzündeyken sert bir ifadeyle konuştu. "Beklemeyi bırak. O gelmeyecek."
"Gelecek."
Sesim kendimden emin çıkmıştı. Onu birazcık bile tanımışsam eğer benim için geleceğini biliyordum. Öldürmek için de olabilirdi, bir kez daha görebilmek için de. Ne olursa olsun su prens, ateş prensesi için geri gelecekti. Hep gelirdi.
Ethan sıkıntıyla saçlarını karıştırdı. "Adada on beş kişi olabilir ama etrafımızda bir sürü gemi var. Buraya gelebileceği yollarda da öyle. Havadan da izliyoruz. Kuş uçsa haberimiz var. O herif buraya istese de giremez. Her şeyi geçtim, burada olduğunu bile bilmiyor. Koca dünyada nasıl bulacak."
"Bulacak."
Çünkü su prens, ateş prensesini bulur. Hep buldu.
Kapıya ilerlediğinde arkasını döndü. "Biz on beş, benimle beraber on altı kişi aşağıda beraber yiyip içiyoruz. Eski günlerdeki gibi. Bir sandalye fazla."
Dudağımın sol köşesi yukarı kıvrıldı. Bize katılmanı çok isteriz cümlesinin kaba hâlini kurmuştu. Bu on beş kişiyle gerektiğinden fazla yakındı. Onların komutanı gibi değil, arkadaşları gibi davranıyordu. Bir geçmişleri olduğunu anlamak için Ölüm Çiçeği olmaya gerek yoktu. Yine de şu an istediğim tek şey bu pencereden ayı izlemekti. Öyle de yaptım. Saatler geçti, gözümü bile kırpmadım. Tüm gece orada oturdum. Sabah olduğunda yine dışarı çıkmadım. Arada bir Ethan gelip yemek yemem için diretiyor, yanıp yanmadığımı kontrol ediyordu. Artık gözlerindeki endişeyi saklamıyordu. Daha da tuhafı artık kalbim de yanmaya başlamıştı. İçten içe tükeniyordum.
O gün kahvaltıyı yine odamda yaptım. Akşama kadar buz gibi suyun altında kaldım. Ateşim yine de sönmedi. Gece çöküyordu ve dolunay zamanına birkaç dakika kalmıştı. Nefret katlanılmaz bir hâl aldığında ilk kez odadan çıkıp merdivenleri ikişer ikişer indim. Ethan ve diğerleri yemek yiyordu. Beni o şekilde gören Ethan öyle bir ayağa kalktı ki, sandalyesi büyük bir gürültüyle yere düştü. Onu diğerleri de takip ettiğinde elimle durmalarını işaret ettim. Nefes nefese kalmıştım. Dolunay vaktiydi ve kendimi tutmak fazlasıyla zordu. "Dolunay gecesi. Normal bir şey, sadece gücümü atmam gerekiyor. Yaklaşmayın."
Koşarak adada bulduğum açık alana gittim. Dolunayın bir etkisi var mıydı bilmiyordum ama kendimi çok öfkeli hissediyordum. Önce bir yangın çıktı. İçimdeki ateş dışarı taştı. Bu anlara bir tanım bulmuştum artık. Ruhum ona vadedilen bedene sığmıyordu. Evet, yaşadığım tam olarak buydu. Ateş dolunay zamanı kontrolden çıkıyordu ve onu bu kafese hapsetmek beni zorluyordu. Serbest bıraktığımda ise özgür hissediyordum, rahatlıyordum.
Önce bir yangın çıktı. Sonra başka bir tane daha ve başka bir tane daha. Bu kez gerçekten yok etmek için yanıyordum. Yok etme arzusu, kan isteği hiç bu kadar çok değildi. Ateşten oluşan bir sarmaşık bedenimi sararak elime uzandı. Ateş dev bir kartal figürüne dönüştü, sarmaşığın ucunda durdu. Çok güzeldi. Elimi yavaşça kaldırarak kafasını okşadım. Kafasını avuç içime sürtüp gözlerini kapattı. Açtığında göz göze geldik ve zihnime o görüntüler düştü.
Korel Eceloğlu kulübemde yanan şömineyi izliyordu. Elindeki şişe bittiğinde uzanıp yenisini açtı. Dağınık saçları her zamanki gibi kusursuzdu. Mavi gözleri kıpkırmızı olmuştu. Her şeye rağmen orada, eşsiz bir ressamın elinden çıkmış kusursuz bir tablo gibi duruyordu. Masmavi irislerindeki fırtına, yok etme görevini ateşten devralmış gibiydi.
Yanı başındaki Barut'un kafasını okşayarak çalan telefonunu kulağına götürdü. Bir süre karşı tarafı dinledikten sonra ondan daha önce hiç duymadığım bir tonlamayla o cümleyi kurdu. "Yakın. Öyle bir yakın ki, yağmur bile geri çekilsin. Geliyorum."
Telefonu kapatarak ayaklandı. Barut'a baktığında gözlerinde gördüğüm şey gülümsememe sebep oldu. Oradaydı değil mi? Benim Gölge Prens'im hâlâ oralarda bir yerlerdeydi. Dudaklarından dökülen kelimeler hançer olup yüreğime saplandı, ateş şaha kalktı. "Barut, baksana soğuk hava. O sevmez ki soğuğu. Üşüyor mudur ki?"
Gözlerimi sıkıca kapattım. Aşk biraz da bu demekti. Sevdiğiniz zaman ateşin bile üşüyüp üşümediğini düşünmek... Aşkın en saf tonuydu bu.
Görüntüler yok oldu, gözlerimi araladığımda kartal gökyüzünde kayboldu. O, benim bir parçamdı. İlk şoku atlattığımda mantığım devreye girdi. Görüntüde Korel ona aldığım saati takıyordu. O saat varken onu göremezdim ki. Demek ki o taş bile bana engel olamıyordu. Diğerlerine döndüğümde bir sürü kocaman gözle karşılaştım. Hepsi donmuş bir şekilde beni izliyorlardı. En sonunda benim yaşlarımda bir adam öne çıktı. "İnanılmaz."
Ethan ona yan yan bakarak sırıttı. "Ona boşuna ateş demiyoruz Niko."
Freya ikisini de eliyle geri çekerek yanıma geldi. "Daha sonra boş boğazlık yaparsınız! Hadi Lavinya içeri girelim hava soğuk." Kollarımı tuttuğu an bıkkınlıkla burnundan soludu. "Kat kat daha fazla yanıyorsun. Sanki her saat artıyor."
Umursamaz bir tavırla omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Geçer birkaç güne. Korel'den haber var mı?"
Ethan alt dudağını dişlerinin arasına aldığında Freya gözlerini bile kaçırmadı. Diğerleri de çekimser bir duruşa geçmişlerdi. Pekâlâ otoritemi konuşturma vakti gelmiş demekti. Daha dik bir duruşa geçerek bakışlarımı tek tek herkesin üzerinde gezdirdim. "Avcı liderinden haber var mı?"
Hepsi gerildiğinde sözü Ethan aldı. "Yakıyor." dedi ifadesiz bir tonlamayla. "Yıkıyor ve öldürüyor."
Freya başıyla onayladığında gözleri irileşti. Anlaşılan müstakbel kocacım burada pek sevilmiyordu. "Mekanlara tek başına giriyor, bu gidişle yönetebileceğiniz bir Opia kalmayacak. Bütün pis isimleri sıradan geçiriyor. Bu gece tam yetmiş sekiz cinayet." Biraz düşünerek ekledi. "Yani, bilinen sayı bu."
Dehşet içinde ellerimle ağzımı kapattım. "Yan iş olarak seri katilliğe mi başlamış?!"
Ani çıkışım Ethan'ın kıkırdamasını sağladı. "Dert etme. Ölüm Çiçeği'yle yarışamaz."
Freya araya girdi. "Aslında adamın tekinin uzuvlarını pek de cana yakın olmayacak bir şekilde parçalayarak Opia'nın büyük isimlerine göndermiş. Birçoğu bunun bir tehdit olduğunu düşünüyor. Yani adam avcı falan ama güzel hamleydi. Gözü karartmış."
Tek ayağımı yere vurdum. "Bende herifin tekinin bütün kemiklerini ayırarak koleksiyoncuya sattım!"
Herkesin tanıdığı ama kimsenin bulamadığı pisikopat herifin tekiydi koleksiyoncu. Kemiklerden oluşan devasa bir koleksiyonu vardı. "İçinde otuz bin silahlı adam olan bir mekanı ateşe vermiş. İçindekilerle birlikte."
Öksürmeye başladım. Resmen yokluğumda rolümü çalıyordu! Onları arkamda bırakarak odama gittim. Bedenim yanıyordu ve artık bunu hissediyordum. İrislerimdeki beyaz noktalar oradaydı. Yatağın içine kıvrılarak uyumaya çalıştım. Bu deneme de başarısızlıkla sonuçlandı. Onu özlüyordum. Hayır onu çok özlüyordum. Gökyüzünde parlayan yıldıza bakmak istedim ama orada değildi artık. O yoktu, yıldızlarım beni terk etmişti. O yoktu, yıldızlarım kaymıştı. Ve ben feda ettiğim her yıldız için onun iyi olmasını diledim. Karanlıktı. Karanlıktan korkuyordum. Korktuğumu biliyordu. İşte sırf bu yüzden bile olsa gelecekti. Su prens, ateş prensesine gelirdi. Hep gelirdi.
Dört gün sonra
Dört gün boyunca yatağımdan çıkmamıştım. Acı artmaya devam ederken ben sadece Korel'i düşünüyordum. Her gün başka bir cinayetinin haberi geliyordu. Ethan onun sık sık Miray'ı görmeye gittiğinden bahsetmişti. Küçük kızı da özlemiştim.
Ağlamayacaktım.
Bir hafta sonra
Önümdeki kum torbasına bir yumruk daha attım. "Salak herif beni yalnız bıraktı el alemin adalarında!"
Bir yumruk daha attım. Tıpkı üç gündür aralıksız yaptığım gibi.
"Eldivenlerimin sırrını öğrendiğinde bil ki ben artık yokum avcı."
Ağlamayacaktım.
Bir yumruk daha attım. "Ben bu yeni düzeni daha çok sevdim galiba. Bundan sonra benim yerime o torbayı mı yumruklasan?"
Dibimde duran Stew'e ters bir bakış attığımda ağzına hayali bir fermuar çekti. Bir haftadır doğru düzgün bir şey yemiyordum, dört gündür hiç uyumuyordum. Yaptığım tek şey bu torbayı yumruklamak ve koşmaktı. Ellerimin üzerindeki açık yaradan kan sızmaya başladığında bile durmadım. Hâlâ ısıtılmış bir demir gibi yanıyordum. Acı her dakika daha da katlanılmaz bir hâl alıyordu. Bu torbayı yumruklamak bile fayda etmiyordu artık. Stew'den başka biriyle iletişim kurmuyordum. Bize doğru gülümseyerek gelen Niko'yka bir yumruk daha geçirdim. Ethan'ın anlattığına göre eski askerdi. Dudakları zorlukla kıvrılmıştı. "Belki yemeği bizimle yemek istersin?"
Başımla onayladığımda gülümsemesi içten bir hâl aldı. Birlikte eve doğru ilerlediğimizde içeriden gülüşme ve bağırma sesleri geliyordu. Kapıyı araladığımızda ise birden sustular. Hâlâ benden çekiniyorlardı. Çekinilmeyecek biri olduğumu söyleyemezdim. Freya ayaklanıp bir tabak da benim önüme koydu. Sessizliği bozan ise Ethan'dı. Sohbet koyulaştığında masa eski neşesine kavuşmuştu. Onları dinlemeye çalışıyordum, bazen sohbetlerine dahil oluyordum ama aklım da kalbim de bambaşka yerlerdeydi.
Adının Görkem olduğunu öğrendiğim tek Türk olan adam Ethan'a çatal fırlattı. Ethan onun bu hamlesinden eğilerek kaçtı. "Yedi yaşında şirinlerden korktuğunu da atlamamak lazım tabii."
Görkem'in cevabı gecikmedi. "Senin de on dört yaşında altına kaçırdığını."
Masadan başka bir kahkaha daha yükseldiğinde ben bile kıkırdamıştım. Ethan ayağa fırlayarak Görkem'i kovalamaya başladı. Niko araya girdi. "Freya'nın sevgilisi olduğunu öğrendiğinde yakasına yapıştığın o çocuğun arkadaşları gelmişti."
Teo devam etti. "Koskoca lider saatlerce dayak yemişti."
Ethan'ı o hâlde hayal edemiyordum. Freya geldiğimden beri ilk kez gerçekten gülümsedi. "İnsanın başına gelebilecek en kötü şey sadist bir abisi olması sanırım. Her birine tek tek işkence etmişti. Bunu yaptığında on yaşındaydı."
Ethan'ın bir kardeşi olduğunu bilmiyordum. Kimse bilmiyordu. Direkt ona döndüm. "Bunu bana söylememiştin."
Omuz silkti. "Konusu hiç açılmadı ki."
Dakikalar sonra gülüşmeler devam etti. Ben daha fazla kalmak istemeyerek odama çıktım. Artık yağmur bile yağmıyordu. Aynalara bile bakamıyordum. Onsuzluğu kabullenmek istemiyordum.
Acı şiddetini arttırdığında dişlerimi sıkarak karanlık gökyüzünü izledim.
İki hafta sonra
Odamdan çıkmayı bırakmıştım. İki haftadır hiç uyumuyordum ve bu normal değildi. Tuhaf bir şeyler oluyordu. Ne olduğunu umursamıyordum.
Diğerleriyle sadece Korel'den haber almak için konuşuyordum. Kendimi Stew'e bile kapatmıştım. Odama kimseyi almıyordum. Kesin emrim vardı, hiçbiri emrimi çiğnemeye cesaret edemiyordu. Canım acıyordu, bedenim gerçek anlamda yanıyordu. Adada her gün başka bir yangın çıkıyordu. Ben yanıyordum. Ve Korel hâlâ yoktu.
"Eldivenlerinin sırrını öğrendiğimde sen yok olursun, ben seninle yanarım."
Ağlamayacaktım.
Yorganın kenarını sıkıca kavrayarak acıya odaklanmamaya başladım. Ter damlaları alnımdan çeneme doğru ince bir yol çiziyordu. Kum torbasına bir yumruk daha attım. Yine gökyüzüne baktım.
Sevgilim çok karanlık.
Hiç yıldız yok, hepsini senin için feda ettim. Sen yoksun, gelirsen onlar da gelir biliyorum.
Sevgilim çok karanlık.
Ve ben karanlıktan çok korkuyorum.
Üç hafta sonra
Üç hafta geçmişti. Koca üç hafta geçmişti ve ben artık dayanamıyordum. Acı katlanılmaz bir hâl almıştı ama asıl zorlayan bu değildi. Umutsuzluktu.
Ağlamıyordum. Ağlamamak bile artık çok zordu. Ama Korel yokken ağlamam vazgeçmem demekti. Ben vazgeçmezdim. Ne olursa olsun.
Umut öldürüyordu. Ben, ölüyordum.
İnlememek için dişlerimi birbirine kenetledim. Küçük adımlarla banyoya giderek yüzüme birkaç kere su çarptım. Su soğuktu ama hiçbir işe yaramıyordu. Karşımdaki aynadan gözlerimi kaçırdım. İçimden bir ses git diyordu. Git, şu acının bir çaresini bul, avcı liderini bul. Sadece amacına odaklan. Amacına ve kim olduğuna. Öyle bir intikam al ki, kehanette anlatılanlar bile yanında sönük kalsın.
Ama gitmiyordum. Sadece bekliyordum. Korel'in gelmesini bekliyordum. Gece bu kadar karanlıkken bile umut etmeye devam ediyordum.
Alt dudağımı dişlediğimde kanadığını çok sonra fark ettim. Canlı canlı yanmaya benziyordu bu. Belki de daha kötüsü. Küçük bir adım attım duvara tutunarak. Bir adım daha. Yine de dik durmaya çalışıyordum. Kapıdan çıkarak karanlık odaya ayak bastım. Sol tarafımda bir gölge parladı, birisi bileğimi tutarak beni sertçe duvara savurdu. Sert yüzeye çarpan sırtımla dudaklarıma kapanan el yüzünden inlemem boğuk çıktı. Karşımdaki devasa adamın bedeni karanlıkla bütünleşmiş bir gölge gibiydi. Ama bir çift göz vardı ki, işte onlar yıldızlarımı geri getirmeye yetmişti. Gelirdi. O hep gelirdi. Biliyordum, bilmez miydim hiç? Şu an ona sarılmak istiyordum. Sarılsa, ah bir sarılsa geçerdi bu yangın. Hemen sarılmalıydık, sarılmalıydık ve ben Ethan'a yanıldığını söylemeliydim.
Diz kapağını bacaklarımın arasına yerleştirerek hareket alanımı yok ettiğinde titredim. Yüzü çok yakındaydı. Boğazımda hissettiğim soğuk metal umurumda bile değildi. Kendimi hiç olmadığım kadar güvende hissediyordum. Aptallık mıydı? Evet ben koca bir aptaldım.
Gözlerimden yaşlar art arda düştü.
Avcı; avını öldürmeye geldi, avının sadece onu arzuladığından habersizdi.
Belki de avcı; avının önünde diz çöktü, avının onu öldüreceğinin farkındayken üstelik.
O beni öldürmeye gelmişti, boğazıma bir bıçak dayıyordu ve ben mutluluktan ağlıyordum. Bana geldiği için...
"Seni öldürmek istiyorum." dedi dişlerinin arasından. Alkol kokuyordu. Sarhoş muydu? Beni sıkıca duvara bastırıyor olmasaydı eğer düşeceğimi biliyordum. Canım acıyordu. Evet, çok acıyordu ama o buradayken önemi yoktu. "Bu adada, benden korunabileceğini mi sandın?'
Hayır, sadece seni bekledim. Çenemi hafifçe kaldırarak metalin boynuma daha fazla sürtünmesi için izin verdim. Ölmek için de, yaşamak için de en doğru yerdeydim. Biraz daha yaklaştığında diz kapağının baskısı arttı. "Seni baş belası küçük kız. Titriyorsun." Titriyor muydum? "Korkuyor musun?"
Hayır, korktuğum karanlıktı, sen geldin. Artık korkmuyorum. Gözlerimi gözlerinden ayırmadım. Yutkunduğumda bıçak tenime sürtündü, sıcak sıvı boğazımdan aşağı indi. Çektiğim acıyı, içimdeki yangını ondan gizlemek için savaş veriyordum. Ne olursa olsun, bana acımamalıydı. Giydiği koruyucu kıyafetler ısımı hissetmesine engel oluyordu. "Seni korkutuyor muyum kadın? Korkmalısın."
Dudaklarımdaki elini çektiğinde eldivenini dişleriyle tutarak çekip attı. İyice yaklaşarak dudaklarıma doğru fısıldadı. "Kahretsin! Çok güzelsin."
Kesinlikle sarhoştu. Çıplak eli yanağımı bulduğunda irkildi. Bakışları değiştiğinde safirleri boynumdaki taze kesikte oyalandı. Tekrar gözlerime çıktığında herkesin aksine elini çekmemişti. "Yanıyorsun." dedi kısık sesle. Sanki neler olduğunun yeni farkına varıyormuş gibiydi. Kasılan çenesini gördüğünde fısıldadım. "Korel çek elini."
Ona zarar veriyordum. Elini çekmeliydi. Bunu kendine yapmamalıydı. Kafasını belli belirsiz iki yana salladı. "Ne yapacağım? Canın acıyor. Canın çok acıyor."
Aklına bir şey gelmiş gibi gözleri irileşti. "Ateş, ateş duygu yoğunluğunda harlanır. Harlanırsa bedene sığmaz. Kontrol edilemez, yakar." Benim hakkımda benden bile daha çok şey biliyordu. Alnını alnıma yasladığında gözlerimi kapattım. "Söyle," dedi gerçekten ihtiyacı varmış gibi. "Sebebi olduğum acını dindirmek için ne yapmam gerekiyor?"
"Yalvarırım, uzaklaş benden."
"Uzaklaşamam ki." dedi çocuk gibi. "Özlemişim. Nasıl uzaklaşırım? Sırf bunun için bile seni öldürmek istiyorum."
Bıçak nereye gitmişti? Şizofren falan olduğumu düşünmeye başlamıştım. Daha şiddetli vuran acıyla inledim. Parmağı kesiğin üzerini okşamaya başladı. "Elimden bir şey gelmiyor. Özür dilerim."
"Korel git buradan. İdare edebilirim."
Ona rasmen yalvarıyordum ama o beni duymuyordu. "Yangınını söndüremiyorsam, seninle yanarım."
Tek hamlede beni kucağına aldı. Yatağa yatırdığında kafamı göğsüne gömdüm. Bacaklarını ve kollarını etrafıma sardığında küçücük kaldım. Elleriyle saçlarımı okşamaya başladı. "Dayan, güzelim. Geçecek."
Dakikalarca, belki de saatlerce kaldım orada. Ağladım. O buradaydı. Ağlayabilirdim. "Korel." diye mırıldandım haftalar süren ıstırabım dindiğinde. Bedenim uykuya teslim olmak üzereydi.
"Hıı?"
İçten bir tebessümle taçlandı dudaklarım. "Hı denmez efendim denir."
"Efendim Ölüm Çiçeği'm."
Gizemli bir tonla vurguladığı ismim ürpermeme sebep oldu. Öyle bir söylemişti ki, Ölüm Çiçeği'ni bile sevmiştim. "Anneni ben öldürmedim."
Kasıldığında saçlarımın arasından öperek kokumu içine çekti. "Biliyorum güzelim." Hemen sonra ekledi. "Ama seninkini ben öldürdüm. Umutlarını katlettim."
Benim en parlak yıldızım olduğundan habersizdi. Görmüyordu değil mi? Göremeyecek kadar kördü.___
Ah eriyorum dostlar!
Korel bölümün sonlarına doğru geldi ama öyle bir geldi ki, yıktı geçti.
Ayaz'ı sevmeyenleriniz vardı. Ölümü hakkındaki düşünceleriniz?
Sizce bundan sonra ne olacak?
Seviliyorsunuz canlar. Oy vermeyi yorum yapmayı unutmayın olur mu?
💘🫀❤️🔥
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM ÇİÇEĞİ
FantasyBir kadın vardı... Ateşin ruhuna sahip. Yaratılışındaki tek duygu nefret. Kehanetlerde anlatıldı. Efsanelerde, masallarda duyuldu. İrislerindeki karanlık tüm dünyasını kapladı. İntikam için yaşadı. Öldürdü. Ama kendisi daha çok öldü. Ve bir adam... ...