¹

56 7 12
                                    


"Neden yavru hayvanların, kafese kapatılmalarına rağmen dışarıya çıkmak için çabalamadığını düşünüyorsun?"

Diye sordu oldukça yumuşak bir ses. O kadar yumuşaktı ki, bir ninniyi andırıyordu. Sakin ve huzur dolu bir sesti.

Onun aksine oldukça net ve hiçbir özelliği yokmuş gibi görünen bir ses merakla cevap verdi; "Büyükleri denemesine rağmen başaramadıklarını gördükleri için mi?"

"Aslında hayır. Çünkü bu küçük yavru hayvanların eski toprak aileleri, başarısız olsalar da hep dışarıya çıkmak için çabalamaya devam ediyor. Ailelerinden öğüt alıyor olsalardı yavrular da çalışırdı."

"O zaman neden?"

"Yavrular kendilerinin özgürlüklerinin alındığının farkında bile değiller çünkü hiçbir zaman özgür olmadılar. Aileleri ise önceden özgür olan sonradan kafese kapatılan hayvanlar, özgürlüğü tattıkları için büyük cennetin küçük bir köşesine atıldıklarının farkındalar. Özgürlüklerinin bir hak olduğunun farkındalar bu yüzden hep savaşıyorlar.
İşte bizim savaşımız da buna benziyor. Asla kendinle bu yoksul halkı karşılaştırma Hyuna. Onlar senin aksine özgürlüğü hiçbir zaman tatmadılar bu yüzden ellerinden alınan şeyin farkında değiller, onları savaşmaya zorlayamazsın."

"Saçmalık! Eğer herkes böyle düşünürse ne olacak? Çoğu kişi bu nedenin arkasına saklanıp kaçacak, bir süre sonra da eski topraklar kaybedecek, hayatta kalanlar da hiçbir zaman özgürlüğü tatmayan sürüler olarak sadece yaşayıp gidecekler!"

"Sana bir hikaye anlatayım Hyuna. Uzun zaman önce genç bir adam varmış. İşte tam da dediğin gibi bir yönetim dünyamızda hâkimiyet sürerken o bunun ne kadar yanlış olduğunu düşünmüş. İnsan hayatının önemsenmediği bu dünyayı değiştirmek istemiş. O kadar çok çabalamış ki bütün hayatını buna adamış. Peki sonra ne olmuş biliyor musun? Yorias İmparatorluğu kurulmuş."

"İlk kraldan mı bahsediyorsunuz? Bunun konumuzla olan alakası ne!?"

"Evet, ilk kral. O prensesin de soyunu paylaştığı kişi... Alcor ailesi ne olursa olsun özgürlüğün peşinde koşan asil bir ailedir. Bu onların yaratılışında vardır. Özgürlüğü tatmış olsunlar ya da olmasınlar. Onlar için özgürlük, insan hayatı ve bunun gibi birçok şey önemlidir. İstisnasızdır çünkü bu zaten onların yaratılıştır. Yaratılışı kabul etmek de zorunludur. Sistemi değiştirebilirsin ama yaratılışı değiştiremezsin. Sadece birkaç seçilmiş topluluk kralı anlayabilir."

"Neden bunları anlatıyorsun?"

"Ah Hyuna... Âsi tavırlarından vazgeç.
Çıkarman gereken dersler var. Bu kral, hiçbir zaman halkını özgürlüğünün peşinde koşmadığı için suçlamamış. Sadece savaşmaya devam etmiş. İnsan hayatına önem vermiş. Ve şuan aynı durumda olan sen de halkı suçlamayıp savaşmalısın. Hyuna. Bu fikrine bir son ver. Sen bizim kurtuluşumuzsun. Bedeninde akan gücü kabul et. Sen bu güçle, kimsenin sahip olmadığı bu güçle doğdun."

"Halkımız seni anlayamaz, bu da senin kabul etmen gereken yaratılışın acımasız taraflarından birisi. Bunu değiştirmeye çalışmayı bırak Hyuna. Bunu kabul et. Ve değiştiremediğin için savaşmaktan da vazgeçme. Savaş, Hyuna. Bu ülkeyi eski günlerindeki gibi görmek istiyorsan savaş."

...

Bu sohbetin geçtiği yerden çok uzaklarda kızıl saçlı, mavi gözlü bir kız vardı. Hiç kimsenin yüzüne bakmadığı bir kız. Fakat bir gariplik vardı. Bu yüzüne bakmama, iğrentiden kaynaklanmayan bir şeydi. Daha çok utanç gibiydi. Onu gören herkes utançla yüzünü yere eğerdi. Neden böyle yaptıklarını hiçbir zaman anlamayan kız - her zaman olduğu gibi - 15 yaşını tek başına kutlamakla meşguldü.

"Mutlu yıllar bana."

Flora diğerlerinin kendisine hissettirdiği gibi, kendisini buraya ait hissetmiyordu. Buraya. Hoga'ya. Hoga'nın kralı bile Flora'yı görünce yüzünü eğer hiçbir şey söylemezdi. Flora'da anne ve babasının nerede olduğunu ya da neden insanların ona böyle davrandıklarını hiç sormazdı.
Küçüklüğünden beri pek konuşmazdı. Konuşmasa bile o kadar çok merhametli bir kızdı ki, insanların kendi savunmadığı haklarını savunur, herkese değer verirdi.

Bir keresinde yere düşen bir çocuğun yanına koşarak gitmiş ona yardım etmişti. Biraz sonra gelen annesi ise Flora'yı görünce göz yaşlarını tutamamış sessizce ağlamaya başlamıştı.

Başka bir seferinde hamile bir kadına, eve giderken taşıdığı poşetleri götürmesinde yardım etmek istemişti. O kadın da yine çok olmasa bile, gözünden birkaç damla yaş düşürmüştü.

Başka bir seferinde, köyün görevlilerinden bir adama yarasını sarmasında - hırsızla kavga ederken sert bir yumruk yemişti - yardım etmeye çalışmıştı. O adam ise kendisinden akan kanları hiç umursamadan, diz üstüne çökmüş Flora'dan defalarca kez özür dilemişti.

O zaman anlamadığı kadar hâlâ anlayamayan Flora'nın bu sene ki doğum günü dileği, her zaman olduğu gibi, nereye ait olduğunu bulmaktı. Ailesini merak ediyordu. Diğer çocuklardan ne farkı olduğunu merak ediyordu. Neden böyle bir hayat sürmek zorunda olduğunu merak ediyordu.

Flora sadece bu kısmıyla garip birisi değildi. Sinirlendiği zaman, istemeden herhangi birinin canını yakıyor, camları dokunmadan patlatıyor, öfkeye karışık üzgünken de etrafındaki nesneleri ateşe verebiliyordu. Köyün görevlileri bu zamanlarda Flora'nın yanına gider etraftaki ateşi söndürür, yaralıları uzaklaştırır ya da camları yeniden yaptırırdı. Yaptığı kötü bir şey olmasına rağmen ne köydeki insanlar ne de görevliler hiçbir zaman Flora'ya kızmaz, tek laf etmezdi. Aynı zamanda bunun nedenini hiçbir zaman söylemezlerdi. Fakat yine de Flora, bunun bu kadar normal tepkiyle karşılanmaması gerektiğini biliyordu. Çünkü bu anormal bir şeydi.

Aslında Flora kendileriyle konuşmadıkları için diğerleriyle konuşmazdı. Yine de ne zaman onlara zarar geldiğini görse, hiç düşünmeden atlar ve sonunda anlam veremediği olaylarla geri dönerdi.

Flora'nın doğduğu mevsim olan - aynı zamanda Flora'nın en sevdiği mevsim, çiçeklerin yeniden açışını izlemeyi seviyor - ilkbahar, bu sene Flora'ya sadece ağaçtaki çiçeklerin açmasını izletmeyecekti. Kendisinin de bir çiçek gibi açışını, yeniden doğuşunu izletecekti.

YoriasHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin