Epilog: Aron & Lyra

676 43 23
                                        

Lyra önünde diz çöken adama göz ucuyla baktı. Bugün yakaladığı aydınlık tarafın ajanlarından biriydi... Tiksinircesine adamın eline topuklu botuyla bastı. Adamın parmaklarından çıkan kırılma sesiyle bir an için içi acıdı ama sonrasında hızla toparlandı. Adam, öyle derin ve içten bir yakarış kopardı ki, binanın içindeki tüm ölümyiyenlerin bu sesle irkildiğine emindi. Lyra bundan şeref mi duymalıydı yoksa tiksinmeli miydi emin değildi. İçinden, annem olsa ne yapardı? Diye düşündü. Annesi olsa ona, aklın dahi almayacağı her türlü işkenceyi yapardı.

Lyra da öyle yaptı.

Asasını çıkardı ve adamın acıdan gözlerinin feri sönene kadar ona lanet uyguladı.

En sonunda adamın yeterli cezayı bulduğuna ikna olduğunda tiksinerek onu ayağının altından itekledi. Ailesine ihanet etmenin bedeli buydu, babasına ve annesine ihanet eden herkes acıların en beterine layıktı.

Lyra kapıdan çıktığında, karşısında duran kumral bir oğlan buldu. Ellerini pantolunun cebine atmış, Lyra'yı süzüyordu. Lyra istemsizce yutkundu, onu maalesef ki tanıyordu. Babasının son zamanlardaki yakın dostlarından biriydi ve bu göreve onunla birlikte yollanmıştı. Lyra bazen onu hiç tanımamak istiyordu.

"Öldürmedin umarım, Prenses." Adamın alaylı sesiyle Lyra öfkeyle yüzüne baktı. Bu lakaptan oldu olası nefret etmişti, o kahrolası bir prenses değildi. Ne babası ne de annesi onu bir prenses olarak yetiştirmemişti. Onu içten içe sevmiş, korumuşlardı ama Lyra bir peri masalında olmadığının her daim farkında olarak büyümüştü.

"Öldürmedim." Adam başını salladı. "Ajanların hepsini temizlediğimizi umuyorum. Belgeleri kontrol ettin mi? Burası Sihrin kalbi, en ufak bir aksaklıkta-" Ian Burke, kızın sesini alaylı bir gülüşle kesti ve ona bir büyük adımda yaklaştı. Annesinden aldığı koyu renk saçları, gökyüzü mavisi gözleriyle büyüleyici bir kadındı. Bir lordun ve bir leydinin kıza yaraşır bir cadıydı.

Eskisi kadar küçük değillerdi, masum değillerdi.

"Her şey halledildi, Prenses. Az önce acıdan kıvrandırdığın adamı alıp gidebiliriz. Baban bu evhamlı hallerini görse herhalde yıkılırdı." Ian tekrar alaya güldü. Lyra istemsizce yutkundu, Voldemort onun endişeli hallerini sevmiyordu ve Ian bunu bilerek söylemişti. Lyra ile zamanında birlikte eğitilmişlerdi, çocukluk arkadaşlarıydılar. Zaten aileleri bir avuç kişiyle arkadaşlık kurmalarına izin veriyordu ve onlarda bunu iyi değerlendirmişlerdi.

Fakat artık çocuk değillerdi.

"Bana prenses demenden hoşlanmıyorum." Lyra çenesini dikleştirdi ve sertçe konuştu.

"Ama sana herkes Prenses diyor." Ian bir adım daha attı, artık nefesleri birbirine çarpıyordu.

"Senin demenden hoşlanmıyorum. Ben senin patronun değilim ve sen bunu biliyorsun. Voldemortun sana, benden fazla güvendiğini de biliyorsun." Gerçek buydu. Lyra kusursuz biri değildi ve endişelerine bazen hakim olamıyordu. Bu gibi durumlarda annesi ve babası Ian'ı onunla yolluyordu.

"Belki." Ian omuz silkti ve kapattığı mesafeyi aştı. "Fakat bu senin benim Prensesim olduğun gerçeğini değiştirmiyor, Lyra." Lyra dudağını ıslattı. Onun prensesi olmayı her zaman istemişti, bunun zoraki değil gerçekten olmasını istemişti ama artık iş işten geçmişti. Babası ve annesi onun asla Kutsal 28'den olmayan biriyle evlenmesine müsade etmezdi. İkizi kendi tercihini yapamamış, bir Lestrange ile evlenmişti ama Lyra'nın seçim şansı vardı.

Lyra, Ian'ı seçmişti.

Ve Ian ondan bu yüzden nefret ediyordu.

Lyra ise ona mecburdu. Ian onunla bir kedinin fareyle oynadığı kadar iyi oynayabilirdi ama Lyra buna mecburdu.

Sealed - T.M.RHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin