- ⅩⅩⅩⅥ - Küçük Fare
Aradan ne kadar zaman geçtiğini kestirmek imkansızdı; zaman, sanki kendi ritmini kaybetmiş ve akışını unutmuştu. Ancak, ufukta doğanın muazzam bir ressamın fırçasından çıkmış gibi renklenen gökyüzünde, güneşin ilk ışıkları yavaş yavaş belirmeye başlamıştı.
Uzun ve zorlu bir gecenin ardından, savaş alanında yankılanan sessizlik ve tükenmişlik, yakıcı güneşin aydınlığıyla bir nebze olsun hafifliyordu. O karanlık ve kan kokulu saatler, şimdi yerini hafifçe esen bir umut rüzgarına bırakmıştı. Doğanın yeniden doğuşu, savaşın acımasız gerçekliğiyle tezat oluşturan bir huzur ve yenilenme vaadi taşıyordu.
Her bir savaşçı teker teker düşmüş ya da öldürülmüştü; geriye bu kanlı sahneden hayatta kalan sadece iki kişi kalmıştı. Ve ne yazık ki, hayatta kalanlardan biri de Nereida'ydı. Meydan okumalar sona ermiş ve kazananlar nihayet belirlenmişti. İkimiz de, kuralların zoraki olarak gerektirdiği gibi, ağır adımlarla aşağıya inmiştik.
Arenanın tozlu ve kanla kaplı zemininde, hayatta kalanlar arasında derin bir sessizlik hüküm sürüyordu. Nereida'nın zaferi, onun acımasızlığını ve gücünü bir kez daha gözler önüne sermişti. Aşağı inip birbirimize baktığımızda, Nereida'nın gözlerinde parıldayan zafer ve küstahlık, içimdeki huzursuzluğu daha da derinleştiriyordu.
O anın ağırlığı altında ezilirken, yüzündeki memnuniyet ifadesi ve dudaklarının kıyısındaki alaycı gülümseme, zaferin sadece bir güç gösterisi değil, aynı zamanda bir karakter yansıması olduğunu da gösteriyordu. Her bir bakış, savaşın acımasız doğasını ve bu zaferin bedelini hatırlatıyordu.
Onları tebrik etmem gerektiği düşüncesi, içimi kemiren bir hoşnutsuzluk yaratıyordu; fakat başka bir seçeneğim olmadığını biliyordum. Adal'ın geniş kolunun arasında, iki savaşçının karşısında duruyordum. Her biri, zaferin ve yenilginin izlerini taşıyan bu savaşçılar, gururla başlarını dik tutarken, ben de içimdeki çatışmayı bastırmaya çalışıyordum.
Adal'ın kolunun güven verici ağırlığına rağmen, bu anın baskısı ve kaçınılmazlığının getirdiği ağırlık beni zorluyordu. Zoraki bir gülümsemeyle tebrik edici bakışlar sergilemeye çalışırken, her kelimenin acısını ve zorunluluğunu hissediyordum.
Nereida'nın yüzündeki rahatsız edici ifadeden, Adal ile olan yakınlığımızın onu hiç memnun etmediği apaçık ortadaydı. Ancak, bu huzursuzluğu zerre kadar umursamıyordum. Adal'in ondan uzaklaşmasına neden olan bu karakter özellikleri, onu daha da tehlikeli yollara sürüklüyordu. Küstahlığı, hırsı ve sık sık sergilediği aptallıkları, onu çevresindeki diğer insanlardan belirgin bir şekilde ayırıyordu.
İkisi de önümüzde saygı gereği diz çökerken, Adal gururla gülümseyerek yükselmeye başlayan alkışların arasında konuşmaya başladı. Sesinin her köşede özenle yankılandığı izlenimini veriyordu.
"Cesaretiniz ve yetenekleriniz için sizi tebrik ediyorum," dedi, sesi adeta arenanın taş duvarlarında yankılanıyordu. "Başarınızın karşılığı olarak, yarın Gölge Bölüğü'ne katılarak eğitimlerinize başlayacaksınız."
Adal'ın sözlerinden anladığım kadarıyla, Gölge Bölüğü'ne katılmak, bu yeryüzünde erişilebilecek en yüce onurlardan biriydi. Bu, yalnızca en yetenekli ve cesur savaşçıların ayrıcalığıydı. Böylesine bir fırsatı kazanmış olanlar, bu değerin ne denli nadir olduğunun bilincinde olmalıydılar.
Ancak, benim gözümde, bu denli ölümcül bir meydan okumaya katılmak, akılcı bir karar gibi gelmiyordu. Bu seçeneğin ardında yatan tehlikeleri, cesaretin ve yeteneklerin ötesinde bir bilgelikle gözlemlemek gerekiyordu. Bu, sadece bedensel güçle değil, aynı zamanda zihinsel açıdan da üstün olmayı gerektirirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gece Yarısı Valsi
Fiksi RemajaBüyüye ve büyücülüğe inanmayan genç kız Lesley, gerçek kimliğini bulmak ve hayatta kalmak için hiç bilmediği lanetli bir dünyada savaşmak zorunda kalır.