Hayatın bir satrançtan ibaret olduğunu düşünenlerden değildim. Piyonlarımız vardı, fillerimiz, kalelerimiz... Kayıplar veriyorduk, düşündüğümüz tek şey ise kazanmaktı. Zeki olduğumu biliyordum. Eğer hayat bir satranç tahtasından ibaret olsaydı daima kazanacağımı da. Ama hayat satranç tahtası değildi. Büyük ve ölümcül o kumardaki kanlı iskambil kağıtlarıydı. Biraz zeka gerekirdi, biraz şans.
Buraya gelerek Korel'in tuzağına düşmem satrançta doğru kararlar vermememden kaynaklanmıyordu. Bir kumar oynamıştım. Ya kahini ele geçirecektim ya da kendi sonumu getirecektim. Her zaman kazanamadığımı anlamıştım ben bugün.
"Şah." Keskin sesi kulaklarıma dolduğunda sıkıca kapattığım gözlerimi araladım. Ne demişti az önce o? Oyun bitti demişti öyle değil mi? Ciddiyetle devam etti. "İki seçeneğin var. Ya şahını kaçırırsın," dilini üç kez damağına vurdu. "Ki bu pek mümkün görünmüyor. İkinci seçeneğin ise," gülümsediğini hissettim. Ama içten değildi. "Tehditi ortadan kaldırırsın."
Sesimi değiştirdiğimde bu kez alayla gülen bendim. "Eğer bir oyun oynuyorsak, o oyunun kurallarını ben koyarım." Bana afallamış bir şekilde bakan avcılarda gezindi bakışlarım. Muhtemelen neden bu kadar mutlu olduğumu sorguluyorlardı. Mutluydum çünkü sevdiğim adam hemen yanımdaydı. "İki seçeneğim olduğunu mu söylüyorsun avcı? Sana bir şey söyleyeyim. Burada satranç oynamıyoruz. Kumarın tek kuralı ise, hile yapmaktır. Sen bir tahta koyarsın şah dersin, ben o taşları tek bir hareketimle dağıtırım."
Beklemediği bir anda erkekliğine geçirdiğim tekmeyle silahını onun alnına dayadım. Ama onu hafife almamam gerekiyordu. Bacağımda ince bir sızı hissettim. Enjektörü oraya saplamıştı. Kalp ritimlerimi düzene sokmak için kendimi o kadar zorlamıştım ki, düşüp bayılabilirdim. Korkuya yer yoktu. Zaaflara da öyle. Bir savaştaydık ve savaşta zayıf olanlar hep kaybeden taraf olurdu. "Şimdi, parmağın o tetiğe giderse, tek bir hareketime bakar. Bu sıvıyı enjekte ederim ve ölümün inan bana hiç kolay olmaz."
Kahkaha atmaya başladım. İçinde kendimle beraber bu dünyayı da yakabilecek kadar pisikopatken beni küçük bir ateşle korkutmaya çalışıyordu. "Ya da avcı, tetiği çeker ve o ilaçtan önce arkadaşlarının bana sıkacağı kurşunlarla delik deşik olurum. Yanımda seni de götürmüş olurum. Daha mantıklı ha?"
Aynı anda bu kadar korkarken nasıl böylesine keyifli göründüğüm hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Sanırım kendimi iyice aşmıştım. Ama Korel de an az benim kadar pisikopattı. Alayla sırıttı. "Deneyimlemek isteyeceğim bir ölüm."
Burada bir kumar daha oynuyordum. Ya buradakiler beni vururdu, ya da rehin aldığım Korel'i kurtarırlardı. Ama biliyordum ki Korel'i öldüremezdim. Hayır, onu öldürebilirdim ama bu şekilde olmazdı. Sesimi yükselttim. "Bir karar verdiniz mi beyler?"
Arkalardan biri öne çıktı. Görür görmez tanıdım. Bora sıkıntılı bir şekilde saçlarını karıştırdı. Bana bakarken temkinliydi. "Tamam, lanet olsun tamam! İndirin silahlarınızı."
"Bu kadar yaklaşmışken mi?"
Başka birisi sertçe ona baktı. "Öldüremeyiz."
Neden öldüremezlerdi? Her biri bana tarifsiz bir tereddüt ve korkuyla bakıyordu. Korku doğal gibi gelebilirdi ama onlar doğduklarından beri benim için eğitim almışlardı. Peki neden korkuyorlardı? Hepsinin Korel'i sevdiğini hiç sanmıyordum. Onların yaşama amacı beni öldürmekken Korel'i gözleri görmezdi. Harika, dedim belli belirsiz. Başka bir bilinmezliğin daha içine düşmüştüm. Kapı gürültüyle açıldığında hepsinin bakışları o tarafa döndü. Önümde iki yol varsa ve ikisi de işime gelmiyorsa üçüncü bir yol yapmakta üstüme yoktu. Ve yine üçüncü yolumdan gidiyordum. Aktifleştirdiğim çipim Önder'i uyarmıştı. Onun sayesinde ordum buradaydı. Ölüm Çiçeği yanlıları. Sesler yükseliyordu, insanlar adımı haykırıyorlardı. "Adalet istiyoruz!" diyordu bir tanesi. Başka birisi ise, "Ateşimizi elimizden alıp karanlığa mahkum bırakırsanız, burayı yakmayı da biliriz!" diyordu.
İçeriye sayısız adam doldurduğunda bir tanesinin bana tuttuğu telefon ekranından Ethan'ın görüntüsünü gördüm. Bana asker selamı verdiğinde başımla karşılık verdim. "Her zaman ortak."
Kurduğu bu cümleden sonra ekran kapandı. Avcılar sivil halka isteselerde ateş edemezlerdi. Dökülen tek damla halkın gözünden tamamen düşmelerine sebep olurdu. Onları karşılarına almaları demek, kendi sonlarını getirmeleri demekti. Bunu hiçbiri göze almazdı. Korel ona doğrulttuğum silahı hızlı bir şekile çevirerek elimi arkama sabitledi. Sırtım göğsüne yaslıydı şimdi. O kadar sıkıyordu ki inleyebilirdim. Ben bile ne olduğunu anlamamıştım. Bacağımdaki enjektör neredeydi? Kulağıma yaklaşarak fısıldadı. "Bana çok tanıdık geliyorsun." Bütün bedenim ürperdi. "Şimdi git, ama seni bulacağım."
Beni serbest bıraktığında ileriye doğru büyük adımlar attım. Son söylediğinden sonra kendimi toparlamam gerekiyordu. Kalabalığın arasından geçerken hepsi bana yol açtı, saygıyla selam verdiler. İsteseler maskemi orada çıkarabilirlerdi ama kimse buna yeltenmedi. Merdivenleri o kalabalığın arasından geçerek indim. Karşımdaki manzarayla dudaklarım o şeklini aldı. Bu da neydi böyle? Bu kadarını kesinlikle beklemiyordum. Sanki tüm şehir buraya toplanmıştı. Bu kadar kısa bir sürede bu neredeyse imkansızdı. Her biri bana gülümseyerek baktı. El sallayan küçük bir kız çocuğuna aynı şekilde karşılık verdim. "Anne, ateş prenses o değil mi?"
Annesi kızını öptü. "Evet kızım, prensesimiz o."
Dünyalarını yakabileceğimin farkında olmayabilirler miydi acaba? Bu daha sonra düşünmeye karar verdiğim sırada birisi kolumu kavradı. Kapattığı kakşonunun ardındaki yüzü tanıyordum. Sorgusuz bir şekilde peşinden ilerledim. Uzaklaştığımızda etrafı kontrol ettim. Kimse yoktu. Kuzey'in getirdiği kıyafetleri üzerime geçirirken o arkasını dönmüştü. Saçımı serbest bırakarak olabildiğince düzelttim. Kuzey kakşonunu açtığında elimi onun cebine sokarak telefonunu çıkarttım. Ezberlediğim numaradan Ayaz'ı aradım. "Ayaz," dediğimde Kuzey bana ölümcül bakışlarını göndermeye başlamıştı. Şu bir ayda Ayaz'ın o kadar da gıcık biri olmadığını görmüştüm. Çok eğlenceli işkence yöntemleri biliyordu bir kere. Ve samimiyetini hissetmiştim. İçgüdülerim zararsız olduğunu savunuyordu. Ben hep içgüdülerimi dinlerdim. "Buraya bi helikopter göndersene."
"Bir yapmadığımız o kalmıştı."
Homurdandığında sırıttım. "Adresi atıyorum. Acele etsen iyi olur çünkü kocam içeride."
"Saatlerce sürünsün orada."
Duymamış gibi yaparak telefonu Kuzey'e uzattım. Onaylamaz bakışlarını bir an olsun üzerimden çekmemişti. "O heriften hoşlanmıyorum."
Ona da hak veriyordum aslında. Üzerine gitmemeye çalışıyordum. "Sadece yardımcı oluyor Sarışın."
Söylediklerimi duymadı bile. Sigarasını yaktığında ben de sırtımı duvara yasladım. Bugün resmen tuzağa düşmüştüm. Hayır, bu benim için basit bir şey değildi. İlkti. Hâlâ nasıl olduğunu aklım almıyordu. O eski yöntemi bilen kişilerin sayısı bir elin parmaklarını geçmezken bunu nasıl planlayabilmişti? Şifreyi bulacağımdan o kadar emin miydi? Korel Eceloğlu'nun zekasını hafife almamam gerektiğini kendime bir kez daha hatırlattım. Helikopter yan tarafımızdaki düzlüğe indiğinde ilk önce Kuzey bindi, bana elini uzatmış Ayaz'ı itekleyerek kendisi elini uzattı. Ayaz ise sadece gülmekle yetindi. "Aslında o herifi orada bırakmak da vardı ama işte-"
"Kes sesini cins herif."
Kuzey'in ani çıkışları artık şaşırtmıyordu. Bir de bu çıkmıştı. Her fırsatta Ayaz'a cins herif diyordu. Ayaz ise bozulduğunu gizlemiyordu. Daha da kötü tarafı artık ona herkes bu şekilde hitap ediyordu. Sanırım ona bir tek ben ismiyle sesleniyordum. Helikopter binanın balkonuna yanaştığında içeriye doğru bağırdım. "Buraya gelir misin Gölge Prens yoksa seni bu kadar insanın insafına bırakayım mı?"
O kadar kişinin arasından bana dönüp gülümsedi. Silahını yerine yerleştirerek Bora'ya gelmesi için işaret yaptı. Hemen ardından birkaç büyük adımda yanımıza geldi. Elimi uzattığımda muzip bir şekilde göz kırptım. Elimi tutarken gülerek başını iki yana salladı. Onu çekmek için tüm gücümü kullanmıştım ama düşecek gibi olduğumda kendini helikoptere itip beni belimden kavrayan o oldu. Kuzey de Bora'ya destek olduğunda Korel'in dibine gittim. "Bana böyle bir şeyden bahsetmemiştin."
Sesim kırgın çıkmıştı. Sigarasını çıkardığında ona fırsat vermeden elimi cebine attım. Parmak uçlarıma değen soğuk metali çıkarıp dudaklarının arasındaki sigarasını yaktım. Gözleri benim üzerimdeydi ama ben ona bakmıyordum. Çakmağı onun cebine koymak yerine kendiminkine attım. Beni yine yakalayamamıştı ve bıraksam o paketi bitirecekti. Sözsüz uyarımı sessizce kabul etti. "Dün Pera'ya gitmişsiniz. Vakit olmadı ani gelişti."
Yüzüne baktım yalan söyleyip söylemediğini anlamak için. Hiçbir işe yaramadığında içgüdüsel bir hareketle bakışlarımı gözlerine çıkardım. Samimi bakıyordu. İnanmıştım, neredeyse. Tek kaşımı kaldırdığımda gülümsedi, dumanı yüzüme üfledi. Gamzesini görmemi engelleyen dumanları hızla savurmaya çalıştım. Bu hareketim onu daha çok güldürdü. "İyi, inanayım bari."
Burnumu sıktı. "İnan bari." Bakışları helikopteri kullanan kişiye döndüğünde ciddileşti. "Bu herif helikopter kullanmayı biliyor mu?"
Bunu sormak hiç aklıma gelmemişti. Ama buraya kadar gelebilmişse kullanabiliyordur da öyle değil mi? Bilmiyorum anlamında dudağımı büzdüğümde Korel boştaki eliyle alnına vurdu. Ön taraftan Ayaz'ın sesi geldi. "Aslına bakarsanız bilmiyorum. Ama denemeden de öğrenemeyiz değil mi?"
Bora ona doğru hırslı bir adım attı. "Oğlum manyak mısın sen, hepimizi öldürmeye mi çalışıyorsun?"
Önüne geçtiğimde Kuzey'e yerinde kalması için en sert bakışımı gönderdim. Korel anlamadığım küfürlerini sıralıyordu. Aynı şekilde ona döndüğümde ellerini havaya kaldırdı. "Biliyorum bu çok edepsizceydi ama düşebiliriz. Yani bence gerekliydi."
"Korel!"
Ağzına hayali bir fermuar çektiğinde ne kadar tatlı olduğunu düşündüm. O sırada cama çarpan kurşunla helikopter sarsıldı. "Bölmek istemezdim ama sanırım birisi bu şeyi düşürmeye çalışıyor. Ve çabalamasına da gerek yok zaten."
Ayaz'ın sesi hâlâ eğlenir gibi çıkıyordu. Kuzey'in de ondan farkı olduğunu söyleyemezdim. İşi gücü eğlenmekti. Bora da rahat görünüyordu. Neredeyse ben ve Korel kadar rahat. "Sorun yok." dedi omuz silkerken. "Korel bizi buradan çıkarır. Lidere bizden farklı olarak bunu kullanmayı da öğretiyorlardı."
Kuzey'in sırıtması genişledi. "Bana bundan bahsetmemiştin, oğlum fazla havalı."
Ben de şaşırmıştım buna. Korel'e baktığımda gözlerini kaçırdı. Bir sorun vardı. Sigarasının küllerini silkeleyerek silahını çıkarttı. "Bize ateş eden şu helikopteri indirseniz iyi olur. Ve şu cins herifin de bunu bir şekilde indirmesi gerek çünkü bu şeyi kullanmayı bilmiyorum."
Sonlara doğru sesi sitemli çıkmıştı. "Ama dersler..."
Bakışları Bora'ya dönerken ne yapacağını bilemedi. Utanmıştı! Bu haline kahkahalarla gülmemek için ellerimi dudaklarıma bastırdım. Kuzey araya girdi. "Bir dakika, kaçtığını söyleme sakın!"
Mavileri anlık bana değdiğinde bocaladı. Ayaz'ın sesi daha da yükselirken kurşunlar art arda geliyordu. Birden bağırmaya başladı. "Kaçtım ulan kaçtım! Ne yani ben hiç dersten kaçamaz mıyım?"
Bora önce kahkaha attı, sonra bana dönerek hevesli hevesli anlatmaya başladı. "Bak şam şeytanı bu var ya, normal derslerde sınava girmeden önce hiç çalışmaz, ona rağmen hep yüksek alırdı. Sonra da Kuzey'e ve bana kopya verirdi. Ama öyle bir verirdi ki, bazen biz bile görmezdik. Hele bir de Kuzey'in arkadan onu dürterken hocanın onu gördüğündeki ifadesini görmeliydin!"
"Ben de çalışkan biriydim." diye araya girdi Kuzey. Yarı alınmış bir şekilde. Sonra tekrar gülmeye başladı. "Çıkışta hocanın telefonunu hecklemiştim. Bütün cevaplar oradaydı. Gerçekten, neden daha önce hecklememişim ki? Ama Korel avcılık derslerini hiç kaçırmazdı. Boş zamanlarında pisikopat gibi eğitimlerine devam ediyordu."
"Sahi," dedi Bora. "O dersten niye kaçtın ki?"
Korel anlık olarak hızla bana döndü. Hemen gözlerini kaçırmıştı ama bir şeyler sakladığını anlamıştım. Konuştuğunda sesi kısıktı. "Birini görmüştüm."
Anlamıştım. Öyle anlamlı bakmıştı ki bu sefer ben bile anlamıştım. O an merak ettim. Biz geçmişte kaç kere karşılaşmıştık? Bora'nın kahkahaları daha da yükseldi ama sadece iki saniye sonra gülümsemesi yüzünde dondu. Gözlerini birkaç kere kırpıştırarak silahını aldı. "Lan helikopter düşüyor!"
Gözlerimi devirdiğimde Korel'e baktım. Şu an acil bir şeyler düşünmesi gerekiyordu çünkü benim yaptığım hiçbir plan mantıklı olmazdı. Hayatta kalma oranının en fazla olduğu şeyi seçerdim ve o seçenekte ölme olasığı da bir o kadar fazla olurdu. Bakışlarımı gördüğünde gülümsedi. "Önden buyurmak istemez misiniz leydim?"
Topu bu kadar hızlı bir şekilde bana atmasına şaşıracak fırsatım bile olmadı. Her saniye daha fazla alçalıyorduk ve üç taraftan sıkışmamıza sebep olan helikopterler işleri kolaylaştırmıyordu. Ayaz hâlâ umursamazdı. "Sorun yok, böyle böyle indireceğiz. Hem ne derler bilirsiniz. Dibi görmeden zirveye çıkamazsın."
Bora ön tarafa doğru bağırdı. "Sanırım algılayamadın ama o dibin ötesinde zirve değil, cehennem var. Madem bilmiyorsun, ne diye biniyorsun oraya? Buradan sağ çıkarsam kork benden Ayaz!"
Ayaz ağzını açacağı sırada Korel ateş etmeye başlayarak bağırdı. "Yeter! Şimdi herkes benim Yeni Ay'ımı dinleyecek."
Benim Yeni Ay'ım. Bu üç kelimenin bu kadar mest etmesi hiç adil değildi. Hızlı düşündüm. Yere çakılmak üzere olan bir helikopterdeydik ve bizi düşürmeye çalışan üç tane daha vardı. Düşersek kurtulabileceğimizi sanmıyordum. Yedi katlı bir apartmanın çatı katıyla aynı hizadaydık. Bizim helikopterlerimizde alabileceği kişi sayısınca paraşüt bulunurdu. Dünyaya meydan okuyorsanız tedbir hayatınızın vazgeçilmez bir parçası haline gelmeliydi. "Arka taraftaki çantadan paraşütleri alın. Arkamızdakileri indirmeden atlayamayız. Onları da burada indiremeyiz. Altımız yerleşim yeri."
"Yakınlarda deniz var." dedi Kuzey.
"Ayaz sen benim yanımdasın. Diğerleriniz, arkamızdakileri halledin."
Bora, "İşte benim kızım." dediğinde gülümsedim.
Korel'in kaşları çatılmıştı. "Bu cins herif neden senin yanında oluyor?"
Ayaz ön taraftan yüksek sesle nefesini vermişti. Korel'in çatılmış kaşlarını bastıramadığım bir içgüdüyle elimi uzatarak düzelttim. Hâlâ kızgındı. "Çünkü benim Gölge Prens'imin kötü adamları öldürmesi gerek."
Yaptığım imayla gülecek gibi olduğunda ön tarafa geçtim. Ayaz'ın yerine oturduğumda önüme ekran uzattı. "Al izlersin buradan."
Ona tip tip baktım. "Ayaz, bu ne?"
Omuz silkti. "Helikopter kullanmayı öğretiyormuş."
Ekranda yavaş yavaş, ağzını yaya yaya konuşan adama baktım. Sonra Ayaz'a dönüp inledim. "Ayaz, çek şunu! Burada bu şekilde ölemem."
Omuz silkti. "Sen bilirsin."
Ona göz devirmeye bile vakit bulamadım. Filmlerden gördüğüm kadarıyla kenardaki kolu çektim. Yükseldiğimizde Korel'i işittim. Sesini duyurabilmek için bağırıyordu. "Helikopter kullanmayı bildiğini bilmiyordum Yeni Ay."
Yüzüme kocaman bir gülümseme yerleştiğinde nasıl dönüş yapabileceğimi çözmüştüm bile. Coşmuş bir şekilde arkaya bağırdım. "Bilmiyorum!"
Korel bir an ateş etmeyi bırakıp dehşetle bana döndüğünde ona göz kırptım. Ayaz ve Kuzey'in kahkahalarına Bora'nın daha önce duymadığım küfürleri eşlik etti. Korel de şoku atlattıktan sonra gülümsedi, önüne dönerek helikopterlerden birinin düşmesine sebep oldu. Hayır, kesinlikle uzaktan bakıldığında göründüğü kadar nefes kesici bir hareket değildi. Sadece kullanan adamı vurmuştu. Bu kadar etkilenmem saçmaydı. Dikkatimi toplamaya çalışıp yükselebildiğim kadar yükseldim. Birkaç başarısız denemenin ardından Ayaz'ın işaret ettiği yere dönüş yapabilmiştim. Biraz sert olmuş olacak ki Kuzey az daha aşağı düşüyordu. Bora onu son anda ensesinden kavradığında gülümsedi. Sonra da ikisi beraber başka bir helikopteri düşürdü. Aralarında anlamadığım bir bakışma geçtiğinde Bora'nın telefonu çaldı. "Üzgünüm," diye mırıldandı. "Bunu açmam gerekiyor."
Görüntülü arama olacak ki ekranı kendisine tuttu. Sonra bütün o gürültünün arasından Pera'nın sesini duydum. Sinirli gibiydi. "Bora, neredesiniz siz!"
Bora silah tuttuğu elini saçlarından geçirdi. Yüzündeki ifadeyle çok tatlı görünüyordu. Elindeki silah bile bozamamıştı bunu. "Rus Kızı, ben seni sonra arayayım mı, şu an helikopterden atlayacağız da."
"Ne olmuş?" diye sorduğunu duydum arka taraftan Gazel'in.
Pera son derece ciddiydi. "Helikopterden atlayacaklarmış, bizi de sonra ararlarmış."
"İnanmıyorum abi! Nasıl bana haber vermezsiniz!"
Korel'in yumuşak sesi geldi. "Bir ara çatlak birinin kullandığı ve düşmek üzere olan bir helikoptere seni de bindiririm abiciğim."
Bana doğru gelen kurşunu fark etmedim bile. Yan tarafımdaki cam parçalandığında birisi kolumu kavrayarak bedenimi geriye savurdu. Kurşun hemen yanımdan geçerek beni kurtaran Ayaz'ın koluna isabet etti. Yüzünü bile buruşturmadan kıyafetinden yırttığı parçayı oraya sardı. Bakışlarımı gördüğünde sırıttı. "Sadece küçük bir sıyrık."
Ben bir şey söylemeden çıkardığı silahını parçalanmış camdan dışarı doğrulttu. Saniyeler içinde üçüncü helikopter de düştü. Bana o kurşunu sıkan adamın içinde olduğu, ve kalan son helikopter. Şaşırma ve ölümden dönmenin verdiği dehşeti sonraya ertedim. Üç helikopter de denizin üzerine düşmüştü. Şimdi sıra bizimkindeydi. Tehlike kısmen geçmişti. Daha da fazla yükselmeye başladığımda artık yanımda Ayaz yerine Korel vardı. "Korel," dedim yüksek sesimle helikopterin gürültüsünü bastırmaya çalışarak. "Bana helikopter alsana. Ha, olmaz mı? Bak kullanmayı da öğrendim."
"Ben de düşürmeyi öğrendim sanırım."
"Yani alacak mıyız?"
Kısa bir sessizlik oluştu. "Tehlikeli."
Ona bakıp en sevimli ifademi takındım. "Lütfen."
"Tamam alalım ama sen süremezsin."
Biraz daha yükseldim. "Off Korel ya."
"Şöyle yapalım, ben sürmeyi öğreneyim, seni gezdireyim."
"Yani yıllar önce birini görmek için kaçtığın o dersi telafi mi edeceksin?"
Dudağının sol köşesi yukarı kıvrıldığında yeterli yüksekliğe ulaşmıştık. Arkamızdakilere doğru seslendi. "Atlıyoruz." Onlar atladılar, ben yükselmeye devam ettim. Çenemi tutup ona bakmamı sağladı. Kontrolü kaybetmiştim. Hem helikopterin, hem düşüncelerimin, hem kendimin. "Telafi edeceğim, hayatımda ilk defa amacımı terk edip peşine düştüğüm o kız için."
Basit bir cümle olabilirdi, çoğu kişi abarttığımı da düşünebilirdi ama o cümleye neler sığdığını sadece ikimiz bilebilirdik. O dersi Ölüm Çiçeği'ni öldürmek için alacaktı. Beni görmüştü ve benim için kaçmıştı o dersten. Onu o dersleri almaya iten de, kaçmasını sağlayan da aynı kişiydi. Henüz bunu bilmiyordu. Şimdi yine karşı karşıyaydık ve kaçtığı o dersi telafi edeceğini söylüyordu. Beni öldürmek için değil, beni yaşatmak için.
Her şey çok ani gelişti. Beni tuttuğu gibi düşmakte olan helikopterden atladı. Bedenime çarpan soğuk havayla kendime geldim. Ondan isteksizce uzaklaşıp pozisyonumu aldım. Hesapladığım mesafede paraşütümü açtım. Yere çakıldığımda inleyerek bacaklarımı ovuşturdum. Gerçekten çakılmıştım. Tahmin ettiğimden daha sert bir düşüş olmuştu. Korel'in uzanan elini tutarak kalktım. Kendi etrafımda bir tur dönmemi sağladığında dans ediyormuşuz gibi bir görüntü oluşmuştu. Herhangi bir yerimde hasar olmadığına kanaat getirmiş olacak ki elimi tutup yürümeye başladı. Bora ezilmiş telefonunu çıkararak açmaya çalıştı, açılmadığını görünce yere fırlattı. Kuzey pis pis sırıttı. "Arayamadın mı sevgilini? Sen de iyice hanımcı oldun be kardeşim."
Bora ona alınmış gibi baktı. "Sen çok mu farklısın?"
Korel'de sırıtarak yanlarına gitti. "Yerinizde olsam hanımcı olmayı büyük bir zevkle kabul ederdim."
Gizli tehditi karşısında ikisi de mum oldular. Pera ve Gazel onlar yüzünden üzülürlerse pek hoş şeyler yaşanmayacağını anlamış oldum. Yüzümdeki gülümsemeyi ise çok sonra fark ettim. İlk zamanlarımızı hatırladım. Kuzey'in onlara silah çekmesi, Korel ve Bora'nın Kuzey'e meydan okuyan bakışları... Şimdi anlıyordum. Aslında değişen pek de bir şey yoktu. Onlar hep üç kardeşti. Kuzey onlardan kopup bizim yanımıza geldiğinde bile bitmemişti bu. Yıllar sonra tekrar beraber gülüyorlardı. Kim bilir, belki de kaybolan onca yılı affediyorlardı.
Düşüncelerimden sıyrılarak Ayaz'a döndüm. Yine hayatımı kurtarmıştı. Son bir ayda bu dördüncüydü. Yalan söylediğini sezmemiştim. Bu yüzden yanımda kalmasını istemiştim. Hayır güvenmiyordum, sadece risk alıyordum, kumar oynuyordum. "Kolun nasıl?"
Yine o alaycı ifadesini takındı. İnsanlar umursamaz gibi görünmeyi seviyorlardı. Ama gözlemlememe göre bu adam gerçekten hiçbir şeyi umursamıyordu. Korel onu yendiğinde bile sinirleniyordu ama iki dakika sonra eski hâline dönüyordu. Bazen ona özeniyordum. Asker selamı vererek hazır ola geçti. "Bir kurşun bu bedeni yere sermeye yetmez patron."
Patron kelimesine bilerek vurgu yapmıştı. "Merkezde kalıyor olman Magma adamlarından biri olduğun anlamına gelmez."
"Evet," dedi onaylayarak. "Gelmez."
"O hâlde bana patron demekten vazgeç."
"Neden vazgeçeyim?"
Şimdi çıldıracaktım. "Çünkü sadakatin Magma'ya değil."
Başıyla onayladı. "Değil."
"Çünkü senin sadakatin kimseye değil."
"Bunu da nereden çıkardın?"
Bu sefer şaşkın görünüyordu. Ona tehditkâr bakışlarımı yolladım. "O hâlde sadakatin kime?"
"Sadakatim," dedi. İlk defa onu bu kadar ciddi görüyordum. "Gece Lavinya'ya."
Ona baktım. Bu tür adamlar kimseye itaat etmezlerdi. Ama gayet samimi görünüyordu. Gözlerimi bir kez kapatıp açtığımda bunu onay olarak algılayıp yürümeye devam etti. Belki de doğru insanları seçiyordum. "Gece Lavinya Eceloğlu," dedim yarı alaylı yarı ciddi. "Resmiyetteki adım bu."
Sadakatinin Gece Lavinya'ya olduğunu söylemişti ama soy ismime yer vermemişti. Önümüzde yürüyen Korel'e bakarak yüzünü buruşturdu. "O adamın soy adını alsan da almasan da sadece sana sadığım Gece."
Bu sefer gerçek bir afallamayla ona döndüm. İnsanlar bizi severlerdi, nefret ederlerdi, saygı duyarlardı. Sadece ünvanımız için. Ama o ne olursam olayım yine bana sadık kalacağını söylüyordu. Benim için anlamını biliyor olamazdı. Bu kez samimi bir şekilde gülümsediğimde aynen karşılık verdi. Sık sık arkasını dönen Korel'e ise alaycı bir şekilde sırıtıyordu. Şu an Korel'in aslında ne kadar da sabırlı biri olduğunu görüyordum. Ayaz çalan telefonunu kimin aradığına bakmadan kulağına götürdü. Başlarda her zamanki ifadesi yavaşça genişledi, saf heyecana dönüştü. Kısa bir cevap vererek telefonu kapatıp bana döndü. "Gölge!"
Başta Korel olmak üzere diğerleri de yanımıza geldi. Korel önce Ayaz'ın yüzüne baktı, sonra o gülümseme ona da bulaştı. "Ne zaman?" dedi Kuzey direkt.
"Bu gece."
"O zaman gidiyoruz." dedi Bora. Heyecanlı görünüyordu. Kaşlarımı çatarak elimi belime koydum. Şu gözlerle konuşma meselesini en kısa sürede çözemezsem çıldıracaktım. En zor dili bile öğrenmem en fazla bir ayımı alırken bu durum çok sinir bozucu bir şeydi.
Korel'in keyfi de yerine gelmişti. "Orada görüşürüz Ayaz."
"Görüşeceğiz Gölge."
İkisi de birbirlerine meydan okuyorlardı. Bu duruma daha fazla katlanamayacağımı anlayarak çemkirmeye başladım. "Ay yeter artık! Bilmiyorum işte sizin o aptal göz dilinizi. Horozlar gibi birbirinize dikleneceğinize biriniz bana olayı açıklasın."
Kollarımı göğsümde buluşturarak dik dik onlara baktım. "Göz dili mi?" dedi Korel gülmemeye çalışarak.
Suratımı astım. "Bu biraz saçma oldu sanki."
Tek adımda dibimde biterek yüzümü ellerinin içine aldı. "Dünyanın en mantıklı cümlesiydi Yeni Ay. Bu gece yarışa gidiyoruz." Muzipçe gülümsedi. "Hem bana verdiğin bir söz vardı ha, ne dersin?"
Bu yarışta Korel benimle değil, benimle yarışmak istiyordu. Çok kısa bir süre öncesine kadar buna ihtimal bile vermezken bu gece onun arkasına binecektim. Kemik'te yazısız bir söz vardı. Oraya giden herkes bilirdi ama kimse dillendirmezdi. Bir kız bir erkeğin arkasına biniyorsa ya güvenmiştir ya da aşıktır. İlki kötüdür, ikincisi ise ölüm. Ürpermeden edemedim. Ben hangisiydim? Çenemi meydan okurcasına kaldırdım. "Ben sözümü tutarım."
Cevabı gecikmedi. "Bunu aklımda tutarım."
İkimizin de o günü hatırladığını biliyordum.
"Tekrar karşılaştık Yeni Ay. Ve emin ol, biadım sana değil."
"Yanmaya razısın yani?"
"Ateş, temizler. Yanmak benim için sadece ismimin hakkını vermek olur."
"Fazla iddialısın."
"Fazla tehlikeli sulardasın." "Dinlenmen gerekiyordu."
"Önemli bi şey değildi. İyiyim." "Sarmışsın."
"Ben sözümü tutarım."
"Bunu aklımda tutarım."
Anılar zihnimi işgal ettiğinde o da benimle aynı durumdaydı. O zaman birbirini öldürmeye yemin etmiş iki düşmandık, karşı karşıya sözlerimizle tehdit ediyorduk. Şimdi ise hemen yan tarafımdaydı ve bakışlarında adını koyamadığım bir ifade vardı. Kolunu omuzuma attı ve o şekilde yürümeye devam etti. Çalan telefonunun ekranına bakarken kasıldı. Kimin aradığını görememiştim ama ifadesinin her saniyesini izliyordum. Karşı tarafı dinlerken yüzü daha da korkutucu bir hâl aldı. Ön taraftakilerin de dikkatini çekmişti bu durum. "Bulun onu."
Bu iki kelimeden başka bir şey söylemedi. Rahatsızlıkla ona biraz daha sokuldum. Gülümsemeye çalıştım. "Ne olmuş?"
"Gece." dedi başını iki yana sallayarak. Gülümsememi bozmadım. Ben biliyordum bu bakışları, bu sessizliği. Bana hemen şimdi söylemeliydi. Ne kadar çabuk öğrenirsem o kadar çabuk çözüm bulurdum. Ya da sadece kabullenirdim. "Ne olmuş Korel söylesene."
"Uraz ortalarda yokmuş."
"Belki de saklanmıştır, uzaklaşmıştır?"
Belki de kaçırılmıştır, öldürülmüştür. "Bakmışlar her yere. Yokmuş."
"Peki."
Dudaklarımdan sadece bu kelime döküldü. Peki, sıradan bir kelime değildi. Kabullenişler vardı içinde, vazgeçişler vardı. Onlarca farklı duygu barınırdı. Çoğu incinmiş ruhun son sözü olurdu. Adımlarımı hızlandırdığımda peşimden geldiğini biliyordum. Titremek için boşluğumu arayan ellerime, hızlanmak için zaman kollayan kalbime, dolmak için can atan gözlerime sıkı bir ayar çektim. Vaktim yoktu. Bunların hiçbirine vaktim yoktu. Zaman durmuyordu, düşmanlar da öyle. Şu an saniyeler bile aleyhime işliyordu. Sadece düşünmeliydim. Düşünmeli ve harekete geçmeli. "Miray?" dedim arkama doğru.
"O iyi, Pera'nın bizim mekanlardan birine götürmesini söyledim. Güvende olacaktır."
"Kim yapmış."
"Belli değil mi?"
"Kuzgun." Bunu daha çok kendi kendime söylemiştim. Neden Miray'ı değil de Uraz'ı almıştı? Biraz daha hızlandığım sırada kolumu tuttu. "Şirkete gidiyorum. Bulacağım onu. Güvende olduğundan emin ol Gece, aklımın sende kalmasını istemiyorum."
"Evde öylece oturamam Korel."
"Otur demiyorum sana güzelim. Benimle de gelebilirsin, kendini riske atmadığın sürece Uraz'ı da arayabilirsin. Sadece en azından Kuzey'in yanında kalmasına izin ver. Görüyorum, ona güveniyorsun. Hatta benden bile fazla güveniyorsun. Gitmem gerekiyor. Uraz'ı ona bırakmayacağım."
Fırtınalar mavi irislerinden taşıyordu. Yumuşak çıkan sakin sesine inat bakışları onu bulana kadar her şeyi yıkacakmış gibiydi. "Tamam. Merkeze gidiyorum Kuzey benimle gelir ama lütfen Bora da seninle gelsin." İçim sadece bu şekilde rahat ederdi. Başını sallayarak onayladı beni. "Korel," dedim yutkunarak. Ona bunu söylememem gerekiyordu. Zayıflığımı göstermemeliydim. Ama bunları umursamadım bile. Merak bulaşmış irislerine odaklandım. "Getir onu Korel. Nefes alamam ki."
Dillendirmemiştim. Sadece bir kez olsun maskemi indirmiştim. Gördü. Ama anladım ki, o zaten görüyordu. Sadece açık ettiğime olan şaşkınlığı vardı. Uraz'a bir şey olursa nefes alamazdım. Tıpkı bunca zaman gözlerine bakamadığım gibi. Babasına yaptıklarım vardı. Zihnimde dönüp duran o kareler, gözlerine baktığımda gerçeğe dönüşecekmiş gibi geliyordu. Onu bulmalıydım çünkü babasına söz vermiştim. Onu bulmalıydım çünkü onun bir suçu yoktu. Onu bulmalıydım çünkü Miray için değerliydi. Kendime bile itiraf edemezdim ama onu bulmalıydım çünkü içimde benzersiz bir acı vardı.
"Onu sana getireceğim Yeni Ay." İki saniyelik sessizliğin ardından hızlıca ekledi. "Söz veriyorum."
Söz vermişti. Şimdiye kadar ondan öğrendiğim en gerçek şey verdiği sözleri tutmasıydı. Gülümsediğinde her şeye rağmen karşılık verdim. Sonra da bize yetişmeye çalışan Kuzey'i bir baş hareketiyle peşime taktım. Korumacı bir tavırla ifadesi sertleşti. Hemen arkamdan yürürken o işaretim bir benzerini de Bora'ya yaptım. Başını silik bir şekilde sallayarak Korel'in yanına ilerledi. "Kuzey, merkeze gidiyoruz."
Hiçbir şey söylemedi. Onun da en az benim kadar sinirli ve gergin olduğunu biliyordum. Arkamdaki adımları sert ve aceleci, solukları derindi. Sık sık saçlarını karıştırıyordu. Merkeze varana kadar birçok kez kaza yapmaktan son anda kurtulmuştuk. Kendi canım önemli değildi ama o insanlar için kendimi firenlemeye çalışıyordum. Ve bir işe yaramıyordu. Kapıyı öyle bir şiddetle açmıştım ki oradaki herkes bize döndü. Gür bir sesle konuşmaya başladım. Nefret ruhumu ele geçiriyordu. Kuzgun'un biraz bile aklı olsaydı beni bu hâle getirmemesi gerektiğini bilirdi. "Bugün, bizim mekanlarımızdan birinden, bizim korumamız altındaki bir çocuk kaçırıldı! Kuzgun." Kalabalığın arasında en önde duran Aras'a döndüm. "Korel Eceloğlu'ya destek gönder Aras. Diğer ülkelerdeki müttefiklerimize de haber ilet. Kuzgun'u istiyorum."
"Halledeceğim patron."
Kararlı çıkan sesi ve dik duruşuyla bir askeri andırıyordu. Koridorlardan birine girerek gözden kayboldu. "Aras, Ayaz'ı da yanına al Uraz'ı son görenlerle konuşun. İz sürün. Sahada olacaksınız."
"Peki patron."
Onlar da dışarıya çıktılar. Kuzey direkt alt katın merdivenlerine ilerledi. Teknolojik aletlerin olduğu salon oradaydı. Peşinden gelmediğimi gördüğünde omuzunun üzerinden arkaya baktı. "Gelmiyor musun?"
"Odama gidiyorum. Uzun sürmez."
Ne yapacağımı anlamıştı, sesini çıkarmadı. Odama doğru bir adım attığım sırada karşımdan gelen Önder'le yerimde durdum. "Ne bu kargaşa?"
Nefesimi sıkıntıyla verdim. "Uraz kaçırıldı."
Tek kaşı havalandı. "Bizim mekanımızdan mı?" İnanamıyormuş gibi biraz da kibirle devam etti. "Magma'dan çocuk kaçırmak ha?"
"Kuzgun yapmış olmalı. Onu bulmak zorundayım."
"Bulacaksın." dedi elini omuzuma koyarak. "Sen benim kızımsın."
Yüzüne baktım, sert duruşuna, kararlı bakan gözlerine. İliklerime kadar hissettiriyordu. O buradayken kendimi yıkılmaz gibi değil, yıkılsam bile beni tutacak biri varmış gibi hissediyordum. Belki de baba tam olarak bu demekti. Onun askeriymişim gibi başımı hafifçe eğerek selam verdim ve kendimi odama kapattım. Kapıyı kilitleyerek yere oturdum, sırtımı kapıya dayadım. Gözlerimi boşluğa dikerek Uraz'ı düşünmeye başladım. Belki de saatlerce o şekilde kaldım. Hadi, yakacağınız bir sigara bile yeter. Hadi ama! Sinirle yatağa tekme attım. Saatlerdir, saatlerdir hiç mi ateş yakmamışlardı? Sonra aklıma başka bir şey geldi. Kuzgun'a birisi en büyük korkumdan bahsetmişti, o da Ayaz'ı teyit etmesi için göndermişti. Doktor Kemal Erkaya Kuzgun'a bilmediğim bir sebepten dolayı yardım ediyordu. Kahretsin! Tabii ki de ateş yakmayacaklardı çünkü bulundukları yerde ateşin olması demek, benim de olmam demekti. Bütün öfkemle odadan çıkarak Kuzey'in yanına gittim. Kapıyı sert bir şekilde açtığımda Kuzey'i ve on iki kişiden oluşan ekibi bilgisayarların başında çalışırken gördüm. Özellikle de Kuzey kendini kaybetmiş gibiydi. Tuşlara kıracakmış gibi basıyor, aradığını bulamayınca daha da sinirleniyordu. Yanındaki adamlara emirler yağdırıyordu. Ekranlardan birinde bir görüntü vardı. Nefesimi tuttum. Korel yüksek bir binanın tepesindeydi. Sırtı kameraya dönüktü ve önünde dizlerinin üzerine çökmüş yaklaşık elli adam vardı. "Söyle." dedi dişlerinin arasından. Adam tarifsiz bir korkuyla başını iki yana salladı. Korel elindeki bir tuşa bastı ve adam titremeye başladı. Elektrik veriyordu. Yavaş ve acılı bir ölüm. Gözümü kırpmadan izlerken adamın bedeni yana düştü. Sonra onun yanındaki ve onun da yanındaki. Kamera nihayet yüzünü gösterdiğinde emin oldum. Korel Eceloğlu gerçekten delirmişti. Yüzünde öyle bir ifade vardı ki...
Daha fazla bakmak istemeyerek bakışlarımı Kuzey'e çevirdim. Beni yeni fark etmişti. Yaptığı tek şeyse kafasını olumsuz anlamda sallayarak tekrar ekrana dönmek oldu. "Sarışın, bırak demek ki bu şekilde olmayacak. Korel'in yanına gidelim."
Klavyeye sağlam bir yumruk attığında oradaki herkes irkildi. "Siz devem edin." diyerek hızlı adımlarla yanıma geldi. Oradan neredeyse koşarak çıktık. Arabayı Kuzey sürüyordu ve beyazlaşmış parmak boğunları hayra alamet değildi. Korel'in olduğu binaya vardığımızda ikimiz de asansörü beklemeden merdivenleri ikişer ikişer çıktık. Sonunda orada, bir sürü cesedin yanında Korel'i gördüm. Bana baktığında o sert ifadesi buhar oldu. "Gece."
Yanına gittim, silahımla bizi çeken dronu vurdum. Sonra kollarımı boynuna doladım. Yüzünü saçlarıma gömerek derin nefesler aldı. Aras ve Ayaz koşar adım yanımıza gelene kadar öyle durduk. İstemeyerek ondan ayrılıp gelenlere baktım. Ayaz elinde bir bilgisayar çantası tutuyordu. "Kendiniz görün istedik."
Sesi kısık çıkıyordu ve yüzündeki ifade alaycılıktan çok uzaktı. Onun bu hâllerine alışık değildim. Korel benden önce çantanın içinden bilgisayarı çıkarttı. Ayaz ona flaş bellek verene kadar görmemiştim bile. Korel bilgisayarı açar açmaz karşımıza çıkan görüntü kan dondurucuydu. Boş bir yeri gösteriyordu kamera. Farelerin sesi kulaklarımdaydı, duvarlarda silik kan izlerini seçebiliyordum. Güneş ışığı veya görünen bir penceresi yoktu. Titrek ampul ışıkları tek ışık kaynağıydı. Ortamın soğukluğunu hissetmem için orada olmama gerek yoktu. Ama çenemi dişlerimin kırılma eşiğine gelene kadar sıkma sebebim bunların hiçbiri değildi. Kuzey'in ve Bora'nın inlemeleri, Aras'ın bütün saygıyı yok sayan küfürleri, hatta Ayaz'ın toprağı tekmelemelerinin sebebi de bunlar değildi. Korel'in sıkıca kapanan gözlerinin de. Bir sandalye vardı tam ortada. Oturan kişi bir çocuktu. Sadece dokuz yaşında bir çocuk. Uraz. Kolları ve ayakları bağlanmıştı. Halatın kan yüzünden pembeleştiğini görüyordum. Ne kadar çırpınmıştı? Gözleri zorlukla açık duruyordu. Güçlü durmaya çalışıyordu ama o daha çok küçüktü tabii ki de korkuyordu. Bu kadar kötülük için fazla küçük ve fazla masum. Adalet buranın neresindeydi?
Sonra görüntü değişti. Başka bir yeri gösteriyordu. Burası da diğeriyle benzerdi. Bir kadın beton zeminde yatıyordu. İnip kalkan göğsünden sadece uyuyor veya baygın olduğunu çıkarabilirdim. İlki olmasını isterdim ama ikincisi olduğunu biliyordum. Elleri birbirine bağlanmış, ayakları tıpkı bir tasma gibi duvara zincirlenmişti. Dağılmış beyaz saçlarını gördüğünde kalbimde bir oyuk açıldı, büyüdü. Hatta o kadar büyüdü ki, önce beni sonra da herkesi yutacağını düşündüm. Kuzgun'un sesi duyuldu arkada. "Günahsız bir çocuk mu, yoksa kardeşin mi? Seçimini yap Lavinya."
Lavinya, Ölüm Çiçeği demekti. Bilerek ismime vurgu yapmıştı. Korel'in eli sıkıca dizimi kavradı. Kendine destek olmam için mi yaptı bunu, yoksa bana destek olmak için mi anlamadım. Ama benim de desteğe ihtiyacım vardı. Bu yüzden elimi elinin üzerine koydum. "Korel," diye mırıldandım. Gözleri birbirine kenetlenmişti. Kaçıyordu. Bir kez daha seslendim. Bu sefer sesimin titremesini engelleyemedim. "Korel."
"Kardeşim," dedi. Sesindeki tını yenilmiş gibiydi. Titrekti, korkan bir çocuğunki gibiydi. Hiç görmediğim kadar sevgi doluydu. Ve beni bile ürkütecek kadar nefret dolu. "Gece, o üşür ki orada."
Gözlerimi kapatmak istedim. Tıpkı onun gibi kaçmak istedim. Yapamadım. Onun gözleri kapalıyken yapamazdım. Kendimi korumalıydım, onu korumalıydım, bizi korumalıydım. Onun gözleri açık olsa ben kapatabilirdim. Çünkü o beni korurdu. En savunmasız zamanımda bile. Şimdi olmazdı. O böyle bitik durumdayken ben hiç olmadığım kadar güçlü olmalıydım. Son söylediği cümleyle intihar etmek isteyen göz yaşlarımı geri gönderdim. En acı cümlelerden biriydi bu. Sevginin en saf tonuydu. "Isıtırız o zaman Korel. Ateş ısıtır."
"Ateş," dedi kafasını sallayarak. "Isıtır. Beni hiç ısıtmaz, sevmez o beni. Ama onu ısıtır değil mi Gece? Onun bir suçu yok ki."
Eğer ateşin uğruna sönmek için can attığını bilse yine de böyle konuşabilir miydi? "Isıtır Korel. Getireceğim onu sana. Söz veriyorum."
Sonra sırtını yavaşça bana dayadı. Ona istediğim her şeyi yapabilirdim bu konumdayken. O yıkılmak üzereydi, bana dayanmıştı yıkılmamak için. Ve ben yerimde biraz daha dikleştim yıkılmaması için. Derin birkaç nefes aldı ve ayaklandı. "Şimdi deği," dedi sayıklarmış gibi. "Şimdi olmaz, onu bulmalıyız. Kuzey, şimdi olmaz!"
Diğerlerine baktım tek tek. Sonra Bora'nın titreyen ellerini tuttum. "Bora, hadi onun size ihtiyacı var."
"Abicim, kalk hadi. Gece o neden yatıyor. Söyle kalksın. Ben onun yanında olamadım ama seni dinler."
"Bora," dedim bu kez acıyla. Koca koca dağların yıkılmasına şahit oluyordum. "Sadece uyuyor. Çok yorulmuş. Hem sen bilmez misin bizim Yakamoz'u çok sever uyumayı."
"Sever ya. Hele bir bulalım, kızacağım ona yerde uyuduğu için."
Kafasını iki yana salladığında biraz olsun kendine gelmiş gibiydi. Ayaklanana kadar dizlerinin üzerinde durduğunu görmemiştim. Arkama baktığında ela gözlerine daha büyük bir acı bulaştı. Baktığı yöne döndüğümde en büyük yıkımımı yaşadım. Kuzey yerdeydi, Korel kollarını onun bedenine sarmıştı. Ben buradayım der gibi. Kuzey ise, o gerçekten yıkılmıştı. Gözlerinden art arda düşen yaşları silmekle bile uğraşmıyordu. Titriyordu, ağlıyordu, yeşilleri bilgisayardaki sevdiği kıza kilitlenmişti. Sanki gözünü kırpsa yok olacakmış gibi bakıyordu. Dikkatli baktığımda çırpındığını gördüm. Korel onu engellemeye çalışıyordu. Çırpınmak, hayır doğru tabir bu değildi. O, can çekişiyordu. Koştum, hemen yanında eğildim, yüzünü ellerim arasına aldım. "Sarışın kalk hadi. Kalk da bulalım Yakamoz'u."
"Bana ihtiyacı var onun. Ben gidersem yanına bak gör, hiçbir şeyi kalmaz."
Sayıklıyordu. Kendinde değildi. "Aras," dedim gözlerimi Kuzey'den ayırmadan. "Birilerini çağır. Yardım etsinler."
Sonra Korel'in buz gibi sesi girdi araya. "Bizimkileri de toparla. İkisini de alana kadar, bu dünyayı yakacağım."
Yakardı. Bunu buradaki herkes biliyordu. Aras irkilerek yarım adım geri çıktı. Yine de kararlılıkla başını salladı. Korel birini aradı. "Pera, Gazel yanında mı?"
Telefonun diğer tarafında bir yutkunma sesi işittim. Pera zeki kızdı. Bu yüzden yanımda değil, demedi. "Korel, onun nerede olduğunu bilmiyorsunuz değil mi?" dedi sesinden anlaşılan acıyla.
Ayaklandım. Bana ihtiyaçları olduğunu görebiliyordum ama Korel onları ayakta tutabilirdi. En azından şimdilik. Şimdi gitmeliydim çünkü bana ihtiyacı olan tek kişi onlar değildi. Uraz'ın daha çok ihtiyacı vardı bana. Yakamoz'umun da daha çok ihtiyacı vardı. Ben onun saçlarını taramaya kıyamazken bunu ona yapanları yaşatmayacaktım. Korel'le çok kısa bir an göz göze geldik. Gitmem gerektiğini anladı. Ben de anladım acısını ve nefretini. Bakışlarıyla git dedi. Bakışlarından ne demek istediğimi anladım. Sonra da başını belli belirsiz salladı. Onayımı aldıktan sonra büyük adımlarla arabaya bindim. Arkamdan gelen Ayaz'a döndüm. "Sana burada ihtiyaç var."
"Beni burada bırakıyorsun onlara destek olmam için. Peki sana kim destek olacak. Hep böyle misin Gece? En güçlü olan hep sen misin?"
"İşlerim var Ayaz. Burada kal ve onlara yardım et."
Sert çıkan sesimden sonra bıkkınlıkla nefesini verdi. Kabullenerek diğerlerinin yanına ilerledi. Ben ise bütün hızımla evimize sürdüm. Doksan sekiz katı asansörü umursamadan çıktım. Kendimi salonda yere attım. Kehanette yazan şey ateşin sınırlarının olmadığıydı. Hoş, kehaneti Korel'i gördüğüm an yok saymıştım bile. Ben ateştim ve kimliğimi saklamak yerine kim olduğumu hatırlatacaktım. Bir kez daha sınırları aşacaktım.
Derin bir nefes aldım. Evet, ihtiyacım olan tam olarak buydu. Gözlerimi kapatarak Gazel'i düşündüm. Bulunduğu yeri getirdim aklıma. Görüntülerimi aynen zihnimde canlandırdım. Tahmin ettiğim gibi orada ateş yoktu. Gazel'e erişemiyordum. Kendi kendime sırıttım. O zaman kendime başka bir yol çizecektim. Orada olduğumu hissettim, varlığımı oraya taşıdım. Bedenim kasıldı, ter damlaları alnımdan çeneme ince bir yol çizdi. Acı her yerimi çevreledi. Tıpkı eski bir dost gibi. Sonunda var oldum. Şimdi Gazel'i görebiliyordum. Panik ve heyecanla ayağa fırladım. Yapmıştım işte. Gazel'i tuttukları yerde, kimsenin göremeyeceği bir şekilde bir kıvılcım oluşturmuştum. Küçüktü, güçsüzdü belki ama oradaydı. İstesem onu büyütebilir, orayı yakabilirdim de ama onu gizlemem gerekiyordu. Yüzümü havluyla üstünkörü silip üzerimi değiştirdim. Eldivenlerimi çıkarıp yatağın üzerine fırlattım. Bugün gücümü serbest bırakacaktım. Saçlarımı sıkıca örüp maskemi cebime koydum. Silahlarımı kuşandım, üzerime sayısız bıçak yerleştirdim. Motosikletime binerek küçük kıvılcımıma sürdüm. Unut ışığı dedikleri şey bu olsa gerekti.
Saatimi kontrol ettim. İki saat sonra geldiğim yer şehir dışında bir evdi. Planlar umurumda değildi. Şu an tam anlamıyla delirmiş durumdaydım. Kapıyı sağlam bir tekmeyle açtım. Ateş, onun olanı mutlaka alırdı.
Korel
Sigaramdan son bir nefes daha çektim. Nefretle doluydum. Ne zaman nefretle dolsam bunun beni ele geçirmesine izin vermez, aksine ondan beslenirdim. Hissedebildiğim tek duygu nefretti ve belki de beni bu kadar güçlü kılan şey de buydu. Ama Gece vardı artık. O geldiğinden beri hissedebiliyordum bazı şeyleri. En çok da onu. Gerçekten, o ne yapıyordu? Yanımdan gitmişti. Gittiyse bir sebebi olmalıydı. Tuhaf bir dürtüyle ona güveniyordum. İyi olmasını ummaktan başka çarem yoktu. Önümdeki bilgisayarda görüntülerin kaynağını bulmaya çalışan Kuzey'i izledim. Delirmiş gibiydi. Ne yaptığını biliyor muydu? Emin değildim. Bora hemen yanındaydı. Sevdiği kıza gitmek için boş bir çaba içerisindeydi. Kapı tıklanmadan açıldı. Şu an bunu umursayacak durumda değildim. Ayaz yanımda durdu. "İçerideki adamın Uraz'ın yerini öğrenmiş."
Saatler sonra aldığım en güzel haber olabilirdi. "Bora, Kuzey. Uraz'ı almaya gidiyoruz."
İkisi de büyük bir umutla kalktılar. Ben söz verdiğim gibi Uraz'ı Gece'ye götürecektim. O da Gazel'imi bana getirecekti. En derinlerde hissediyordum. Magma'nın kızına bu kadar güveniyor olmam, deliliğin daha da ötesiydi. Ayaz'ın tarif ettiği yolu giderken aklımdaki tek şey o çocuğu kurtarabilmekti. Kameradaki o bakışlarını gördüğümde anlamıştım. O çocuk bana benziyordu. Duruşuyla, yaşadıklarıyla, nefretiyle, bakışlarıyla... Benim kaderimi yaşamasına izin vermeyecektim. Her şeye rağmen onun mutlu olmasını sağlayacaktım. Bu biraz da hayata meydan okumaktı. O çocuk mutlu olacaktı ve herkes görecekti, en çok da ben görecektim mutlu olmanın o kadar da imkansız olmadığını. Buna ihtiyacım vardı.
Arabadan iner inmez karşımda gördüğüm beş kişiye art arda ateş ettim. Benimle beraber arkamızdaki arabalardan inenler de çatışmaya katıldı. Kuzey'in gözü dönmüş durumdaydı. Öldürmekten nefret eden o küçük çocuğa baktım, bir de kaybetme korkusuyla katliam yapan o adama. Aynı kişilerdi ama nasıl da farklılardı. Bora hemen yanındaydı. Beklenmeyen bir şey yapmasına karşı tetikteydi. Dışarıdakileri temizlememiz bir dakikayı bile bulmadı. Sert adımlarla içeri girdim. İçerideki adamları diğerleri hallederdi. İçgüdülerime güvenerek alt katın merdivenlerini indim. Kapının kilidine ateş ederek kırdım. Ve işte oradaydım. Uraz'ın tutulduğu odada. Bu canilikten başka bir şey değildi. Burada bir hayvan bile yaşayamazdı. Sandalyedeki çocuk için çok fazlaydı. "Uraz," dedim ellerimi kaldırarak. "Seni oradan çıkaracağım. Korkma."
"Korkmuyorum." dedi zorlukla. Korkuyordu. Ona taktıkları bombaya baktım. Gözlerimi kapatmadım. Kaçarsam o burada yalnız kalırdı çünkü. Sonra odanın köşesinde sırıtan adama döndüm. Elinde basmak için hazır tuttuğu tuşa baktım. "Eğer o şeyi bırakmazsan, ölmek için yalvarırsın ama benden uzun yaşarsın."
"Hükmün burada geçersiz Korel Eceloğlu."
Bir silah sesi, ve adam inleyerek yere düştü. Arkama döndüm. Kuzey'in yüzünde kan dondurucu bir gülümseme vardı. Onu dönüştürdükleri kişi için hepsini pişman edecektim. "Onun hükmü her yerde geçer it herif!"
Adamı elinden vurmuştu. Bora'da bu sözlerden hemen sonra kafasına sıktı. Koşarak Uraz'ı çözdüm. Kucağıma alarak o kaosun arasından çekip çıkardım. Arabaya bindirerek adamlarıma onu götürmeleri için emir verdim. Kuzey kocaman gözlerle, onda daha önce hiç görmediğim bir heyecanla yanıma geldi. "Gece, çipinden bir yerin adresini atmış. Gazel'i bulmuş olmalı."
Kalbim daha da hızlandı. Derin bir nefes aldım. Yeni tanıştığım bu hissi seviyordum. "Kendisi neredeymiş?"
"Evdeymiş, Yakamoz'u bizim almamız gerekecek."
Akıllı kızım benim.
***
Karşıma çıkan ilk kişiyi vurdum. Korel buraya gelene kadar idare etmek zorundaydım. Gücümü kullanamıyordum. Hepsinin kolunda gücümü engellemeye yarayan taştan yapılmış bileklikler vardı. Yani bu işi eski yöntemlerimle çözmeye çalışacaktım. Burayı bulacağıma ihtimal vermedikleri için önlemler de o kadar güçlü değildi. Onları suçlayamazdım. Güçlerim olmasaydı burayı gerçekten bulamazdım. İmkanı yoktu.
Bütün adamları temizledim. Buraya yakın yerlere konumlanmış adamlar da olmalıydı. Daha fazlasının gelmesi uzun sürmezdi. Gazel'i bulmak için bir adım attığımda zeminden gelen tok sesle sırıttım. Altım boşluktu. Sandığımdan da kolay olacak gibi görünüyordu. Gizlenmiş kapağı sessizce açtım. Aşağısının ses yalıtımlı olduğunu var sayıyordum. Silah seslerini duymamış olmalılardı. Merdivenleri indiğimde uzun koridorla karşılaştım. Karşımdan gelen bir adama bıçağımı attım. Boğazı delindiğinde başka birisi saldırdı. Bıçağımı savurduğumda elmacık kemiğinde derin bir kesik oluştu. Karnına tekme atarak boynunu kırdım. Gelen çığlık sesiyle koşmaya başladım. Gazel'in sesinin geldiği odanın önüne gelerek kapıyı açtım. Kilitli değildi çünkü içeride bir adam vardı. Gazel bağırıyordu, kendini korumak için güçsüzce çırpınıyordu. Adam üzerini çoktan çıkarmıştı ve gözlerindeki hayvanca arzu sabrımın son kalıntılarını da alıp götürdü.
Sırtından tutarak üzerine çıktım. Bıçağım önce parmaklarından birini kopardı, sonra başka birini. On parmağının onunu da yok edene kadar devam ettim. Kolundaki bilekliği çekip çıkararak olabildiğince yavaş bir şekilde yakmaya başladım. Çığlıkları daha da ileri gitmemi fısıldadığında sadece kalbini değil, bedenini de yaktım. Yüzü tanınmaz hâle gelip nefesi kesilene kadar devam ettim. "Yakamoz." dedim titreyen sesimle. Bedeni kuş gibi titriyordu. Kollarıma aldığım an direnmeyi bıraktı, gözlerinden yaşlar art arda düştü ve bilinci kapandı. Ona bir şey yapmadan yetişmem önemsizdi. Saldırmaları Yakamoz'umu yeterince korkutmuştu. Yine de gördüğüm en güçlü kadınlardan birisiydi. Kollarımda onunla birlikte merdivenleri çıktım. Dışarıdan silah sesleri geliyordu. Destek gelmiş olmalıydı ve Korel de öyle. Rastgele isabet eden kurşunların arasından bedenimi Gazel'e siper ederek çıktım. Bahçede gördüğüm manzara, gülümsemeye değerdi. Korel elinde silahıyla duruyordu. Beni gördüğü anda silahı elinden düştü, dudakları aralandı. Ölüm Çiçeği'ni burada görmeyi tabii ki de beklemiyordu. "Ateş, yardımıma ihtiyacın olduğunu fısıldadı avcı."
Gazel'i kucağına bıraktım. Bana dehşet içinde bakıyordu ve bir sürü silahın hedefi olmuştum. Beni şu an öldürebilirdi. Umursamadım. Ama o bunun yerine, "İndirin silahlarınızı." dedi.
Ona baş selamı vererek arkamı döndüm. Çatışmanın içinden koşarak çıkan Bora'yla kesişti gözlerim. Bir Korel'in kucağındaki kardeşine baktı, bir bana. Sonra gülümseyerek fısıldadı. "Teşekkür ederim."
Aynı selamı ona da verdim. Kuzey bana baktı, nefesini rahatlayarak verdi. Korel'in kollarındaki sevdiği kıza ilerledi. Dokunmaya kıyamıyormuş gibi elinin tersini yüzünde gezdirdi, saçlarında. Sonra Korel'den aldı onu. "Güzelim," dedi alnını öperek. "Güvendesin."
Arkamı dönüp yürümeye başladım. Gitmeme izin vermiş gibi görünüyordu. Korel arkamdan seslendi. Daha çok ağzının içinde gizemli bir tınıyla geveledi. "Kimsin sen?"
Omzumun üzerinden ona baktım. "Ben, ateşim avcı. Şimdilik bu kadarı yeterli. Bir gün maskemin ardını da göreceksin."
İçimden devam ettim. "Eldivenlerimin sırrını da öğreneceksin."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÖLÜM ÇİÇEĞİ
FantasyBir kadın vardı... Ateşin ruhuna sahip. Yaratılışındaki tek duygu nefret. Kehanetlerde anlatıldı. Efsanelerde, masallarda duyuldu. İrislerindeki karanlık tüm dünyasını kapladı. İntikam için yaşadı. Öldürdü. Ama kendisi daha çok öldü. Ve bir adam... ...